HABER MERKEZİ-Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunun doksan yedinci yılını kutluyor. Rejim olarak cumhuriyet, kuruluşa giden sürecin bir benzeri daha doğrusu tekerrürünü yaşadığı günlerden geçiyor. Türk egemenlerini temsil eden bürokratlar Cumhuriyetin kuruluşuna karar vermeden az önce gerçekleşmesini istedikleri şey, Panislamcılıkla bu tutmayınca Pantürkizm ile Osmanlı sınırlarını olabilecek en geniş alanlarda korumaktı. Dolayısıyla kurdukları yeni devletlerini bu amaçlarıyla mukayese edersek, bunun birçok yenilgiden sonra gelen ve tümden kaybetmektense en azla yetinme olduğunu belirtebiliriz. Panislamist ve Pantürkçü damarı bırakmamış olanların kendileri de zaman zaman bunu dilendiriyorlar.
29 Ekim 1929’a gelen süreçte neler yaşanmıştı? Osmanlı devleti, 1914’de başlayan II. Dünya savaşına İttihatçılar marifetiyle, kaybettikleri toprakları geri almak için Almanları müttefik seçerek katılmıştı. Bu zihniyet ve politika bugün sürmekte olan 3. dünya savaşı ortamında Neo-Osmanlıcılık adıyla bir kez daha devreye konulmuştur. İttihatçılar dinciliği ve milliyetçiliği iktidar için kullanan askeri ve siyasi bürokratlardı. Gerçeklikten uzak ve maceracılardı. Bunun için hadlerini aşan işlere giriştiler. Bugün bu anlayışı AKP-MHP temsil etmektedir. AKP adı altında dincilik, MHP ve Ergenekoncular adıyla milliyetçilik buluşturulmuştur. AKP Selçuklularla başlayan Türk iktidar İslamcılığını tarihsel gerçekliğinden kopuk, abartılı sunarken, MHP ve Ergenekoncular ise soğuk savaş döneminde ABD ve NATO’dan kendilerini şımartacak kadar verilmiş destekleri güçlerine bağlayarak, dünyada hiçbir şey değişmemiş gibi yeniden istemektedir. Hatta buna hakları olduğunu ileri sürecek kadar dayatıcı olabilmekteler. Sistemin kendilerine mecbur olduğu düşüncesiyle hareket edecek kadar abartılı olmaya devam ediyorlar. Türkiye’nin jeopolitik konumunu abartarak satmaya çalışıyorlar. Gerçekçi olmadıkları için zorlandıkça çılgınlaşıyorlar.
İttihatçılar Alman komutanlarına, paralarına güvenerek savaşıyorlardı. Alman tarzı örgütlendirilmiş ordularla gittikleri her cephede istedikleri başarıları elde edebileceklerine inanıyordu. Bugünkülerse temel parçalarını dışardan aldıkları savunma tekniğine güvenerek istedikleri yere müdahale edebileceklerini ve önlerinde kimsenin duramayacağına oldukça inanmış görünüyor. Bu silahlarla insan katlederken övünüyor.
İttihatçıların Osmanlı topraklarını elde tutma sevdası Libya, Arabistan, Balkanlar ve Kafkasya alanlarına odaklanmıştı. Bugün de tüm bu alanlar AKP-MHP-Ergenekoncuların yaşanan boşluktan yararlanarak Suriye gibi işgal, Azerbaycan gibi savaş kışkırtıcılığı yaptığı alanlar olmaktadır. En ilginç benzerlik ittihatçıların Osmanlıyı koruma ve yeniden güç yapma işine Libya ve Arabistan’dan başladıkları, sonlarını Kafkasya’da getirmiş olmalarında yaşanmaktadır. Çünkü AKP-MHP-Ergenekon ittifakı da önce Arabistan yani Suriye, Katar ve Sudan ile dışa açıldı, resmi olarak ordusunu ve çetelerini Libya’ya gönderdi ve içine girmiş olduğu en zor süreçte ise yönünü Kafkasya’ya vermiş bulunuyor.
İttihatçılar birinci dünya savaşında bir yanda devletler karşısında savaşıyorken biryandan da önce Balkanlarda daha sonra da Anadolu’da halkları katlediyorlardı. Arap, Ermeni ve Asuri-Süryani katliamları birinci dünya savaşı sürecinde (az öncesi ve sonrası da dahil) tarihe geçmiş Türklerin yaptığı katliamlardır. Bugünse Araplar, Ermeniler, Yunanlılar ve Ermeniler devletleştikleri için bu halklarla devletler düzeyinde çelişiyor ve çatışıyorken, halk olarak Kürtleri katletmektedir.
İttihatçılar Osmanlı devletinin ele geçirdiği İslam halifeliğini kullanarak, tebaası sayılan Müslüman Türkmen, Kürt ve Araplardan din istismarıyla ordular devşiriyordu. Türk egemenleri emelleri için bu insanları bir hiç uğruna savaştırıp telef etti. Bu orduları besleyecek, giydirecek ve savaştıracak tek bir olanakları kalmayınca, Sarıkamış’ta yaşandığı gibi doksan bin zavallıyı bir gecede dondurup öldürtmekten de çekinmedi. Bugün de dini kullanarak teslim aldığı zavallı Suriyeli Arap ve Türkmenlerden savaşçı devşiriyor ve Libya’dan Kafkasya’ya kadar savaşa gönderiyor. Bir yandan da bu insanları Şam çevresinde, Halep ve İdlib’te olduğu gibi satmaktan geri durmuyor.
Netice itibarıyla İttihatçıların politikaları çağın gerçeklerine uymadığı için yenilmekten kurtulamadı. Kaybedilmiş Osmanlı topraklarının tümü olmasa da Balkanlar, Kuzey Afrika ve Arabistan’daki kısmını yeniden ele geçirmek, kaybetmediği ancak egemenliklerinin riske girdiği Kürdistan gibi yerlerde ise sömürgeciliklerini tahkim etmek için yolla çıkan İttihatçılar, günün sonunda Osmanlının tüm topraklarını ve çok kötü bir şekilde canlarını kaybettiler. Bu sonu geçte olsa gören İttihatçı başlarından M. Kemal gibileri yeni bir yol izlemek zorunda kaldılar. Katliamlar konusunda özeleştiri yapmak bir yana ilk gurup İttihatçıların eksik bıraktığı Kürt ve Rum katliamlarını da bunlar tamamladı. Böylece halkların kanları üzerinde bir devlet kurulmuş oldu. İşte cumhuriyet kuruluşundaki katliamcı İttihatçılarla hesaplaşmadığı ve halkları inkar temeli üzerinde kurulduğunu kabul etmediği için doksan yedi yıl sonra bir kez daha kanları üzerinde kurulduğu, Arap, Rum, Ermeni ve Kürt halkları ile karşı karşıya gelmiş oldu. Adeta tarih tekerrür ediyor.
Evet tarih tekerrür ediyor. Ancak İttihatçılar Osmanlıdan vazgeçince yeni bir devlet kurabildiler. Gerçi SSCB kurulmamış olsaydı sonları çok daha trajik olacaktı. Ancak şansları yaver gitti ve bir parça kurtuluş elde edebildiler. Ancak bugünkü ittihatçıların geri adım atma şansları bulunmamaktadır. Vazgeçecekleri şeylerin neler olabileceğine de karar veremiyorlar. Örneğin dinci damar Libya’dan, milliyetçi damar Suriye’den tavizsiz çıkmak istemiyor. Birde böyle bir iç çelişkileri var. İkincisi boylarını aşan adımlar atarken halkı öylesine aldatmış ve oyuna getirmişler ki ülkeyi talan ederlerken bile kendilerine alkış çalınmıştır. Geri adım atarsak çalarak elde ettiğimiz zenginliklerimizi ve canlarımızı kaybederiz diyorlar. Bunun için olabilecek en sert politikalar izleyerek karşısındaki güçleri geri adım atmaya zorluyorlar. Bu biçimde hasarın en azına razı olmaya hazırlanıyorlar.
İşte cumhuriyetin doksan yedinci kuruluş yılına böyle bir durumda giriyor. Yeni İttihatçıların ellerindeki en büyük koz Kürtler ve Kürdistan meselesidir. Bunun için Kürt soykırımını en barbar yöntemlerle sürdürüyorlar. Yaşadıkları yenilgilerin tüm acısını Kürtlerden çıkarmaya çalışıyorlar. ABD ve AB’nin Kürt halkının varlığını tanımaması, Arap devletlerinin Kürt halkıyla açıktan dostane ilişkiler kurmaması işlerini kolaylaştırıyor. Bu politikalar AKP-MHP-Ergenekoncuların çok daha büyük suçlar işlemesine, herkesi tehdit etmesine yol açabilir.
Kısacası Türk dinci ve milliyetçi faşistleri yok olurken, kendileriyle birlikte Kürtleri de yok etmek istiyor. ABD ve Almanya’nın başını çektiği bir grup AB devleti, tıpkı daha önce Ermenilerin katliamıyla suça bulaştırıp teslim aldıkları gibi bu yüz yılda da Kürtleri Türklere katlettirerek bunları adım atamaz duruma düşürmek isteyebilirler. Yani ABD ve AB Kürtleri kendi çıkarları için bir kez daha Türk faşistleri eliyle kurban edebilir. Kürtler olarak bunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Ve düşmanı iyi tanımalıyız.
Mehmet Gören
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi