1886 yılında, Amerika işçi sınıfının 1 Mayıs’ta sekiz saatlik işgünü için yaptığı genel grevin Chicago’da katliamla sonuçlanmasının üzerinden 115 yıl geçti. 1889 yılında, II. Enternasyonal’in kuruluş toplantısında, Chicago’da katledilen işçi önderlerinin anısına, 1 Mayıs günü mücadele ve dayanışma günü olarak kabul edildi. 1 Mayıs, o günden bugüne her din ve ulustan tüm toplulukların kut-aldığı tek gündür. Birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, bu içerikle bugün İşçi Bayramı olarak kutlanıyor. Sömürüye karşı mücadele ve emekçilerin hak kazanma mücadelesinde 1 Mayıs ruhunun önemli bir yeri vardır. İnsanlığın ilk çıkışından bugüne kadarki özgürlük mücadelelerini de belleğine katan bu ruh, azim ve kararlılıkla mevziden mevziye koşarak, emekçileri tarihe yön veren iradi bir güç haline getirmiştir. 20. yüzyılı boydan boya emekçilerin ve ezilen halkların mücadele yüzyılı haline getiren ruhtur 1 Mayıs. Emperyalist-kapitalist sis-temin, sömürgecilerin ve sömürücülerin 1 Mayıs’tan sürekli korkmaları, bugünü yasaklama ya da içeriğinden boşaltma çabaları bu nedenledir. Yalnız birlik ve mücadele günü değil, en fazla da ideolojik ve moral olarak emekçilerin bilendiği gündür 1 Mayıs.
Emperyalist-kapitalist sistemin, ‘sosyalizmin öldüğünü ve kapitalizmin zafer kazandığını’ iddia ettiği bir on yıl yaşadık. Amerikan iktisatçısı Fukuyama’nın “neo-liberal kapitalizmin insanlık için tek ideal sistem olduğunu” öne sürerek, tarihin son ekonomik-siyasal sistemini yaşadığımızı söylemesi karşısında, 1 Mayıs ruhunun yeniden canlandırılmasına ihtiyaç vardır. Reel sosyalizmin yıkılışının kapitalizmin zaferi anlamına gelmediğini teorik ve pratik olarak ortaya koymak, 1 Mayıs’ın içeriğine ve ruhuna verilecek en anlamlı cevap olacaktır.
İnsanların ruhunun çıkarlar uğruna bu kadar kirlendiği bir tarih yaşanmadı. Bencil çıkarları uğruna halkların ezilmesi, sömürülmesi, bugüne kadarki temel tarihsel gerçekliktir. Ancak çıkarın insanları bu kadar yönlendirmesinin yaygınlaştığı bir tarihe ilk defa rastlıyoruz. İnsanlığın kirlenmesi ve yıkımına yol açacak böyle olumsuz bir gelişmeyi birey özgürlüğü ile açıklamak ve mazur görmek mümkün değildir. Kutsal özgürlük kavramı ile “çıkar” gibi çirkin bir kavramı bağdaştırmak düşünülemez. Özgür bireyi yaratma gibi önemli bir gelişimi “çıkar” kavramı ile bir arada düşünmek, en başta öz-gür bireyi rahatsız edecek bir durumdur. Dolayısıyla reel sosyalizmin yıkılışı ve sosyalizm pratiğinin ağır hataları, insanlığın binlerce yıldır verdiği mücadele ile kazandığı sömürüsüz bir dünyada özgürlük içinde yaşama idealine ve bunun mevzilerine ödettirilemez. Reel sosyalizm yıkılarak hataların bedelini ödemiştir. İnsanlığın, 20. yüzyılın en büyük suçlarından sorumlu olan kapitalizme daha büyük bedeller ödettireceği de açıktır.
Tarihin sonu gelmemiştir. Yeni liberalizmin en iyi sosyo-ekonomik sistem olduğu iddiası, kendini bilinç-li kandırma değilse kazanılan Pirüs zaferinin sarhoşluğudur. Kaldı ki bunlar insanlığın yeni duyduğu masallar değildir. Kölecilik ve feodalizm de kendini ebedi sistemler olarak sunmuşlardı. Hatta düzenlerine tanrısal ebedilik sağlama gibi bir sigortayı ellerinde tuttuklarını sanıyorlardı. Feodal sistemin ebedi olduğu yalanını en iyi biçimde de burjuvazi ortaya koymuş, yıkılmaz ideolojik ve fiziksel şatolarını yerle bir etmiştir. Kapitalizmin en iyi sistem olduğunu iddia etmek ve “bundan başka iyi düzen olamaz” demek, aslında insanlığı bitirmektir. Emekçilere sömürünün bir kader olduğunu, durumlarına razı olmalarını telkin etmektir. Bunun insanlığa ve insanlık tarihine en büyük saygısızlık olduğu gün gibi ortadadır. İnsanı amaçsız, tasarımsız, ütopyasız bırakarak, sadece yiyip içen varlık haline getirmek; çürümeyi bir sistem haline getirmeye soyunmaktır. Bir Japon atasözü, “Malını kaybeden bir şeyini, onurunu kaybeden çok şeyini, umudunu kaybeden her şeyini kaybetmiştir” diyor. Kapitalizmi alternatifi olma-yan sistem olarak sunmak, insanın sömürüsüz dünya umudunu ve hayalini bitirmeyi amaçlamaktadır. Daha doğrusu, insanın yüzyıllar boyu kazandığı her şeyi kaybetmesini sağlamaya çalışmaktadır. İnsanın kendini amaçsız ve umutsuz bırakması düşünülemez.
21. yüzyılı kazanan sosyalizm mücadelesidir
1 Mayıslar, kapitalizmin kendini tek alternatif olarak sunmak istediği 22. yüzyılda, emekçilerin hem kendini sorgulama, hem de 22. yüzyılda sosyalizmin zaferinin nasıl kazanılacağını ortaya koyma günleri olmalıdır. Emekçilerin kendine güvenlerinin daha da arttığı bugün de, birikiminin ve belleğinin gözler önüne tekrar tekrar getirilmesinde yarar vardır.
Emekçiler şunu açıkça görmelidirler: Kapitalizmin zafer kazanması diye bir şey söz konusu değildir. Hatta reel sosyalizmin yıkılmasıyla, sosyalizmin yarattığı kazanımları, kapitalizm kendi bünyesine zorunlu olarak almak ve yaşatmak durumuyla karşılaşmıştır. Onurla ve gururla iddia edebiliriz ki, 20. yüzyılı kazanan da, sosyalizm ve bunun için verilen mücadeledir. 20. yüzyıla damgasını vuran, Leninizm’in ideolojik ve politik etkisidir. Burada Lenin’in sosyalizmi kuramsal olarak yeterli bir biçimde ortaya koyduğunu iddia etmiyoruz. İdeolojik, moral ve kuramsal düzeyde önemli eksiklikleri ortaya konabilir. Kapitalizmin ağır baskı ve sömürü koşullarında ve buna karşı mücadele içinde şekillenen Leninizmde, politik ve taktik yan ağır basmıştır. Koşullar Leninizmi ağırlıklı olarak böyle etkilemiştir. Dolayısıyla Leninizm, sosyalizmde taktik aşama olarak da kabul edilebilir.
Ekim Devrimi, kapitalist-emperyalist sisteme ağır bir darbe vurduğu gibi, emekçilerde ve baskıya uğra-yan halklarda muazzam bir uyanış ortaya çıkarmıştır. Sömürülen ve ezilenlerin mücadelesi büyük bir sıçra-maya geçmiştir. Dünyadaki tüm geri değer yargıları ve birçok tabu yerle bir olmuştur. Emekçilerin Sovyet Devrimi’nden aldıkları güçle kendilerine güvenleri artmıştır. 1789 Burjuva Devrimi’nin dünyada yarattığı depremden daha büyüğünü, 1917 Devrimi yaşatmıştır. İnsanlık tarihini hızlı bir devinim içine sokan sosyalizm ideolojisi ve onun pratiğini ortaya çıkan hatalarından dolayı inkar etmek, insanlığın özgürlük için verdiği mücadeleyi, emeği ve fedakarlığı görmezlikten gelmek olur. Reel sosyalizmin hataları ne kadar ağır olursa olsun, 20. yüzyıla emekçiler ve ezilenlerin biçim verdiği inkar edilemez.
20. yüzyılda özgürlük ve demokrasi fırtınası nasıl esmiştir? Halkların ve ezilenlerin baskıcı rejimlere karşı mücadelesini kimler örgütlemiştir? Özgürlük ve demokrasi mücadelesinde daha çok hangi ideoloji kılavuzluk yapmıştır? Bu sorulara verilecek cevap, günahları ve sevaplarıyla sosyalizm ve sosyalistlerdir. Toplumsal hare-ketlerin ezici çoğunluğu ya sosyalizm damgalıdır, ya da ondan etkilenme ile ortaya çıkmıştır.
Feodalizme ve her türlü gerici yapılanmalara karşı 21. yüzyılda gelişen ulusal ve demokratik hareketler olma-saydı, bugün demokrasinin gelişiminin dünya genelinde-ki zemini bugünkü gibi olabilir miydi? Tabii ki hayır! Çağdaş düşünce, ideoloji ve yaşam biçimleri, Avrupa ve Amerika’nın bir kısmıyla sınırlı kalmaktan öteye gidemezdi. Batı Avrupa’da ortaya çıkan çağdaş değerleri ve ideolojileri, dünyanın diğer alanlarına taşıran da yine sosyalistler ve Ekim Devrimi olmuştur. Burjuva demokratik fikirleri de, emperyalist-burjuvazinin gericileştiği 21. yüzyılda yine sosyalistler taşırmıştır.
21. yüzyılı sosyalizmsiz ve emekçilerin mücadelesini dıştalayarak açıklamak mümkün değildir. 20. yüzyılın güzelliklerinin büyük çoğunluğu, emekçiler ve onların sosyalizm mücadelesi içinde yaratılmıştır.
Kapitalizmin kar hırsının iki büyük dünya savaşını insanlığa yaşattığı unutturulamaz. Bütün gerici iktidarları, faşist diktatörlükleri ve sömürü rejimlerini büyük devletlerin ayakta tuttuğu iyi biliniyor. Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın 20. yüzyılda hangi suçları işlediği, ne kadar insanın ölümüne dolaylı ve dolay-sız katıldığı araştırılırsa, ortaya korkunç bir tablo çıkar. İletişim olanaklarını, ideolojik ve propaganda araçlarını ellerinde tutan burjuvazi, başkalarının hatalarını ve suçlarını büyütürken, kendisininkileri ise küçük göstermeye gayret etmektedir. Biz, “soyalizmin ağır hatalarını, yanlışlıklarını görmeyelim, üstünü örtelim” demiyoruz. Böyle bir yaklaşım, en başta sosyalizmin özüne ihanet olur. İnsanlığın büyük ütopyasını lekelerden arındırmak, sosyalistlerin birinci sorumluluklarından birisidir. Bunun yanında kapitalizmin çir-kinliğini tüm insanlığın gözlerinin önüne sermek, insanlığın aldatılmasına izin vermemek de sosyalizmin en başta gelen görevidir.
Sosyalizm bireyi ve toplumu birlikte özgürleştirecek ideolojik ve felsefi olarak emekçiler ve sosyalizm, insanlığın temiz yanını temsil etmektedir. Emekçilerin ve sosyalistlerin sömürü ve çıkar dürtüsüne göre hareket etmeleri söz konusu değildir. Sömürü ve çıkar düzenini amaç edinmedikleri için, başkalarını aldatmaya ihtiyaçları da yoktur. Bir de bu açıdan emekçiler ve sosyalistler bilimsel olmaya ihtiyaç duyarlar. Çünkü gerçeklerin saptırılmasından bir çıkarları yoktur. Emperyalistler ve kapitalistler ise, dünyaya hakim oldukları ve emekçileri sömürdüklerinden, bu düzeni sürdürmek için yalana başvururlar. Dolayısıyla burjuvazi bir taraftan sömürüsünü artırmak için bilimi geliştirme zorunluluğu duyarken, diğer taraftan gerçekleri saklayarak bilimsel olmaktan uzak durur. Bundan dolayı kapitalist düşünceliler eklektiktir. Kendi içinde her zaman tutarsız olmaya mahkumdur. İnsanlığın kutsal özgürlük kavramlarını da kapitalizmin özündeki çıkar dürtüsüyle saptırmakta ve kirletmektedir. Sosyalistlerin en büyük amacı, hem toplumu, hem bireyi özgürleştirmektir. Bu iki kavramı birbirinin karşısına koymak büyük bir çarpıtmadır. İnsan toplumsal bir varlıktır; toplumsallaşarak insan olmuştur. Ancak birey olarak insanı yüceltme, insana değer verme yönünde de bugüne kadar önemli aşamalar kaydetmiştir. Bireye yalnızca kapitalizmin değer verdiğini, birey olarak insana daha önce hiç yer verilmediğini söylemek ise, kapitalizmin insanlığı kendisiyle başlatmasıdır. İnsanlık ne kapitalizmle başlamış-tır, ne de onunla bitecektir. Kapitalizmde ortaya konan bireycilik ve bireysel çıkar ile sömürü düzeni arasında yakın bir bağ vardır. Liberalizm ya da bireyin özgürleşmesi, mülk edinmesi sömürü düzenini yaygınlaştırma ihtiyacıyla gündeme getirilmiştir. Dolayısıyla kapitalizmde “bireysel özgürlük” kavramı, daha başında çıkar ve sömürü etkeni ile kirlenmiştir. Özgür bireyi yaratmada kapitalizmin argümanları esas alınamaz. Özgür bireyin yaratılma mücadelesini daha insanlığın ilk dönemlerine götürmek ve köklerini orada aramak gerekir. Özgür birey ve toplum ilişkisi koparılmadan, birini diğerine feda etme-den ortaya koymak ve pratikleştirmek insana yakışan olacaktır. Özgür bireyi yaratma felsefesi ve ideolojisini yalnızca liberalizmde, mülk edinmesi bir düzende aramak, soruna yüzeysel, sığ ve at gözlüğü ile bakmaktır. Felsefe tarihi, tüm ideolojiler, hatta tüm dinler iyi incelenirse, özgür bireyin moral değerleri ve toplumla bağı daha bilimsel biçimde ortaya konulabilir. Özellikle Ortadoğu uygarlığın yaratıldığı alan olarak birey olarak insanı yücelten önemli değerlere sahiptir. Geleneklerin ve dinlerin bilimsel düşünce önüne çıkardığı engeller aşıldığında, özgür bireyin, köklerini tarihten alan güç ve gelişimle, Ortadoğu’dan güçlü biçimde çıkacağını kabul etmek gere-kir. Öte yandan, bugün bireyin kişilik kazanması ve özgür düşünceye ulaşmasında, emekçilerin ve sosyalizmin mücadelesinin payı büyüktür. Reel sosyalizmin pratiğinde toplumsallığa fazlaca vurgu yapılıp, özgür bireyin açığa çıkarılmasında yaşanan yanlışlıklar bu gerçeği inkar etmeyi getirmemelidir.
“Kapitalizmin en iyi sistem olduğunu iddia etmek ve ‘bundan başka iyi düzen olamaz’ demek, aslında insanlığı bitirmektir. Emekçilere sömürünün bir kader olduğunu, durumlarına razı olmalarını telkin etmektir. Bunun insanlığa ve insanlık tarihine en büyük saygısızlık olduğu gün gibi ortadadır. İnsanı amaçsız, tasarımsız, ütopyasız bırakarak, yiyip içen varlık haline getirmek; çürümeyi bir sistem haline getirmeye soyunmaktır.
Kovara Serxwebûn (Serxwebûn Dergisi)
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi