Sömürgeci Soykırımcı Türk faşizmine karşı geliştirilen varoluş ve kurtuluş savaşının 38. yıldönümünde tarihi gelişmeler yaşanmaktadır. Aylardır Zap ve Avaşin hattında yoğunlaşan imha saldırılarına karşı yükselen gerilla vuruş tarzı Türk faşizminin sonuç alma hevesini kursağında bırakmıştır. Direniş hattında yaşanan Modern Gerillanın döneme uygun eylem tarzı beraberinde yeni gelişmeleri yaratmaktadır. İşgalci faşizm stratejik hat üzerinden stratejik üs noktaları kurma hamlesi görece alan tutmaya dönüştüyse de tutulan noktaların ne zamana kadar ve nasıl savunulacağı, gerillanın yaygın eylem hamlesi belirleyecektir. Perex saldırısı ile bu biçare durumun içinden çıkılmazlığı gözler önüne sermiştir. Saldırılarını askeri alandan sivil alana yöneltmesi askeri stratejide yaşadığı tıkanmanın öfkesiyle yaptığı hamlenin bir sonucu olarak anlam bulmuştur. Eksen büyütme adına girişilen bu durum bumerang etkisi yaratmıştır. Sömürgeci faşizmin hesaba katmadığı tepkilerin gelişkinlik düzeyi baltayı taşa vuran sonuçları beraberinde doğurmuştur.
Teknik üstünlük olgusunu her şey zannedip hamaset sarhoşu olan sömürgeci işgalci Türk faşizmi gerillanın üstün hareket kabiliyetiyle modernize olmuş yaygın ama sarsıcı eylem hamlesi karşısında yedi düvele nam salmış “çılgın Türkün’’ yapay destanını alaşağı etmiştir. Kızıl Elmaya gidiyoruz” deyimiyle girişilen tan tansı Fetih serüveni Zap ve Avaşin’de ayağına dolanmıştır. Erken sonuç almaya odaklı bu serüvenin hesapta olmayan uzama gerçeğinin nedenleri doğru ele alınmadan ortaya çıkan sonuçlar okunamaz. Bu nedenle sömürgeci faşist sistemin güncel anlamda yaşadığı derin sorunlarının bu kadar içinden çıkılmaz, yalın ve devasa hale gelmesinde en temel etmen Önder APO’nun kesintisiz direniş stratejisinin anlam kazanmasıdır. Üç parçaya yaydırılan devrimci halk savaşı mücadele çizgisi sömürgeci düşmanı içinden çıkılmaz hale getirmiştir.
Sömürgeci devlet aklı kendini yeniden güncelleme telaşındadır. Her alanda büyük paradigmasal birikim ile Kürt halkının öncülük ettiği demokratik ulus eksenli mücadele stratejisinin kazanımlarını engellemeye angaje olan faşist sistem artık kendini taşıyamaz durumdadır. Bu açıdan sömürgeci ve soykırımcı devlet aklı her zamankinden daha çok tarihsel çöküş sürecindedir. Çok açmazlı bu durumdan sıyrılma arayışı defolu yeni konseptlere sarılmaya heveslendirse de bu hevesin kursağında kalması yüksek ihtimal dahilindedir. Her alanda kendini gösteren mutlak çöküşü Zap ve Avaşin devrimci hamlesi sonucu olarak öngörmek mümkündür. Bu durumu özetlersek; sömürgeci soykırımcı sistemin icra başı AKP-MHP faşist hükümetinin nemalanmaya çevirdiği iktidar imkanlarına dayalı siyasetin içte yarattığı tarihi buhran onun dış politikasını da içinden çıkılmaz hale getirmiştir.
TC’nin çatışmalı uluslararası siyaset denkleminden fırsat devşirmeye odaklı stratejik eğilimindeki tutarsızlıklar zinciri pragmatik gerçeğini her alanda deşifre etmiştir. Uluslararası diplomasi geleneğinde makul değeri olmayan güçten yoksun agresif, hamaset örgülü, anti-Kürt merkezli taviz koparma siyasetinde vermediği taviz kalmamıştır. Bu tavizkar duruma rağmen elde etiği kazanımlar göreceli tartışmalara yol açmıştır. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği sürecini, Rusya ve Ukrayna savaş durumunu böylesi açmazından kurtulma vesilesi yapma ve fırsat devşirme arayışı kısa dönemli etkilerin dışında bir sonuç doğurmamıştır. Pragmatik denge siyasetinin dönemsel getirisi mümkündür. Ama bu aracın her zaman her yerde sonuç alınacağına koşullanma siyasetin bilimsel doğasına aykırıdır. Sömürgeci soykırımcı siyaset bu özelliği ile Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma gerçekliğine çarpmaktadır. Bu nedenle el attığı tüm olaylarda vazife çıkarma hamleleri uzun vadede elinde patlamaktadır: ABD merkezli uluslararası güçlerden taviz alma adına Rusya ilişkisi başına bela yaratacak düzeye gelmiştir. Her alanda yaşadığı çıkmazı Rusya ilişkileri üzerinden aşma adına giriştiği oyunlar tıkanmakla yüz-yüzedir. Ukrayna krizi ile uluslararası vekalet savaşında hattın dışında at koşturma adımları hegemonik siyasetin bariyerine takıldığı görülmektedir. Rusya üzerinde geliştirilen uluslararası ambargo gerçekliğini hiçe sayan ilişki ağı mercek altına alınmış, kısa ve orta vadede bunun ağır faturasıyla yüzleşeceğini öngörmek mümkündür. Türk faşizminin bir yandan Rusya üzerinden ekonomik krizini aşma arayışları, diğer yandan da burnunu soktuğu Ortadoğu ve Suriye zeminin de Kürt soykırımı üzerinden kendine alan açma girişimi son tahlilde eline ayağına dolanmıştır.
Mutlak Kürt karşıtı eksende yürütülen Tahran, Soçi ve Astana toplantılar dizisine her şeyini yatırarak angaje olan işgalci Türk faşizmi yeni işgal, imha ve saldırı konseptine istediği desteği alamamış ve yeni bir denklemle karşı karşıya gelmiştir. Rusya ve İran’ının yön verdiği Suriye hükümetiyle doğrudan ilişki yoluna girme dayatması beraberinde yeni sorunlarla yüzleşmesini getirmiştir. Mevlut Çavuşoğlu’nun rejimle anlaşma açıklaması akabinde çete güçlerinin yükselen tepkisi burada da her an işlerin tersine döneceğinin ilk işaretlerinin verildiğini göstermektedir. “Suriye muhalefeti” adına örgütlendirilen çete güçlerinde açığa çıkan zincirleme kitlesel tepki Türk faşizminin kendi kazdığı kuyuya düştüğünün ilanıdır. Sömürgeci işgalci Türk faşizminin kademeli olarak yürüttüğü işgalci adımlarının istediği düzeyde icazet almaması Rojava devrim değerlerine saldırma konseptinde yeni yöntemleri devreye sokmasına yol açmıştır. Yani saldırı konseptinde bazı değişiklikler yaparak istediğini almaya çalışmaktadır. Uluslararası Koalisyon ve Rusya’dan kopardığı izinle SİHA ve yaygın top atışlarıyla seçilmiş hedeflere sürekli yönelmeye çalışarak kapsamlı bir yıldırma, korkutma, sindirme, istikrarsızlaştırma ve göçertme stratejisi gütmektedir. Bu stratejisine karşı QSD’inin ortaya koyduğu misilleme taktiği işgalci ve sömürgeci rejimin planlamalarını sarsmış, etkili ve sürekli misilleme tutumunun pratikleşmesi ise bu planları tümüyle boşa çıkarmaya aday olacaktır.
Sömürgeci Türk faşizmin Suriye rejimi üzerinden yeni konsept arayışı uzun bir süredir uyguladığı fetihçi ve işgalci stratejinin çöktüğünün ilanıdır. Dolaşıma konulmak istenen Suriye rejimi ile birlikte Rojava devrim kazanımlarını ortadan kaldırma stratejisinin beraberinde neleri getireceğini öngörmek oldukça zordur. Suriye’nin enkaza dönüşmesinde Türkiye’nin rolü göz ardı edilemez nitelikte belirgin ve başattır. Bu yüzden yakın zamanda hiçbir şey olmamış gibi iki sömürgeci gücün Kürt kazanımlarına yönelik açıktan ortaklaşması mümkün değildir noktasında olmasa da öyle bugünden yarına gerçekleşme kolaylığın dada değildir. Bu durumdan sahada Rojava devrim kazanımlarına karşı ortaklaşmadıkları anlamı çıkarılamaz. İşgalci Türk faşizmin Rojava devrim kazanımlarına yönelik giriştiği ilk ve son işgal planlarının rejimin bilgisi ve onayı dahilinde gerçekleştiğini tespit etmek zor değildir.
İşgalci Türk faşizmi ve Baas’çı zihniyet, Kürt halkının demokratik varoluş haklarına karşı hala ırkçı bir direnç ve derin hazımsızlıkla yüklüdürler. Rojava devrim kazanımlarına karşı iki egemen devletin aklı aynı tarihsel kaynaktan beslenmektedir: Kürt inkarı ve imhası! Türk faşizmin devşirdiği çeteler üzerinden Suriye rejiminin Rojava ekseninde devreye koyduğu karşı devrim planları birbirinin izdüşümü niteliğindedir. Sahada MİT ve Suriye Muhaberatının girişimleri aynı kapıya çıkmaktadır. İşgalci Türk faşizminin Suriye devletiyle Rojava devrim kazanımlarını yok etme üzerine kurmaya çalıştığı uzlaşma arayışı, demokratik Suriye’nin inşasını sadece geciktirebilir ancak ne Suriye devletinin kurtuluşuna katkı sunabilir ne de Erdoğan Faşizmi ile onun işgalci ve soykırımcı rejimini çöküşte kurtarabilir.
Piremerd HEWREMAN