HABER MERKEZİ- Dünyanın, bölgemizin, işçileri, emekçileri ve Kürdistan halkı 136. 1 Mayıs’a hazırlanmaktadır. Hazırlıklar son gününe girmiş bulunuyor. Bazı yerlerde de küçük işçi- emekçi devrimci ve gençlik grupları günlerden beri 1 Mayıs’ı kutlamaya başladılar. Biz de 1 Mayıs işçi ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele gününü öncellikle büyük emekçi Önder Apo’ya, dünyanın bütün işçi ve emekçilerine, zindanlarda bulunan özgürlük tutsaklarına ve yaşamın yaratıcısı emekçi kadınlara kutlu olmasını diliyoruz. Ve Biji Yek Gulan diyoruz!
Başta şikagolu işçiler olmak üzere, İstanbul-Taksim 1977 Katliamında yaşamını yitiren 34 emekçi ve bugün Kurejaro’da, Werxelê’de ve Zap’ın derinliklerinde emeğin, kadının, Kürdistan’ın, Türkiye ve diğer Orta Doğu halklarının özgürlüğü için direnişte şehit düşen yoldaşları saygı ve minnetle anıyoruz.
1 Mayıs’ın 137 yıl önce emeğin özgürlüğü ve kurtuluşu, demokrasi ve sosyalizm için canlarını ortaya koyan Şikago’lu emekçilerden günümüze kadar, birlik, dayanışma, eşitlik, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm için canlarını feda eden şehitler, bugün insanlığa yol göstermeye devam etmektedirler.
Kürdistan ve Türkiye’de 2022 yılının 1 Mayıs’ı, kutlandığı tarihsel sürecin sorunlarına çözüm üreten, alternatif sunan ve bunu pratikleştiren bir bilinç, kararlılık, irade ve örgütlülüğün ortaya konulduğu bir temelde kutlamalıyız. Bugün hegemonya savaşı, daha kapsamlı bir biçimde Ukrayna’da yaşanmaktadır. Fakat dünyanın birçok alanında da onlarca yerde irili-ufaklı savaşlar devam etmektedir.Emekçilerin,halkların,kadınların kanları dökülmektedir. Dünyanın belli başlı güçleri de bu hegemonya savaşında pay alabilmek için, açıktan ya da gizli; taraf veya tarafsızlık adı altında bir biçimde bu savaşlara dahil olmuşlardır. Emperyalist hegemon güçler ve borazan medyaları dünyamızı giderek,bir ateş çemberi içine alarak,herkesi bu savaş girdabı içinde boğuntuya getirerek,kendi öz emek,eşitlik,ekoloji,kadın özgürlüğü,demokrasi ve sosyalizm davalarından uzaklaştırmaya çalışmaktadır.Herkesi bu haksız,daha çok alanı ele geçirme,daha çok ticaret ve sömürü için geliştirdikleri savaşa bulaştırmaya çalışmaktadırlar.Özellikle emekçileri,kendi kirli politikalarına alet etmek için,her türlü demogojiyi,ırkçı-şoven-milliyetçi ve erkek egemenlikli söylemleri propagandalarının esası haline getirmektedirler.
Sömürgeci – Soykırımcı Türk Devleti (SSTD) 14 Nisan’dan itibaren yürüttüğü savaşı, daha da kapsamlılaştıran ve daha da derinleştiren bir düzey ortaya koymuştur. Kürdistan’da yürütülen bu kirli savaş hiç kuşkusuz, kaynağını Güney Kürdistan’ı kendi topraklarına, yani egemenlik sahasına katmak ve Orta Doğu’ya hakim olmak için, Kürdistan Özgürlük Gerillalarına karşı Barzani ihanet çetesine dayanarak, bir saldırı başlatmış bulunmaktadır. 15 günlük süreçte yüzlerce hava saldırısı, binlerce karadan top atışları ve yüzbinlerce,belki de milyonlarca türden mermi kullanılmıştır. Bunlara ek olarak da SSTD özel olarak Kürdistan Özgürlük Gerillasının iradesini kırmak, Barzani ailesi ile birlikte Güney Kürdistan’ın zengin petrol ve gaz yataklarını kontrol altına alıp, bunun üzerinde oligark çeteleri sermaye bakımından daha fazla büyütmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.Kanımızı dökerek, karşılığında,petrol-gaz borularından sermaye akıtmaya çalışmaktadırlar.
Öte yandan, Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de bu hegemonya savaşının ağır faturası gün geçtikçe daha fazla ağırlaşmaktadır.Bu fatura, Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Laz, Çerkez, Gürcü ve diğer halkları, emekçileri, kadınları ve çocukları ağır bir şekilde ezmektedir. Hemen hemen her gün yoksulların sesi, büyük ozan Abdullah Papur’un deyimiyle “gaza beze, şekere tuza zam” yapılmaktadır. Yani her gün biraz daha halkın boğazı sıkılmakta, sofrasındaki ekmeğe el konulmakta, sağlığı,refahı,kültürü ve eğitimi ile oynanmaktadır. Fakat öte yandan oligark aileler gittikçe büyümektedir. Açlıktan, yoksulluktan söz eden, Türkiye’de emekçilere, bizzat SSTD’nin şeflerinden Tayip Erdoğan ve Devlet Bahçeli: “Siz bir merminin kaç lira olduğunu biliyor musunuz” diye sorarak halkı susturmaya çalışmıştır.Ancak bu faşist şefler bu soruyla,halkları nasıl sömürdüklerini,Kürdistan halkına karşı yürütülen soykırım savaş bütçesinin kaynağını da itiraf etmişlerdir.
Sömürgecilik ve emperyalizmin başladığı ilk günden bu yana hemen hemen bu işe soyunan tüm krallar, imparatorlar, şahlar,generaller, başbakan ve cumhurbaşkanları kendileri için değil de sanki halk ve ülkelerinin çıkarları için savaş yapıyorlarmış gibi konuşmaktan da geri durmamışlardır. Son iki yüzyılda tümüyle ırkçılık, milliyetçilik temelinde bir propaganda ve ajitasyon geliştirilmiş ve bunun süreklileştirilmesi için de dev medya organları her gün harıl harıl çalışmakta ve en geniş kitleler zehirlenmektedir.Sol ve emekçi kesimler içinde de adeta kapitalist modernitenin maaşlı ajanları olan “işçi aristokratları” sözde sosyalizm adına,sınırları içinde yaşadıkları ülkenin burjuvazisini,devletinin işgal-yayılma politikalarını desteklemişlerdir.Bununla da emekçi kitleler içinde benzer bir zehirlenmeyi geliştirerek emekçileri,kendi yedek ordusu haline getirmeye çalışmışlardır.
SSTD kurulduğu ilk günden bu yana Kürdistan’a yaptığı seferlerde asıl hedef Kürt soykırımını gerçekleştirip,Kürdistan’I “dört başı mamur” bir sömürge haline getirmek için her türlü katliamı, soykırımı, asimilasyonu ve zulmü geliştirirken, bunu “Doğu’ya uygarlık götürüyoruz” şeklinde ifade edebilmişlerdir. Son 50 yıllık süreçte de” bölücü terörü, eşkıyayı, şakileri ezmek ve adaleti sağlamak” adı altında Kürdistan’da soykırım ve katliam seferleri yapmışlar ve yapmaya da devam etmektedirler. Bunu yaparken de Türk milletinin bekasını düşündüklerini ileri sürmektedirler. Fakat gerçek bambaşkadır.
Türk emekçilerini,gençlerini,kadınlarını,aydınlarını Kürdistan’ı işgal edip sömürgeleştirmek için ordu, polis,öğretmen(sıddıka avarlar) istihbaratçı haline getirmek amacıyla böyle bir yalana başvurmaktadırlar. Sadece Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesinden elde edilen zenginliklere dayalı olarak bu işgal ve savaş bütçesini oluşturmuyorlar, aynı zamanda Türk emekçilerinin ve yoksulların boğazından da keserek bu savaşın bütçesini oluşturmaktadırlar ve giderek Kürdistan’da yürütülen bu kirli, bu haksız, ahlaksız, sömürgeci ve soykırımcı savaş ortamından nemalanan oligark çeteler ortaya çıkmaktadır. Bu oligark çeteler zenginleştikçe zenginleşmekte, büyüdükçe büyümektedirler. Bunun karşısında ise Kürt ve Türk halkları başta olmak üzere, diğer halklar, emekçiler, kadınlar ve gençlerin yaşam standardı düştükçe düşmektedir. Artık yaşam çoktan kabul edilemez, çekilemez ve sürdürülemez bir noktaya gelmiş ve dayanmıştır.
SSTD’nin yönetimi yani AKP-MHP hükümeti bu durumu süreklileştirip kalıcı bir hale getirmek için her türlü baskının ve zulmün yanı sıra ırkçı, milliyetçi, faşist söylemler geliştirmekten geri durmamaktadırlar.
Bu 1 Mayıs’ta kesinlikle bu sınıf, kadın,halkların ve doğanın düşmanı bu güçlerin yalanları, demagojileri yerle bir edilerek, Kürdistan’da yürütülen haksız savaşa karşı çıkılmalı, “kahrolsun sömürgeci soykırımcı savaşı!” sloganı yükseltilmelidir. Öteden beri SSTD varlığını süreklileştirebilmek için Türk halkı ve emekçilerini şovenizmle, ırkçılıkla zehirlemiş hepsini bir biçimde “Türklük sözleşmesine” dahil etmeyi hedeflemiş ve hedeflemektedir. Ancak bu konuda büyük oranda başarılı olmasına rağmen,buna ilk günden karşı çıkan yürekli devrimciler de olmuştur. Doktor Hikmet Kıvılcımlı her türlü ırkçı-milliyetçi ve sosyal şoven politika ve söylemlere karşı çıkmıştır. SSTD’nin Kürdistan’ı işgal ve soykırıma uğratma savaşlarını deşifre etmesini bilmiştir. Daha sonra Türkiye İşçi Partisi içinde bazı yürekli insanlar, Behice Boran’lar, Türkiye Gençlik Devrim önderlerinden Mahir, İbo, Denizler bir biçimde Kürdistan’da yürütülen SSTD’nin politikalarını biraz daha cesaretlice sorgulamaya başlamışlardır. 1 Mayıs’ın arifesinde her Türk emekçi, devrimci, demokrat ve yurtsever insan için, manifesto değerinde olan bir konuşmayı, faşist polis sürüleri ile çatışırken, Kürt ve Türk halklarına bir vasiyet gibi bırakan Orhan Yılmazkaya’yı burada saygı ve minnetle anmak gerekir.
Geçen yüzyılda Hikmet Kıvılcımlı,Denizler, Mahirler ve İbolar estirilen ırkçı, faşist ve sosyal şoven dalgaya karşı durmuşlardır. Deniz Gezmiş bizzat sehpada “Yaşasın Kürt Ve Türk halklarının Mücadele birliğini” selamlamıştır.
Önder APO ile büyük özgürlük yolculuğuna çıkan Hakiler,Kemaller bir adım daha ileri atarak,Türk halkının kurtuluşunu,Kürt halkının kurtuluşunda görerek,bizzat kendilerini bu büyük düşünce ve devrimci eylemin ilk kıvılcımı yapmasını bilmişlerdir.Orhan yılmazkayalar,Ulaşlar ise bugün bu yolda büyük bir enternasyonal ruhla bu kıvılcımı yangına çevirmeye başlamışlardır.Demokratik siyaset alanında,gerekse de HBDH çerçevesinde bu çizgi büyük bedeller karşılığında giderek güçlenmektedir.
O halde elli yıllık bir savaştan sonra kendisini bu geleneğin devamı olarak gören herkes ama herkes daha cesur bir biçimde bu ırkçı ve şoven dalga karşısında yüreklice,Türk emekçilerine gerçekleri tüm açıklığıyla anlatma, bu katliamları yapan, bu kan emicilere dur demesini bilmelidirler. 2022 1 Mayıs’ı bu konuda mücadelenin yükseltildiği ve süreklileşmeye başladığı bir gün haline getirilmelidir.
Nazım Hikmet yaşamını yitirmeden bir yıl önce, Kamuran Bedirhan’a yazdığı bir mektup vardır. Bu mektup ilk kez değerli tarih emekçisi Mehmet Bayrak’ın aktarımından sonra tarafımızdan da duyulmuştur. Bu kamuoyunda çokça bilinen bir mektup değildir. Bu mektup yıllarca kamuoyundan özenle gizlenmiştir. Hatta tarihçi Mehmet Bayrak bunu yayınladığı için 1988 yılında yargılanıp, ceza dahi almıştır. Kişi olarak da benim de hep merak edip, sorduğum bir soru vardı, bu kadar şey için yani her şey için şiir yazan Nazım Hikmet neden Kürt ve Kürdistan için bir şey söylemedi? Nihayet bu soru ve merakımız Mehmet Bayrak’ın Artı TV’de Tarihin Peşinde programında yaptığı açıklamalarında giderilmiş oldu. Bu vesile ile bir tarih emekçisi olan Mehmet Bayrak’ın 1 Mayıs Emekçiler gününü kutluyorum.
Nazım Hikmet, Kamuran Bedirhan’a yazdığı mektupta bugün de geçerli olan perspektifi şu şekildedir:
“Her iki millet, bütün imparatorluklar gibi, halkların zindanı olan Osmanlı İmparatorluğu’nda, Türk ve Kürt derebeylerinin, Osmanlı İmparatorluk idaresinin ağır zincirlerine vurulmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra ise her iki millet emperyalizme karşı tek bir cephe kurup çarpışmışlardır. Anadolu milli kurtuluş hareketi yalnız Türkler için değil, Kürtler için de tarihlerinin en şerefli sayfalarından biridir. O dövüş yıllarının sonradan Türk idarecilerince yasak edilen en unutulmaz türkülerinden biri, ‘Vurun Kürt uşağı namus günüdür’ diye başlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, Türk idarecileri ve egemen çevreleri, Kürt hareketine tamamıyla vaat ettikleri millet ve insan haklarını tanımadı. Hatta işi Kürt milletinin millet olarak varlığını bile inkâra kadar götürdü. Bu dönem, Türk idarecilerinin ve egemen sınıflarının emperyalizmle uzlaşmaya başlaması dönemidir. Bu inkârla, bu uzlaşmanın aynı dönemde baş göstermesi sadece bir rastlaşma değildir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni Orta ve Yakın Doğu’da emperyalizmin kalelerinden biri haline getiren Türk politikacıları Kürt milletinin milli varlığını inkârda ısrar ediyor ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde öteki azınlıklarına tanıdığı hakları bile Kürt milletine tanımıyor. Türk ve Kürt halklarının Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde dış ve iç politikada aynı emellere hasret çekmeleri bugünkü Türk idarecilerini korkutuyor. Her iki millet kardeş milli kültürlerini, milli ekonomilerini geliştirmek, toprağa, tarım araçlarına, hürriyete, demokratik haklara kavuşmak istiyor.
Türk ve Kürt halkları Türkiye Cumhuriyeti’nin tarafsız bir politika gütmesini, emperyalizmin üssü olmaktan kurtulmasını özlüyor. Gerçek Türk yurtseverleri Kürt kardeşlerinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde milli haklarına kavuşmak için yaptığı kavgayı can ve gönülden nasıl destekliyorsa, gerçek Kürt yurtseverleri de Türk halkının demokrasi ve milli bağımsızlık için yaptığı kavgayı öylece destekliyor.
Anadolu’da yaşayan Türklerle Kürtlerin arasına nifak sokmak isteyen gerici, sömürücü, karanlık kuvvetler, emperyalizmle el ele vererek halklarımızı daha kolay ezmek istiyorlar. Kürt ve Türk halklarının bahtiyarlığa, insanca yaşamaya varmak için derebeylerine, karanlık kuvvetlere, şehir ve köy ağalarına, gericilere, ırkçılara, milletlerin varlıklarını ve haklarını inkâr edenlere, halkları birbirine düşürüp sırtlarından rahatça geçinenlere emperyalistlerin uşaklarına karşı yürüttükleri yeni milli kurtuluş savaşının zaferi Kürt ve Türk halklarının elbirliğiyle kazanılır. Ancak böyle bir elbirliğiyle kardeş iki millet hürriyete, milli ve insani haklarına kavuşabilir.”
Şimdi Nazımlaşmak zamanı!
Evet!”Nazım Hikmet Yine Vatan Hainliğine Devam Ediyor!”Hemde Mezarında!
Şimdi 1 Mayıs’ta Nazım Hikmet Gibi Düşünmek, Orhan Yılmaz Kaya Gibi Eylemde Olmak ve Cumali Çorum gibi Werxele’de SSTD’nin kimyasal bombaları altında devrim ve sosyalizm destanları yazma zamanıdır!
Şimdi “Gerçek Türk yurtseverleri Kürt kardeşlerinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde milli haklarına kavuşmak için yaptığı kavgayı can ve gönülden destekleme” SSTD’nin,ihanetçi Barzani çetesinin ve NATO’nun Güney Kürdistan bölgesini işgal saldırılarına karşı durma zamanıdır!
1 Mayıs’ı 8 Mart ve Newroz ruhuyla kutlama, SSTD’nin faşist hükümeti AKP-MHP’yi yerle bir etme zamanıdır!
Ve şimdi 1 Mayıs’ın önümüze koyduğu görevleri başarmak için devrimci halk savaşı temelinde örgütlenme zamanıdır!
BIJİ YEK GULAN!
YAŞASIN 1 MAYIS
Yasin Navdar
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi