Geçen hafta ‘Editörden’ yaptığımız değerlendirmelerde, Kapitalist hegemonyanın türlü oyunları, saldırıları, kendi çıkarları doğrultusunda birbirleriyle düşman görünmelerine rağmen gerçekleştirdikleri ittifak ve çatışmalara değinmiştik. Bu savaş ve özel savaş saldırılarına karşı halkların direnişlerini Kürt Halk Önderi APO’nun 24 yıldır İmralı’da verdiği direnişten ilham aldığını belirtmek gerekiyor. Bunun için de başta Kürt halkı olmak üzere tüm ezilen kesimler direnişlerinin kaynağı olan Önder APO’nun durumunu merak ediyor. Bu çerçevede genel değerlendirmeye geçmeden önce Önder APO’nun son durumuna değinmek yerinde olacaktır.
DİRENİŞ TÜM HESAPLARI YERLE BİR EDİYOR
Önder APO’nun direnişi, uluslararası komplocu güçler, işgalci Türk devleti ve hain-işbirlikçi kesimler tarafından yıldırılmaya, geriletilmeye çalışılmaktadır. İki yıla yakın bir süreden bu yana ise Önder Apo’dan herhangi bir haber alınmamaktadır. CPT’nin gerçekleştirdiği ziyaret ise sadece “yaşıyor” ifadesi ile sınırlı tutulmuştur. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından müebbet cezası verilen tüm insanlara ‘umut hakkı’ adı altında bir hak tanınmıştır. Fakat işgalci faşist Türk devleti yaptığı açıklamada Önder APO’ya ‘umut hakkını’ tanımadığını belirtmiştir. Bunu sıradan bir hukuki karar olarak değerlendirmemek gerekir. Önder APO’nun yaşamı ve mücadelesi bir halkın varlığı ve yaşamı ile özdeşleşmiştir. Önder APO’ya “sen özgürlüğü umut bile edemezsin” demek, Kürt halkına “sen de bir halk olarak özgürlüğünü yaşamayı umut bile edemezsin” demektir. Önder APO’ya karşı böyle bir savaş yürütülürken Kürdistan halkına yönelik de yüzyıldan bu yana planlanmış, örgütlenmiş ve adım adım uygulanmak istenen bir soykırım politikası söz konusudur. Yine faşist şef Tayyip Erdoğan, CHP, kendine solcu-sosyalistim diyen kesimler ve sömürgeci medya, Önder APO’yu karalayarak etkisizleştirmek, tartışılır konuma getirmek için her türlü alçakça politikayı uygulamaktadır. Fakat Önder APO’nun geliştirdiği direniş, tüm bu politika ve hesapları yerle bir etmiş; komplocu İmralı gardiyanları ve sahte solcu kişiliklerin hesaplarını kursaklarında bırakmıştır. Önder APO en amansız koşullarda nasıl direnilir, nasıl yaşanır ve düşman karşısında nasıl savaşılır sorularının cevaplarını bir kez daha kendi kişiliğinde ortaya çıkarmıştır. Önder APO’nun pratiği, devrimci gündemi belirlemede tayin edici olmuştur.
HER ALANDA ÇÖKTÜĞÜ İÇİN BİR ZAFER ALGISINA İHTİYAÇ DUYUYOR
Şüphesiz yukarıda belirtiğimiz durum bölgede yaşanan gelişmeler, savaş ve özel savaş saldırıları ile bağlantısı vardır. Çünkü Önder APO’nun İmralı’daki direnişi başta Kürtlere ve savaş durumunda olan tüm halkların direnişine ilham kaynağı olduğundan, başta işgalci Türk devleti olmak üzere bölgedeki statükocu güçler ve bağlı çeteleri farklı arayışlara gitmek zorunda bırakıldı.
Bu çerçevede soykırımcı Türk devletinin 19 Kasım 2022 tarihinde Rojava ve Başur’a yönelik eşzamanlı olarak başlattığı saldırıları salt İstanbul’daki olaya bağlamak yüzeysel bir yaklaşım olur. Yine bu kapsamlı saldırı bazı çevrelerin iddia ettiği gibi sadece faşist hükümetin seçim hesaplarına indirgenemez. Kuşkusuz faşist iktidar seçime çok önem veriyor ve uzun zamandır Kürt soykırım savaşından sunabileceği bir zafer algısına ihtiyaç duyuyor. Çünkü her alanda çöküyor. Fakat esas olan soykırımcı rejimin Çöktürme Eylem Planını uygulamak için elverişli uluslararası koşullar bulduğunda harekete geçiyor olmasıdır. Rojava’ya yönelik saldırı planını geçen bahar aylarında pratikleştirmek istemişti. Rusya ve ABD’nın bu plana tam yeşil ışık yakmamış olsalar da soykırımcı Türk devletini durdurmak için aktif bir duruş sergilemedikleri görülmüştü. Bu planı asıl engelleyen ise İran’ın özellikle Til Rifat bölgesi özelinde sergilediği sert duruş olmuştur. İran’ın tutuk kaldığı, ABD ve Rusya’nın onayını ise zımni olarak aldığı bu dönemde harekete geçmiş olduğu görülmektedir. Bunu iki hegemonik gücün saldırılar sonrası yaptıkları açıklamalardan görebileceğimiz gibi çok daha öncesinde Ankara’da MİT’in ev sahipliğinde yapılan CIA ve Federal Güvenlik Servisi toplantısından anlıyoruz. Özel savaşın beyni olan MİT’in ev sahipliğinde görüşen bu iki gücün gündeminde bu saldırının olduğunu görmek gerekir. İki hegemonik güçte 3. Dünya Savaşı koşullarında soykırımcı sömürgeci Türk devletini yanında tutmak istiyor. Soykırımcı rejim ise 3. Dünya Savaşı koşullarının sunduğu en ufak olanağı bile Kürt soykırımını tamamlamada değerlendirmek istiyor. Mevcut durumda Rusya da, ABD başta olmak üzere NATO da bu saldırılara gözlerini kapatmaktadır. Bu açıdan hegemonik merkezlerin soykırımcı saldırılara yol verdiğini bilmek gerekir. Yapılan saldırılara asıl onay oradan alınmıştır.
HALKLAR TEK YOLUN DİRENİŞ OLDUĞUNUN FARKINDA
Faşist Türk devleti, kapitalist modernitenin yaşadığı ağır krizi kendisi için fırsata dönüştürüp bölgesel güç olmak istiyor. Bunun önünde Kürt Özgürlük Hareketini en önemli engel olarak görüyor. Bunun için tüm gücünü hareketi tasfiye etmek için seferber ediyor. Herkese de bu doğrultuda tavizler veriyor. Kürt Özgürlük Hareketi ve bölge halkları mevcut konumda bu faşist saldırganlığın en vahşi yönelimlere bile girişebileceğini tahmin ediyor ve devrimci halk savaşı çerçevesinde hazırlıklarını yapmaya devam ediyor. Zaten en son faşist şef Erdoğan BM’ye sunduğu soykırım planında işaret ettiği 30 kilometre hattı bile umursamadan saldıracağını ve tek bir Kürt kalana kadar soykırıma yöneleceğini ilan etmiştir. Ancak faşist rejim her ne kadar öncellikle Kobani, Minbiç ve Şehba’yı işaret etse de sadece bu bölgelerle sınırlı kalacağını düşünmemek gerekir. Bu açıdan bu faşist sürüleri devrimci halk savaşı temelinde gelişecek topyekûn direniş dışında bir şeyin durduramayacağını bilerek, dönem görevlerine yüklenmek gerektiğinin farkındadır. Ancak gelişecek topyekûn direniş emperyalist odakların tutumunu değiştirebilir. Bu açıdan faşizmin kırılgan bir eşikte durduğunu görmeliyiz. Bugün ona onay verenler ve soykırım planına destek olanlar, halkın bu denli direnişini gördüklerinde ve faşizmin somut yıkıldığına dair işaretler aldıklarında, sadece onu terk etmeyecekler, bir darbe de vurmak için birbirleriyle yarışacaklardır.
DİRENİŞİ TÜM ALANLARA YAYMAK
Her şeyden önce son bir yılda değişen dinamikler ve içeride yaşadığı ekonomik ve siyasi çöküş, AKP-MHP faşizminin tümden aşılmasının olanaklarını doğurmuştur. Başur’da gelişen gerilla direnişi bunun bir yanını oluştururken Rojava’ya olası bir saldırısı, yaratacağı tehditle beraber bu olanağı daha da mümkün kılacaktır. Fakat burada esas mesele Zap, Avaşin ve Metina’da gelişen Önder APO çizgisindeki direniş iradesiyle ortaya çıkan-çıkacak sonuçları mücadelenin toplumsal, siyasal, sanatsal ve diplomatik tüm alanlarına direnişi yayma temelinde genelleştirebilmeyi başarmaktır. Bu iradenin ortaya çıkardığı gelişmeler topluma mal edilir ve gerekli ittifaklar sağlanırsa belki de her zamankinden daha fazla faşizmin kırılma ve tüm işgal bölgelerinin özgürleştirilme imkânını yaratacağı açıktır. Faşist Türk devleti, yeni alanları işgal edeceğim umuduyla giriştiği hareketten büyük bir çöküşle çıkabilir. Bu saldırıların aynı zamanda bu zemini de açığa çıkardığını görmek gerekir. Zap’ta ve Mersin’de bir kez daha sergilenen APOCU fedai direniş ruhunun, Rojava boyunca pratikleşmesiyle zafer tahmin edilenden daha çabuk gelebilir. Yeter ki herkes devrimci halk savaşı temelinde direniş görevlerini layıkıyla yerine getirsin. Bu durumda faşist TC’nin eski deyimle “kağıttan kaplan” olduğu anlaşılacaktır.
KDP IRAK VE BAŞÛR’UN ÖSO’SU OLARAK SEÇİLMİŞTİR
Soykırımcı rejimin saldırıları diğer saldırılarıyla kıyaslanamayacağı gibi, sergilenen amansız direnişle alınan sonuçlar da bambaşka bir içeriktedir. Soykırımcı rejim 2023 hedeflerine ulaşmak için Çöktürme Planını devreye koymuş, bu hedef ve planına yerel, bölgesel ve küresel düzeyde destek olacak güçleri örgütlemiş böylece Lozan’ın yüzüncü yılında ‘bin yıllık tarihlerinin en büyük belası’ saydıkları Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye ederek hem yeni bir kurtuluş günü ilan etmeyi hem de Misak-i Milli’nin sınırlarını yeniden çizmeyi devlet stratejisi ve politikası olarak belirlemiştir. KDP’yi bu politikasında Irak ve Başur ÖSO’su olarak seçmiştir.
YNK’yi de savaşın bir tarafı haline getirmek için halen uğraşıyor. Ayrıca daha önceki işgal operasyonlarında bir şekilde tavır gösteren BAE ve Arabistan gibi devletlerinin sesini ABD’nin de yardımıyla tümüyle kesememiş olsa da kısmıştır. İsrail’in ise bu plana tam destek verdiğini ifade etmek gerekir. Bu tabloya ABD onayı ve desteği de eklenince tehlikeli bir panorama açığa çıkmaktadır. Rusya’nın son dönem ilişkilenme stratejisi adeta tıkanan faşist rejime nefes olmuştur. Ancak Faşist Türk devletinin bu politikalarına karşı olan kesimler de vardır. Kazimi’nin işbirlikçi tavrına karşılık Irak içerisinde başta Şii gruplar başta olmak üzere ciddi bir kesim işgalci ve soykırımcı Türk devletinin politikalarının Irak’a da vereceği zararı görmektedir. Yine İran Ortadoğu’nun neredeyse her yerinde rekabet etmesi nedeniyle sömürgeci Türk Devletinin Başur’a bu denli yerleşmesine karşıtlığını çeşitli biçimlerde göstermektedir.
DİRENİŞ BELİRLEYİCİ OLACAKTIR
Yine Rusya’nın Zap-Avaşin işgal saldırısının kendisine karşı alternatif fosil yakıtları için güzergah oluşturma projesi kapsamında uluslararası meşruiyet oluşturduğu için Ukrayna açmazından yakasını kurtarabilirse belirgin bir itiraz koyması ciddi bir olasılıktır. Yani soykırımcı Türk devletinin aldığı destek kalıcı değil, kırılgandır ve her an ters tepme potansiyelini taşımaktadır. Bunda direniş tayin edici nitelikte bir rol oynayacaktır. Sömürgeci Türk devletinin saldırılarını yaygınlaştırıp-yaygınlaştırmayacağını direnişin boyutu belirleyecektir. Tüm olasılıklar gözetilerek şu anda üzerinde saldırıların yoğunlaşmadığı alanların şimdiden gerekli hazırlıkları yapması gerekmektedir. Yine karşı saldırılarla, düşmanın yoğunluğunu bozmak için geliştirilecek eylemler, her zamankinden daha fazla zorunluluk arz etmektedir.
ORTADOĞU’NUN GELECEĞİNİ BELİRLEMEDE ROL ALMAK
Soykırımcı Türk devleti, alandaki gerilla direnişini kıramazsa başına nelerin geleceğini bildiğinden, en ağır kayıpları göze alarak, her türlü savaş suçunu işleyerek saldırmaktadır. Kimyasal silahlara başvurmakta, kendi askerlerinin cenazelerini yakacak kadar vahşileşmektedir. Aynı vahşeti Rojava’da sergilemektedir, daha fazla da sergileyebilir. Bu açıdan Zap ve Avaşin güçlerinin sergiledikleri direniş ile yürüttükleri savaş, sadece Kürt halkının ve PKK’nin kaderini belirlemeyecek, faşist TC’nin kaderini de tayin edecek ve Ortadoğu’nun geleceğini belirlemede rol oynayacaktır. Bu tarihsel göreve Rojava devrimci güçlerinin tutumu da şimdi eklemlenmiş durumdadır.
MERSİN’DEKİ EYLEM TC’NİN YARATTIĞI HER ŞEYE HAKİM İMAJINI YERLE BİR ETTİ
Gerilla direnişinin bu denli yaşamsal olduğu bir dönemde PKK fedailiğinin Zilan çizgisi kendini bir kez daha Mersin Mezitli’de Sara ve Ruken yoldaşlar ve geliştirdikleri eylem şahsında gösterdi. PKK’nin yenilmezliğinin garantisi, özgürlük mücadelesinin mayası olan fedailiğin, Kürt halkının toplumsallığını tekrardan canlandıran rolü açığa çıkmıştır. Bu eylem sadece faşizmi sarsmadı, aynı zamanda onun kara propaganda ile yarattığı ‘her şeye hakim’ imajını da yerle bir etmiştir. Güçlü görünürken bile ne kadar kırılgan olduğuna herkes tanık oldu. Faşist şefler haftalarca bu eylemin etkisini azaltamadılar, izah getirmeye çalıştıkça daha da teşhir oldular. APOCU fedailiğin aşamayacağı engelin olmadığını bir kez daha gösteren bu eylem, aynı zamanda Devrimci Halk Savaşı stratejisinde düşmanı vurmada önemli taktiksel bir zirve olmuştur. Zap ve Avaşin’de bataklığa saplanan düşman bunu kendi kamuoyundan gizleyerek saldırılarını zamana yayabiliyordu, ancak Sara-Ruken fedailiği savaş gerçekliğini tekrardan herkesin gündemine getirdi ve bu savaşa karşı tutum almaya zorladı. Faşist iktidarın sözde muhalifi olan blokun yarattığı tartışma ve demokratik siyaset cephesinde bu blokun ardına takılan kesimlerin aymazlığı ve oportünizmi, direniş cephesinde ideolojik mücadelenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha açığa çıkarmıştır.
Özetleyecek olursak: 3. Dünya Savaşı bugün-yarın bitecek veya kimi diplomatik ilişki ve ittifak ile Bakur’da, Rojava’da, Başur’da ve Şengal’de erken çözüm gerçekleşecekmiş gibi bir yanılgıdan kendimizi hızla kurtarmalıyız. Artık dünya genelinde yaygınlaşan ve derinleşen saflaşma ve çatışmaların önümüzdeki yıllarda da süreceğini öngörmek yanlış olmayacaktır. Öngörmek önemli, fakat ondan daha önemlisi bölge halkların her kurum ve bireylerin bu amansız, yıkıcı savaş ortamında kendini savaşan halk gerçekliğine göre örgütlemesidir.
Tüm bunlar halkların mücadelesinde meşru savunmanın belki de hiç olmadığı kadar önem kazanmasına ve her zaman yaşamsal olan öz savunmanın olmazsa olmaz bir boyuta gelmesine yol açmıştır. Artık Avrupa’dan Güney Amerika’ya her yerde demokrasi güçleri öz savunmalarını geliştirebildikleri oranda kendilerine özgür yaşam alanı açabilirler. Ortadoğu’da ise etkili olmak için güç olma zorunluluğu her zaman şarttı, günümüzde ise farz olmuştur.
EDİTÖRDEN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi