15 Ocak 2016 Cuma Saat 12:56
Suriye ve Irak’taki savaş derinleştikçe diğer Orta Doğu
ülkelerinde yayılmaya başlamakta. Yemen, Lübnan, Libya, Suudi Arabistan, Tunus
ve Türkiye’nin de dahil olduğu Orta Doğu’daki savaş yayılmaktadır. ABD ve Rusya
Suriye hakkında Cenevre, Viyana ve New York’ta diplomatik görüşmelerini
sürdürürken, Suriye’de DAİŞ üzerinden stratejisini geliştiren Türkiye Rojava’ya
karşı yürütmüş olduğu savaşı kaybetmesi ile birlikte Bakuré Kurdistan’da kendi
sınırları içinde bu savaşı sürdürme kararını almıştır. Bu anlamda Bakuré
Kurdistan’daki ‘Öz Yönetim’ ilanlarına karşı AKP’nin faşizan bir savaş ile
cevap vermesi Rojava’da uğradığı yenilgiyle bağlı olarak değerlendirilmesi
gerekiyor. Türk Devleti başta Kürt halkına karşı Orta Doğu’da etnik çelişkileri
derinleştirerek, PKK’ ye karşı savaşını sürdürüp Kürt Halkının imhasını
çabalamakta. Suudi Arabistan ve İran da
ise Sünni-Şii mezhebi çelişkiler derinleşmekte. Bunlara Uluslararası
güçlerin bölgedeki güçler üzerinde geliştirmek istedikleri politikalar ve buna
bağlı ABD ile Rusya arası cephenin keskinleşmesi eklendiğinde ortaya kaos
çıkmaktadır. Bu kaos ortamında kim en doğru hamleleri yaparsa büyük kazanan olarak
ortaya çıkar.
Orta Doğu’nun
Mezhepsel Çatışmaya Sürüklenmesi, Suudi Arabistan İle İran Egemenlik Kavgası Ve
Bunda Türkiye’nin Konumu:
Orta Doğu’da İslam’ın kuruluş dönemlerinden bu yana tarihi
bir boyut taşıyan mezhebi çelişkiler İran ve Suudi Arabistan tarafından
derinleştirilmektedir. İki Güç Orta
Doğu’da hakimiyet savaşı yürütmektedir. Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’daki
çatışmaların mezhepleşmesinde iki devletin rolü açıkça ortadadır. Bu temeldeki
son gelişme olarak Suudi Arabistan’da 47 Şii mezhep üyesinin idam edilmesi
Şii-Sünni çatışmalarını kışkırtma amaçlı gerçekleşti. Yapan güçleri bu
çelişkisinin derinleştirme çabalarında
bulunmaktalar. İran Orta Doğu’da Şii’ler üzerinden hegemonyasını kurmuş
olurken Suudi Arabistan Sünni kesimler üzerinden hakimiyet geliştirerek etki
alanını genişletmeye çabalamakta. Aynı zamanda iki ülke üzerinden Uluslararası
Güçler de kendi sömürgeci projelerini geliştirme çabalarında oldukları
belirtilmesi gereken bir hususdur. Suudi Arabistan ABD’nin stratejik bir
bileşeni, hatta ABD ve AB denetimi altına hareket etiğini söylene bilinir. İran
ise Rusya ve Çin ile ortaklıkta bulunmaktadır. Ancak İran Suudi Arabistan kadar
dışarıdaki güçlere bağlı değil. Uygulanan ambargolardan dolayı İran kendi
ihtiyaçlarını karşılıya bilmek için kendi üretim, teknoloji ve bilimini
geliştirdi. Suudi Arabistan ise ancak petrolünü satarak dehşet bir tüketim
kültürü geliştirdi ve dış güçlere bağımlılığını artırdı. Ayrıca Türkiye ve
Mısır’dan sonra Suudi Arabistan ABD ve AB için yakın tarihte Orta Doğu
projelerini geliştirmek için siyasi merkez konumundadır. Bu temelde bir
Rusya,İran, Irak ve Suriye Şii cephesi karşısında ABD, AB, Suudi Arabistan,
Katar, Türkiye ve Ürdün cephesi ortaya çıkmaktadır. Ancak bu iktidar savaşın tek Orta Doğu’yu
parçalama planlarına hizmet ettiği bilinmesi gerekiyor. Bu Irak ve Suriye sonrasında Yemen’de en açık
bir şekilde görülmektedir. Yemen bu mezhep çatışmasının en açıkça yürütüldüğü
ülke konumuna gelmiştir. Özellikle Suudi Arabistan ve İran arası çelişkilerin
de en açığa çıkaran ülke olmuştur. Şii gruplar tarafından Yemen hükumeti
devrilip kendi egemenliklerini kurduktan sonra Suudi Arabistan hem hava
saldırılar ile hem El-Nusra çetelerini destekleyerek İran’ın Yemen’de hakimiyet
alanını genişletmesini var olan gücüyle engeleme çabalarında bulunmaktadır.
Türkiye’nin de bu konumda belirleyici rol oynamakta. Suriye’nin Riyad kentinde
ilan edilen ”İslam Koalisyonu” adındaki Ehrar el-Şam, El-Nusra ve benzeri
çete gruplarından oluşan yeni çete grubunun oluşmasında Türkiye belirleyici rol
oynamaktadır. AKP’nin ”Yeni Osmanlı” adına Sünni güçleri üzerinden kendi
hakimiyetini geliştirip Orta Doğu’da belirleyici aktör olma isteğindedir. Ancak
Türkiye’nin ”İslam Koalisyonu” ile gerçekleştirmek istedikleri Suudi
Arabistan gibi İran’a karşı sınırlı kalmamaktadır. Türkiye Suriye’de başta
Rojava’ya karşı yeni saldırı planlarını yapmaktadır.
Türkiye’nin Suriye
Politikalarında Çözümsüzlüğü Ve Rojava’ya Karşı Yeni Savaş Projeleri:
Suriye ve Irak’taki savaşta başından beri Türkiye’nin de
dair olduğu bugün açıkça ortadadır. 2012 ‘Arap Baharı’ sonrasından ‘Yeni
Osmanlı’ projesi hayalleri çerçevesinde Suriye ve Irak’ta DAİŞ’i destekleme
stratejisi ile yola çıkan Türk Devleti ve AKP Hükumeti, bugün zamanında
İngilizlerin çöküşü ile karşı karşı kalan Osmanlı İmparatorluğuna karşı
kullandığı ‘Bosporuz’daki Hasta Adam’ durumuna çok benzemektedir. Türk Devleti
Suriye’de Kürt Halkının kazanımlarını yok etmek için DAİŞ çetelerini her koşul
ve her konumdan destekleyerek tüm kaba gücüyle topyekun bir savaş
sürdürmekteydi ve sürdürmektedir. Kendisini Kürt Halkının İnkarı üzerinden inşa
etmiş olan Türk Devleti Faşizmin körlüğü ile ‘imha modundan’ başka bir yöntem
göremezken diplomatik alanda da körlüğe maruz kalmıştır. Türkiye Uluslararası
alanda ilişkilerinde büyük sorunlar ve yalnızlık yaşamaktadır. ABD öncülüğünde
Koalisyon Güçleri YPG ve YPJ güçlerini desteklerken, Türk Devleti DAİŞ
çetelerini desteklemeyi sürdürmüştür. NATO birleşeni olan Türk Devleti böylece
ABD ile stratejik çelişkiler de yaşamaktadır. Rusya’nın Suriye Rejimini
destekleyerek Suriye’de DAİŞ çetelerine ve diğer çete gruplarına karşı
saldırılar düzenlemesinden dolayı Suriye’de etkisini yitiren Türk Devleti Rus
uçağın düşürülmesini planlayıp, NATO ve Rusya’yı karşı karşıya getirme
çabaladı. Bu çaba ise hem NATO hem Rusya tarafından diplomatik ilişkiler ile
boşa çıkarıldı, ancak Türk Devleti’nin böylesi bir hata yapması Rusya’nın
istihbarat anlamda Türkiye’ye karşı savaş açmasına neden oldu. Rusya’nın
Türkiye’nin DAİŞ çeteleri ile petrol ilişkileri hakkında bilgi paylaşımlarında
bulunması 2014 Kobanê savaşında da açıkça ortaya çıkan AKP-DAİŞ ilişkisini
göstermektedir. DAİŞ çetelerin tüm dünya kamuoyunda bir ‘terör örgütü’ olarak
kabul görülmesinden dolayı Türkiye açıkça yardımlarını yapamaz duruma
düşmüştür. DAİŞ gittikçe alan kaybetmesi ile birlikte Türk Devleti yeni taktik
adımlarda bulunmaktadır. Türk Devleti dışında Katar ve Suudi Arabistan’ın da
DAİŞ çeteleri üzerinden geliştirmiş oldukları planlarını
gerçekleştirememesinden dolayı Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da ‘İslam
Koalisyonu’ adında DAİŞ’in dönüştürülme ve dünya kamuoyunda yeni kabul görmüş
inandırıcı bir güç yaratmak amaçlanmaktadır. Sünni güçlerden oluşan ‘İslam
koalisyonu’ üzerinden Türkiye Rojava’ya yönelik yeni saldırı planları
düzenlemektedir. Bu kes daha ince bir şekilde bu planlarını gerçekleştirmeye
çalışmaktadır. Türk Devleti bu anlamda Suriye’de savaşın devam etmesi için her
çabada bulunurken aynı zamanda bu kez Rojava’ya yönelik sadece kaba güç ile
değil aynı zamanda siyasi girişimlerde özellikle KDP’nin Suriye uzantısı ENKS
üzerinden bulunacağı beklenmektedir.
Efrin Ve Kobane
Kantonların Birleşmesi Ve Türk Devletin Orta Doğu’da Stratejik Konumunu
Kaybetmesi:
Rojava’da Demokrasi ve Özgürlük güçleri Rojava Devrimi
öncülüğünde birçok kazanım elde ederken, birçok alan henüz
özgürleştirilmemiştir. Kobane Savaşı
sonrasında Cizire ve Kobane Kantonları birleştirilirken, Efrin Kantonu ve
Kobane Kantonu arası hat halen DAİŞ, El-Nusra ve Ehrar el-Şam çetelerin
elindedir. Baas Rejiminin ‘Arap Kemeri’ adındaki demografik politikaları
temelinde Kürt halkını parçalamak için Arapları yerleştirmesi nedeniyle bu
sınır hattında etnik karışık bir yapı ortaya çıkmaktadır. Bu bölgede bulunan
Cerablus’un Türkiye için konumu ise oldukça stratejik olmaktadır. Cerablus’dan
Rakka’ya ulaşıp kendisinin hem siyasi hem ekonomik anlamda Halep, Bağdad ve
Musul ile Orta Doğu’ya açılımını sağlayan kapısıdır. Eyn İsa’nın YPG güçleri
tarafından özgürleştirilmesinden sonra Cerablus Türkiye’nin Orta Doğu’ya
ulaşabilecek tek kapısı olarak kalmıştır. Türk Devleti Kürt düşmanlığından
dolayı PYD ile işbirliği bile düşünemezken ancak var olan gücüyle bu sınır
hattını DAİŞ ve diğer çete grupların elinde kalmasını sağlamaya çabalıyor. Bu
bölgenin Rojava sistemine dahil edilmesi Türk Devleti’ne kendi bakış açısından
‘yeni bir yenilgi’ anlamına gelmektedir. Ayrıca bu konuda Türkiye üzerinden
NATO, bu temelde Batılı Güçlerin’de, Türkiye’nin bu sınır hattına kaybetmesine
sıcak bakmamaktalar. Türkiye NATO için her zaman stratejik bir birleşeni olarak
Orta Doğu’ya giriş kapısını oluşturmaktadır.
Türkiye’nin Avrupa ve Orta Doğu Kültürünü taşıyan ikili yapıya sahip
olması Batılı güçlerin Orta Doğu’ya yönelik çıkar politikalarının uygulamasını
kolaylaştırmaktadır. NATO, Türk Devleti’nin bu kapısını kaybetmesi ile birlikte
kendisinin de Orta Doğu’ da konumunu zayıflayacağına inanmaktadır. Bu ise NATO’nun
baş rakibi Rusya’nın işine yaramaktadır.
Suriye Demokratik Güçleri bu sınır hattını da özgürleştirip
Rojava Kantonlarının birleştirilmesini sağlamak zorundadır. Rojava’da başlamış
olan Suriye Demokrasi Devrimi yayılmak zorunda. Üç kantonun birleştirilmemesi
var olan kazanımlar ile sınırlı kalma anlamına gelmektedir ve bir süre sonra bu
gerilemelere de yol aça bilir. Suriye’de savaşın ilerlemesi ile var olan güçler
arasında Rojava’nın Suriye’de demokratik muhalif güçlerin merkezi olma konumuna
geldiği görünmektedir. Suriye Demokratik Meclisi (MSD) bu anlamda stratejik
değer taşıyan önemli bir adım olmaktadır. MSD doğru bir siyaset ile
Uluslararası çapında Demokratik Suriye’yi temsil etme konumuna gelebilir.
Uluslararası anlamda MSD’e yönelik ilgide bunu göstermektedir. MSD’in
birleştirici ve tüm Suriye’yi temsil etme gücüne sahiptir. Buna ne Türkiye,
Katar, Suudi Arabistan desteği ile katliamlar uygulayan çeteler sahiptir, ne de
despotik Suriye Rejimi. MSD milliyetçilik ve mezhepçiliye karşı olmasından
dolayı bu zihinsel hatalıklardan dolayı açılan uçurumu kapata bilme özelliğine
sahiptir ve tek güç olarak Suriye’de bu boşluğu doldurmaktadır. MSD’in
Suriye’de konumunu geliştirmesi Kürt Özgürlük Hareketi için’de Orta Doğu’ya
açılması anlamına gelmektedir. Türk Devleti için ise bu Orta Doğu’da yeni bir
gerileme anlamına gelmektedir. Kürt Özgülük Hareketi kazandıkça Türk Devleti
kaybetmesi bine AKP’nin politikalarında yapmış olduğu hatalardan
kaynaklanmalıdır. AKP, 2013 Önder Apo tarafından başlatılmış olan Kürt Sorunu
ve Türkiye’nin demokratikleşmesine ilişkin siyasi çözüm yol haritasına ciddi
yaklaşmaması, savaşı Bakur’da durdurup Rojava’da DAİŞ çeteleri üzerinden
sürdürmesi ve son olarak 2014 MGK toplantısında ”PKK Tasfiye Etme” kararını
alıp 4 Nisan 2015 sonrası Önder Apo üzerinden tecrit koşulları ağırlaştırıp
savaş sürecini başlatıp kendi varlığını sürdürmek için Kürt Halkını İnkar etme
politikasını derinleştirmiştir. Bunu hem Bakur hem Rojava’ya yönelik
sürdürmektedir. Bundan dolayı Rojava’nın her kazanımı Türk devletinin kaybı
anlamına gelmektedir. Ancak zamanında Türk Devleti Türkiye’nin
demokratikleşmesine yol açıp kendisini dönüştürseydi Rojava ile ilişkiler
geliştire bilirdi ve Orta Doğu’da stratejik konumunu yitirme kaygısını da
yaşamazdı. Ancak Faşist doğası gereği Türk Devleti Kürt inkarı dışında başka
bir politika düşünememektedir. Bunun değişeceği artık zor düşünülmektedir. Türk
Devleti Rojava’nın bir bütünlüğüne kavuşmasını da enselemeyecektir.
‘Öz Yönetimlerin’
İlanları, Türk Devletin Çözümsüzlüğüne Alternatif Olarak Özgür Kürdistan’ın Ve
Yeni Bir Türkiye’nin İnşası:
24 Temmuz’da Türk Devleti’nin PKK ve Kürt Halkına karşı
başlatmış olduğu savaşın Rojava’daki savaşın devamı olarak görülmesi gerekir.
AKP’nin Rojava’da DAİŞ üzerinden başaramadığını kendi sınırları içinde Tüm
Ordusu, Askeri, Polisi ve Özel harekatçıları ile gerçekleştirme çabalarındadır.
Amaç, PKK ve Kürt Halkına Sri Lanka’nın Tamillere uygulamış olduğu ‘Tamil
Çözümü’ adında katliam ve tümden imha etmek olmaktadır. Başta Sur, Cizir,
Nisebin, Kerboran ve Silopi olmak üzerinden Türk Devleti yoğun saldırılar
düzenlemekte. Türk Devleti’nin Kürt sorununu çözme tavrı tarihte hep görülmüş
olduğu gibi katliam ve soykırım inkarı iken, asıl bu tarihi değiştiren hamle
bölgedeki Kürdistan halkının ilan etmiş oldukları ‘Öz Yönetimlerin’de’
yatmaktadır. Devlet Çözümsüzlüğüne karşı geliştirilmiş olan Özerklik, Kürt
sorununa çözüm oluşturmaktadır. Kürt haklının en doğal hakkı olan kendisini
yönetme hakkına sağlarken diğer Türkiye ve Orta Doğu halkları ile beraberlikte
bir yaşamın kıvılcımları olmaktadır. Bu çerçevede AKP çetelerine karşı direniş
sergileyen ‘Öz Yönetim’ çerçevesinde kendisini bir sel dalgası gibi ilan eden
Öz Savunma Birimleri (Yekineyen Parastınen Sivil-YPS) Türk Devletini büyük
zorluklara sokmaktadır. Rojava’da DAİŞ ile başaramadığını Türk Devleti, Ordusu
ile Bakur’da başaracağından emindi. Ancak Türk Devleti yürütmüş olduğu iç
savaşta büyük zorluklar yaşamaktadır. Artık hiçbir şey Kürtlerin Özgürlük ve
Demokrasi özlemlerini bastıramayacağı açıkça ortada olmaktadır. Birçok güç
kendi çıkarlarını Orta Doğu’da buna göre şekillendirme çabalarında iken Türk
Devleti kör Faşist Özünü ortaya çıkarmıştır ve bunu görememektedir, ya da kabul
edememektedir. Bu artık açıkça görülmektedir. ‘Öz Yönetimlerin’ büyümesi, tıpkı Rojava’daki gibi Türk
Devleti’nin kül olmasını sağlayacak. Ancak bu kül’den aynı zamanda yeni bir
Türkiye’nin inşası gerçekleşecek. Türk Devletin çözülüşü Türkiye’nin yeniden
doğuşu ve özünün ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Tek Tip Faşist Türk
Devleti yerine Farklılıkların Kaynaştığı bir Türkiye oluşacaktır. Ancak bunun
gerçekleşmesi Türkiye Halklarının Bakuré Kurdistan’da ‘Öz yönetim’ ilanlarına
sahip çıkmasıyla ve bu temelde kendi demokrasi ve özgürlük direnişini yükseltmesine
bağlıdır. Bunun zemini HDK ve HDP’de görülmektedir.
Başkanlık Sistemi Ve
Türkiye’yi Dönüştürme Projesi:
Türk Devleti ve AKP’nin Başkanlık sistemini ve Yeni Anayasa
dayatmalarını başta Orta Doğu’da yaşanan süreçten kopuk ele almamak gerekiyor.
Egemen Devlet Siyaseti iç ve dış politikayı birbirinden kopuk ele alması
gerçeklerin üstünü kapatmak kendi çıkarları temelinde parçalı bakış açısı
yaratmak için yapmaktadır. Orta Doğu’da yaşanan süreci bir kaos aralığı olarak
tanımlamak gerekiyor. Yaşanan süreçte Bölgedeki Devletlerin eski statülerinde
kalmayacakları şimdi Suriye ve Irak’ta görülmektedir. Hangi güç kendini
yenileyip doğru taktik ve stratejiler ile hareket ederse kazanımlar elde edecek
yapamadığı sürece ise yenilgilere uğrayacak. Bu temelde Türk Devleti’de
varlığını koruya bilmesi için ve etki alanını genişletmek için kendisini
değiştirme gereğini görmektedir. Türk Devleti AKP ve Erdoğan’ı seçerek Orta
Doğu’da etkisini kaybetmemek için çareyi otoriteleşmede görmektedir. Bu kararın
benzerini Alman Devleti 1933’de Adolf Hitleri Weimarar Cumhuriyetin Başbakanı
yaparken vermişti. Avrupa ve dünya kapsamında yaşanan kaos aralığında faydalı
çıkmak için Alman Devleti tarihin en büyük görmüş olduğu Faşist sistemini ilan
etti. Türk devletin bugünkü seçimi buna benzemektedir. Hem Başkanlık Sistem ve bununla birlikte Yeni
Anayasa tartışmaları temelinde Türkiye’de, sadece sol, sosyalist ve demokrasi
güçleri değil, AKP’ye karşı eleştiride bulunan herkese karşı talan ve baskı
uygulamaktadır. AKP savaş ilanını sadece Kürtler ile sınırlı bırakmayacak. AKP
Türkiye’deki kendisi dışında tüm kesimlere savaş açma planlarını yapıyor. Yeni
Anayasa temelinde yerel yönetimlere ilişkin yasalar da bunu göstermektedir.
Yerel Yönetimlerin etkileri kısıtlanarak, merkezleştirilmesi hedeflenmektedir.
Farklılıklar dolu Türkiye ve Kürdistan tek tip Sünni bir Türk Devletine
dönüştürülmek isteniyor. Ancak Türk Devleti ve AKP kendi projesini de başarılı
gerçekleştirmekte zorluk yaşıyor. AKP Başkanlık Sistemi derken nasıl bir
Başkanlık sistemi olduğu halen somutlaşmış değil ve bunun cevabını
verememektedir. Aynısı Yeni Anayasa için de geçerli. Ancak tek net olan husus,
ne Kürt halkının, ne de Demokrasi isteyen diğer halk ve inanç kesimlerin yeri
vardır. Mecliste yer alan HDP’nin anayasa tartışmalarından dışlanması bunu
açıkça göstermektedir. Ancak AKP’nin böylesi devam etmesi sadece Kürdistan’da
direnişi değil Türkiye’nin metropollerinde de bir iç savaşın başlamasını
tetikliyor.
KDP’nin PKK
Düşmanlığı Kürt Halkı’nın Çıkarlarına Ters:
Türkiye, Suriye, Bakure Kurdistan ve Rojava’daki gelişmeler
Başure Kurdistan’da da etkisini göstermektedir. PKK ve Kürt Özgürlük
Hareketi’nin Yükselişi AKP’nin düşüşünü getirmesi ile, KDP ve Mesut Barzani’nin
düşüşünü de beraberinde getirmektedir. KDP ve Barzani’nin PKK düşmanlığı bunun
baş sebebi olmaktadır. Türk Devleti ile, başta pertol olmak üzere, yoğun ticari
ilişkilerde bulunan Barzani, PKK, Şengal’de bulunan HPG gerillalarına ve
Rojava’ya karşı’da inkar politikalarını sürdürmektedir. Ancak bu karakterinden
kaynaklanan tutumların Kürt Halkı’nın çıkarlarına karşı ters olduğu açıkça
ortadadır. Şengal’de ki KDP politikaların iflası ve Türk askerlerin Başure
Kurdistan’da konumlandırması bunu
kanıtlamaktadır. KDP’ye karşı tepkiler Başure Kurdistan halkında da
gelişmektedir. Barzani en az AKP kadar PKK’nin tasfiye olmasını istemektedir.
Bu anlamda Türk askerlerinin konuşlanması Medya Savunma alanlarına yönelik bir
saldırı planı kapsamında gerçekleşti. Böylece KDP sadece ekonomik değil askeri
anlamda da Kürt Halkına soykırım uygulayan Türk Devleti ve AKP ile işbirliği
yapmaktadır, hatta ona muhtaç ve bağımlı olma durumundadır. Bu anlamda son
dönemlerde KDP tarafından gündeme getirilen ‘Bağımsız Kürdistan Referandumu’
bunların üstünü örtme amaçlı olmaktadır. Zaten
KDP tarafından hem siyasi hem ekonomik kriz Başure Kurdistan’da devam
ederken, Başure Kurdistan KDP ile YNK arası parçalanmışken, bir referandumun
gerçekleşmesi inandırıcı olmamaktadır. KDP’in bütünleştirici özeliğe sahip
olmaması ve aşiretçi zihniyetini sürdürmesi buna neden olacaktır. ABD
tarafından KDP öncülüğünde bir ‘Kürt Devleti’ Irak’ı üçe bölme politikaları
temelinde düşünülmektedir. Ancak KDP’nin Kürdistan’ı ne bağımsız ne özgür
olabilmektedir. NATO’ya üye edilip NATO’nun doğu cephesi olacaktır. Ancak
KDP’nin bu temelde bile siyaset yürütme yeteneğinden yoksun olduğu
görülmektedir. KDP’nin bu çerçevede PKK düşmanlığını gelecek dönemlerde
sürdüreceği açıktır. Ancak bunu sürdürür ise kaderi AKP’ninkine benzemekten
öteye gidememekte. KDP bu anlamda varlığını sürdürebilmesi için Kürt Halkı’nın
çıkarları temelinde bir dönüşüm gerçekleştirmek zorundadır.
Sonuç Yerine
Orta Doğu’daki gelişmelerde Uluslararası Güçlerin
belirleyici payı vardır. Bir yandan Viyana, Cenevre ve New York’ta yapılmış
olan görüşmelerde Rusya ve ABD’nin Orta Doğu hakkında diplomatik ilişkilerde
uzlaşmalara varıldığı görünürken, savaşın yaşandığı bölgelerde özellikle Türk
Devleti’nin Rus uçağını düşürmesinden sonra NATO ve Rusya arası cephenin
keskinleştiği görülmektedir. ABD, AB ile Rusya Suriye’de Geçiş hükümeti
kurulması ve yeni seçimler yapılması konusunda anlaşmanın çözüm gücü
sorgulanmalıdır. Libya bu anlamda örnek olarak görülebilir. ABD İngiltere ve
Fransa benzer stratejiyi Libya üzerinden uygulayıp yeni bir Hükümet ile Libya’nın
parçalanması ve savaşın derinleşmesini sağladı. Rusya da Suriye’deki etkisini
kolayca ABD’ye teslim etmeyip Esad gitse bile kendi çıkarları çerçevesinde
hareket etmeye devam edecektir. Bu anlamda Suriye’deki savaşın durdurulmasını
ve demokratikleşmesini bu anlaşmaya bağlamak doğru değildir. Bunu ancak
Suriye’deki Demokrasi güçleri kendisi uygulaya bilir. Bunu ancak askeri anlamda
QSD güçlerinin ilerlemesi ve siyasi alanda MSD’in genişlemesi gerçekleştirebilir.
Bu anlamda uluslararası güçlerinde bunun farkında oldukları MSD ve QSD’ye
yönelik ilgilerinden görülmektedir. Suriye için şu söylenebilir ki üç çizgi
savaşmaktadır. ABD, Rusya ve Demokrasi çizgisi olarak MSD. Orta Doğu’daki
gelişmelerin bir bütün olarak birbirine bağlı olduklarını ve bunların
merkezinde Kürdistan yattığını belirtmek gerekiyor. Bir yandan Türkiye PKK’nin
imhası için savaşı derinleştirirken ABD ve NATO güçleri çıkarları temelinde
Orta Doğu’yu yeniden tasarlamaktadır. Suriye ve Irak’ı mezhepsel ve etnik
olarak üçe bölmeye çabalamaktalar. Bunu Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye
üzerinden gerçekleştirme çabalarındalar. Diğer tarafta ise Rusya statükocu
devlet güçlerinin ayakta kalmasını sağlama çabasındadır. Başta buna Suriye,
Irak ve İran dahil olmaktadır. Ancak PKK öncülüğünde gelişen bir Demokrasi
Hareketi Orta Doğu Halkları arasında yayılmaktadır. Üçüncü çizgi olarak gelişen
Orta Doğu halklarının demokrasi talepleri PKK ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin
ilerlemesine bağlıdır.
Kürdistan Stratejik
Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com –
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
:” ”