25 Kasım 2010 Perşembe Saat 14:00
Gandi’ye örnek olmuş ve yine ona ilham vermiş olan Amerikalı Henry D.Thoreau sivil itaatsizlik kavramını hem ortaya atandır hem de uygulayandır. “Yaşamınız makineyi durduracak bir karşı sürtünme olsun. Benim dikkat etmem gereken şey, hiç değilse, kötülediğim bir haksızlığa araç olmamaya bakmaktır… Bir azınlık çoğunluğa uyduğu sürece güçsüzdür azınlık bile değildir. Ama bütün ağırlığıyla diretti mi, işte o zaman önüne geçilmez bir güç olur diye ekler… Bir ağaç ne kadar boy atmayı özlerse, kendine o kadar yüksek bir atmosfer bulur. Her insan, hemen hemen karşı konmaz bir güce kafa tutmalıdır… İnsanı haksız yere hapse atan bir yönetim altında dürüst bir insanın asıl yeri tutukevidir diyerek gerekirse bedel vermesini bilmesini de alenen söyler. Başka bir deyimle: “İnsan, toplumsal bir kurumun haksızlık ettiğini görür ve buna içten inanırsa, karşı koymalıdır ona diyerek yapılması gerekeni de göstermiş olur.
Bu yukarıda dile gelenler vicdani ret eylemini aslında nasıl olması ve yürütülmesi gerektiğini dile getiriyor. Yani haksızlığa karşı direnme hakkı… Askerlik başka halkları öldürme aracı olarak kullanılıyorsa orada korkunç bir haksızlık ve anti insanlık vardır. Ve böylesine haksız ve insanlık karşıtı bir eyleme karşı en doğru tutum tavır almaktır. Böyle bir eyleme katılmayı ret etmektir. Bu eylemi protesto etmektir, karşı durmaktır. Biz buna kendi vicdanını dinleyerek bu kirli oyuna alet olmayı ret etmek diyelim. Rest çekmek diyelim.
İşte dünya da büyük çoğunlukla gerilla hareketleri: devletlerin, iktidarcı zihniyetlerin ve katletme ordularını protesto ederek gelişirler. Aslında her gerilla hareketini bir vicdanını dinleme hareketi olarak tanımlamak çokta yanlış olmayacaktır. Gerilla mücadele biçimini haksızlığa karşı bir direnme ve kendini savunma olarak tanımlamak en doğru bir ifadedir. Yani gerilla hareketlerinin çoğu vicdani retçidir.
Kürdistan’da gerilla kesinlikle baştan sona bir öz savunma direnişidir. Başkan Apo bu direnmeye – hem de kutsal direnme hakkına- Meşru Savunma direnişi diyor. Ve meşru savunmayı:
“Meşru savunma, çağdaş demokrasinin diğer önemli bir ilkesidir. Çağdaş demokrasi ilişkilerinin olmadığı veya demokrasinin saldırıya uğradığı toplumlarda, meşru savunma temelinde varlığını savunmak bir haktır, hem de en temel anayasal bir haktır. Demokratik olmayan yasalara ve rejimlere boyun eğmek, demokratik bir tutum olamaz. Bu yaklaşım karşı saldırıyla antidemokratik güçleri yok etmeyi içermez. Daha çok toplumun genel bilinçlilik, örgütlülük ve gösteri hakkını süreklileştirip haksızlığı aşmayı öngörür. Uygulanan direnme kutsal savunma hakkına girmekte ve hukukun da özünü teşkil etmektedir. Meşru savunma, silahlı olanı da dâhil, kaynağını çağdaş demokratik ilkelerden alır diye tanımlıyor.
Bu ne demektir? “demokrasinin saldırıya uğradığı toplumlarda, meşru savunma temelinde varlığını savunmak bir haktır cümlesi esasta vicdanını dinleyerek haksızlığa karşı kafa tutmaktır. Onurlu olmanın, onurlu kalmanın başka yolunun bırakılmadığı bir direnişe kalkışmaktır.
Kürdistan’da topyekûn haksızlığa karşı verilen direniş mücadelesine katılan çok sayıda genç öncelikli olarak anti militaristtir, anti milliyetçidir. Siz Kürdistan özgürlük mücadelesinde çok az sayıda anti militarist olmayan gerilla görürsünüz. Ya da çok az sayıda milliyetçi gerillayla karşılaşırsınız. Varsa militarist, varsa milliyetçi eğilim taşıyanlar bunlara karşı özgürlük hareketi çok ciddi ve köklü bir eğitim çalışması yürüterek dönüştürmesini de bilmektedir. Başka türlü bugün Kürdistan gerillasının topyekûn halkların kardeşliğini savunmasını nasıl izah edeceksiniz? Yine Kürdistan gerillası kendisini ilk günden beri ısrarla “askerim cümlesi yerine gerilla olarak tanımlıyor. Askerlik bir iktidarcılığı ifade ederken, gerilla bir halkçılığı ve haksızlığa karşı bir direnişi ifade ediyor. Denilecek ki bu ifade biçimi her zaman olmadı. Bu da doğrudur ancak kendimizi ifade etme sorunumuz hep olduğunu da biz söyleyelim. Özelde de Başkan Apo’nun demokratik, ekolojik ve cins özgürlükçü paradigmasıyla gerillanın ve gerillacılığın daha iyi olarak yerine oturtulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu eskiden gerillanın bu anlama gelmediğini söylemek olmuyor. Hayır, söylenmek istenen bu düzeyde sağlam temellerde yeterlice güçlü ifade edilmediğini söylemek oluyor.
Başkan Apo: “Halk savunma güçlerini devlet karşıtı veya alternatifi bir kuvvet olmaktan ziyade, devletin sağlamadığı, yetersiz kaldığı, hatta nedeni olduğu temel güvenlik ihtiyacını karşılama güçleri olarak değerlendirmek daha doğrudur. Halk savunma birlikleri klasik gerilla veya ulusal kurtuluş ordusu değildir. Halk kurtuluş gerillası veya ulusal kurtuluş ordusu ağırlıklı olarak iktidar ve devlet hedeflidir. İktidar sorununu çözmek isterler. Halk savunma birliklerinin özel bir devlet ve iktidar hedefi –objektif zorunluluklar dışında– olamaz. Esas görevleri halkın yasal, anayasal haklarının çiğnenmesi doğduğunda ve yargı görevini yapmadığında korumaya çalışmak, demokratikleşme çabalarına güvence olmak, saldırılar karşısında direnmesine öncülük etmek, kültürel ve çevresel varlığını korumak gibi özetlenebilir. İşte halk savunma gücünün gerillasının en iyi tanımı bu olmaktadır. Bu ise baştan sona bir öz savunma gerillasıdır. Yani askeri amaçla kurulan, militarist bir savunma gücü yerine kendini ve halkını savunma gücüdür.
Bu savunma gücü ne zamana kadar varlığını koruyacaktır? Zulüm ve baskı kalkana kadar… İnsan onurunun çiğnenmesinin son bulduğu zamana kadar… Bir toplumun, bir halkın, bir insanın soykırıma uğrama tehlikesi ortadan kalktığı zamana kadar.
Yani: “Devlet odaklı olmayan demokrasilerde halk toplulukları kendi öz savunmalarını da kendileri sağlamak durumundadır. Halk savunma milisleri gerekli olan her yerde -köyde, kentte, dağda, çölde, başta halkın demokrasisi olmak üzere korunması gereken bütün değerlerini gaspçılara, zorbalara ve hırsızlara karşı korumasını bilmelidir.
Hırsızlara, zorbalara karşı durmak bir vicdan işi değil midir? Ya da hırsızların, gaspçıların başka halkları ezmelerine katılmayı ret etmek bir vicdan işi değil midir? Kendi vicdanını dinleyerek buna karşı durmak bir onurlu eylem ve tutum takınmak değil midir? İnsan olmanın en büyük eylemi değil midir?
Tersi olarak ta zulüm ve zorbalığa karşı bu kez insan onurunu kurtarmak için direnmek en doğru vicdani eylem değil midir? Bir halkın topyekûn, kültürel, siyasal, ruhsal, fiziki soykırımına karşı durmak bir vicdani eylem değil midir?
Evet, yukarıda ki sorulara doğru cevaplar vererek vicdanımızı dinleyelim ve ona göre de insan olmanın erdemli tavrını sergileyelim.
Yazıyı noktalamadan da kendimize dönük bir iki cümle ifade edelim. Baştan sona bir anti militarist olduğumu ifade edeyim. Silahlara karşı olduğumu ifade edeyim. Ve gerillaya gelmeden önce, bir alman gazetesine verdiğim mülakatımı aynen bugünkü gibi hatırlıyorum. O zaman: “anti militaristim, hatta pasifistim. Ancak halkıma ve insanlığıma karşı bir yok etme ve imha dayatması söz konusuysa-ki söz konusudur- buna karşı direnişe geçme hakkı olarak beliren gerillaya katılmayı da bir dakika dahi ertelemeden katılacağım demiştim. Ve gerillaya katılmıştım. Bu sözler ta 90’larda sarf edilen sözlerdi.
Bu onurlu duruşu halen koruduğumuzu ve her onurlu insanın da koruması gerektiğini dile getirerek güçlü vicdanlara çağrı yapıyoruz: bir halkı soykırıma uğratmak isteyen ve bunu her gün uygulayan bir zorbalık rejimine karşı vicdani ret hakkınızı kullanın. Askere gitmeyin. Militarizme karşı durun. Ancak yapacak gücünüz var ise bu zorbalığın bir an önce sona ermesi için de, öz savunmanın en onurlu temsilcisi olan gerillaya katılarak da bu soykırım rejiminin son bulmasında belirleyici rol oynayın.
Kasım Engin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info