Kürdistan özgürlük mücadelesi hayatın her alanında, SSTD’yle varlık-yokluk savaşını yürütmektedir. Kazananın yaşayabileceği savaşın kesin kuralı hükmünü icra etmektedir. Bu nedenle faşist AKP-MHP hükümeti olanca güçleriyle her alanda kapsamlı ve süreklileşen bir soykırım savaşı yürütmektedir. Kürdün ve Kürdistan’ın yok edilmesi temelinde kurulan faşist Türk devletinin soykırımı tamamlama sürecinin kuruluşunun 100. Yıl dönümünde tamamlamak istemektedir. Bu konuda iç-dış, siyasi-ekonomik, diplomatik, kültürel, din, hukuki ve benzeri her şeyi amacına ulaşmak için kullanmaktadır.
Önderlik üzerinde uygulanan tecrit politikası, sanıldığının ötesinde bir tehlike ve ayrıca derin anlamı olan bir uygulamadır. Avrupa Konseyi Bakanlık Komitesinin müebbet hükümlülerine ‘Umut Hakkı’ diye adlandırılan bir hak tanımıştır. Bunun anlamı müebbet hapis alan bir insanın günün birinde dışarıya çıkabilme düşünce-duygusuyla yaşaması ve bunun pratikte de gerçekleşme imkânı tanımaktadır. Bir insana son nefesine kadar, birkaç metrekarelik daracık hücrede kalacağını düşündürtme ve hissettirme kadar daha büyük bir işkence yapılamaz. İşkence insan vücudunun en hassas yerlerine şiddet uygulayarak sürekli o acı içinde kalacakmış düşüncesini ve hissini yaratarak insanı düşünsel ve ruhsal olarak çökertmeyi amaçlar. Bir insanın hücre gibi bir mekânda ölünceye kadar kalmaya mahkûm olduğunu bunun dışında hiçbir şansının olmadığını hem de en yüksek yerden kararlaştırıp söylemek, kısa süreli insanı acıtan işkenceden daha ağır olduğu böylelikle görülmüş olacaktır.
Önder APO, herhangi bir insan değildir, bir halkın özgürlük Önderi olarak ortaya çıktı ve giderek geliştirdiği demokratik ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmasıyla bölge ve insanlığın kurtuluş önderliğine yükselmiştir. Dolayısıyla Önderliğin kaderiyle Kürdistan halkının kaderi birleşmiştir. Dünyada böyle bir örnekliğin olduğunu sanmıyoruz. Bir insanın kaderiyle bir halkın kaderinin bu kadar iç içe geçtiğinin bir başka örneği gösterilemez.
Bu nedenle Önderliğe ‘senin İmralı’dan bir gün bile dışarıya çıkmayı umut etme hakkın yoktur’ demek, Kürt halkına da ‘Sen Kürdistan toprakları üzerinde özgürce yaşamayı umut bile edemezsin’ demek anlamına gelmektedir. Yine ‘sen zindanda yok olacaksın, Kürtlerin de Türkleşmekten, kendini inkâr etmekten başka seçenekleri yoktur’ demektir. Dolayısıyla bu kadar derin tasarlanmış planlanmış ve örgütlendirilmiş bir yok etme saldırısıyla karşı karşıya bulunduğumuzu görmek, anlamak ve buna göre davranış içerisinde olmamız gerektiği açıktır.
AKP-MHP faşist hükümeti böyledir de altılı masa diye anılan sözüm ona muhalefet çok mu farklıdır? Hayır! Özünde bir fark yok. Ne programlarında ne de dillerinde böyle elle tutulur, ciddiye alınır bir farklılık yoktur. ‘Helalleşme’ gibi her anlama çekilebilecek, muğlak, belirsiz bir ifadeyi dillendiren Kemal Kılıçdaroğlu söz konusu Önderlik üzerinde uygulanan tecrit ve Kürdistan halkının özgürlüğü için bugüne kadar ciddi manada tek bir söz söylememiştir. Bir halkın Önderinin ve bir halkın kaderi böylesine muğlak sözlerle ifade edilemeyecek kadar tarihsel, toplumsal, ulusal ve siyasaldır. Bir halkın varlık yokluk sorunudur. Yani bu kadar ciddidir. Meral Akşener ve benzerlerini bu konuda AKP-MHP faşist hükümetinden ayrı bir değerlendirmeye tabi tutmaya gerek yoktur. Aralarındaki çelişkiler bir iktidar olma ve daha fazla çalıp çırpma çelişkisidir. Kürt ve Kürdistan halklarının yaşadıkları sorunlar üzerinde yaşanan bir çelişki değildir.
Böylesi bir süreçte 2022 Nisanından bugüne kadar Zap merkezli imha saldırıları savaş uçakları, helikopterler, SİHA-İHALAR, Tank-top’un yanı sıra her türlü kimyasal, termobarik bombalar, taktik nükleer ve benzeri silahlar yoğunca kullanılmıştır. Fakat Kürdistan Özgürlük Gerillasında açığa çıkan derin yurtseverlik, ölümüne üzerinde yaşadığı toprağına bağlı ve bunun tarihi bilincine sahip ve Türk sömürgeci düşman gerçekliğini iyi özümsemiş ve buna göre kendisini yenilemiş gerçekliğiyle tarihin en büyük direniş destanlarından birisini başta Kürdistan halkına ve tüm insanlığa mal etmiştir. Kürdistan Özgürlük Gerillası karşısında yaşadıkları hezimeti gizlemek için kendi cenazelerini yakacak kadar insanlık değerlerinin yitimini yaşayan bu barbar sürüsü planladığı gibi amacına ulaşamamıştır. Gerillanın çelikten iradesi, büyük özgürlük inancı ve askeri anlamda taktik zenginliği karşısında yenilmiştir. Hem de KDP’nin yaptığı ihanet, ABD ve NATO güçlerinin aktif desteği ve yine tarihte Kürtlere en kritik anında ihanet etme gerçeğiyle adı bir olan Rusya’nın faşist şef Erdoğan’a yaptığı aktif desteğe rağmen gerilla kelimenin gerçek anlamıyla, en eşitsiz koşullarda kıran kırana geçen bu savaşta zafer kazanmıştır. Faşist hükümetin medya aracılığıyla her türlü özel savaş yöntemi, yalan, çarpıtma, abartma ve benzeri yöntemleri onların Zap sendromunu aşmaya yetmez.
Tam böyle bir süreçte Paris’te MİT, örgütlediği ırkçı bir faşist ile bir kez daha Evin yoldaş şahsında özgürleşen kadın iradesine saldırmış, bir katliam gerçekleştirmişlerdir.
Evet, Kürdistan Özgürlük Gerillasına karşı başlattıkları saldırıya pençe-kilit adını taktılar. Özgürlük Gerillasının eşsiz mücadelesiyle kilit kırılmış, pençe parçalanmıştır. Artık bu gerçek Bakur’da ve Türkiye metropollerinde yaşayan Kürdistan halkı ve Türkiyeli devrimci demokratlarda, Avrupa’da, Rojava, Rojhılat ve Başur da yaşayan tüm Kürtlerde ciddi bir etki yaratmıştır. Kürdistan halkının yiğit kızları ve oğulları öylesine bir direniş sergilemişlerdir ki bin bir ablukayla gizlenilmeye çalışılan bu direniş dünyanın her tarafından görünür olmuştur. Kürdistan kadını Zap direnişiyle dünya ölçüsünde Özgür Kadın kimdir, nasıl yaşar, nasıl örgütlenir, nasıl savaşır, nasıl direnir sorularının cevabını tüm dünya kadınlarına ulaştırmıştır. Milyonlarca Rojhılat ve İran sömürgeci devlet sınırları içinde bulunan halkların yani Arap, Beluc, Mazendaran, Azeri, Fars ve Kürt kadınları geleceğin kadın dünyasının resmini çizmişlerdir. Sözkonusu olan çok ötelerde bir ütopya değil, gerçek, canlı dipdiri bir tabloyu çizmişlerdir.
SSTD ise bu gerilla direnişi karşısında Tayip Erdoğan ve Devlet Bahçeli faşist ikizlerinin yönettiği soykırım stratejisi büyük bir darbe almıştır. Libya’da kuyruğuna teneke bağlanmış, Akdeniz’de limanlarına hapsedilmiş, Ege’de burnunu dahi çıkaramayacak duruma gelmiştir. Ekonomik olarak ise büyük bir çöküntü yaşanmaktadır. Bir avuç savaş çetesi ve mafya ortaya çıkmıştır. Çalıp-çırpmış, gasp etmiş ve büyük sermaye birikimi oluşturmuşlardır. Buna karşılık ise tüm halklara mensup milyonlarca kadın, genç, emekçi yoksulluğun pençesinde kıvranır duruma gelmiştir.
Önder APO’nun İmralı duruşu, gerilla direnişi ve her türlü saldırıya rağmen Bakur’da kadın ve gençlerin öncülük ettiği direnişin sürekliliği sonucunda yenilginin eşiğine gelmiş olan AKP-MHP faşist hükümeti karşısında artık daha büyük kitlelerle ortaya çıkmanın özgürlük iradesini ve faşizmi yenme kararlığını ortaya koymanın zamanı gelmiştir.
Paris’te düşmanın gerçekleştirdiği katliam karşısında, kentin en büyük meydanlarından birisini dolduran on binlerce Kürdistanlı ve dostlarının kararlılık ve öfkesi Zap kahramanlığının halklaşmış halidir. Zap’ta bir güneş gibi doğan özgürlük iradesinin şavklarının en çarpıcı yansıması olmuştur. Emek ve özgürlük ittifakının Kartal mitinginde alanlara sığmayan büyük bir kitlenin tüm baskılara rağmen özgürlük iradesini halkların eşitlik ve özgürlüğünü savunan kararlığının önüne geçememişlerdir. Aslında Kartal mitingi de Zap’ta Kürt ve Türkiye halklarının üzerine bir korku heyulası gibi dolaşan faşist ordunun kırılmasının yarattığı cesaret ve kararlığın bir yansımasıdır. Halkların belki de ilk kez bu düzeyde ve bu kararlılık ve örgütlülükte irade beyanında bulunmaları ikiz faşistler başta olmak üzere onlara sağdan ve soldan dayanak olan herkesi derin derin düşündürtmekte ve aynı zamanda saldırganlaştırmaktadır da.
Tam böylesi bir süreçte Veysi Taş isminde yaşamı boyunca PKK ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesine büyük destekler sunmuş, bedel ödemiş, Amed Zindanı işkencelerine direnmiş bir değerli yurtseverimizin çağrısı ortaya çıkmıştır. Bu çağrı öyle pasifist bir basın açıklamasıyla olmamıştır. Kendisini cayır cayır yakarak bu mesajı vermiştir. Önderlik üzerinde uygulanan tecride karşı verilen mücadeleyi yetersiz bulmuş, bu düzeyi ile Önderliğin ve Kürdistan halkının özgürlüğe gidemeyeceğini bunun için de mücadeleyi daha da büyütülmesi gerektiğini bizzat çektiği videoda söylemiştir. Yaşadığı sürecin ve düşman gerçekliğinin farkında olarak herkese ama herkese bir kez daha durumlarını gözden geçirmeye ve mücadelenin düzeyini sonuç alacak tarzda yükseltmeye çağırmıştır. Bu çağrısını sanki biraz sonra gürül gürül yanan bir ateşin içerisinde yaşamına son verecek birisi gibi değil de yıllardan beri ayrıldığı Hayri Durmuş ve Ferhat Kurtay’lara verdiği randevuya geç kalmamak telaşı ve heyecanı içerisinde bir coşku seli gibi mesajını vermiştir.
Mehmet Akar kardeşimiz bu mesajı daha da derinleştirmeye çalışmıştır. Eylemiyle Güneşimizi karartamazsınız eylemcilerini güncelleştirmeye çalışmıştır. Mehmet Akar’ın isimli Kürt gencinin ailesinin bazı fertleri faşist şef Tayip Erdoğan, Süleyman Soylu ve uşaklıkta terfi eden Mehmet Metiner’in oyunlarıyla bir özel savaş kurbanı haline getirilmiştir. Bunların her türlü düşürücü çabalarına rağmen daha ilk günde Mehmet Akar, Kürt şerefinde, namusunda direnen tam bir yurtseverce tavrın sahibi olmuştur. Düşmanın oynunu görmüş, hem düşmanın oynunu, hem de bazı aile fertlerinin tutumu karşısında tam bir yurtseverin tutumunu takınmıştır. İki yıla yakın bir süreden beri Önder APO’dan hiçbir haberin alınmaması karşısında ise yazdığı özlü mektubuyla Mehmet Akar, Amed Kalesinin Keçi Burcundan genç bedenini ateşlere vererek mesajını iletmiştir.
Bu mesajla Türk sömürgeciliğinin her türlü oyun ve entrikasının aslında bilinçlenmiş her Kürdün şahsında nasıl boşa çıkarılıp sıfırlanacağını bir kez daha ortaya koymuştur. Hiç de öyle medyalarında on binlerce trollerinin hesaplarında, MİT’in ikna (telefon üzerinden ölümle tehdit, vaat ve her türlü şantaj uygulaması) çalışmalarının sonucunu abarttıkları gibi olmadığı net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Öyle medyalarında köpürttükleri gibi korkulacak, büyütülecek bir şey olmadığını net bir şekilde ortaya koymuştur. Ve bu yönüyle MİT’in aileler üzerinden ihaneti örgütleme ve ajanlaştırma politikası ölümcül bir darbe almıştır. Her Kürt genci ve her Kürt kadını, her Kürt ailesi bu anlamda bundan büyük dersler çıkarmalı ve Türk sömürgeciliğine ait ne varsa çiğneyip atmalıdır, kusmalıdır. Öze dönüp yurtseverleşmeli, özgürlük mücadelesinde aktif bir biçimde yerini almalıdır. Kürt onurunu, Kürt şerefini taşımanın gururunu taşımalıdır.
Her iki eylem de gerçekten anlamlı ve değerlidir. Önder APO’yu Kürdistan üzerinde uygulanan faşist sömürgeci politikaları böylesine derinden hissetmek, yaşamak ve bu gerçekliği herkese kavratmak için kendini alevlerin içerisine atmak, derler ya her babayiğidin harcı değildir. Fakat bu iki kardeşimiz bu yoğunlaşmalarını, bir tür yurtseverlik patlaması, sorumluluk patlaması ya da zirvesi diyebileceğimiz bu bilinç ve duygu düzeyini fevkalade büyük bir bilinçlendirme, örgütlendirme ve zengin eylemliklere dönüştürebilirlerdi.
Nasıl mı? Örneğin Veysi Taş kardeşimiz bilinç birikimi, olgunluğu onu gerçek anlamda bir doğal halk önderi haline getirebilirdi. Söz ve davranışlarıyla zaten halk içerisinde sevilen sayılan birisidir, o ateşli ruhunu ve üslubunu herkese yayabilirdi. Bu kendiliğinden bir örgütlülüğe ve önü alınamayan bir halk serhıldanına dönüşebilirdi. Bu ruhun ve bilincin Mêrdin doğal yurtseverliği ile birleştirilmesi halinde büyük halk eylemliliklerinin süreklileşmesine yol açabilirdi. Bu tümüyle imkan dahilindeydi.
Mehmet Akar kardeşimiz ise yazdıklarından özellikle de videodaki konuşmalarından kavrayışı derin, zeki ve sorumlu bir yurtsever Kürt genci olduğu anlaşılmaktadır. Mehmet Akar, Amed’in her kuçesinde Çiyager’in ruhunu bilincini, kararlılığını ulaştığı bu kararlaşma zirvesi temelinde birçok intikam timi örgütleyebilir, düşmana hiç beklemediği bir anda ve yerde sarsıcı darbeler vurabilirdi. Böyle bir örgütlülükle Amed’de neler yapılmazdı ki… böyle örgütlenmiş birkaç gençlik birimi Türk sömürgecilerine, hainlerine ve onlarla iş birliği yapanlara karşı Amed kuçelerini cehenneme dönüştürebilirdi. İlle de büyük, otomatik silahlar, bombalar gerekmiyor. Örneğin bir bakkal dükkanından alınmış bir ekmek bıçağı ile birkaç düşman gücünün imhasına ya da yaralanmasına yol açabilirdi. Peki bunun mesajı daha mı az olurdu?
15 Şubat Uluslararası Komplo’nun 24. Yıl dönümüne yaklaşırken, Kürt gençleri, kadınları ve halkı her iki kardeşimizin mesajlarını bu biçimde anlamlandırabilir ve pratikleştirebilirler.
Yasin NAVDAR