2020 yılının sonlarına sayılı günler kala Ortadoğu da Suriye Merkezli bir çok gelişme yaşanmaktadır. Şu an için yılın tamamını değerlendirmek elbette biraz erken. Fakat yaşanan olayları unutmak ve üzerinden dersler çıkarmamak anlamına da gelmiyor. Bu olayların en başında tüm dünyada etkisini gösteren Kovid-19 pandemisi olmuştur. Bu salgın nasıl ki tüm dünya üzerinde etkisini göstermişse, Suriye ve Rojava da her alanda etkisini yaşamış ve hâlada yaşamaya devam etmektedir. Her ne kadar bu salgın biyolojik ve çevre hastalıklarına sebep olduysa da gerçekte kapitalizmin vahşi ve hırçın yüzünü göstermektedir.
Bu salgınla birlikte hala Suriye ve Rojava’da devam eden, farklı salgınlardan kaynaklı kronikleşmiş bir hâl alan, işgalci devletlere ait çete grupları da Kovid-19 virüsü ile eş zamanlı olarak etkinliğini devam etmektedir. İdlib, Afrin, Serêkaniyê, Girê Spî vb. yerlerde etkilerini sürdürmektedirler.
Özellikle İdlib ve Afrin’i ele alırken de yine aynı sorunlar devam etmektedir. Elbette bu sorunlara farklı taraflardan bakarak ele almak gerekiyor. En başta İdlib, Afrin başta olmak üzere diğer tüm Türk işgali altındaki yerler, Dünyanın ve bu coğrafyanın en tehlikeli yerleri olduğunu belirtmek yanlış olmaz. İnsanlıktan nasibini almamış birçok terörist gruplar bu coğrafyada kök salmıştır. Diğer yandan ise Dünyada en çok bu terörü besleyen-destekleyen, maddi ve manevi olarak yanlarında yer alan devletlerin başında Türkiye gelmektedir. Sadece Rojava ve Suriye’de değil, bu iki unsur yani Türkiye ve onlara ait çeteler, dünyanın neresinde olursa olsun oranın taşı, toprağı, suyu ve insanları iflah olmaz bir yaşama mahkum kalırlar. Cennette olsalardı bile orayı çok kolay bir şekilde cehenneme çevirebilirler.
Türkiye bu coğrafyada kalabilmek için birçok hamle ve girişimde bulundu. Bu alanlarda yarattığı çete ordusunu Libya’ya ve Karabağ gibi yerlere göndererek, her ne kadar oralara siyasi ve askeri müdahil olmak istese de asıl amacı Suriye’de işgal ettiği yerlerdeki hakimeyetini sağlamlaştırmak için yapılmış hamlelerdir.
Bunun yanında İdlib hamlesi Türkler için her zaman öncelikli olmuştur. Öyle görünüyor ki bu kandırmaca siyasetinden de az da olsa sonuç almış görünüyor. Örnek verirsek bu son süreçte kendi basın organlarında da abartılı bir şekilde gösterildiği üzere M-5 uluslararası karayolundaki birkaç gözlem noktasını boşalttıklarını dile getirdiler. Bu tabiki de dünya kamuoyuna gösterilen bir yüzüydü. Diğer yüzü ise İdlib merkezine ve Afrin’e, dışarıdan da gelen takviyelerle boşaltılan gözlem noktalarındaki gücü kaydırıp, buraları daha da sağlamlaştırmaktı.
İdlib’te en büyük ve etkili grup Türkmen Partisidir. Bu parti son dönemde ABD’nin de terör listesinden çıkarılmasıyla, Türkiye yoluyla meşrutiyetini kazanmış durumdadır. Türkiye’de işgal bölgelerinde bulunan bu grupları kendine göre bir kısmını azılı terörist, bir kısmını ılımlı, bir kısmını da muhaliflere bağlı siyasi ve askeri bir kanadı olduklarını göstermeye çalışmaktadır. Buradaki amaçları kendi bulunduğu işgal alanlarında meşrutiyet kazandırmak, o dengeyi kurmak ve bu bölgeyi önümüzdeki süreçte ABD ve Rusya arasında gelişecek olan pazarlık aracı olarak kullanmak istemektedir.
Yaşanan olayların görünen kısmı böyle iken birde beklenilmeyen, olumsuz durumların yaşanılma ihtimalide çok yüksek görünüyor. ABD’de yaşanan seçim sonuçları, Rusların Suriye’de tümüyle olmasa bile birtakım kazanımlar elde etmiş olması, eskisi gibi Türklere ihtiyaçları kalmaması, ABD ve Rusların BM Güvenlik Konseyinde alınan kararın 2254. maddesi gereğince anlaşmış olmaları, Türklerin politikalarında boşa çıkabilecek ihtimalini oluşturmaktadır. Rus ve ABD’nin anlaştıkları bu madde ise Suriye’de oluşturulacak çözümün silah ve askeri yöntemlerle değil siyasi bir diyalog yoluyla sağlanması gerektiğini içermektedir.
Türkiye’nin son zamanlarda iç siyasette yaşadığı sorunlar ve ekonomik krizden kaynaklı, eskisi gibi saldırgan politikalarına yeterli bir destek alamamaktadır. Son olarak ve en önemlisi en başta Kürtler olmak üzere Kuzey doğu Suriye toplumu içerisindeki tüm halklar Türklerin gerçek yüzünü ve amaçlarını görmüştür. Yapılan işgal saldırılarında gösterilen direniş, Türkiye’nin Suriye politikaları üzerindeki tüm maskelerini düşürmüştür.
Türkiye’nin her işgal planlamalarında kullandıkları slogan ve propagandaları olan ”barış götürme, özgürleştirme, halkların huzurunu ve ferahını sağlama” gibi söylemlerin altında yatan gerçeklik bu coğrafya halkları nezdinde anlaşılmıştır. Türklerin hiçbir insani bir sebep taşımayan işgal planlamalarının altında özlediği Osmanlı topraklarına kavuşma ve sınırlarını genişletme politikaları deşifre olmuş ve boşa çıkmıştır.
Adnan MUSTAFA
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi