08 Şubat 2018 Perşembe Saat 04:50
Yaşanan kriz, özü itibariyle kapitalist modernitenin yaşadığı krizle ilgili
olmakla birlikte, pratik yansımasını Ortadoğu coğrafyasında bulmaktadır. Bir
nevi küresel sistemin içine girmiş olduğu sürdürülemezliğin açığa çıkarmış
olduğu bir kaos ve kriz durumudur. Bu kaos ve kriz durumunun yansımasını en
ağır bulduğu alan ise Ortadoğu’dur. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde İngiliz
hegemonyacılığının öncülüğünde ulus devlet tarzında dizayn edilen Ortadoğu, ilk
başta olduğu gibi, günümüzde de bu sistemle ayakta kalamayacağını
göstermektedir.
Yüzyıl önce Sykes – Pikot anlaşmasıyla oluşturulan
Ortadoğu dengesi, artık miadını doldurmuştur. Başını ABD’nin çektiği
uluslararası güçler de bu dengelerin değişmesinden yanadır. Fakat kendi
çıkarlarına denk düşecek bir sistem kurmak için mevcut dengelerin bozulmasından
yanadırlar. TC, İran vb. devletlerin başını çektiği bölge güçleri mevcut
statükoyu korumak isterken, diğer taraftan küresel sermaye güçleri de azami kar
elde etmek için sermayenin daha hızlı ve güvenli bir şekilde dolaşımını sağlama
amacındadırlar. Fakat mevcut sistem azami kar elde etme ve sermayenin rahat
dolaşımı önündeki en büyük engel durumundadır. Tekçi, ulus devlet faşizmi,
sermayenin toplumun tüm gözeneklerine sızmasını engellemektedir. Ortadoğu’da
yaşanan kaos ve krizin temelinde bu yatmaktadır. Uluslararası güçler ile
bölgedeki statükocu güçlerin arasında yaşanan 3. Dünya savaşı görünümündeki
kaos, kaynağını buradan almaktadır. 3. Dünya savaşı, önceki Dünya savaşları
gibi güçlerin kutuplaşarak birbiriyle savaştığı bir karakterde olmamaktadır.
Uzun süreye yayılmış, her dönem farklı bir alanda yoğunlaşan bir karaktere
sahiptir. Bu yüzden çeyrek asırdır farklı boyut ve tarzda devam etmektedir.
3. Dünya savaşı olarak tabir edilen savaş biçimi özünde
istihbarat örgütleri için bir zemin ve doğalında da istihbarat savaşları olarak
değerlendirilmektedir. 3. Dünya savaşının aktörleri istihbarat örgütleridir ve
bu yeni savaş biçimi askeri, siyasi, diplomasi,
ekonomi ve medyanın da en etkili biçimde kullanıldığı bir savaş biçimine
dönüşmüştür. Uluslararası alanda ve
Ortadoğu’da etkili olmak, hatta var olmak isteyen güçler bu istihbarat savaşına
bütün imkan ve kabiliyetlerini seferber etmektedir.
Ortadoğu’da Irak-İran-Suriye ve Türkiye merkezli yaşanan
3. Dünya savaşında ortaya çıkan ilişkiler dönem itibariyle taktiksel ve
tamamıyla çıkarlara dayalıdır ve birbirine zıt ve düşman görünen güçlerin ortak
çıkarları temelinde bir araya geldikleri ve bazen de düşmanlık derecesinde
karşı karşıya gelebildikleri görülmektedir. Bu anlamda ilişki ve çelişki iç içe
yürümektedir.
Çelişki-ilişki ve
tamamen çıkarlara dayalı ittifakların öncülüğünü yapan ABD ve Rusya gibi
küresel hegemonik güçler ile bölgesel statükocu güçler Ortadoğu’da yaşanan
toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunlara çözüm bulabilecek bir zihniyete sahip
değildir. Çünkü sorunun kaynağında ve her geçen gün daha fazla derinleşmesinde
bu güçlerin zihniyeti ve bu zihniyetin açığa çıkardığı politikalar yatmaktadır.
Bunun bir tarafı ABD olurken diğer tarafında ise bölgesel statükocu güçler yani
İran, Suriye ve Türkiye vardır.
Kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya egemen olma savaşı
Suriye ve Rojava üzerinden verilmektedir. DAİŞ gibi insanlık değerlerinden
nasibini almamış bir örgütün, yapay ve köksüz bir şekilde yaratılarak
Ortadoğu’nun başına bela edilmek istenmesi, bu egemen olma savaşıyla direk
alakalıdır. Kapitalist modernitenin bölgede girmeye zorlandığı ülkelere DAİŞ
varlığı üzerinden meşru bir şekilde girmesini sağlamıştır. Nasıl ki 2001
yılında Usame Bin Ladin gerekçesiyle, uluslararası meşruiyetini de oluşturarak,
Afganistan’a girilmişse bugün de aynı yöntemle, DAİŞ varlığı üzerinden fiziki
olarak Suriye’ye, dolaylı olarak da bir çok bölge devletine girilmiştir. Çeyrek
asırdır Ortadoğu coğrafyasında parça parça devam eden 3. Dünya savaşının bir
devamı niteliğindedir. Her ne kadar Rusya ile ABD birbirine karşıt bir pozisyon
içinde duruyorlar gibi görünse de, özünde her ikisi de kapitalist sistemin
Ortadoğu’ya egemen kılınması mücadelesi vermektedir. Aralarındaki mücadele
sadece ve sadece sistem içi iktidar mücadelesidir. Kimin bu egemenliğe öncülük
edeceği mücadelesidir. Ortak hedef, bölgenin kapitalist sisteme açılması ve
kapitalist sistemin öncü güçlerinin bölgenin tümüne hakim olmasıdır. Araçlar ve
ittifaklar ayrı olurken, amaç birdir.
Ortadoğu krizinin açığa çıkması ve derinleşmesinde en
önemli paya sahip devletler, sömürgeci – faşist Türkiye ve İran devletleridir.
Ortadoğu’daki ulus devlet faşizmine dayalı sistem İran ile Türkiye’nin
egemenlikleri üzerinden şekillendirilmiştir. Sorunun kaynağı olan zihniyetle sorunun
çözülemeyeceği bilinen bir gerçektir. Bu anlamıyla mevcut statükonun devamından
yana izledikleri politikalar, kaosun derinleşmesinin temel kaynağı
durumundadır. Özellikle toplumsal sorunlara yaklaşımları ve uyguladıkları
politikalar, bu statüko koruyuculuğunun en bariz örneğidir. Bu toplumsal
sorunların en başında da Kürt sorunu gelmektedir. Bu nedenle yaşanan krizin en
fazla yoğunlaştığı alan Kürdistan coğrafyası olmuştur.
Demokratik ulus paradigması çerçevesinde Kürdistan’da,
iktidarcı ve hegemonik sisteme karşı, halkların özgürlük ve demokrasi
mücadelesininin her geçen gün güçlenerek büyümesi savaşın merkezi haline
getirmiştir.
Mevcut sömürgeci devletlerin, başta Türkiye olmak üzere,
yaşadıkları sistemsel kriz, Kürdistan coğrafyasının özgürlük arayışı ve
mücadelesini kaldırabilecek güçten yoksundur. AKP hükümeti son yıllarda tam
anlamıyla ulus devlet faşizmine dayalı diktatöryel bir sistemle politika
yürütmüştür. Gerek kendisine karşı olan demokratik özgürlükçü muhalefete
gerekse de, Kürt Özgürlük Hareketine karşı olsun tam bir faşizm uygulamıştır.
İçerde yaşadığı daralmayı dışarda saldırgan bir politika izleyerek aşmaya
çalışmaktadır. Hem iç politikasını hem de dış politikasını bu eksene oturtarak
kendi iktidarını ayakta tutmaya çalışmaktadır. MHP ile olan faşist karakterli
ortaklığını devam ettirerek, iktidarını en zayıf halinde bile sürdürme gayreti
içine girmiştir. Bu zayıflığından kaynaklı, tüm muhalif kesimleri bastırma,
ezme ve sindirme ile Türkiye’nin polis devleti halinde devam etmesini sağlamıştır.
Binlerce insan tutuklanmış, onlarca insan katledilmiş ve bir o kadar da
işkencelere maruz kalmıştır. AKP, kendisine muhalif gördüğü herkesi fişleyerek
etkisiz kılmaya çalışmıştır. OHAL uygulamaları ile toplum her alanda kendisini
ifade edemeyecek duruma getirilip, nefes alamaz olmuştur. Toplumu ve bireyleri
korku psikolojisi ile yönetmektedir. Bu psikoloji ve algıyı iktidarda kalmanın
bir yöntemi olarak, bilinçli bir şekilde, bir politika olarak uygulamaktadır.
Bu politikayı Ortadoğu’nun en örgütlü ve dinamik muhalif gücü olan Kürtlere
karşı kullanmaktadır. Bu anlamıyla AKP ve Erdoğan çizgisi, iktidarını ayakta
tutmanın temel koşulunu, Kürt Özgürlük Hareketi ve onun çevresinde demokrasi ve
özgürlük mücadelesi yürüten toplumsal ve siyasal muhalefeti ezme ve ortadan
kaldırmaya bağlamıştır.
Kürt Özgürlük hareketinin başta Rojava olmak üzere Bakur
ve Başur’daki kazanımlarını ortadan kaldırmak için tarihin en saldırgan
politikasını geliştirmiş, bu temelde bölge ve küresel güçlerle kirli
ittifakları yürütmüştür. Medya Savunma Alanlarına yönelik saldırıları, Bakur’da
gerilla alanlarına yönelik teknik ağırlıklı yürüttüğü operasyonlar ile Afrin’e
yönelik saldırıları bu temelde gerçekleşmektedir. AKP ve Türkiye dış politikada
da, tüm uygulamalarını Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmaya dönük
ayarlamıştır. Dünyanın her yerinde diplomasi çalışmalarını Kürt karşıtlığı ve
düşmanlığı üzerinden yapmıştır. Bundan kaynaklıdır ki, Erdoğan kendi
iktidarının devamını, Kürt Özgürlük Mücadelesi ve Kürt Halk Önderi Abdullah
Öcalan’ın çizgisinin yok olmasında görmektedir. Erdoğan öz itibariyle son Afrin
saldırısı ile birlikte içerde oluşturduğu ittifak çerçevesinde tamamiyle Kürt
karşıtlığı çizgisi temelinde hem içerde kendi iktidarını bu faşist ittifakla
sağlama almayı hedeflemektedir. Yanı sıra Afrin ile başlayan operasyonları
fırsatını buldukça tüm alanlara yayarak zamanla bunun yarattığı iç psikolojik
ortamda kendi devletini inşa etmeyi temel strateji olarak kendisi için
belirlemiştir.
Fakat izlediği çizgi ve politikalar uluslararası güçlerin
Ortadoğu politikalarıyla örtüşmemektedir. Erdoğan’ın izlediği dinci –
milliyetçi çizgi kapitalist modernitenin Ortadoğu projesi için ters
düşmektedir. Kapitalist modernitenin kendi çıkarlarına hizmet etmeyen tamda bu
çizgidir. Faşist ulus-devlet sistemine dayalı dinci – milliyetçi çizgi. Bu
yüzden NATO blokundan uzaklaştıkça, Rusya’ya yanaşmaktadır. Ama Rusya’da ona
istediğini vermekten ziyade, taktik bir ilişki kurarak, yanında tutmaya
çalışmaktadır.
İran’da tıpkı Türkiye gibi Ortadoğu’da oluşan yeni
dengelerin önündeki engellerden biridir. Bu yüzden İran’da Suriye sonrası
sıranın kendisine geleceğini biliyor. Bundan dolayı hep yaptığı gibi yine
savaşı kendi dışında yürütmeyi bir strateji olarak uyguluyor. Fakat bu politikanın uzun vadede İran’ı
yönelimlerin merkezinden uzak tutmayacağı İran’da gerçekleşen halk
ayaklanmaları görünüşte öncüsüz ve örgütsüz gibi görünse de başta ABD olmak
üzere küresel ve bölgesel güçlerin istihbarat örgütlerinin bir operasyonu
olarak değerlendirmek mümkündür. Ortaya çıkan sonuçlar halkın katılımı, ayaklanmaların
yaşandığı bölgeler ve İran rejiminin bu halk ayaklanmalarına yönelik müdahale
biçimi, İran rejimini destekleyen bölge güçleri vb. birçok hususun
değerlendirilerek İran’a yönelik önümüzdeki aylar içinde yeni senaryoların
hazırlandığı mevcut açıklama ve değerlendirmelerden anlaşılmaktadır.
Irak’ta ise Başurê Kürdistan merkezli yaşanan sorunlara
çözüm adı altında yenilik ve değişim adına ortaya çıkanlar da bir eskisinin
tekrarı niteliğindedir. Irak genel
seçimleri Başurê Kürdistan’da yaşanan sorunlara karşı bir kurtuluş-çözüm olarak
gösterilerek yaşanan sorunlar ötelenmeye çalışılmakta, halkın tepkileri başka
alanlara yönlendirilmek istenmektedir. Irak seçimleri öncesi KDP ve YNK’nin
İran ve Türkiye eksenli destek arayışları yine bu güçlerden KDP’nin İbadi’ye
karşı Maliki ile ittifak arayışları, Türk devletinin desteği ile Türkmenlerin
özerklik arayışları ve Irak’ta diğer Sünni parti ve gruplarla seçim ittifakı
temelinde ortaklıkları gözlemlenmektedir. Ayrıca ABD ve İbadi ortaklığı
sürerken İran endeksli Maliki ve onun etrafında toplanmak isteyen güçler de
ittifak ve mücadele içindedir. Seçim ya da
diğer yöntemlerle Irak’ta yaşanan sorunların çözüme kavuşmayacağı mevcut
yapıların karakterinden anlaşılmaktadır. Irak ve Başurê Kürdistan’da demokratik
ulus seçeneği dışında başka bir çözüm yolu olmadığı anlaşılmıştır.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html
0
21
:” ”
:””
” “,” ”