Faşist Türk devletinin Kürdistan’da yürüttüğü soykırım savaşına karşı PKK, Türkiye metropollerinde bir eylem gerçekleştirdiğinde Türk siyaseti ve ‘aydın’ları-yazarları hep bir ağızdan legal siyaset alanında Kürtleri temsil eden siyasi partilere yüklenip “Hemen bu eylemi kına, Kürt siyaseti silahla arasına mesafe koymalı, PKK’nin silah bırakmasını istemeli” vb. dayatmalarda bulunuyorlar. Bu dayatmaları karşılık bulmayınca legal siyasi partileri “Terör örgütünün siyasi uzantıları” olarak baskı altına alıyorlar. Kuşkusuz bu durumun temcit pilavı gibi sürekli ısıtılıp gündeme getirilmesi yeni bir şey değil. 1990’da kurulan Halkın Emek Partisi’nden (HEP) bu yana Türk egemenlerinin Kürt legal siyasetini baskılamak için başvurduğu bir yöntemdir.
Şu anda iktidarı elinde bulunduran faşist, ırkçı Kızıl Elmacıların tutumu böyledir. Öte yandan kendisini demokrat, liberal, laik, solcu, sosyal demokrat vb. adlarla tanımlayan, Kürt sorunu ve onun yol açtığı yıkımları az-çok bilen kimi kesimler ise Kürtlerin kültürel haklarını kısmi düzeyde savunmakla birlikte hak arama yolunun silahlı mücadele olmadığını, demokratik legal siyasetin esas alınmasını, bu nedenle PKK’nin silah bırakması gerektiğini, legal Kürt siyasetinin silah ile arasına mesafe koyup PKK’den de silahlı mücadeleyi bırakmasını istemesini talep ediyorlar. Niyet ve amaçları ne olursa olsun; “terör örgütünü” kına diyen faşist kesimlerin talebi ile kendine demokratım diyenlerin söz konusu bu talebi sonuç olarak aynı kapıya çıkıyor.
Hepsinin söylemsel düzeyde ortaklaştığı nokta; demokratik, legal siyaset ile silahlı mücadelenin bir arada olamayacağı önermesidir. Amenna! Biz niyetlerini biliyoruz ama, hadi diyelim ki gerçekten de bu söylediklerine inanıyor olsunlar. Peki faşist Türk devleti ve iktidardaki cumhur ittifakı ile iktidar olmak için siyaset yapan millet ittifakı partileri, hatta onun da ötesinde Türkiye siyasetinde yer alan daha onlarca parti, silahla, savaşla aralarına mesafe koymuşlar mıdır? Soykırımcı sömürgeci Türk devleti Kürdistan’daki varlığını, işgalci pozisyonunu legal siyasi yollardan ve demokratik yöntemlerle mi sağlamaktadır? Kürtlerin ulusal hakları, kendi kimlik, kültür ve dilleriyle yaşama ve kendi kendilerini yönetme hakları demokratik, legal, meşru siyasi tartışma, tez ve mücadeleyle mi engellenmektedir? Kürtler legal siyaset kurumlarında en ufak bir örgütlenme ve eylemlilik içine girdiklerinde, siyasi, kültürel ve toplumsal çalışma yürüttüklerinde karşılarında siyasi rakipleri olan bu siyasi partileri mi yoksa asker, polis, kontrgerilla gibi savaş güçlerini mi bulmaktadırlar?
SOYKIRIM SALDIRILARINI TEK BİR KEZ OLSUN DİLE GETİRMEDİLER
Siz hiç Türk siyasi partilerinin Türk devletinin Kürdistan’da gerçekleştirdiği katliam ve soykırım saldırılarına tepki gösterdiğini, Rojava ve Başurê Kurdistan’a yönelik geliştirdiği işgalleri, Afrin, Serêkani ve Girê Spi’de geliştirdiği demografya değişimini (ki bir soykırım yöntemidir) kınadığını gördünüz mü? Faşist işgalci Türk ordusunun gerillaya karşı kullandığı kimyasal silahlar başta olmak üzere işlediği savaş suçlarını dile getiren, buna karşı çıkan tek bir Türk siyasetçisi, aydın-yazarı oldu mu? Aksine her gün televizyonlara çıkıp şurayı vuracaklarından, burayı işgal edeceklerinden, şu kadar insan öldürdüklerinden, bu kadar yeri yakıp yıkıp kül ettiklerinden dem vurup muzaffer savaş komutanları gibi boy göstermektedirler. Ve legal Kürt kurum ve partilerinin aksine bu kişi ve partilerin elinde silah vardır, silahlı güçler bulunmaktadır. Türk ordusu, polisi, kontrgerillası, jitemi, miti-iti her türlü savaş örgütlenmesi talimatlarını bunlardan almaktadır. ‘Aydın’, yazar ve çizerler de toplumda bunun rızasını oluşturmakta, her türlü katliam ve soykırım saldırısına meşruluk yaratmaya çalışmaktadırlar.
MİLİTARİST ZİHNİYETE SAHİPLER
Başur ve Rojava Kürdistanı’ndaki savaş, işgal tezkerelerini bunlar onaylamaktadır, soykırım savaşının bütçesini, Kürt’ü öldüren silahların, başlarına yağdırılan bombaların, çocuklarını ezen zırhlı araçların parasını, Kürt kadınlarına tecavüz eden askerlerin maaşlarını içeren savaş bütçesini bu siyasi partiler kararlaştırmaktadır. Bu kişi ve partilerin tarih okumalarında, tarihi hafızalarında demokrasiye, barışa, kardeşliğe, birlikte yaşama dair tek bir anekdot yoktur; hepsinde savaş, işgal (fetih), katliam, kelle koparmak, yok etmek vardır. Tarihsel altyapısı militarist, güncel politik tercih ve söylemleri militarist, uygulamaları da militaristtir.
TÜRK SİYASETİNE ÇAĞRI YAPMALILAR
Eğer bir silah bırakma çağrısı yapılacaksa Türk devletinin işgalci ordusuna, işkenceci polisine, kontrgerilla ve her türlü kirli, savaş suçu işleyen gizli-açık örgütlenmelerine yapılmalıdır. Eğer silahla aralarına mesafe koyacak birileri varsa, Türk siyasetinde yer alan iktidarıyla muhalefetiyle Türk siyasi partileri ve militarist zihniyete sahip ‘aydın’-yazarlarıdır. Gerçek bu kadar yalındır. Siz hiç HDP’li bir siyasetçinin şurayı vuracağız, bu kişiyi öldüreceğiz diye konuştuğunu gördünüz mü? Hayır! Ama AKP-MHP iktidarı ve bu partilerin bakan ve milletvekillerinden il-ilçe başkanlarına, gençlik-kadın kollarından, belediye başkan ve üyelerine kadar hemen hepsi vurmaktan, kırmaktan, savaştan, insanları öldürmekten söz ediyorlar. Kılıçdaroğlu, Kandil’i yerle bir edeceğinden, Akşener “terörün” kökünü kazımaktan, Davutoğlu geçmişte Kürt halkına karşı yürüttüğü katliamcı operasyonlardan dem vururken, diğer küçük ortaklar da “Ah keşke bizim de elimize biraz iktidar olanağı geçse de ‘terörle’ nasıl mücadele edilirmiş göstersek” havasındadırlar. HDP’ye ve diğer Kürt kurum ve partilerine silahla aranıza mesafe koyun, silahlı mücadeleyi kınayın diye baskı kuranların tek bir kez olsun iktidarı ve muhalefetiyle Türk siyasetine yön veren bu militarist, savaşçı anlayışa da aynı çağrıyı yapmaları gerekmez mi?
ALAVERE-DALAVERE TAKTİĞİ İŞE YARAMAZ
Bu nedenle HDP’ye silahla arasına mesafe koyması çağrısı yapanların amacını iyi anlamak gerekiyor. Amaç legal demokratik siyaset ile Devrimci Halk Savaşı stratejisinde mücadele eden PKK’yi karşı karşıya getirmek, Kürt halkının özgürlük mücadelesini zayıflatmaktır. Kusura bakmasınlar, Kürtler yaşamın ve mücadelenin her alanında kendilerini örgütleyip yer alacaklardır. Hem HDP gibi siyasi partilerde demokratik siyaset yapacak hem de PKK öncülüğünde yürütülen varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama mücadelesini yürütecektir. Bu kesimlerin alavere, dalavere Kürt Memed nöbete taktiğinin artık işe yaramayacağını bilmelerinde yarar vardır. Çünkü Kürt Memed artık dağlarda kendisi için nöbet tutmakta, şehirlerde de kendi halkı için mücadele etmektedir.
Yok eğer dediğimiz dedik, illa da Kürtleri ya demokratik siyaset ya da silahlı mücadele ikilemine zorlayıp ikisinden birini seçmelerini dayatacağız diyorlarsa; ilk önce buyursunlar işgalci ordusunu, polis güçlerini, istihbarat ve her türlü savaş-baskı aygıtlarını Kürdistan’dan çeksinler. Başur ve Rojava’daki işgallerini sona erdirsinler. Yani Türk siyaseti ve kurumları silahla aralarına mesafe koyup demokratik siyaseti seçsinler, adil-eşit seçimlerin zeminini oluştursunlar. O zaman Kürtlere de böyle bir çağrı yapma hakları olabilir.
Alişêr PİRAN