Kürtler, en ufacik bir kazanım veya statüye sahip oldukları ilk günden itibaren kapılarında kargaşa, kaos ve istikrarsızlaştırma savaşı hiç ara vermeden devam etmektedir. Bilindiği üzere Kuzey Kürdistan’da yürütülen hiçleştirme ve soykırım, yüzyıllardır devam etmektedir. Son olarak PKK ile varlık bulan Kürdistani kimlik, büyük bir mücadeleyi ve yaşanan bedelleri de beraberinde getirmiştir. 40 yılı aşkın süredir yürütülen askeri, siyasi, kültürel ve varlığını koruma savaşı, zaman zaman inişli çıkışlı dönemler geçirse de gelinen şu aşamada en yüksek gerilimli halini almış durumdadır.
Savaşın en kızgın ve yakıcı hali bu dönemde yaşanmaktadır. Artık karşılıklı iki taraf içinde topyekûn bir savaş hali evirilmiş durumundadır. Geçmiş dönemde merkez üstünün tamamına yakını Kuzey parçasında yaşanırken, son dönemlerde işgalci Türkiye ordusu savaşı sınır hattına kaydırarak, Güney Kürdistan’ın birçok alanlarına taşımıştır. Rojava‘nın tamamı tehdit altına alınarak, Kürdistan halkı topyekûn bir işgal konseptiyle karşı karşı bırakılmıştır.
Güney Kürdistan’da ki Bölgesel yönetimi de belli bir statüye kazanmalarına rağmen hala toprakları en acımazsız şekilde sömürülmekte, uçak ve toplarla dövülmekte, işgalciler tarafından hava saldırılarıyla halk katledilmektedir. Burada ki en önemli faktör tabiki de yaşanan bu duruma sessiz ve tepkisiz kalmaktır. Yaşamsal bir örneklendirme olarak da bakıldığında ‘Eğer bir hırsız bir eve girip ev sahibinin kazanımlarını çalıyor ve evi talan ediyorsa, insani ve doğal refleks olarak engel olunur, hırsız ve talancı etkisiz hale getirilir.’ Bu kadar basit bir anlatımla bile insanın doğasında olan, koruma içgüdüsü özetlenebiliyorken, yılların mücadele değerlerine sahip, kutsal ve yüce bir anıt olan Kürdistan kazanımları neden ve nasıl korunamıyor? Koruyanlar ise neden engelleniyor? Açıklamalar neden yakıcı ve parçalayıcı? İhanet kelimesini anlama kapasitemiz neden şoklanmışçasına refleksiz?
İHANET MADALYONUNUN BİR YÜZÜ BARZANİCİLER DİĞER YÜZÜ ENKS
Güney’de en modern hali ile bir ihanet çizgisi yaşanıyorken, merkez üstü olarak Hewler’den ve Ankara’dan, Rojava Kürdistan’ında da bu ihanet geliştirilmektedir. 2011’de kurulan ENKS‘nin (Kürt Ulusal konseyi), direk KDP başkanı Mesut Barzani’ye bağlı olması ile Güney’de yaşanan durumlardan kendini bağımsız kılacak bir politika yürütmesi beklenmemektedir. İlk kurulduğunda sayısı 16’e yakın Kürt parti bileşeni ile rojava siyasetine atılmıştı. Zamanla uyguladığı politikalar, izlediği zarar verici yol ve yöntemler, iş birliği yaptığı güçler, Rojava‘da belli bir bedel vermiş güçlere dayattıkları ve Türk işgalci güçlerle Afrin ve Serekaniye harekâtına destek vermesi ile ihanet çizgisinde tüm toplumun gözünde teşhir olmuştur. Dolayısıyla buna benzer uyguladığı yıkıcı politikaları ile ilk kurulduğunda bu yana ne toplumla nede kendisiyle bu yola çıkmış diğer partilerle sağlıklı bir yol yürüyebilmiştir.
Birçok siyasi ve toplumsal hareketi içinde bulunduran ENKS şu anda birkaç kendine benzeyen parti ile yürümeye çalışmaktadır. Yürümeye dedim çünkü bulunan coğrafyada ve yaşanılan An’da bir şeyleri başaracağım diyen bir hareket yürümekten çok daha fazla emek ve mücadele vermesi gerekiyor. Mesela savaşmak gerekiyor, korumak-geliştirmek gerekiyor, savunmak gerekiyor, doğru kişilere karşı doğru ilişkiler temelinde yeri geldiğinde taviz vermek gerekiyor, halkı tanımak ve onun için çalışmak gerekiyor…vb. diye saymakla bitiremeyeceğiz birçok bedel gerekiyor. Bu gerekenler ile, geçmişten bir gelecek yaratmak içinde Ulusal Birlik çatısı içinde ulussever bir kazanım oluşturulmalı.
Geçmişle bugünü arasında bir farklılık yaratamayan ENKS bileşeni, yarın içinde maalesef Kürt halkına bir güven verememektedir. Güvenle oluşturulacak bir gelecekten çok uzak ve dışlanmış konumunu ısrarla korumakta, bu dışlanmışlığı ile bulunduğu safı ve tarafı artık toplum nezdinde de netleştirmiştir. Bir türlü, efendisi olarak kabul ettiği Türkiye işgalcilerinden ilişkisini, siyasetini, dilini, uşaklığını kurtaramadı. Kendi içerisinde de yaşadığı çatlaklıklara aldırış etmeden karanlık ve çeteci tavrını sürdürmektedir. Rojava’da hiçbir statüsü olmamasına rağmen, dış ilişkilerde kendini son derece yetkili görmekte, Cenevre gibi toplantılara katılmakta, Kürdistan’ın her bir parçasını bir Leviathan gibi yok eden işgalcilerden direktiflerini almaktadır. Kendini bu toprakların ağası olarak görme alışkanlığını tabiki de Barzani ailesinin klasik aşiret anlayışından almaktadır.
Askeri ve siyasi gelişmelerden kaynaklı yeni toplumsal konjonktür, sadece Rojava özelinde değil, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu halklarını birlikte yaşam kurabilme şansını doğurmaktadır. Coğrafyada bulunan bu kadar farklılığı bir arada tutabilecek bir güce ve anlayışa ihtiyaç vardır. 10 yıla yakındır kıyamet cenderesi içerisinde olan Suriye Özerk Yönetimi, yaşadığı yoğun savaş pratiğinin yanında toplumsal, yönetimsel ve kültürel alanlarda devreye koyduğu ideolojik ve politik gücünü, farklılıkların birliği ve halkların kardeşliğine dayalı özerk ama konfederal birliklerin esnek özelliğinden almaktadır.
Ortadoğu ve tüm dünyaya kan kusturarak küreselleşen ‘ulusu devlet’ yerine ‘Demoktik Ulus’ paradigmasıyla bu cendereden kısmende olsa rahatlamış bir toplumsallık yaratılmıştır. Yıllardır çatışmalı ve birbirini kabullenemeyen halk ve topluluklarla şimdi müttefik bir yaşam kurulurken, kendi halk bütünlüğü içerisinde yer alan fakat farklı düşüncelere sahip, sürekli dışa bağımlı, öz iradeden yoksun, benliğimizdeki kölelik alışkanlığımızdan bir türlü kurtulamıyoruz. Verilmiş onca bedel ve acılardan sonra görülmesi gereken güzel ve olumlu gelişmelerin takipçisi, destekleyicisi, katkı saylayıcısı ve gerektiğinde yapılabiliyorsa öncüsü olma koşul ve imkanları varken, bütün ruhunu kölelikle dolduracak işgalci güçlerin sistemine entegre olma hastalığını yaşayan bir ENKS gerçekliği vardır.
İHANETİN İÇİNDE ‘CELLADIYLA DÜNYEVİ EVİNE GİRENLER”
Yüzyıllardır sömürgeci güçlerin altında hiçbir zaman resmi dil kabul edilmeyen Kürtçe, şimdi kendi yönetiminde kuracağı yepyeni sistemde bu sefer kendi halkından olan taraf bunu kabul etmiyor. Bir halkı halk yapan onun dilidir. Dil ise o halkı yaşatacak olan kültürdür. Tabi bunlar işin yokuşta kalması için üretilen gerekçeler. Türkiye, Rojava‘nın ne askeri, ne siyasi nede toplumsal sistemini kurmasını istiyor. Bunu yıkmak içinde tankıyla, uçaklarıyla, toplarıyla, çeteleriyle hazır bir şekilde bekliyor. Bu kazanımları hazırda beklettiği gücüyle yerle bir etmek istiyor ve bunu yapacak gücünün de olduğuna inancı tam. Yapamamasının önünde tabiki de kısmi bir uluslararası konjonktür engeli var.
Bu engelleri de Rojava’ya gizli bir şekilde uzattığı ellerle yaparak aşmak istiyor. Gönderdiği ajanlarla istihbarat toplayarak, çeteleri gönderip bombalar patlatarak ve en önemlisi de tarihten de elde ettiği tecrübesiyle İşbirlikçi Kürt kesimi yaratarak başarmak istiyor. ENKS ve onun aşiret ağaları olan Barzaniciler Kürt tarihinin en sancılı ve kurtlaşmış yanını oluşturmaktadır. Eski Kürt’te celladına âşık olma geleneği varken, şuan ise en güncel haliyle bu işbirlikçi kesim ise ‘celladıyla dünyevi evine girme’ durumuna evirilmiştir. Bir ömür boyu sürecek, asla vazgeçilmeyecek, sıkı sıkıya oluşturulmuş ilişkiler…
Önceki dönemlerde 50 yıllık yapılan petrol anlaşmaları, yeni açılan gümrük kapıları, tüm ticari hacmini Türkiye üzerinden sağlayan ve onları zengin eden, ekonomisi ne zaman bozulsa milyon dolarları gönderenlerden, Seyit Rıza’ların, Şex Saidlerin, Cibiranlı Halit Paşaların, AliŞer ve Zarifelerin, Zilan katliamının, Musa Anterlerin, Başur topraklarında hava saldırılarıyla şehit düşenlerin, Rojava’da on binlerce verilen şehitlerin…vb bir çok yapılmış katliamların hesabını sormak veya intikamını almak istemelerini tabiki de beklemek bizim yanlışımız olur.
Ali KASIM
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi