09 Kasım 2012 Cuma Saat 07:15
Açlık grevleri 59. gününü geride bıraktı ve birçok cezaevinde bulunan tutsaklarda sağlık sorunları ortaya çıkmaya başladı. Halsizlik, baş dönmesi, kilo kaybı, duyularda zayıflama, sıvı alamama vs. Bunlar daha başlangıç.
Çünkü artık kalıcı hastalıkların ve sakatlıkların oluşabileceği kritik sınır bile aşıldı. Tutsaklar can kayıplarının yaşanabileceği hayati risk aşamasına gelmiş durumdalar.
59. Gün
Bundan sonra yaşanabileceklere ilişkin yapılacak tahmin herkesin bildiği ve çokça dillendirdiği ama yaşanmasını istemediği gerçek…
Tabi, burada kritik aşamadan kimin ne anladığı ve nasıl bir sonuç çıkardığı önemli.
Eğer 19 Aralık’taki gibi bir sonuç çıkarılırsa, ki o sonucu çıkaranların nasıl bir sonuç çıkardığı da hala akıllardadır, yaşanabilecekleri kimsenin tahmin bile etmeyeceği malumunuzdur.
Hatırlanırsa, o zaman da “cezaevindeki insanın hayatı devlete emanettir ve bunu korumak devletin namusudur ezberi ortalıklarda uçuşuyordu.
Fakat sonuçta cezaevlerindeki yüzlerce insana, yine devlet tarafından “teslim ol çağrılarıyla “hayata dönüş operasyonu yapılmış onlarca tutsak yakılarak, kurşunlanarak, kafaları kalas, sopa ve coplarla parçalanarak öldürülüp, ‘hayata döndürülmüş’lerdi(!). Büyük bir kısmı ise sakat bırakılmıştı.
Eeee ne de olsa devlet erkekliğini, cezaevlerine doldurduğu ama karılaştıramadığı o kadar insan üzerinde namus anlayışıyla tekrar uygulamıştı. Hem de çok vahşi bir biçimde.
Ama bunu yadırgamamak gerekir. Ne de olsa bu anlayış, devletin karakterinde olan bir gerçektir. Yani varoluşuyla alakalı bir durumdur. Devlet özü ve varoluşu gereği sömürücü, baskıcı, talancı ve yalancıdır. Tarih bunu yeterince kanıtlayan kanıtlarla doludur.
Diğer çıkarılabilecek bir sonuç ise, tutsakların taleplerini dikkate alarak bir yaklaşım sergilemektir ki, toplumun tüm beklentisi de buna dönüktür.
Cezaevlerinde yaşanan uygulamalara ve Erdoğan’ın konuşmalarına bakılırsa, AKP hükümetinin bu taleplere pek de olumlu yaklaştığı ya da yaklaşacağı söylenemez.
Erdoğan insan olma ciddiyetinden uzak, hatta tam bir diktatör edasıyla yaptığı konuşmada yaşanacak can kayıplarına adeta davetiye çıkardı. Cezaevlerinde kimsenin açlık grevinde olmadığını var olanın ise sadece bir şov olduğunu söyleyerek hem kendini ve hem de, “Şu anda Türkiye’de 680 civarında hükümlü ve tutuklu açlık grevi yapmaktadır. İdareye bu şekilde beyanları var ve bunu uyguluyorlar diyen kendi Bakanını yalancı çıkardı.
Aslına bakılırsa bu da normaldir.
Neden mi?
Çünkü devletin karakteriyle bütünleşen kişi devletleşir. Ve her şeyi devletin karakterine uygun yapar.
Bundan dolayıdır ki, Erdoğan ve AKP politikası takkiye, kandırma ve yalan politikasıdır!
Kan ve savaş politikasıdır!
İnkar ve imha politikasıdır!
Fakiri, fukarayı sömürme, yoksulu daha da yoksullaştırma politikasıdır!
Toplumu sadaka kültürüne alıştırma politikasıdır!
Bu AKP’nin on yıldır uyguladığı politikalarla ortaya çıkmış ve her yönüyle deşifre olmuş, kuşku götürmez bir gerçektir.
Bundan dolayı, Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün bu evreye gelmesinde emeği olan AKP ve Erdoğan’dan, açlık grevleri karşısında farklı bir tavır sahibi olmasını beklemek pek gerçekçi olmaz. Hatta bırakalım gerçekçi olmayı mucize beklemek gibi bir şey olur.
Çünkü ahlaktan nasibini almamış, vicdan sahibi olmayan bu ciddiyetsiz ve cibilliyetsiz, ceberut kişiliklerin kendi halkının onuru ve haklı talepleri için yaşamını ortaya koymuş insanları anlamasını beklemek, kelimenin gerçek manasıyla hayal olur.
Erdoğan’ın okyanus ötesi hocasından icazet alarak, Kasımpaşa kabadayılığı ile konuşmalar yapıp bu insanları sindireceğini düşüneceğine, tarihe bakarak, insanın onuru için yapabileceklerini anlamaya çalışması, dumura uğramış beyni için daha faydalı olur.
Eğer Babek’i, Hallacı Mansur’u, Mazdek’i ve Nesimi’yi bilseydi, bu insanların kendi özgür iradeleri ve kararlarıyla bu eylemi başlatmış zor ve zorbalıkla cezaevlerine doldurulmuş olmalarına rağmen hiçbir zaman teslim olmamış onur sahibi tutsaklar olduğunu bilirdi. Erdoğan kendiliğinden ve isteyerek adım atmaz. Burada ona adım attıracak olan zindanlarda direnen tutsaklar ve onların bu ahlaki tavrını besleyecek kitle eylemleri, yani Kürt Halkının Serhildanları olacaktır. Zaten tutsaklar göstermiş oldukları irade ve eylemle de, hak verilmez, alınır gerçeğini de ortaya koymuşlardır.
Buna paralel olarak, 30 Ekim’de, DTK ve BDP’nin yaptığı topyekûn direniş çağrılarına uyan Kürt Halkı, Kürdistan da hayatı durdurarak, taleplerin karşılanmaması durumunda yaşanacakların da işaretini vermiştir. Toplumsal sorunların kitlesel direniş ve serhildanlarla çözüleceğini bilen Kürdistanlılar, bu aşamadan sonra eylemlerini yükselterek devam ettireceklerdir.
Çünkü içeride bedenlerini özgür bir yaşam uğruna ölüme yatıran bu insanların temel derdi Kürt Halkının yıllardır özlemini duyduğu Önderlerine kavuşma ve özgür bir Kürdistan’da kendi anadillerinde konuşabildikleri özgür bir yaşamdır.
Fırat Esen
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info