27 Aralık 2016 Salı Saat 11:46
2 paylaşım savaşından sonra Ortadoğu’da yer altı -yer üstü
kaynaklarının talanı ve bölge halkalarının sürekli bir-biriyle çatıştırılmasına
dayalı bir sistem oluşturulmuştu. Oluşturulan sistemin özü, Arap-İsrail
çelişkisi -çatışması, Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi, Kürt halkının
inkâr-imhası ve bölge genelinde süreklileşen etnik-mezhep çelişki-çatışmalarına
dayanıyordu. Ulus-devletçiliğin en katı, despotik ve ucube biçiminde dayanan bu
sistem gelinen aşamada hem halkların mücadelesi karşısında tutunamamakta, hem de
küresel gelişmelerle çelişmektedir. Irak ile başlayıp, Suriye ve Yemen’e
yayılan 3. paylaşım- dünya savaşı niteliğindeki çatışma ve savaş aslında eskinin
aşılan bu statükosunun yerine güç dengelerine göre yenisini hakim kılma
çabasıdır.
Yüz yılın başında oluşturulan sistem önemli oranda İngiltere
ve Fransa’nın eseriydi. Her iki devlet
güç dengesi ve çıkarları doğrultusunda bölgeyi kendilerine göre dizayn
etmişlerdi. Fakat yüz yıl sonuna doğru bu sistem yürütülemez duruma gelerek
sorun üreten bir merkeze donuştu. Yerel çelişki ve çatışmalar başka çelişki ve
çatışmaları tetikleyerek küresel düzeyde etkilere yol açmaya başladılar. Ayrıca küresel düzeydeki aktörlerin ve bu
aktörlerin bölgedeki beklentilerinin değişmesi de bölgede yeniden bir
düzenlemeyi zorunlu hale getirdi. ABD ve AB hem daha fazla bölgedeki kaynaklara
sahip olmak isterken hem de Ukrayna’da başlayarak alternatif enerji hatları
oluşturmaya giriştiler. Buna karşı Rusya ve bölgedeki müttefikleri İran, Suriye
ise buna engel olmak ve eski pozisyonlarını korumayı esas aldılar. Irak,
Ukrayna, Suriye ve Yemen’de her geçen gün derinleşen çatışmaların özünü bu
durum oluşturmaktadır. Bu güçler bir biriyle açık, aleni ve cepheleri belli
olan bir savaşa girmekten ziyade günlük taktik ve stratejik hamlelerle
birbirlerinin alanlarını daraltmak ve bir-birlerini darbelemek istemektedirler.
Bu durum salt Ortadoğu’da değil, Baltık denizi ve Doğu Ukrayna’da yaşanıyor.
İlişki, çelişki ve çatışmaların karmaşıklığı beraberinde son
derece şaşırtıcı, her an değişkenlik arz eden, anlık ömre sahip ittifakları ve
karşıtlaşmaları da getirmektedir. Bölgede kıyasıya süren savaşta tarafları daha
fazla imkân, nüfuz elde etmek isteyen ve daha güvenli nakil yolarına
kavuşturmaya çalışanlar ile elindeki imkânları bırakmak istemeyen, korumaya
çalışanlar biçiminde tasnif etmek mümkündür. Bu tabloda en ilginç durum TC’nin
aldığı pozisyondur. TC yayılımcı ve talancı bir karaktere sahip olsa da bu
savaşta esas olarak aldığı pozisyon Kürtlerin kazanım elde etmelerini engelleme
ve Kürt karşıtlığıdır.
Bölge yeniden düzenlenirken TC’nin temel uğraşı bu
olmaktadır. Tayip Erdoğan devletin tüm imkanlarını dışta Kürtlerin kazanım elde
etmelerini önlemek, içte ise Kürtleri bastırarak ucube bir başkanlık sistemi
ile diktatörlüğünü kurumsallaştırmak için kullanıyor.
Bu uğurda devletin tüm imkânlarını harekete geçirerek başkan
olmak istiyor. Başkan olmak ve faşizan diktatörlüğünü ucube bir hukuki dayanağa
kavuşturmak istiyor. Bu uğurda her türlü
kirli politikaya başvuruyor. Bu amaç doğrultusunda içte her türlü muhalefeti
ezmeye çalışıyor, yasak-baskılarla düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün
kırıntılarını da ortadan kaldırıyor. Vatan-millet edebiyatı ile şovenizmi
şahlandırmak istiyor. Dışta ise yayılımcı ve Kürt karşıtı bir politika izliyor.
Suriye’de Kürtlerin güç kazanmasını önlemek için çeteler örgütlüyor, bunların
yetmediği yerde ordusunu harekete geçiriyor. Irak’a girmek, Musul Kerkük
hayalini gerçekleştirmek ve buradaki Kürtlerin kazanımlarını yok etmek için
fırsat kolluyor. Irak ile Suriye’deki kaos ve yıkımı bölge geneline yaymak
istiyor. Bunun için kirli ilişkiler geliştiriyor, provokasyonlara başvuruyor.
Bölge genelini bir cehenneme çevirecek mezhep çatışmalarını tetikliyor.
Bu politikasını farklı güçler üzerinde Başurê Kürdistan’a da
yansıtıyor. Kürdistan halkının buradaki kazanımlarını yok etmek yâda içeriğinde
boşaltarak anlamsızlaştırmak istiyor. Bu
amaç doğrultusunda bölgede Türkmen cephesi vb. yapılar üzerinde çete ağını
genişletmeye çalışıyor.
Bu çerçevede Suriye’de işgal hareketine girişti. Burada
Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak ve mezhepçi bir denklem kurmak
-oluşturmak istemektedir. Yürüttüğü Kürt
karşıtı politika Halep ve Bab’ta
kendisinin ve çetelerin hezimeti ile sonuçlandı. Fakat Halep’te İdlib’e
taşınan çeteleri önümüzdeki günlerde Şehba bölgesinde Kürtlere saldırtma
ihtimali yüksektir. Şimdiden bu yönlü emareler görülmektedir.
AKP-Erdoğan rejimi, Medya Savunma Alanlarına dönük hava
saldırıları devam etmektedir. Özelikle İstanbul-Beşiktaş’taki eylemlerden sonra
saldırılar daha da yoğunlaşmış durumdadır. Fakat gerillanın gizliliği esas alan
üslenmesi, 24 Temmuz’dan bu yana süren hava saldırıları gibi bunları da berhava
etmiştir. Bu gerçekliği en iyi TC bilmektedir.
Bu nedenle yoğun hava saldırılarının yanı sıra Medya Savunma Alanlarına
dönük kara operasyonunu da gündemleştirmektedir. Bu amaç doğrultusunda uzun
süredir arayışlarını sürdürmektedir. İçte ve dışta bunu gerçekleştirecek
ittifak ve diplomasi faaliyetlerinin yoğun olduğu gözlemlenmektedir.
ABD’yi, AB ve Rusya’yı ikna etmeye çalışmaktadır. İran ve Irak’ın
desteğini bu olmasa bile tepkisiz kalmalarını sağlamaya çalışmaktadır. Tüm
bunların yanı sıra yoğun bir çaba ile bu operasyona Kürdistanî kimi güçleri
katmaya çalışmaktadır. Bu çerçevede taviz üstüne taviz vermekte, her türlü
çirkefliği sergilemektedir. Hem Suriye gibi Irak’ta da yayılımcı-işgalci bir
süreç başlatmak, Başika ve Başurê Kürdistan’daki işgalini daha geniş alanlara
yaymak, hem de özgürlük hareketini darbelemek istiyor. Tüm koşullar aleyhine
olmasına ve Irak hükümetinin savaş sebebi sayacağını söylemesine rağmen işgal
çabalarını sürdürmektedir.
Bu çaba kapsamında Medya Savunma Alanlarına dönük olası
operasyon çalışmasını sürdürüyor. Başurê Kürdistan’daki resmi üslerinde bulunan
askeri kuvvetlerinin dışında resmi ve sivil olarak çok sayıda yeni Türk askeri,
özel harekât elemanı ile kontra çetelerini bölgeye yığıyor. AKP-Erdoğan rejimi’nin Medya Savunma Alanları
için oluşturduğu bu planlama da gözden kaçırılmaması gereken en önemli durum
Şengal’e karşı duyulan öfke ve korkudur. Şengal’i ikince Kandil yaptırmayacağız
söylemi hem duyulan korkunun, hem de büyük öfkenin ifadesidir.
Bêwar Ardalan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”