23 Ocak 2016 Cumartesi Saat 12:55
2015 yılı da her yönüyle devam eden Suriye merkezli küresel
ve bölgesel hegomonik mücadelenin yayılarak devam ettiği ve sonuca giderken
daha da kızıştığı bir yıl oldu. Bir taraftan ABD’nin başını çektiği Küresel
Kapitalist blok ve onun Özgür Suriye Ordusu üzerinden iflas eden Suriye
merkezli Ortadoğu’yu dizayn etme projesi, diğer taraftan Rusya’nın başını
çektiği Suriye’deki BAAS rejimini koruma ve güvenceye alarak Ortadoğu’daki en
önemli kalesini koruma kaygısıyla geliştirdiği statükocu yaklaşımı.
Tabi bu küresel hegomonik bloklaşmanın gittikçe bölgesel
mezhepçi renginin de Ortadoğu’da daha da belirginleşerek öne çıktığı da
görülmektedir. Bu mezhepçi renk belirginleşip öne çıktıkça şiddetin daha da
artarak büyük tahribatları da kendisiyle beraber getireceği de şimdiden fark
edilmektedir. Küresel destekli bölgesel düzeyde gelişen bu mezhepçi
bloklaşmanın başını ABD ve Rusya çekerken bölgesel düzeyde de bu mezhepçi
bloklaşmanın başını Türkiye ve İran çekmektedir. Bu küresel ve bölgesel hassas
dengeler konjonktüründe Türkiye’de tamamen devletleşen AKP iktidarının
kendisine atfedilen radikal İslam modeline karşı Ilımlı İslam modeli misyonun
sınırlarını aşarak ABD ve NATO üyesi olmasından aldığı güç ve güvenle hem
Suriye hem de Irak ve tüm Ortadoğu’da DAİŞ, El Kaide ve onun Suriye’deki
kollarının temel dayanağı ve besleyeni olması gerçeği ABD’nin Ortadoğu’daki
çıkarlarına ciddi zarar verir noktaya gelmişt
AKP’nin PKK Fobisi
AKP devletinin ABD ve Küresel Kapitalist blok için zarar
verir noktaya gelmesi hiç kuşku yok ki genel de Kürt halkına yaklaşım ve özelde
de Kürdistan Özgürlük Hareketi ve Rojava devrimine yaklaşımındaki fobiyle
bağlantılıdır. AKP’nin PKK ve Rojava şahsındaki şiddetli Kürt ve Kürdistan
fobisi o kadar şiddetli olmuştur ki temel dayanağı ve dayandığı Küresel güçler
bile bu politikaya sahip çıkmada ciddi zorlanma durumuna gelmişlerdir. AKP
devletinin özellikle DAİŞ’e, Kürtlere ve Rojava devriminin kazanımlarına ve
özellikle de Kobanê’ye saldırma karşılığında vermediği destek, güç olmamıştır.
Bu durum dolayısıyla Suriye muhalefeti içinde DAİŞ’i temel aktör ve güç
konumuna getirirken ABD’nin başını çektiği blokun Suriye rejimine karşı
geliştirdiği Özgür Suriye Ordusu ve onun koalisyonunu tasfiye noktasına
getirmiştir. Tabi AKP devletinin bölgedeki tüm yatırımını yaptığı radikal İslam
üzerinden ve bu yapılar içindeki DAİŞ üzerinden Rojava devrimini Kobani’de
geliştirdiği işgal hamlesiyle tasfiye ederek Kürdistan halkını 21. YY’ da
statüsüz bırakma projesi Kobani’de gelişen destansı ve milat niteliğindeki
görkemli direnişle alt üst olmuştur. AKP devleti ve özellikle ’de onun bu proje
noktasındaki stratejik müttefiki olan KDP’nin tüm ortak planları Kobané’deki
zafer ve DAİŞ’in kırılmasıyla tuzla buz olmuştur.
İşbirlikçi,
Teslimiyetçi, İhanetçi Çizgi: KDP
2015 yılı bu anlamda Kobani zaferi ardından AKP ve onunla
stratejik ittifak için de olan KDP için kırılmanın, baş aşağıya gitmenin
başlangıcı olmuştur. Çünkü Kobanê’nin destansı direnişi sadece DAİŞ ve onun
arkasındaki güçleri için sonun başlangıcı olmamış tüm dünyayı etkileyerek tüm
ezilen, sömürülen, emekçi halkların özgürlük ve kurtuluş ışığı, umudu olmuştur.
Bunun içindir ki Vietnam’da ABD sömürgeciliğine karşı geliştirilen destansı
direnişe atfen nasıl bir dünya Vietnam Günü oluşturulduysa Vietnam devriminden
bu yana ilk defa Kobani için de Dünya’da 5 Kasım ‘Dünya Kobani Günü’
oluşturuldu. Hiç kuşku yok ki ezilen
halklar ve kesimler dışında dünyada birçok küresel gücün sahiplenmesi de
özgürlükçü, demokrat ve Kürtlere hayran olmalarından kaynaklanmamıştır. Çünkü
bu söz konusu güçler haftalarca ‘bekle gör politikasıyla Kobanê’nin düşmesini
beklemişlerdir. Nasıl ki Kobanê’nin düşürülemeyeceğini anlayıp kendileri için
de artık büyük tehlike oluşturacağını anladılar o zaman bu destana, görkeme ve
ruha sahip çıkarak, kontrol ederek ve kendi çıkarlarına hizmet eder hale
getirerek pragmatist bir zihniyetle sahip çıkmaya çalıştılar. ABD, Rusya gibi
küresel güçlerle yine Kürdün klasik işbirlikçi, teslimiyetçi ve ihanetçi
çizgisini temsil eden KDP’nin de sahiplenmesi bu temel de olmuştur.
2015’te AKP’nin
Yaşadığı Büyük Kırılma
Kobani zaferiyle DAİŞ’in kırılmasının AKP-KDP stratejik
ittifakının kırılması anlamına geldiği, büyük ve ağır sonuçlarının olacağı da
daha başından kendini belli ediyordu. Bu zaferin en önemli sonucu ve etkisi hiç
kuşku yok ki 2015 yılı boyunca Bakur Kürdistan ve Türkiye’deki siyasal dengeler
üzerinde oldu. Kobanê zaferi şahsında ortaya çıkan Özgür insanın özgür Kürdün
zaferi her şeyiyle Bakur ve Türkiye’deki 7 Haziran seçimlerine yansıdı. AKP ve
yine seçimlerdeki en büyük destekçisi KDP tüm imkân ve olanaklarını seferber
ederek her türlü ahlaksız yolu ve yöntemi denemelerine rağmen 7 Haziran’da HDP
şahsında gelişen ezilenlerin özgürlükçü zaferinin önünü alamadılar. Hatta son
olarak seçimlerin arifesinde AKP-KDP ittifakı ve MİT-Parastin planıyla
Kelaşin’de PDK-İ üzerinden geliştirdikleri provokasyonda işe yaramadı ve boşa
çıkarıldı. AKP’nin seçime bir gün kala MİT-DAİŞ eliyle gerçekleştirdiği Amed’te
ki HDP mitinginde patlattığı bombalar ve gerçekleştirdiği katliam da 7 Haziran
seçimlerinde HDP’nin barajı farkla aşıp zafer kazanmasının önünü alamadı. Tabi
7 Haziran seçimleriyle HDP barajı farkla aşıp Kürdistan’da AKP’yi çok ciddi
darbeleyip AKP’yi de tarihinde ilk defa tek başına iktidar olamaz ve hükümeti
de kuramaz noktaya getirdi. Bu AKP’nin iktidar tarihinde yaşadığı en büyük
kırılmaydı. Ayrıca AKP’nin tüm stratejik 2023 ve ötesi Neo-Osmanlı planlarını
da büyük bir tehlikeye koydu. Tabi kendi deyimleriyle Türk tipi başkanlık diye
adlandırdığı Erdoğan ve ailesinin diktatörlük ve hanedanlığını kurma
hayallerini de suya düşürdü. Bu durum AKP ve sadece Erdoğan iktidarını
tehlikeye koymuyor 13 yıllık AKP iktidarı boyunca Erdoğan ailesinin tüm
hırsızlık, talan ve devletin tüm imkân ve olanaklarını kendi ailesinin
hizmetine koymanın da hesabının sorulacağı bir süreci başlatıyordu. Tabi
böylesi ağır sonuçları olan bir süreci kabul etmek anlamını taşıyan 7 Haziran
seçimlerinin sonuçlarını AKP ve Erdoğan daha başından 12 Eylül faşist askeri
darbesini aratmayan bir tarzda bir darbe geliştirerek seçimleri tazelemenin
zeminini yaratma planını devreye koydu. Tabi darbenin önemli bir adımını adeta
seçim sonuçlarının intikamını alma anlamını da taşıyan Pirsus(Suruç)’ta
devrimci Sosyalist gençlere karşı gerçekleştirdiği katliam planıyla attı. Bu
katliam AKP-Erdoğan darbesi sürecinin önemli bir adımını oluşturmaktaydı.
AKP-Erdoğan iktidarı böylece darbeyle Kürt halkına karşı geliştirdiği savaş
atmosferinde adım adım seçimlere gitme planını devreye koydu. Zaten AKP Kürt
halkına karşı savaş kararını 2014’ün MGK toplantısında çoktan almıştı. 7
Haziran seçimlerindeki zaferle büyük kırılma yaşayan yalnız AKP değil onunla
stratejik ittifak halindeki Başur Kürdistan’ındaki KDP’de büyük bir kırılma
yaşayarak Başur’u yönetemez hale gelmiştir. İlk defa YNK, Goran, Yekgirtû ve
Komala İslam gibi Başur Kürdistan’ın muhalif partilerini oluşturan partiler 7
Haziran ardından KDP ve Barzani ailesinin Başur’daki diktatörlüğünü ciddi bir
şekilde sorgular hale geldiler.
Türkiye’de Yaratılmak
İstenilen Darbe Atmosferi ve Ankara Mitingi
AKP kadar seçimlerin darbe atmosferinde tazelenmesini
isteyen diğer güçlerde AKP’nin iktidardan düşmesinden en az onun kadar
etkilenen ve rahatsız olan KDP ve DAİŞ’ti. Çünkü Türkiye’de Erdoğan’ın güç kaybetmesi
onların güç kaybetmesi Erdoğan’ın güç kazanması da onların güç kazanması
anlamına geliyordu. Bunun içindir ki AKP ve KDP, kraldan daha kralcı bir
tavırla 1 Kasım seçimlerinde AKP’nin tekrardan tek başına iktidar olması için
seferber oldular. 7 Haziran seçimleri öncesinde ki AKP-KDP-DAİŞ seçim ittifakı
daha güçlü bir şekilde topyekûn örgütlendirilerek devreye girmiş oldu. AKP bir
yandan bu süreçte Kürt halkına saldırırken diğer yandan KDP’nin AKP’ye verdiği
yüklü miktardaki seçim yardımları ve Başur-Bakur sınır hattında etkileyeceği
tüm ilişki ve kitleyi devreye koyuyor ve AKP’ye oy vermeleri noktasında çalışma
yürütüyordu. Diğer yandan DAİŞ tüm imkânlarıyla AKP ve onun istihbaratı MİT’in
tam desteğiyle Ankara’daki Barış Mitingini büyük bir katliamla kana buluyor ve
HDP’yi adeta seçim çalışması yapamaz, yürütemez hale getirmeye çalışıyordu.
Böylesi bir durumda AKP Almanya ve diğer Avrupa ülkelerini de adeta eğer
seçimlerde destek sunmaz ve her türlü adaletsizliğime, hukuksuzluğuma göz
yummazsanız mülteci göç dalgasını size yönlendiririm tehdidiyle Merkel’in
Erdoğan’ı ziyaretiyle nihai anlaşmayı yapıyordu. İşte böylesi bir atmosferde
Türkiye’ye ve Bakuré Kürdistan’da bir darbe seçimi ve akabinde AKP’nin istediği
bir sonuç ortaya çıkıyordu. Tabi böylesi bir AKP-Erdoğan darbesiyle seçimlere
gitmenin de seçimler sonrasının nasıl gelişeceğine dair her şeyi ortaya
koyuyordu. Darbe yaparak istediği seçim sonucunu almaya kilitlenmiş bir
AKP-Erdoğan cuntacı zihniyetin seçimlerin hemen ardından Sri Lanka’da Tamil Kaplanlar’ına
uygulandığı gibi Sri Lanka katliam ve tasfiye konseptini Kürdistan’da
uygulamaya koyacağı da tahmin ediliyordu. Çünkü AKP’nin 1 Kasım seçimlerinde
sözüm ona kazandığı sahte zaferiyle her şeyini ortaya koyarak topyekûn bir
katliam konseptini devreye sokması sürpriz olmayacaktı ve öyle de oldu.
‘Müzakere ile
Olmuyorsa Öz Gücüne Dayanarak…’
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Demokratik Özerk
Kürdistan’ın inşası ‘müzakereyle olmuyorsa O zaman kendi öz gücüne imkânlarına
dayanarak’ Özerk bölgelerin ilanı ve stratejisini yani devrimci halk savaşını
devreye koyarak inşa etmenin ve korumanın tam zamanı oluyordu. Çünkü artık
Bakuré Kurdistan’da müzakereyle kendi özerk demokrasisini inşa etmenin zemini
ve koşulları kalmamıştı. Bu anlamda gecikmeli ve istenilen düzeydeki bir
hazırlıkla olmazsa da Amed Sur, Cizîr, Nisêbîn vd. yerlerdeki özerk bölge
ilanları tam yerini buldu denilebilir. Çünkü eğer özerk bölge ilanları ile bu
bölgeleri savunma direnişi AKP faşizmine karşı geliştirilmemiş olsaydı AKP’nin
Bakuré Kurdistan’da da Sri Lanka modelinin bir Kurdistan versiyonunu hayata
geçirmenin zemini sunulmuş olurdu. Eğer ki Bakuré Kurdistan’daki bu direniş
merkezlerindeki direniş olmasaydı ki sonradan açığa çıkan planın detaylarına
göre şu ana kadar on binlerce insanın kıyımdan geçirilip tutuklanması ve
milyonlarcasının da göçertilerek Kürdistan’da halkın iradesinin ezilerek
yeniden Kürdistan’ın Sokak sokak mahalle mahalle faşist işgali gelişirdi. Her
ne kadar bu direnişin başında sözüm ona liberal demokrat geçinen ve AKP faşist
diktatörlüğünün dalkavukluğunu yaparaktan ‘bu hendekler kapanacak ve her yerde
asayiş sağlanacak diyerek ve öz yönetim direnişlerinin sembolü olan hendeklere
saldırmışsa da direniş uzadıkça gerçeğin farklı olduğu daha da anlaşılır bir hal
aldı. Hatta Demokratik özerklik önemli bir gündem olarak ve gittikçe de
gelişerek Türkiye gündemine de nüfus etmeye başladı. Başta Erdoğan olmak üzere
AKP iktidar yetkilisinin birçoğu adeta 15 Ağustos atılımının hemen ardından
dönemin başbakanı Turgut Özal’ın ‘3-5 eşkıyadır’ deyip bitirmek için 72 saat
vermesini tekrarlar gibiydi. Bu mücadelenin bırakalım 72 saatte bitmesi nasıl
30 yılı aşkın bir süredir büyüyerek nasıl bir halkı küllerinden yeniden yaratıp
milyonlara mal olmuşsa Özerk bölge ilanları ve onun onurlu varoluş ve kurtuluş
direnişi de er ya da geç zaferle taşlanacaktır.
Rus Uçağının
Düşürülmesi Tesadüf Değil
Tabi Bakurê Kurdistan’da özerk bölgelerini ve varlığını
koruma savaşının geliştiği bir süreçte ve özellikle dünyadaki hegomonik
güçlerden Rusya’nın Suriye rejimi davetiyle Suriye yerleşmesi ve ardından
uçağının Türk devleti tarafından düşürülmesi yeni bir durum olmaktadır. Tam da
ABD ve Rusya gibi küresel güçlerin Viyana toplantılarıyla bazı noktalarda belli
bir konsensüse ulaştığı bir süreçte Rus uçağının AKP Erdoğan rejimi tarafından
düşürülmesi tesadüf olmamaktadır. AKP Erdoğan cunta rejiminin bu konsensüsten
rahatsız olduğunu da yansıtan bir gelişme olmaktadır. Burada bu uçağı
düşürenden çok düşürmesini tahrik eden, teşvik eden ve hatta düşürtenin rolü
oldukça önemli olmaktadır. AKP cuntasının bunu sadece kendi aklı ve gücüyle
yapmadığı anlaşılmaktadır. Sonradan pişman olduğunu yansıtan yaklaşımları da
aslında Erdoğan’ın bir yönlendirmeyle tıpkı Saddam’ın Kuveyt’e saldırma örneği
gibi bir oyuna geldiği ve çekildiğini de ortaya koyuyor. Rusya’nın yaptırımları
karşısında Sünni bloku güçlendirme ve hatta öncülüğüne soyunarak Sünni cephe
geliştirme arayışları da denize düşenin yılana sarılmasını anımsatmaktadır.
Rusya’nın Suriye’ye yerleşmesi ve uçağı Türk devleti tarafından düşürüldükten
sonra Rusya’nın en güçlü silahı olan S300 ve S400 füzeleri Suriye’ye
yerleştirmesi Suriye’deki tüm siyasal ve konjöktürel süreci doğrudan etkileyen
yeni bir durum olmuştur. Artık Suriye yeni bir döneme girilerek Rusya’nın
bölgedeki etkinliği artmış olmaktadır. Tabi yeterince değerlendirilip özellikle
de diplomatik alanda aktif işletilebilirse Rojava devrimi ve tüm Kürdistan
Özgürlük mücadelesi içinde büyük fırsat ve imkânları yaratma potansiyeli
vardır. Özellikle de Rojava devrimi açısından iyi değerlendirilirse Grê Spî
zaferinde olduğu gibi Ezaz ve Cerablus’un da özgürleştirilmesi ve Kobani ve
Efrin Kanton’larının birleştirilerek Rojava devriminin eksik bir ayağının
tamamlanmasının önemli bir fırsatını yaratabilir.
Bakurê Kürdistan’da Geri Dönüşü Olmayan Yola Girilmiştir
Diğer yandan Bakurê Kürdistan’da artık geri dönüşü olmayan
ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘son savaş’ olarak adlandırdığı çok
şiddetli bir sürece girildiği açıktır. Bundan sonra artık Kurdistan’da telafisi
mümkün olmayan kayıpların ve acılarında yaşanabilme potansiyelinin de her
zamankinden fazla olduğu bir dönemde olduğumuzun da altını çizmekte fayda
vardır. Ve aslında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İsrail karşısındaki
Filistin örneğini verip ‘Kürt halkı tüm yaşamını savaşa göre düzenlemeli ve
uyarlamalıdır’ manasındaki sözlerinin gereğini iyi anlama kavuşturmak
gerekmektedir.
AKP-KDP İttifakıyla
Başur’da Yoğunlaşan MİT-Parastin Faaliyetleri
Önümüzde küresel ayağı da olan Suudi, Katar ve diğer körfez
bölgesindeki ülkelerin petrol dolarlarını ve tüm imkânlarını arkasına alan
AKP-KDP-DAİŞ’in başını çektiği faşist bir Sünni blok var. Türk Cumhurbaşkanı
Tayip Erdoğan ve Başur’dan Mesut Barzani’nin Riyad, Katar ziyaretleri ve
yaptıkları görüşmeler ile anlaşmalar ciddi ittifak ve desteklerin AKP-KDP-DAİŞ
ittifakına peşkeş çekileceğinin göstergesi olmaktadır. Bu nedenle direnenlere
karşı geliştirilecek topyekûn imha ve katliam saldırılarının alışagelmişin de
ötesinde ve belki de bugüne kadar denenmemiş yöntemler, taktikler başta olmak
üzere çok yönlü sürdürüleceği beklenmelidir. Türk ordusunun KDP ile ittifak
halinde bir yandan Musul ve Şengal’in dibindeki Başika’ya yaptığı askeri
yığınak diğer yandan Herir, Soran, Şaklawa ve hatta Kerkük Altun köprüdeki
askeri yığınağın amacının sadece Musul olmadığı Kürdistan Özgürlük Hareketine
karşı geliştirilecek, komplo ve suikastlar için de kullanılacağı
unutulmamalıdır. AKP-KDP ittifakıyla Başur Kurdistan’da yoğunlaşan MİT-Parastin
faaliyetleri de bu çerçevedeki kontra faaliyetler çerçevesinde anlaşılmalıdır.
Özellikle AKP ve KDP’nin birtakım gizli görüşmelerle YNK’nin önemli bir
kanadını da Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı yumuşatmak istemesi söz
konusudur.
Mazlum Yılmaz
Kürdistan Stratejik
Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com –
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
:” ”