Türkiye halkının, katı ulus devletin etkisini katmerlice yaşaması, günümüze kadar bir önderlik sorunu yaşamasına yol açtı. Katı ulus devletlerin, ulusal ve toplumsal bütün değerleri kullanarak kapitalizmi meşrulaştırma durumları, halkın, kapitalist partileri ve sermayeye dayalı iktidar odaklarını, siyasi grupları halkın önderliği olarak görmesine yol açmıştır. Türkiye halkı, onlarca yıldır kapitalist partileri, kendi siyasi önderlikleri olarak görmüş, bu partilere çoğu kez körü körüne bağlanmalarına yol açmıştır. Ulusal ve toplumsal değerlerin, geleneksel devlet erkince ve siyasi alandaki temsilcileri olan düzen partilerince derinliğine kullanıldığı ülke Türkiye’dir. Dünyada Türkiye kadar, ulusal ve toplumsal, tarihsel değerleri bu denli kullanan başka bir ulus devlet bulunmaz. Türk-İslam sentezi, Türkiye halkının iliklerine kadar yedirildi.
Kürt halkı bile, bunun İslami boyutunu, siyasal İslam’ın eliyle uzun yıllar yaşadı. Kürt halkının bir bölümü de, siyasal sol-laik sentezi, modernlik ve çağdaşlık maskesi altında yaşadı, taki PKK gelişip, Kürdistan’ın her yerine ideolojik olarak serpilene kadar. Kürt halkı PKK’yle demokratik bir önderliğe sahip olarak, hem ulusal kimliğini keşfetmiş hem de inkâr rejiminin siyasal İslam ve siyasal laik/sol etkisinden çıkmış, kendi kimliğiyle, kendi ayakları üzerinde durmasını öğrenmiştir. Bazı küçük çıkarcı çevreler dışında, Kürt halkı kendi kimlik kavgasında, yetersizliklere rağmen genellikle kendini buldu ve sistemden koptu. Kendi ulusal kimliğiyle, kendi demokratik devrimci sosyalist önderliğiyle, kendi özgür ülkesinde özgür bir halk olarak yaşamak isteyen bir Kürt halk gerçekliği ortaya çıktı. Kürt halkının demokratik bir önderliğe sahip olması, demokratik anlamda Türkiye-Türk halkının çok ilerisine geçti.
Normalde hakim/ezen ulusların devrimci güçlerinin mücadeleleriyle ezilen ulusların kaderinin tayin edilmesi gerçekleşiyordu. Ancak Türkiye’de ve Kürdistan’da ezilen hatta yok edilmek istenen halkın devrimci güçlerinin büyük enternasyonal mücadelesiyle, ezen ulusun devleti ve ulusunun kaderi tayin ediliyor. Kürt halkının demokratik devrimci güçleri, Türkiye halkının ve devletinin kaderini belirleyecek bir mücadele geliştirdi. PKK aslında Türkiye halkının da önderliğidir. Ancak bir halkın devrimci demokratik önderliğinin tam olarak kendi bağrında çıkması eşyanın tabiatı gereği en doğru olandır. PKK’nin, Türkiye devrimci güçleriyle HBDH örgütlülüğünü geliştirmesi, Türkiye halkının demokratik devrimci bir önderliğe sahip olması için bir temel olma işlevine sahiptir.
Yüzyıldır, ulusal ve toplumsal değerleri kullanarak kendilerini Türkiye-Türk halkının siyasal alandaki önderliği olarak gösterenlerin, sermayenin/kapitalizmin sözcüleri ve hizmetçileri oldukları net olarak görülüyor. Türkiye’de güçlü bir demokratik sol ve devrimci bir önderlik PKK ile aynı paralellikte gelişim gösterseydi, Türkiye’deki kan emici bu inkar rejimi çoktan yok edilmişti. Demokrasi mücadelesinde, Kürtler genellikle yalnız bırakıldılar. Türkiye’de azımsanmayacak entellektüel ve aydın denecek bir kesim ve sol bir kitlede var ama rejime alternatif olabilecek ve iktidarı halk adına alabilecek bir devrimci demokratik önderlik gelişemedi. Bu durum, PKK’nin devrimci mücadelede sorumluluk alanının bütün Türkiye’yi kapsamasına yol açtı. PKK, Türkiye devrimini de omuzlamak durumunda kaldı.
Bazıları, Önder Apo’nun, Türkiye liderliğine oynadığını söylemişlerdi. Hatta 2013-2014’te, biri, Türkiye’nin muhalefetteki lideri Abdullah Öcalan’dır, demişti. Türkiye’yi demokratikleştirmek demek, Türkiye’ye önderlik yapmak demektir. Türkiye demokratikleşirse kendi gerçek demokratik önderliğini kurabilir. Kapitalistler tarafından yönetilmeyi bekleyen bir toplum, ne demokratik olabilir nede demokratik devrimci bir önderliğe sahip olabilir. Toplumların, demokratik bir önderlikten de öteye geçmeleri gerekmektedir. Çünkü demokratik devrimci bir önderlik, toplumu bilinçlendirir, örgütler, ayağa kaldırır, politik halk haline getirir ki, halk kendi kendisini yönetebilsin. Demokratik devrimci önderlik, demokratik ve devrimci halk olmak ve kendi kendisini yönetebilmek içindir. Yoksa toplumlar, siyasi güçlerin önünde eğilmek için, siyasi güçleri seçmezler.
Köleci, feodal sistemde, halklar, köleydiler ve elit kesimin karşısında eğiliyorlardı ve kapitalist modernite sisteminde de halklar, sözde seçimlerle gelen sözde demokraside de, modern köleliği yaşıyorlar, sermayesi olanın karşısında eğiliyorlar. Burada hangi demokrasi ve özgürlük var? Modern kulluk olan kapitalizm, insanda ne duygu bıraktı nede erdem bıraktı. İnsan, kendisini tanıyamaz haldedir. İnsanın kendisini tanınmaz hale getirmesi medeniyet mi oluyor? Sınıflı/devletli sistemlerin, insan toplumunu getirdiği durum tam bir vahşet ve Vandalizm durumudur. Bu vahşete medeniyet dışında her şey denir. Evlerde yaşamak, teknolojiyi kullanmak, okur/yazar olmak, yüksek okul okumuş olmak, mevki ve makam sahibi olmak medeniyet olarak görülüyorsa, ona diyeceğim yok. Ama denebilir ki insan denilen canlı varlığın duygu ve sevgi durumu yok edildi. Yaşayan ölüler topluluğu var. Teknolojik, bilimsel devrim, vicdan devriminin çok ilerisine geçti.
Bu teknolojik, bilimsel gelişmelerde zaten kapitalist modernite tarafından kullanılıyor. İşte vicdan devriminin, duygu ve sevgi yoğunluğunun, insani ölçü ve erdem kazanmanın gerçek insan olabilmek için ne kadar gerekli ve zorunlu olduğunu bilmek ve gereklerini yerine getirmek zorundayız. Demek ki gerçek demokrasi, bir devlet sistemi değil bir toplumsal yaşam ve insanlık kültürüdür. Vicdanı ve sevgisi-duygusu olmayanın demokrasisi olmaz. İnsan sevgisi, doğa sevgisi, hayvan sevgisi, bir bütünen yaşam sevgisi olacak. Yeni insan, ancak bu ölçü ve erdemlerle şekillenir. Sosyalizm sadece doyasıya yiyip içen insanla kurulmaz. İnsan sevgisini ve insan duygusallığını en üst seviyede yaşamak gerekiyor. Sosyalizm, daha çok sevgi ve duygu yoğunluğunu yaşamakla ve tatbikî iyi ve yeterli bir maddi üretimi yapmakla olur. Önce vicdan ve sevgi devrimi, sonra teknolojik, bilimsel ve maddi gelişim.
Zaten genel tekniksel, bilimsel, maddi, toplumsal gelişme birçok bakımdan iç içe gelişmektedir ama vicdan ve sevgi devrimi olmazsa diğer gelişimler, toplamda en ilkelinden en modernine kadar zaten on beş bin yıldır var ama insan vicdanını ve sevgisini kaybettiği için, kendi kendisinin düşmanı oldu. Ve insan işte burada kaybetti. Maddi yaşam için teknoloji ve bilim gerekiyor ama bütün bunlar insan olmaya yani insancıl olmaya yetmiyor. Bunun için insanda ahlak ve sevgi, vicdan, merhamet ve duygu olacak. Vicdansız ve sevgisiz duygusuz insan yeni insan olamaz. Ahlâkî ve politik toplum dediğimiz toplum, vicdan ve zihniyet devrimini gerçekleştirmiş toplumdur. Demokrasi ancak bu temeller üzerinde gelişir. Hem insan sevgisini içselleştirmiş hem de demokratik, sosyal ve politik bilinç kazanmış insan ve toplum sosyalizmi inşa edebilir ve yaşayabilir…
Kemal SÖBE