Uluslararası komplonun uygulamaya konulduğu günlerin yıldönümü içindeyiz. 9 Ekim 1998 ile 15 Şubat 1999 yılları arasında yaşanan günler hala hafızalardaki canlılığını korumaya devam ediyor.
Geride kalan bu yıllar içerisinde yaşananlar her zaman hafızalardaki canlılığını korumalı ve hiçbir zaman üzerinin küllenmesine müsaade edilmemelidir ve mutlaka üzerine sonrasında yaşanılanların da eklenilerek, toplumsal bir hafıza halinde geleceğe ulaşması sağlanmalıdır.
Önder Apo 9 Ekim 1998’den bugüne uluslararası komplocu güçlere karşı hıncahınç mücadele içerisindedir. Bu mücadelenin ilk 129 günü; Şam’dan ayrılışından, Nairobi’de Yunanistan konsolosluğundan zorla çıkarılıp ABD tarafından soykırımcı TC Devleti’ne teslim edilene kadarki zaman ‘Mutlak rehine’ olarak alınmaya karşı kararlı bir mücadele ve arayışa tanıklık etmiştir. ‘Mutlak rehine’ olarak alındığı 15 Şubat 1999’dan bu yana yaşanan ve yaşanmakta olan zaman ise, Önder Apo’nun içerisinde tutulduğu ‘Mutlak tecrit’ koşullarında üzerinde uygulanan her türlü baskıya ve işkenceye karşı benzerine rastlanmayan bir direnişine tanıklık etmektedir. Ve bugün de bu direnişe tanıklık etmeye devam etmektedir.
Önder Apo’dan kardeşi Mehmet Öcalan’la yaptığı ve konuşurken kesilen telefon konuşmasından bu yana hiçbir şekilde haber alınamamaktadır. Avukatların, vasi ve ailenin görüşme talepleri değişik bahaneler yaratılarak geri çevrilmektedir. Önder Apo’nun sağlığı ve güvenliğinden birinci dereceden sorumlu olan CPT ve TC Adalet Bakanlığı’da bu konuda hiçbir resmi açıklamada bulunmamaktadır. Bununla da Önder Apo ile ilgili her türlü spekülasyona dönüşen yorum ve değerlendirmelerin yapılmasına/yaşanmasına kapıları aralamaktadırlar.
Kürdistan halkının sinir ucu olan Önder Apo’ya karşı uygulanan ‘Mutlak tecrit’ in daha da ağırlaştırılmasının, neden olacağı sonuçları bilerek bunu yapmaktadırlar. Başta uluslararası komplocu güçler ve işbirlikçi hainler ile İmralı kapısına gardiyan olarak dikilen soykırımcı TC Devleti ise bunu herkesten daha iyi bilmektedir. Geçmişte bunun örnekleri görülmüştü. Uluslararası komplonun ardından Kürtler dört parça Kürdistan’da, yurt dışında ve bulundukları her yerde ayaklanmışlardı. ‘Güneşimizi karartamazsınız’ şiarıyla insanlar bedenlerini çıralaştırmışlardı. Bunun karşısında ABD’nin o zamanki Dış İşleri Bakanı Madeleine Albright bu hakikati yaşadığı şaşkınlıkla çok net bir şekilde ‘bu düzeyde bir sahiplenişi’ beklemediklerini anlatan açıklamasıyla itiraf etmişti.
Önder Apo üzerindeki ‘Mutlak tecrit’ in giderek daha fazla ağırlaştırılmaya ve fiili yönelimlerin, doğrudan tehditlere varan yaklaşımların devreye konulduğu, yine zamana yayılarak zehirlendiğinin deşifre edilmesiyle birlikte 2007 yılında da halkın tepkisi sokaklara, meydanlara taşmıştı. Sonraki yıllarda da uluslararası komplonun bir devamı olarak Önder Apo’nun her türlü iletişimi engelleyen politikaların devreye konularak ‘Mutlak tecridin’ derinleştirildiği süreçlerde de halk tepkisini göstererek bir sahipleniş içerisine girmişti. 2012 yılında bu çok net bir şekilde yaşanmıştı: bedenlerini çıralaştırarak fedai eylemleri yapanlar olmuştu. Zindanlarda, dışarda geniş katılımlı süresiz açlık grevleri başlatılmıştı. Kitle gösterileri giderek yaygın bir hal almıştı.
İkinci “Şark Islahat Planı” olarak bilinen, adı “Çöktürme” olarak konulan soykırım planının ilk uygulamaya konulduğu ve hala devam etmekte olan süreçte de halkın, Önder Apo üzerinde giderek derinleştirilen ‘Mutlak tecrit’ e karşı büyük toplumsal gösterileri, direnişleri ve eylemleri yaşanmıştı. İmralı’da Önder Apo’ya yönelik başlatılan ve bazı zamanlar yanılsamalar yaratma amaçlı taktikler izleniyor da olsa, “Mutlak tecrit’ her geçen gün biraz daha ağırlaştırılarak günümüze kadar -8 yıldır- devam ettirilmektedir.
Günümüzde yürütülen bu saldırıların kapsamı daha da genişlemiştir. Suç ortaklarının bütünlüklü olarak içerisinde yer aldığı bir saldırı haline dönüştürülmüştür. Ve bu uygulamalar uluslararası komplonun vardırılmaya çalışıldığı boyutun da bir göstergesi olarak; Üçüncü Dünya Savaşı’nın izlediği seyirle doğrudan bağlantı içerisinde devam ettirilmektedir. CPT’ye oynatılmak isten rolde bunun bir parçasıdır. Bugün sürmekte olan Ukrayna savaşında görevlendirilen raportörler içerisinde CPT görevlilerinin yer alıyor olması da buna işaret etmektedir.
Önder Apo’ya karşı yürütülen saldırıların kazandırılmaya çalışıldığı boyut, aynı zamanda karşısında yaşanan direnişin boyutu ve kapsamını da genişletmektedir. Kürdistan halkının yanı sıra uluslararası alanda Kürdistan halkının dostları da bu direniş içerisinde saf belirlemektedirler. Dünya insanlığı tarafından tanınan, bilinen aydın, entelektüel, sanatçı kesim ve çevreler, sendikalar Önder Apo üzerinde uygulanan ‘Mutlak tecride’ karşı tutum takınmaktalar. Önder Apo’nun özgürlüğünden yana tavır belirlemekteler. Yürüyüşler, toplantılar, konferanslar, konserler düzenlenmekte; bildiriler, makaleler yayınlanmakta, açıklamalarda bulunulmaktadırlar.
Ancak Önder Apo etrafında kenetlenen ve örülen direniş ağının boyutlanarak bu kadar büyümesi karşısında, uluslararası komplocu güçler, işbirlikçi hain güçler ve İmralı gardiyanı soykırımcı TC Devleti ‘Mutlak tecrit’ deki ısrarından vazgeçmemektedir. Aksine suç ortaklarından almış olduğu güç ve destekle daha farklı biçimlere büründürdüğü saldırılarını sürdürmektedir. Uluslararası alanda tehditlerini artırmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da Paris’te; KCK Yürütme Konseyi Üyesi Evin Goyi ile sanatçı Mir Perver ve Mehmet Kızıl’ı katletmiştir.
Bu saldırı ve katliamlarla asıl olarak amaçlanan da Önder Apo etrafında örülen direniş ağının parçalanması, direnen güçlerin geriletilmek istenilmesidir. Fakat bundan da bir sonuç almaları mümkün değildir. Çünkü komplocu güçlerin bütünlüklü planları içerisinde rol üstlenen soykırımcı TC Devleti’nin saldırıları -her zaman- karşısında direniş mücadelesini geriletmek bir yana, daha da boyutlanmasında ateşleyici bir etkiye neden olmaktadır. Bunu Kürdistan Özgürlük Gerillası, tüm Kürdistan ve yurt dışında Kürdistan halkı, uluslararası alanda Kürdistan halkıyla dayanışma içerisinde olan dostları defalarca kanıtlamıştır. Bugün de aynı temelde bir yaklaşım ve tutum içerisindedirler.
Tabii bu gerçeğinde doğru anlaşılması ve buradan hareketle de soykırımcı TC Devletine karşı bir tavır içerisinde olunması gerekmektedir. Bu kendiliğinden değil; bilince ve örgütlülüğe dayalı bir direniş ve karşı koyuş içerisinde olmayı gerekli kılmaktadır. Kürdistan halkı, kadını ve gençliği bunun bilinci ile donanımlıdır. Yarım asrı bulan bir mücadele içerisinde Apoculuğun Kürdistan toplumuna, kadınına, gencine kazandırmış oldukları da sağlanan bu donanımın daha güçlü sonuçlara dönüştürülmesini bir sorumluluk ve görev haline getirmektedir. İçerisinde olunan arayışlar, çaba ve yapılacaklarda buna göre olmalıdır.
Günümüzde de bu doğrultuda içerisine girilen arayış ve yoğunlaşma, en yoğun haliyle yaşanmaktadır. Kürdistan halkının kırmızı çizgisi olan Önder Apo üzerinde uygulanan ‘Mutlak tecridin’ vardırıldığı boyut Kürdistan toplumu, kadını, genci üzerinde tahammülü mümkün olmayan bir etki yaratmakta ve bundan bir çıkış için arayışların önünü açmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da yaşamın ortaya konulduğu fedai eylemlerde bulunanlar olmaktadır. Mardin’de Ş. Veysi Taş’ın, Amed Surlarında Ş. Mehmet Akar’ın bedenlerini meşaleleştirerek gerçekleştirdikleri fedai eylemleri böyle bir özellik taşımaktadır. Geride bıraktıkları mektuplarında da bunu çok açık ve net bir şekilde belirtmektedirler. Kuşkusuz böyle bir şahadet üzerine yorumlarda bulunmak kimseye düşmez. Ancak eylemleri selamlanarak, önlerinde saygıyla eğilinebilir. Bunun ötesinde söylenecek bir söz olamaz.
Bunun dışında yapılacak olan da, verilen selam ve duyulan saygının gereklerinin yerine getirilmesidir. Bunların başında gelende, bu yoldaşların vasiyetleri olan eylemleriyle emrettiklerinin yerine getirilmesidir. Ş. Veysi Taş eyleminin “bir çağrı” olduğunu, Ş. Mehmet Akar’da “İmralı’yı aydınlatacak bir ışık” olmasını istemektedir. Ve bu mesajlar amacına ulaşmış ve hedefini bulmuştur. Artık bundan sonra yapılması gereken, çağrıda bulunulan herkesin üzerine düşen görev ve sorumlukları yerine getirmesidir. Yoksa bunun dışında Ş. Veysi Ateş ve Ş. Mehmet Akar’ın eylemlerinin bir benzerini tekrarlayarak, etki gücünü zayıflatmak değildir. Aksine eyleminin bir tekrarına düşmeden; onların askerleri olarak emrettiklerini yerine getirmektir. İmralı’da Önder Apo üzerinde her geçen gün daha da ağırlaştırılan ‘Mutlak tecridin’ kırılmasını ve Önder Apo’nun sağlığı, güvenliği ve özgürlüğünün sağlanmasıdır. Yapılaması gerekende Ş. Veysi Taş ve Ş. Mehmet Akar’ın emirlerinin yerine getirilmesi olan; soykırımcı TC Devleti’ni İmralı’da Önder Apo üzerinde ‘Mutlak tecridi’ uygulayamaz hale getirmektir. Bunu sağlamak için de ona kahredici darbeler vurmaktır. Bilince ve örgütlülüğe dayalı bir eylem gücü haline gelmektir. Kendini düşmanı darbeleyen örgütlü güç haline getirmektir; nasıl Ş. Veysi Taş ve Ş. Mehmet Akar kendi inisiyatifleri ve kararlarıyla fedai eylemlerini gerçekleştirebilmişlerse; onların eylemlerini bir çağrı ve talimat olarak gören herkes de bunu başarabilir.
Şimdi böyle bir direnişi örgütlü kılmanın ve geliştirmenin zamanıdır. Önder Apo bunun yolu ve yönteminin ne olduğunu göstermektedir. 15 Şubat’ın yeni bir yıldönümünü karşılamak üzere olduğumuz şu günlerde, bu yolda yürüyüşte her zamankinde çok daha fazla yol kat etmek önümüzde ertelenemez bir görev olarak durmaktadır. Uluslararası komploya ve onun rejimi olan İmralı ‘Mutlak rehine’ sistemine karşı tarihin tanık olmadığı bir direnişi yaşayan Önder Apo’yu selamlamak ve “Güneşimizi Karartamazsınız” şiarıyla bedenlerini çıralaştırarak yolumuzu aydınlatan şehitlerimizi, onların takipçisi olan Ş. Veysi Taş ve Mehmet Akar şahsında tüm özgürlük devrimi şehitlerimizi anmak da bunu gerekli kılmaktadır.
Cemal ŞERİK