31 Mayıs 2016 Salı Saat 12:32
Tüm kültürel yapılar, tarihi eserler, arkeolojik kalıntı ve
buluntular, kendi zamanı-mekânı içinde kimlik, değer ve anlam kazanır. Üstelik
bunlar bilgi edinme, birikim sağlama, bilinç sahibi olma kaynaklarıdırlar.
Gerçekleşen uygulamalarla somut-maddi kültür mirasları sular altında kalırken,
göçlerle de soyut-manevi kültürel miras yok olmaktadır
TC devleti stratejik hedef olarak belirlediği HES ve Baraj
yapımlarına proje kapsamında, Anadolu ve Bakur-Kürdistan coğrafyasının tamamını
dâhil etmiştir. Belirlenmiş olan bu stratejiler İdeolojik ve nihai amaçlar
ekseninde siyasal, sosyal, ekonomik, ekolojik, kültürel, tarihsel, askeri ve
güvenlik odaklı hedefler içermektedir.
Bu doğrultuda geliştirilen politik-projelerle
Türk-Sünni-İslam Ulus-devletinin Anadolu ve Bakur-Kürdistan’da benimsenip
içselleşerek, egemen hale gelmesi amaçlanmaktadır. Kurgulanmış olan
siyasi-homojen Türklüğün tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak, tek
dil, tek din, tek kimlik, tek kültür vs. şeklinde yaşamsallaşmasıdır. Bu ideolojik
politik yapılanmalara ve argümanlara karşı çıkan, dâhil olmayan, aykırı
davranan, farklı dil, kimlik ve kültürleri dile getiren, her-kim olursa olsun
düşmandır. Vatana, millete ve devlete karşı ihanet içindedir. İbret-i âlem için
hızla ve şiddetle cezalandırılmalıdır. Böylece sorgusuz-sualsiz,
nedensiz-niçinsiz, devlet-millet birlikteliği vücut bularak, ebedileşecek.
Doğa, toplum, emek, kültür, tarih sömürüsü ve talanı derinleşecek.
İktidar-sermaye tekellerinin egemenliği, hükümranlığı hayat bulacak.
Bunların toplamının siyasal-yasal anlamda devlet diliyle,
ilk formüle edilmiş argümanı Türkiye devletine, anayasal vatandaşlıkla bağlı
olan her kes Türk’tür. Türkiye’nin bütünlüğü, milletin birliği ve devletin
bekası için… her yol mubahtır vb. denilerek, anayasal güvence altına alınmış.
Bu söylevler bilinç ve bilinç altılara işlenerek, yargı ve önyargılara
dönüştürülmüş. Tüm siyasi partiler ile resmi, tüzel kurum ve kuruluşların
tartışılmaz-değişmez temel ilkesi, yasası haline getirilmiştir. Bu amaç ve
hedeflere yönelik fikir beyan edip, tartışmaya açmak bile, başlı başına
“milletin varlığına, devletin bekasına dönük, en büyük suç işlemek demektir.
Bunu ancak “dış düşmanlar ve iç mihraklar yaparlar. Onlarda vatan hainleridir.
Görüldüğü yer ve zaman da duyulduğu mekân ve koşul da bir daha dirilmemek
üzere, başları hemen ezilmelidir…
İkinci argümanın politik-ekonomik formülasyonu ise “kendi
enerjimizi kendimiz üreterek, Türkiye’yi dışa bağımlılıktan kurtaracağız.
“Enerji ihraç eden ülke olacağız. “Dış ülkelere enerji satarak kalkınacağız.
vb. kulağa hoş gelen söylevlerle amaçlar-hedefler gizlenerek, topluluklar
aldatılmaktadır. Bakur-Kürdistanı ve Anadolu kırsalını insandan boşaltıp,
kültürel asimilasyondan (Beyaz katliamdan) geçirerek, halkları hakikatlerine
yabancılaştırıp, Türk-ulus-devletine biat eder hale getirmeyi
amaçlamaktadırlar.
Bu stratejilerin başında Kürdistan’a dönük olanlar ön-
belirleyicidir. Çünkü Kürdistan ve Kürt Halkı ne klasik sömürge ne de yeni
sömürge statüsündedir. Uluslararası Kapitalist-Emperyalist güçlerin eliyle,
onayıyla parçalanarak, uluslararası sömürge haline getirilmiştir. Statüsüz
bırakılarak Türk, Arap, Fars Ulus-Devletlerinin sömürüsüne, ilhakına
sunulmuştur. Özellikle Bakur-Kürdistan’ı ve halkı, Türk-Sünni-İslam
Ulus-devletince inkâr ve imhaya tabi tutulup, soykırım uygulanarak, beyaz
katliam (kültürel asimilasyon) sürecine alınmıştır. Paralel politikalarla
Anadolu halkları da çok yönlü asimilasyona tabi tutulmuştur. 30’dan fazla
farklı kimlik, etnik ve kültürel yapılar ile 20’yi aşkın din, inanç ve mezhebin
Türkleştirilip, Sünni-İslam (İktidar-İslam’ı) yapılması uğruna çalışmalar
yürütülmüştür. Bu amaçlar doğrultusunda çeşitli stratejik hedefler belirlenmiş.
Uygun politikalar ekseninde planlama ve taktikler geliştirilmiştir. Projeler
oluşturularak, adım adım pratikleştirmeye geçilmiştir.
Bu çerçevede oluşturulan HES ve Baraj yapım projeleri,
önemli siyasal yaklaşımları içermektedir. İdeolojik-stratejik amaçlar
doğrultusunda belirlenmiş, çok içerikli politik hedefleri kapsamaktadır. TC
devletinin nihai amaçlarına hizmet ederek, Anadolu ve özelliklede Kürdistan’da
çok yönlü politikalara, uygulamalara zemin ve neden olmuş ve olmaktadır. Şöyle
ki
1- HES ve Baraj inşaatları için onlarca ilçe, belde ve
binlerce köy, mezra gibi yerleşim alanlarıyla birlikte, milyonlarca hektarlık
tarım ve ziraat alanlarıyla ormanlıklar, meralar, bağ ve bahçeler
kamulaştırılmaktadır. Zengin bitki örtüsüyle kaplı vadi, kıyı ve yaylalar
istimlak edilmiş-edilmektedir. Böylece kırsaldaki yoğun nüfus azaltılarak,
kentlere göç-akışını sağlamada “gönüllü zorunluluk ve çekicilik oluşturularak
kimi stratejik alanları, bölgeleri insansızlaştırmayı geliştirmektedirler.
Onbeşbin yıllık kır-köy coğrafyasını, yaşanmaz kılmaktadırlar.
2- Bitki örtüsü, hayvan popülasyonu, hidrolik akışı, iklim
kuşağı, yağış miktarı ve zamanı değişen coğrafya bir bütün olarak ekolojik
dengeyi kendi döngüsünden çıkarmaktadır. Mevsimler arası uyum değişmektedir.
Bir yandan kuraklık, çölleşme oluşurken, diğer yandan mevsim dışı aşırı
yağmurlar sellere, yıkımlara, erozyonlara neden olmaktadır. Yüksek
miktarlardaki kar yağışları da çığ olaylarına, toprak kaymalarına sebebiyet
vermektedir. Neticede doğa kendi diyalektiğini işletemez olunca, ardı ardına
gelen felaketlerle adeta intikam almaya yönelmektedir.
3-Devlet-sermaye tekellerince, Kent ve Metropollerde
bilinçsiz, örgütsüz nüfus yoğunluğu artıkça, kırsala göre denetim, yönlendirme
daha kolay olmaktadır. Çok yönlü asimilasyon politikaları, pratik uygulamalara
hız kazandırmaktadır. Beyaz katliam süreci derinleştirilerek
sürdürülebilmektedir.
4- Kent ve Metropol merkezlerindeki aşırı nüfus birikimi
işsizler ordusunu oluşturmaktadır. Ucuz iş gücü potansiyelini meydana
getirmektedir. Bilinçli olarak ücretlerin asgari düzeyin bile altına
çekilmesini koşullayarak, emeğin sömürüsüne derinlik ve kapsam
kazandırmaktadır. Bir yandan emek-sermaye çelişkisi artarken, diğer yandan
sosyal-yaşam standartları, en alt seviyeye inmektedir. Toplum işsizliğe,
yoksulluğa, açlığa mahkûm edilerek, teslim alınmak istenmektedir.
5-Kentlere savrulan kır-köy nüfusu farklı ekonomik, sosyal,
kültürel, geleneksel ve ahlaki yapılarla karşılaşarak, adapte olma sorunları
yaşamaktadır. Özellikle kimi genç kadın-erkek kesimi sosyolojik parçalanmayı ve
kültürel farklılığı, Kır-Kent çelişkisi temelinde yoğunluklu hissederek,
çeşitli düşünsel ve ruhsal bunalımlar içine sürüklenebilmektedir. Adeta kendi
sisteminden ve yörüngesinden kopmuş meteor misali, savrulabilmektedir.
Kapitalist-modernitenin labirentlerine dalarak, tükenip gitmektedir.
6- Kır-köy yaşamında kendine yeterliliği ağır basan, kendi
üretip kendi tüketen, ortaklaşmayı bilen bir ekonomi mevcut. Eksik de olsa
dayanışma, paylaşma ve yardımlaşmayı insani-değer bilen bir yaklaşım ve
yapılanma var. Böylesi bir ekonomik ve hayat anlayışından, her şeyin
para-kâr-pazar döngüsü ekseninde ve mantalitesinde ele alındığı, bireyciliğin
ve bencilliğin esas kılındığı bir ilişkiler ve yaşam ağıyla karşı karşıya kalan
kır-köy insanının dünyası alt-üst olmaktadır. Kapitalist-modernitenin
dejenerasyon dalgaları karşında çırpınıp-durmaktadır.
7- Şehir merkezlerinde birikmiş olan bilinçsiz, örgütsüz,
eğitimsiz, işsiz, binlerce genç (kadın-erkek) nüfus istihbarat ve güvenlik
birimleri elemanlarınca oluşturulan, çeşitli suç şebekeleri içine
çekilmektedir. Fuhuş, uyuşturucu, hırsızlık, cinayet, soygun, gasp vb. olaylara
teşvik edilip, bulaştırılmaktadır. Toplumsal, tarihsel, kültürel, ahlaki ve
geleneksel değerlere yabancılaşmaları sağlanarak, yozlaşmalara sürüklenmektedir.
Böylece Kürt Özgürlük Hareketinden etkilenmeleri ve saflara katılımları
engellenmektedir. İktidar ve sermaye odaklarınca, Bakur-Kürdistanı ve Anadolu
halklarının geleceği karartılarak, ipotek altına alınmaktadır.
8- Bakur-Kürdistan coğrafyasını çeşitli santral ve
barajlarla parçalayıp, adacıklara bölerek, sınırsız denetimi ve güçlü kontrolü
sağlamaktadır. Böylece Kürdistan Özgürlük Gerillasının manevra alanlarını
daraltmayı amaçlamaktadırlar. Bölgeler, eyaletler ve parçalar arası geçişleri
engellemektedir. Yazlık ve kışlık üstlenme mekânlarını yok etmektedirler. Doğal
kamuflaj olanaklarını ortadan kaldırmaktadırlar. Çeşitli askeri operasyonlarla
da imha etmeyi amaçlamaktadırlar.
9- Kırsal alanları insansızlaştırarak, Özgürlük
Gerillasının, Kır-Köy toplumuyla ilişkisini ortadan kaldırmayı istemektedirler.
Kır insanı üzerinden kent toplumuyla irtibatını kesmeye çalışmaktadırlar.
Çeşitli lojistik imkânlarından ve istihbarı bilgilerden mahrum ederek, eylemsiz
kılmak istemektedirler. Gerillanın meşru savunma temelinde geliştirdiği, öz
savunma gücünü işlevsiz kılıp, tasfiye etmeye çalışmaktadırlar. Ya da
marjinalleştirerek, etkisiz kılmak istemektedirler.
10- Sonuçta faunası, florası ve klimatolojisi değişmiş,
hidrolik sistemi alt-üst olmuş, çeşitli doğal barınma, korunma ve beslenme
kaynakları kurutulmuş, ekolojisi tarumar edilmiş Bakur-Kürdistan coğrafyasın
da, Özgürlük Gerillasının yaşam olanaklarını daraltarak tutunmasını, yeni
hayatın oluşmasını engellemeyi amaçlamaktadırlar.
Diğer bir siyasi boyut ise Bilim dünyasında Anadolu ve
Kürdistan “arkeoloji cenneti olarak bilinir. Özellikle Kürdistan’ın yukarı
Mezopotamya’yı da içeren, Toros-Zağros dağ kavisi, bereketli hilal (altın
hilal) diye tanımlanır. Paleolitik ve Mezolitik dönemlerin en gelişkin evreleriyle
Neolitik devrimin gerçekleştiği birçok ilklerin, keşiflerin, icatların,
yaşandığı alandır. İnsanlık tarihine ışık tutacak, değiştirecek, yeniden
yazımını sağlayacak derecede önemlidir. Paleolitik, mezolotik, neolitik ve
uygarlık süreçlerine ait mağaralar, köyler, kentler, Tümülüsler, kaya
mezarları, kutsal mekânlar, merkezi yerler vb. arkeolojik kalıntı ve höyüklerle
doludur. Binlercesi kazılmayı, araştırmayı beklerken, çok azı açığa
çıkarılmıştır. Onlar da HES’lere ve Barajlara kurban edilerek, sulara gömülmüş
ve gömülmeyi beklemektedir. Sadece GAP bünyesinde Dicle nehri boyunca, 170
km’lik uzunluğa sahip Ilısu Barajıyla Hidroelektrik santralı inşaat sahasında,
300’ den fazla arkeolojik merkez ve höyük bulunmuştur. Hasankeyf alanı
Paleolitik-Mezolitik dönemlere ait mağara devrinin, adeta başkenti
konumundadır. İlçe merkeziyle birlikte, 5000 mağara, 200 köy ve mezra sulara
gömülürken, 78.000 insan da göç etmek zorunda kalacaktır. Aleni olarak, dünya
insanlık mirası imha edilmektedir.
Tüm kültürel yapılar, tarihi eserler, arkeolojik kalıntı ve
buluntular, kendi zamanı-mekânı içinde kimlik, değer ve anlam kazanır. Üstelik
bunlar bilgi edinme, birikim sağlama, bilinç sahibi olma kaynaklarıdırlar.
Gerçekleşen uygulamalarla somut-maddi kültür mirasları sular altında kalırken,
göçlerle de soyut-manevi kültürel miras yok olmaktadır.
Türk-Sünni-İslam Ulus-Devleti faşist ve ırkçı emelleri
uğruna, Bakur-Kürdistan ve Anadolu halklarının kültürel-tarihini yok ederek,
hafızasız bırakmak istemektedir. Toplum ve bireyler köksüz ve belleksiz
kılınarak, günü ve geleceği karartılmaktadır. Çünkü tarihi olmayanların
yarınları da olmaz. Bunu çok iyi bilen devlet ve iktidar odaklarıyla sermaye
tekelleri, bilinçli ve planlı olarak HES ve baraj yapımlarında ısrarlı olmaktadır.
Böylece kökü olmayanı kurgulamak, devşirmek, yönetmek ve yönlendirmek
mümkündür. İliklerine dek sömürmek olanaklıdır. Devlet ve iktidar odaklarına
kölece bağımlı kılmak, sadık tebaalar haline getirmek imkân dâhilindedir.
Kapitalist-modernitenin dipsiz kuyularına yuvarlamak kolay olmaktadır.
Bu hedefler için, 1935 yılında Atatürk’ün emriyle kurulan,
Elektrik İşleri Etüt İdaresi, “Keban Projesi ile çalışmalara başlamıştır.
Çeşitli aşamalardan sonra, 1954 yılında DSİ (Devlet Su İşleri) kurulur. Anadolu
ve Bakur-Kürdistan’ını 26 su havzasına ayırarak, proje faaliyetlerine yoğunluk
kazandırırlar. 1961-l970 yılları arasında projelendirilen Dicle ve Fırat
nehirleri üzerinde 9 İl’i (Gaziantep, Kilis, Adıyaman, Urfa, Diyarbakır,
Batman, Mardin, Siirt, Şırnak) kapsayan GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi)
geliştirilir. Bu proje 19 HES ve 25 Baraj yapımını içermektedir.
Bakur-Kürdistanı toplamında ise 54 büyük baraj, 20 HES, 8 Termik santral inşa
edilmiş ve edilmektedir.
Fakat GAP gerçekliği ters-yüz edilerek topluma olumlu lanse
edilmektedir. Kuruluşu ve amacı hükümet kararnamesiyle çarpıtılarak “İnsan
odaklı bir kalkınma projesi olduğu ve “GAP kapsamına giren yörelerin süratle
kalkındırılması, yatırımların gerçekleştirilmesi için plan, altyapı, ruhsat,
konut, sanayi, maden, tarım, enerji, ulaştırma ve diğer hizmetleri yapmak veya
yaptırmak, yöre halkının eğitim düzeyini yükseltmek vb. olduğu, her fırsatta
ve zeminde yetkililerce dile getirilir.
TC. Cumhurbaşkanlarından S. Demirel, Ben 50 senedir bu projeyle meşgulüm
demiştir. Başka ömrüm olsa gene buraya verirdim diyerek,
devlet-iktidar-sermaye açısından nasıl hayati önemde bir proje olduğunu açıkça
ortaya koymuştur.
Sayıları şimdiden bini aşan baraj ve çeşitli santral
inşaatları sürecinde yapılan doğa tahribatlarının hesabı dahi bilinmemektedir.
Sadece yüzlerce kilometrelik yol açımları için kesilen ağaçların, kullanılan
patlayıcıların, çalıştırılan kırıcıların, çevreye yayılan kimyasalların ve
envai çeşit inşaat artıklarının yapacağı olumsuz etkiler dahi, ekolojik dengeyi
bozmaya yeterlidir. Kaldı ki HES’lerin ve Barajların kapladığı devasa alanlar
ve yaratacağı yıkımlar, doğru temelde ve ekolojik bir bilinçle ele alınıp
hesaplanabilirse, ortaya bir cehennem ve ölüm projesi çıkacaktır. Aslında HES
ve Baraj yapımlarını doğru tanımlayıp, adlandırmak gerekir. Bunlara “Cehennem
vadileri, doğa ve toplum mezarlıkları demek yerinde olacaktır.
Bu arada şunu özellikle vurgulamak gerekir. Tüm bu amansız
yıkımlar karşısında, kendilerini her fırsatta doğa dostu, doğa koruyucusu ilan
edenler sus-pus olmuşlardır. TEMA, ÇEKÜL, ÇEKÜD, ÇEVKO, Doğal Hayatı Koruma
Derneği ile uluslararası kuruluşlardan olan Greenpeace ve Robin Wood vb. gibi,
kendilerine sivil toplum örgütleri diyen nice yapılanmalar sessiz kalıp,
iktidar ve sermaye tekellerinin karşısına çıkamamışlardır. Çünkü finans
dayanakları, beslenme kaynakları devlet ve tekellerdir. Özellikle Bakur-Kürdistanı
söz konusu olunca, efendilerinin yaptıkları talana, yıkıma, kırıma ve katliama
söyleyecekleri sözleri, geliştirecekleri tavırları, örgütleyecekleri eylemleri,
yürütecekleri diplomatik faaliyetleri olamaz. Çünkü varlıkları, varoluşları
tehlikeye girecektir. Onlar için toplum ve doğanın önemi, iktidar ve sermayenin
çıkarlarından daha değerli olamaz. Üstelik iktidar ve sermaye tekellerinin
Anadolu ve Bakur-Kürdistanına dönük uygulamaları karşısında bu örgütlerin
gerçeklikleri, doğruları ve samimiyetleri çarpıcı biçimde gözler önüne
serilmektedir. Yalancının mumu yatsıya dek yanar sözündeki halk deyişi gibi
koca-koca yalanları tuz-buz olup, tüm gizli-çıkar maskeleri düşerek, gerçek
yüzleri açığa çıkmış oluyor.
Önemle belirtilmesi gereken diğer bir husus ise TC devleti
ve sermaye tekelleri, HES ve Baraj inşaatlarıyla projelerini, 2002 tarihi
itibariyle, AKP hükümeti ve Erdoğan liderliğinde tam gaz ileri komutuyla
yapımları sürdürülmektedir. Çeşitli enerji santralleri ve barajlar için,
Erdoğan ve tayfası, her yerde ve zamanda, bu enerji politikalarını ve
inşaatları, öve öve bitirememektedir. Adeta toplumla alay edercesine, bu
coğrafyanın her karışını kurgulanmış homojen Türk-Sünni-İslam-Ulus-devlet
faşizmi emelleriyle yeşil sermaye çıkarına zehirletmekten mutluluk duymaktadır.
Halbuki bu projelerde kullanılan teknoloji ve kimyevi maddelerin ekolojik
yıkımları, toplumsal zararları, biyolojik tahribatları dünya ölçeğinde görülüp
tespit edilmiştir. Yapımları ve üretimleri durdurulup çöplüğe atılmıştır. Fakat
bunların Türk-Sünni-İslam-Ulus devleti ve AKP hükümetince ısrarla ve inatla
inşaatları sürdürülmektedir. Açık ve net olarak, Anadolu ve Bakur-Kürdistan’da
HES yapımları, Baraj inşaatları yoluyla yapılanlar doğa katliamı, toplum
kırımı ve tarih yıkımıdır.
Özellikle TC’nin kuruluşuna kadar, eksik ve yetersizliklerle
birlikte, Anadolu ve Bakur-Kürdistan coğrafyası farklı etnik kimliklerin,
zengin dil ve kültürlerin, değişik inanç, din ve mezheplerin, çeşitli gelenek
ve sosyal yapıların yatağı olmuştur. Felsefenin, estetiğin, bilimin, tekniğin,
sanatın, mimarinin, mitolojinin, edebiyatın, müziğin ve bunların toplamı olan
evrensel-hakikatin, toplumsal-özün mekânı olmuştur. Çünkü insan evrenle,
doğayla, toplumla simbiyotik ilişki içinde en akışkan-enerjik halini ve
özne-nesne oluşumunu bu topraklarda gerçekleştirmiştir. Birlikte yaratmış,
üretmiş, paylaşmıştır. Kendini burada bulmuştur. Zamanı, mekânı ve hayatı
anlamlı kılmıştır. Barış, kardeşlik ve dostluk içinde kendi cennetini kurup,
yaşamıştır. Bulunduğumuz zamanda ise tüm bu doğa güzellikleri, toplumsal
zenginlikler ve insani değerler pervasızca imha edilmektedir. Uluslararası güç
ve sermaye tekellerinin siyasi desteği, finans katkılarıyla TC devleti ham
rüyalar peşinde koşmaktadır. Yeşil sermaye ise talan çılgınlığı içinde sömürü
hırsı ve açgözlülüğüyle sınır tanımamaktadır. Sonuçta Anadolu ve
Bakur-Kürdistan toprakları Kapitalist-moderniteye peşkeş çekilirken, doğasıyla
toplumuyla kültürel ve tarihsel değerleriyle kurban edilmektedir.
Elektrik üreten santraller ile barajlar, Anadolu ve
Kürdistan’ın her bölgesini, yöresini kaplamıştır. Çeşitli türlerdeki
santrallerin toplamı 109 adettir. Bunlardan 3’ü Nükleer santraldır. 30’u ise,
farklı nevilerde Termik Santrallerdir. Katı (kömür), sıvı ve gaz yakıtla
çalışarak elektrik üretmektedir. HES’ler ise, 76 âdeti aşmış olup, bir o kadarı
da proje ve inşaat aşamasındadır.
Barajlar ise büyük ve küçük göletler olarak, 1000 sayısını
çoktan geride bırakmıştır. Karadeniz’ de 52, İç Anadolu’da 77, Marmara’da 50, Ege’de
48, Akdeniz’de 50, Kürdistan’da 54 olmak üzere toplam 331 yerde büyük baraj
inşa edilmiştir. Ve yüzlercesi de inşa edilmektedir. Geçmişte bunların yapımını
durdurmaya yönelik, ülke içi ve dışı tüm toplumsal ve kurumsal tepki, eylem ve
girişimlerin büyük bir çoğunluğu, sonuçsuz kaldı. Kimi santraller hakkında
Danıştay ile bölge ve yerel mahkemeler, yürütmeyi durdurma kararı verdiler.
Mahkeme-karar tebliğlerine rağmen, polis-jandarma birimleri süratle devreye
konularak, şiddet ve zora dayalı yasa dışı olarak inşaat çalışmaları devam
ettirildi. Yüzlerce örnekten bir kaçı olan Ilısu barajı ve HES inşaatlarıyla Ak
kuyu Nükleer Santral yapımı, yöre halkının itiraz ve tepkilerine, Mahkemenin
durdurma kararlarına rağmen, çalışmalarına devam etmektedir. Ak kuyu şimdiden,
Karakuyu’ya dönmeye başlamıştır. Ne anayasa, ne yasalar ne de mahkemeler bu
kanun dışı uygulamaları durdurabildi. Toplumsal tepki ve etkinlikler ise
Anadolu ve Kürdistan’ın tamamını kapsayacak şekilde kentler, kasabalar ve
köyler polisin, jandarmanın fiziki şiddetiyle karşılaşıp, gaz bombalarıyla
nefes alır-verir oldular. ’’Nuh deyip, peygamber demeyen’’ cinsten bir ısrarla
vurdum-duymazlık sergilendi. Kara vicdansızlık ve insafsızlık 3 maymunları
oynarcasına sürdürüldü. Ne uğruna kurgulanmış Türk-Sünni-İslam ulus-devletin
anti-demokratik, anti-özgürlükçü, evrensel-hukuk dışı kurumsallaşmış faşist-
iktidarın amaçlarıyla, uluslararası-tekeller ile yeşil sermayenin her gün daha
çok kâr etmesi, palazlanması uğruna…
Ayrıca enerji yatırımı için söylenenlerin tümü bir
aldatmacadan ibarettir. Toprağın, suyun ve havanın süratle zehirlendiği bir
süreç başlamış demektir. Hâlbuki toprak, su, hava, bitki örtüsü, ormanlar,
çalılar, otlaklar, vadiler, dağlar vb. yöre halkının (köy, belde, ilçe ve kent
toplumunun), kollektif-komünal değeridir. Ortak kullanım yerleri ve yaşam
alanlarıdır. Ancak çeşitli santrallerin, barajların yapıldığı yerler ise
adım-adım hayatın tüketildiği, gün be gün yaşamın öldürüldüğü bölgelerdir.
Canlıların varoluş kaynaklarının kurutulduğu, yaşam damarlarının kesildiği,
nefes-alma koşullarının dahi kalmadığı alanlardır.
Hâlbuki bu coğrafyalar tarıma, ziraata, bağa, bahçeye,
hayvancılığa, ormancılığa, balıkçılığa, arıcılığa vb. toprak ve su işlerine
yatkındır. İnsanı binlerce yıllık toplumsal birikimin, geleneğin ve emeğin
ustasıdır. Hem bu coğrafyayı yaşatacak hem canlıları besleyecek hem de insanını
ve kendini doyuracaktır. Bu da bireyin ve toplumun, toprakla, doğayla uyumu ve
simbiyotik ilişkisidir. Toplumsal-doğanın özgür- işleyiş kuralıdır. İnsanın
kutsalıdır. Buna dokunuldu mu yörüngesinden kopmuş, metaor taşı misali,
savrulup gider. Dur-durak bilmeden, parçalanıp un-ufak olana dek, pusulasız yol
alır…
Yapılan yanlışlıklar Türkiye’yi labirentlere
sürüklemektedir. Bonkörce Güneşi olan, rüzgârları dinmeyen, yığınla bitki
çöpleri ve biyo atıkları olan bir ülkede enerji sorunu olmaz, olamaz. Dünya
ölçeğinde miadı dolmuş, çeşitli termik santraller ile HES’lerin ve barajların
peşinde koşmak ise ya gözü dönmüş bir iktidar sarhoşunun ya ayağı yere basmayan
bir aklın ya da deli-divane birinin işi olabilir ancak.
Yeraltı, fosil kökenli (kömür, gaz, sıvı) kaynaklarla
yerüstü hidrolik sisteme dayalı kaynaklara yönelip enerji elde etmek, EKO
sisteme ve toplumsal yapılara en büyük zararı vermektedir. Hem doğa yaşamı ve
döngüsü hem de toplumsal hayat ve akışı alt-üst olmaktadır. Doğa ve toplum
arasındaki optimal denge, sürptimal hale dönüşmektedir. Onarılması imkânsız
tahribatlara yol açmaktadır. Hâlbuki ucuz ve yenilenebilir alternatif enerji kaynakları
oluşturulabilir. Özellikle Anadolu ve Bakur-Kürdistan coğrafyası
dönüştürülebilir, yenilenebilir enerji kaynaklarına sahiptir. Doğası, enerji
kaynakları yönünden oldukça zengindir. Bu kaynaklar değerlendirildiğinde hem
yeterince enerji elde edilecek hem de ekonomik maliyet ve harcamalar asgariye
çekilebilecek. En önemlisi de doğa ve toplum zarar görmeyeceği gibi, dengelerde
bozulmayacaktır. Böylece tarihsel-toplumsal ortak kullanım değerleri korunmuş
olacak. Toprak, su ve diğer doğa ürünleri topluma aittir. Ve yüzbinlerce yıl
onlara zarar vermeden, döngülerini bozmadan ihtiyaçları kadarınca
yararlanmışlardır. Toplumların kullanımına ait olanlar, bu gün iktidar ve
sermaye tekellerince gasp edilip, kâr amaçlı talan edilmektedir. Hâlbuki
toprak, su ve bunlardan elde edilecek enerji topluma aittir. Hayat ortak
değerler etrafında kuruldukça, anlam bulur. Önder APO’nun belirttiği gibi
toprağımızı, suyumuzu, enerjimizi komünleştirelim. Yaşamı örgütlü, kollektif,
komünal kıldıkça hayat anlamlı olacak, değerlerde korunabilecektir. Bu temelde
toplum kendine yeterli alternatif enerjiyi sağlayabilir. Köy-mezra,
mahalle-semt, belde-mıntıka vb. yerel-örgütlenme sisteminin güç birliğiyle
kullanabileceği enerjiyi üretebilir. Hatta her ev kollektif ve komünalite içerisinde
kendi harcayacağı miktarda enerjisini örgütleyip sağlayabilir. Bu doğrultuda
doğaya zarar vermeyen, toplum yaşamını dağıtmayan aynı zaman da tükenmeyen
kaynaklara yönelinmelidir.
1- Güneş
enerjisi (çeşitli panellerle ısınma, ısıtma ve elektrik elde etme yoluyla)
2- Rüzgâr
enerjisi (Rüzgârgülleriyle elektrik elde etme)
3- Jeo
termal enerjisi (Doğal yeraltı sıcak su kaynakları ısınma, ısıtma, elektrik vb.
alanlarda)
4- Küçük
HES’ler. (En fazla 1 ile 3 MW gücünde olmak şartıyla. Köy, mezra, mahalle,
semt, mıntıka vb. yetecek kadar)
5- Çeşitli
atık ve artıklardan enerji elde etme (Bitki artıkları, biyo atıklar vb.)
Bu kaynak çeşitleri aynı paralellikte
zenginleştirilebilir.
Özellikle çağımız
itibariyle realist ve rasyonel olmayan, homojen Türk-Sünni-İslam ulus-devlet
stratejisi ve faşizm emellerinden hızla uzaklaşarak geliştirilmelidir. Farklı
kimlikleri, kültürleri zenginlik görerek yapılmalıdır. Demokrasi ve
özgürlüklere açık olarak pratikleştirilmelidir. Evrensel hukukun üstünlüğü ile
insan haklarına saygıyı esas-alan bir yapılanmayı önüne hedef bellemiş bir
Türkiye, ancak birlik ve bütünlüğünü koruyarak kalkınabilir. Aksi halde kendini
tekrar etmekten ve çöküşe doğru gidişattan kurtulamaz. Yoksa üretilen bu yandaş
sermaye ye, sömürü ve hırsızlık peşkeş çekilirken aynı zamanda talanlar ve
soygunlar da teşvik edilmektedir. Doğa ve toplumun maddi-manevi değer ve
birikiminin kapıları, adeta “kırk-haremilere açılmaktadır. Ülkenin dağı, taşı,
toprağı, ormanı, deresi, ırmağı, gölü, denizi, enerji kaynakları, yolları,
insanları ve onların alın teri ve göz nurları, fütursuzca yeşil sermayeye
sunulmaktadır. Bunun için her yol ve yöntem acımasızca uygulanmaktadır. Tüm
bunlar ters yüz edilerek, akla hayale gelmeyecek yalanlarla topluma
anlatılmaktadır. Büyük bir bölümü yalakalaşmış olan basın kuruluşları eliyle
diliyle süslendirilip, betimlenerek halka aktarılmaktadır. Toplum amansız bir
kandırma ve yönlendirme bombardımanı altındadır. Üstelik yalan ve yanlışlar,
doğru ve güzellikler olarak servis edilmektedir. Cehenneme döndürülen ülke,
sanki cennete çevrilmiş gibi gösterilip sunulmaktadır. Başta Erdoğan olmak
üzere, bu şürekânın bir benzerini, ne insanlık görmüş ne de duymuştur. Binlerce
yıllık toplumlar tarihin de böylesi çok yönlü bir facia yaşanmamıştır. Tarih
boyu hiç bir halkın ve toplumun başına, böyle bir ucube vaka ve cebr
gelmemiştir. Firavunlara, Nemrutlara, Dehaklara Tiranlara, Çarlara, Monarklara
ve Despotlara rahmet okutacak cinstendir.
Her şeyden evvel bu cehennemi gidişata azim ve kararlılık içinde
“DUR demekle işe başlamak lazım. Bu temelde Demokratik, Ekolojik ve Kadın
Özgürlükçü, komünal-toplum paradigması, yüzbinlerce yıllık tarihsel-toplumsal
birikim ve direniş geleneği mirasıyla çözüm hazinesidir. Bu meşalenin yol
göstericiliğinde belirlenecek strateji ve hedefler doğrultusunda siyasal,
örgütsel, eğitsel, eylemsel etkinliklerle birlikte, diplomasi faaliyetlerini,
paralellik içinde yürütmek gerekir. Bunun için
1- Çeşitli dernekler, kurumlar, kuruluşlar, insiyatifler,
birimler, komiteler, konferanslar, kongreler, meclisler, konseyler, federal
birlikler, konfederal yapılar vb. şekillerde sivil toplum olarak örgütlenmek.
2- Özgünlükler ve
yerellikler doğrultusunda topluluklara, gruplara ve kesimlere dönük uygun ortak
politikalar belirlemek. Geniş ve etkili bir örgütleme için, sağlıklı ve
kapsayıcı siyasi yaklaşımlar içinde olmak.
3- Çeşitli
ortaklaşmalar ile dayanışma, yardımlaşma ve ittifaklar oluşturmak. İç ve dış
kamuoyunu harekete geçirmek. Bunun için çok yönlü diplomasi faaliyetleri yürütmek.
4- Konu bağlamında
çeşitli konferans, panel, seminer, form vb. toplantı ve çalışmalarla birey ve
toplulukları doğru bilgilendirilerek tartışma ve kararlaşmalarda ortaklaşmayı
esas almak.
5- Akademik
çevreleri, aydın ve entellektüel kesimi, sanat dünyasını, politik yapıları,
siyasi partileri duyarlı ve etkin kılmak. Zengin materyallerin açığa çıkmasını
sağlamak için çalışma yürütmek.
6- Kitap, dergi,
bröşür, afiş, bildiri, el ilanı, film, belgesel, CD, tiyatro, skeç, şiir,
müzik, edebiyat vb. yollarla tanıtım ve anlatım faaliyetlerine önem vermek.
7- Amaç ve hedeflerin
halklara, topluluklara, gruplara ve yapılanmalara dönük iknaya dayalı, doğru
zamanda ve uygun yerde sağlıklı bilgilendirmelerle birlikte, propaganda
çalışması yapmak.
8- Halkları,
toplulukları, grupları ve bireyleri çeşitli basın-yayın araçları ve zengin
eğitim yöntemleriyle bilgilendirip bilinçlendirerek, eğitip örgütlemek.
9- Coğrafik olarak
alanın florası, faunası ve hidrolik sistemiyle birlikte Jeolojik, klimatolojik,
arkeolojik, tarihi ve mevcut yerleşim yerlerine ilişkin kültürel, ekonomik,
sosyolojik, demografik araştırmalar yapmak.
10- Çeşitli araştırma
sonuçlarını uzman raporlarıyla beraber, harita, resim, sergi, belgesel-CD,
film, kitap, dergi, broşür vb. çeşitli somut ve sanal verilerle birlikte ele
almak. Yazınsal, duyumsal ve görsel olarak, geniş bir külliyat oluşturmak
gerekir.
11- Çok yönlü
çalışmalar sonucu ulaşılan ve oluşturulan bilgilerin, belgelerin ve ürünlerin,
zengin araç-gereçler kullanılarak topluma aktarılmasını, kurum ve kuruluşlara
sunulmasını sağlamak.
12- Konu bağlamında
geniş bir planlama çerçevesinde zamana yayılmış ama süreklilik içinde doğa
turları, tarihi geziler vb. düzenlemek. Anlatım ve tanıtımları yerinde yaparak
daha etkileyici ve katılımcı olmak önemlidir.
13- Yasallığı
reddetmemekle birlikte, mutlaka tarihsel-toplumsal meşruluğu esas almak.
14- Doğru stratejiler
ekseninde, değişken-politik yöntemler ve hedefler oluşturmak. Kısa, orta ve
uzun vadeli planlamalarla çok yönlü, hareketli, yaratıcı ve zengin
eylemsellikler geliştirmek.
15- Toplulukları
harekete geçirip eylemsel kılmak için çeşitli basın-yayın kuruluşlarını, farklı
araç-gereçleri harekete geçirmek.
16- Meşru savunma
hakkı ekseninde öz savunma olarak çeşitli protesto yürüyüşleri, çok yönlü
itaatsizlik eylemleri, toplumsal olarak el koyma yöntemleri ve etkinlikleri
oluşturmak.
17- Doğa ve toplum
zararına olan HES ve barajlara ilişkin proje çalışmalarına, inşaat yapımlarına
ve işletme tesislerine sessiz kalmamak. Çeşitli araç-gereçlerle toplumsal
olarak fiili müdahalelerde bulunmak gerekir.
18- Manevra
kabiliyeti yüksek, zengin taktikler uygulayarak yer, mekân ve alan tutma
inisiyatifleri geliştirmek. Gerektiğinde tereddütte mahal vermeden yollara,
vadilere, inşaat sahalarına barikat kurup, hendek kazarak, mevzilenmekten
çekinmemek gerekir.
19- HES ve BARAJ
sahasındaki kuru mekânları hızla yeşillendirip ağaçlandırmak. Alanda var olan
çeşitli doğa kaynakları, özleri ve doğallıkları korunarak toplumsal yarar için,
ekolojik-pratik tesisler kurup ilgi odağı ve kamu yerleri haline getirerek
inşaatları engellemek.
20- HES ve Baraj sahalarını
kendi geçmişi ve özgünlüğü içinde kültürel-değer bağlamında ele almak. Buraları
mesire, piknik, kamp, festival, şölen, panayır ve çeşitli sportif faaliyet
alanlarına dönüştürmek gerekir. Tarihsel ve geleneksel değerler ölçeğinde
kutsal mekânlara çevirerek, toplumsal kutlama-bayram yerleri haline getirmek.
Böylece hem toplumun ortak değeri, hem de kolletif-komünal kullanım alanı
haline dönüştürmek. Sonuçta bu tarz proje ve etkinliklerle geniş toplum
kesimlerini duyarlı kılarak, sahiplenilmesini sağlamak önemli olmaktadır.
Sonuçta esas olan
ise belirlenen ve belirtilenleri hayata geçirmektir. Ekolojik ve toplumsal
bakış açısı ve bilinciyle hareket edip, tarihsel ve toplumsal değerleri,
doğayla birlikte varoluşumuzun gerekçesi bellemektir.
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
:” ”