Türkiye’nin depremle imtihanı oldukça zorlu geçmektedir. Halkın acıları dinmemişken, yaralar kapanmamışken, deprem gerçeğiyle henüz tam yüzleşmemişken, enkaz altında on binler diri ya da ölü kurtarılmamışken, vasfını bu depremle yitirmiş Faşist AKP-MHP iktidarının şefi Erdoğan, zekasını kötülüklere yorarak yeni hinlikler gerçekleştirme peşinde. Depremin üzerinden günler geçmesine rağmen, her gün daha da kötüye giden bir durum var. Deprem sonrası ortaya çıkan sorunlarla mücadele daha şimdiden ikinci plana düşmüş durumdadır. Kurtarma faaliyetleri zaten başlı başına sorunlar yumağına dönüşmüş oldu. Başta koordine sorunu olmak üzere birçok konuda suç işlenmiştir.
Depremle birlikte ortaya çıkan güvenlik sorunu ise oldukça düşündürücüdür. Devlete bağlı birimler tarafından organize edilen ve gerçekleştirilen terör, soygun, yağma, linç ve infaz görüntüleri kan donduran cinstendir. Münferit gibi görünse de aslında hiç de öyle olmayan linç girişimleri yaygınlık kazanmakta. Kar maskeli birtakım kimseler, sivil ya da polis üniformalı çeteler terör estirmekte. Nazilerin ilk çıkış yıllarında, Avusturya’da baş vurdukları şiddet eylemlerine benzer eylemler yapılmakta. Ortamı geren ırkçı, kafatasçı provokatörler piyasaya sürülerek, toplumda korku yaymakta. İnsanlara işkence yapmakta ve hatta infaz etmekteler. Şiddet üreterek, ilan ettikleri OHAL’ in alt yapısını oluşturmaktalar.
Deprem nedeniyle ilan edilen OHAL, depremle alakası olmayan icraatlar için ilan edildiğini belirtmekte fayda vardır. Deprem gerekçesiyle baş vuracakları her şey bilinmelidir ki, iktidarın ömrünü uzatmaya dönük taktiksel yaklaşımlar olacaktır. Daha şimdiden OHAL’ in asıl amacı, seçimleri ertelemeye dönük manevra alanı olduğu yorumları yapılmaktadır. Hatta daha da ileri giderek tümüyle denetlenen ve gözetlenen bir toplum haline getirilmeye çalışıyorlar. Tıpkı Jeremy Bentham’ın Pnapticonu, (insanların 24 saat gözetlendiği, gözetleyenin de görünmediği bir sistem) George Orwell’in Distopyası, (insanların sürekli denetlendiği bir toplum). Orwell 1984 adlı kitabında tümüyle denetlenen, denetim altına girmiş toplumu anlatır. ‘Büyük biradere itaat’ eden ‘tele ekran’ aracılığıyla herkesin denetlendiği distopik toplum, yani otoriter, totaliter bir devlet yapısıdır.
Tek adam rejiminde arzulanan toplum distopik toplumdur. Türkiye halkları adım adım bu tek adam rejimine alıştırılmaktadır. Sıcak suya alıştırılan kurbağa misali, kaynama derecesine gelen suda, ölene kadar çıkamaz hale gelir. Türkiye toplumu da tek adam rejimine alıştırılıyor. Bunca hakaret, küfür, işkence, adaletsizlik, hukuksuzluk, yolsuzluk, yoksulluk, yargısız infaz olmasına rağmen insanlar sesini çıkaramaz duruma gelmiş. Türkiye’de yaşanan tek adam rejimine uygun toplu yaratılıyor. Diktatöre biat esas alınıyor. Gerisinin de tasfiyesi hedefliyor.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin yüzüncü yılında cumhuriyetten eser kalmadı. Çetelerin, mafyanın, oligarşinin hâkim olduğu siyasi iktidarın Türkiye’sinde, devlet ilkesinin de cumhuriyet ilkesinin de canına ot tıkadılar. Sıra insanlarının canına kast etmeye gelmiştir. Depremle birlikte yapılmakta olan da budur. Gezide sokaklarda insan avına çıkanlar şimdide yolarda ve deprem yıkıntıları arasında insan avına çıkmışlar. Yapılmakta olan devlet eliyle resmen ve sistematik bir temizlik harekatıdır. Diktatör Erdoğan’ın evlenen herkese 3 çocuk yapmayı öneren zihniyeti şimdi de deprem bölgelerinde insanları ölüme terk ediyor.
Faşist AKP-MHP iktidarından ve Diktatör Erdoğan’dan kurtulmadıkça, Türkiye halklarını karanlık bir dönem beklemektedir. OHAL ilanı bunun başlangıç evresi olabilir. Seçimler ertelene bilinir. Ertelenmese bile devletin zor aygıtlarını kullanarak yeniden seçilmenin yöntemlerini devreye sokacaktır. Bu faşist zihniyeti tanıyanlar için bu anlamı çıkarmak hiç de zor olmayacaktır. AKP, Ulus milliyetçilik sosuna bandırılmış, muhafazakâr, İslam milliyetçiliğinin dayandığı kökenden gelen bir harekettir. DAİŞ’in ikiz kardeşidir. Zihniyet yapıları benzerdir. İktidarda kalmak için uyguladıkları yöntemler de DAİŞ yöntemlerinden pek te farklı değildir. Kürtlere karşı yürüttüğü savaşta işlediği insanlık suçları bunun en açık ispatıdır. Kafa kesmekten, ceset yakmaya, kimyasal silahları kullanmaktan, kadın-çocuk katletmeye kadar elinden ne geliyorsa onu yapmaktan geri kalmıyor. Kısacası, panapticon ve distopya açılımlarından daha acımasız yöntemler denenmektedir. Çağımızın gelişmiş tekniklerini de kullanarak bölgesinde saldırgan ve yayılmacı emelleriyle tehlikeli bir güç haline gelmiştir.
Türkiye sınırları içinde ve dışında, tek tip toplum yaratma düşüncesini adım adım uygulamaktadır. Kendinden olmayan herkesi düşmanlaştırması bundandır. Devletlere parmak sallamasının altında da bu zihniyet vardır. Düşmanlaştırmakla yetinmeyip tasfiye etmek için her yol denenmektedir. Toplumun her kesiminden tüm muhalif sesleri susturmak istiyorlar. Mahkemeler harıl harıl çalışarak muhalifleri tutuklamakla meşgul. Cezaevlerini tıka-basa doldurmakla kalmadı, keyfi uygulamalar ve işkenceyle onlarca tutuklu içerde katledildi. Tek tipleştirme her alanda devam etmektedir.
Türkiye halkları açısında büyük bir tehlike, bölge için büyük bir istikrarsızlık unsuru olan faşist AKP-MHP iktidarının önünde duran en örgütlü güç Kürtlerdir. En büyük bedeli de Kürtler ödemektedir. Maraş depremiyle birlikte faşist iktidarın çirkin yüzü bir kez daha ortaya çıkmıştır. Katliamcı-soykırımcı niyetleri bir kez daha açığa çıkmış oldu. Halkta ortaya çıkan tepkiler sadece tepkiyle sınırlı kalmamalıdır. Örgütlü muhalefete dönüşmesi ve harekete geçmesi gerekir. Toplumu her alanda tek tipleştiren zihniyete karşı, topyekûn bir direniş kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu fırsat doğmuştur. Halklar bu fırsatı kaçırmamalıdır.
Rauf KARAKOÇAN