3. Dünya savaşının geçtiği alan olan Orta Doğu’daki güçler, çıkarları ve elde edebilecekleri kazançlar üzerinden girişimlerde bulunuyor. Kimi güçler toplumsal çıkarlar için mücadele yürütürken kimi güçler ırksal, mezhepsel ve kişisel çıkarlar peşinden koşuyor. Tüm bunların arasında bir güç vardır ki fikri ve eylemi saydığımız çıkarlar arasında iken eylemi, bu çıkarlar ile herhangi bir yakın ilişiği dahi bulunmuyor. Türk Devleti, iç ve dış siyasetinde Türkiye’deki halkların kazancına göre değil, ABD ve NATO ülkelerinin, diğer zengin ülke ve kişilerin kazancına göre hareket ediyor. Akdeniz’den tutun Karadenize, Marmaraya, Egeye, Suriye’den Libya’ya ve Irak’a kadar izlediği güzergah Türkiye toplumlarına kazandırmıyor. Kendisine biçilen görev, İleri Karakol görevidir.
Türk Devleti’nin demokrasi ve özgürlük güçlerine karşı geliştirdiği saldırılar NATO ve ABD desteğiyle geliştiriliyor. PKK özelinde Kürt Halkına karşı yapılan saldırılar bu güçlerin geliştirdiği plan ve programlar dahilinde gelişiyor. Türk Devleti BM denetimindeki aylardır ambargoda tutulan Maxmur, DAİŞ gibi tüm Dünya’yı tehdit eden çetelere karşı direnerek Irak’ta zayıflatan Şengal ve Halkların Özgürlük teminatı olan gerillaların bulunduğu Medya Savunma alanlarına karşı yapılan hava saldırılarını NATO ve ABD’nin izni olmadan gerçekleştiremezdi. Bu saldırılar gelişmeden önce Türk Devleti ve AB-ABD arasındaki diplomatik trafiğe dikkat eden herkes anlayacaktır ki bu saldırıların izni bu güçler tarafından verilmiştir. Bu saldırıların Ulusal Birlik adımlarının atıldığı ve somut zemine oturduğu günlerde gerçekleşmesi de manidardır.
Türk Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Kürt Ulusal Birliği üzerine yaptığı açıklamanın yapılan saldırılar üzerine gelmeside dikkat çekilmesi gereken bir başka konudur. Saldırılar öncesindeki diplomasi trafiğinin en çok öne çıkan, göze çarpan yüzüdür Çavuşoğlu. Geçmişte Türk Devleti’nin Kürtler arasındaki birleşememenin yarattığı boşluktan Rojava’ya saldırdığı, saldırmak istediği Çavuşoğlu tarafından açıkça ifade ediliyordu. Çavuşoğlu ve Erdoğan Rojava’ya yönelik gelişen saldırılarda sürekli QSD-YPG ve PYD’yi ve diğer tüm siyasi partileri işaret ederek bu güçlerin Rojavayı, kürtleri temsil etmediğini ima ediyordu. Efrin ve Serekaniye’ye yönelik gelişen saldırıların gerekçesi buydu. Türk Devleti’ne göre Kürtleri temsil eden güç Suriye Kürtleri Ulusal Cephesi (ENKS) idi. ENKS ve Kürt Ulusal Birliği Cephesi (ENYK)’deki 29 partinin yaptığı anlaşma Türk Devleti için Kürt Soykırımında kullanacağı gerekçelerin sonu anlamını taşıyor. Türk Devleti’nin Kürtlerin bölgesinde kalmasının, ona bağlı çetelerin bu bölgelerde kalmasının hiçbir gerekçesi kalmıyor. Rojavada gelişen Ulusal Birlik heyecanının Güney Kürdistan’a yansıyacağı öngörüsü ile “Her şekilde hedefimizdirler” gibi bir tehditte bulundu. Türk Devleti’nin sadece Rojava’da değil tüm Kürdistan’da Kürt Ulusal Birliğine karşı takındığı tutum, her mevkiideki bakanlarının yaptığı açıklamalarda ifadesini buluyor.
NATO ve ABD’nin bu saldırılara hangi biçimde müdahil olduğuda başta KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık olmak üzere Kürdistan’daki siyasi partiler, dostları ve aydın kesimlerinin yaptığı analizlerde göz önüne seriliyor. Türk Devleti NATO ve ABD’nin müttefiki bir devlettir. Müttefikliği ileri karakol rolü verilerek kabul edildiği ve Türk Devleti’nin de bunun mükafatı olarak Kürt halkına karşı bu güçlerden saldırı izni aldığı açıktır. NATO ve ABD Orta Doğu’daki tüm toplumları sömürge sistemine müdahil etmeye çalışan ve bu yönlü planlamalar yapan güçlerdir. Bu plan ve projelere karşı örgütlü ve güçlü duruş sahibi olan PKK’dir. PKK’nin bu güçlerin hedefi olması ve gerçekleşen saldırılara gerekli zeminin oluşturulup cephane vb. gibi yardımları sağlaması da NATO ve ABD’nin kürt halkına karşı esas tutumunu ifade ediyor. Özgücü ile yaşamını idame etmek isteyen, sömürü sistemine karşı direnen Kürtler bu güçlerin hedefi olmaktadır.
Kürt Halkı’nın kazançlarını her fırsatta hedefine koyan bu güçlere karşı gelişen direnişler bir başka sahadaki kazanımları koruyabilmiştir. Rojava’da gelişen direniş Güney Kürdistanı korurken Güney Kürdistan’da gelişen direniş de Kuzey Kürdistanı koruyacak, Rojhilat Kürdistanı koruyacaktır. Kazanımların korumasını da Halkların fedai güçlerinin yaptığı bugün Güney Kürdistan’a karşı gelişen saldırılarda görülüyor. Sömürüye karşı direnen güç, kazanımları korumak adına savaşan güç dışında hiçkimse halkın temsiliyetini yapamaz. Nitekim bu saldırılara karşı durmayan güçler kazanımları kolayca hedefe koyan ve bizzat saldıran güçler olmaktadırlar. İleri Karakol devletine karşı PKK’ye sahip çıkan herkes onuruna, kazanımına ve haysiyetine sahip çıkmış olacaktır.
Fırat Ali
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi