Evrenler insanda dile gelmektedir. Çıkan sonuç, evrenin yetkin kavranışı insanın yetkin kavranışından geçer. Felsefede çok ünlü ‘kendini bil’ yargısı bu gerçeği dile getirmektedir. Kendini bilme tüm bilmelerin temelidir. Kendini bilmeden edinilecek tüm diğer bilmeler bir saplantı olmaktan öteye gidemeyecektir. Bu nedenle de insan toplumunda kendini bilmeden ortaya çıkan tüm kurum ve davranışların sapkın, çarpık bir role bürünmesi kaçınılmazdır. İnsanın kendi bilgisine dayanmayan bilginin yol açtığı tüm toplumsal sistemlerin anormal, çelişkili, kanlı, sömürülü karakteri bu saplantılı bilgiden ileri gelmektedir. O halde insan toplumunun kabul edilebilir doğal gelişme süreci insanın kendine özgü bilgisinden kaynaklanmalı derken, en temel evrensel, dolayısıyla toplumsal kuraldan bahsetmiş oluyoruz.
Öncelikle yanıtlanması gereken başta gelen soru, teorik çerçevemizin nasıl olması gerektiğine ilişkindir. Teorisiz olmak nasıl bir sonuç doğurur? Eksik ve yanlış teoriler nereye götürür? Yetkin ve amaca uygun teorik bir çerçevenin özellikleri neler olmalıdır?
Moda deyim olmakla birlikte, özünde doğru olan ‘bilgi toplumu’ çağında yaşadığımız söylenir. Bu deyimle kast edilen, gerekli bilgi gücü olmadan, değil toplumsal dönüşüm gibi anlam ve yapılanma sorunları kapsamlı olan olgular, sıradan olguların bile çözüm ve yönetimi güçtür. El yordamıyla çözmeye, yürümeye çalışmanın sonucu ise çoğunlukla hüsrandır. Şansa bağlı bir başarı ise er geç sahibini yenilgiye götürme riskini her zaman taşır. Alışılageldik yürüyüş, yaşam ise gerçek yaşamın giderek anlam yitimidir. Gerçek yaşam sadece yürüyüş değil, ivmeli yürüyüştür.
Açık ki başarılı bir zihniyet aydınlanması tarihin özlü genel kavrayışı kadar, çağdaş bilim ve felsefenin ufkunu yakalamayı da önkoşul sayar. Batı bilim ve felsefesini özümsemeden, tarihle buluşturup sentez oluşturma imkânı yoktur. Bu iş öyle İslamcılıkla, Budacılıkla yürüyecek bir iş değildir. Savunmamda taslak niteliğinde de olsa Batı zihniyeti ile körce olmayan bir çatışma vardır. Çok özlü ve dürüst ulaşmaya çalışıyorum. Benim için Batı zihniyeti ile tatmin olmak mümkün görünmemektedir. Çok büyük moral zaafları var. Ama olağanüstü bilimsel bilgi derinliği var. En kıskandığım taraf bunu başarma yetenekleridir. Bu yüzden saygı duyuyorum. Bununla birlikte çok büyük bir hastalığın veya noksanlığın bu alandan kaynaklandığına eminim.
Moral, etik olarak çağdaş bir rahip olmaktan öte bir değerleri olmadığı kanısındayım. Bu zaaflarını giderebileceklerini sanmıyorum. Doğayı ve toplumu adeta yercesine bu kadar amansız yaklaşmak ürküntü veriyor. Bilmek kadar bir etik değeri de yaratmalıydılar. Sistemi etiksiz bırakmak nasıl vicdanlarına, aydın zihinlerine sığdı? Kim, ne onları etkisiz kıldı? Belki de çoktan iktidar onları satın almıştır. Bilim sınıfı, işçilerden daha kötü patronajdır, bağımlıdır. Umutsuzluğumun nedeni budur. Halbuki Rönesans’ta ne yaman direnişçiydiler. Giordano Bruno’yu ne kadar güncelleştirebiliriz? Yine Sokrates’i seslendirebilir miyiz? Hiç kimse bu büyük zihniyetlerin yitik olduğunu iddia edemez. Etmemesi ve yaşatılması gerekir. Mevlana, Hallacı Mansur, Mani, Sühreverdi gibilerinin de canlandırılması gerekir. Peygamberce olanın ruhunu, özünü de çağdaşlaştırmak gerekir. Onların bir anlamda ölmediklerini bilerek ve gerçek temsillerini yaparak yaşamak gerekir. Bu halkalar gerekli güncel zihniyete bizi yakınlaştırabilir. Çağımızın soy değerlerini ayırt edebilirim. Fakat kötü yenilenleri canlandırmak pek yaratıcı etki bırakmayacaktır.
Bir halkı, Kürt halkını, onun şahsında tüm Ortadoğu haklarını savunmak gerektiğinde, en büyük gücün yeni veya dönüştürücü güç olduğunun farkındayım. Şu veya bu politik güce sığınmanın çözümsüzlüğü olduğu gibi sürdüreceğini çok iyi anlıyorum. Bu anlamda her yardımın zaafı besleyebileceğinin, güç vermeyeceğinin de farkındayım. Hiçbir kurtarıcı meleğe sığınmadıkça belki zihni geliştirebilirsin. Yalnızlıklar, eğer baş edebilirsen, çağın bile ihtiyacı olan zihniyete götürebilir. Tüm dünya sistemi Ortadoğu zemininde üstüme yüklendi. Bilerek veya kendiliğinden olması hiç önemli değil. Ama eğer NATO sistemin en büyük askeri gücü ise, ABD, İngiltere ve İsrail ile en hilekâr Yunanlı bizzat benim büyük ve korkunç kılınması için çok nedeni olan büyük yalnızlığa sokulmama bilerek katılmışlarsa, yapmam gereken zihin ve moral savaşın en büyüğüdür. Onları bile kendilerine getirebilecek bir savaş, Ortadoğu’da başlatılmış gerçek savaşın sonunu başarı ile getirebilir.
Ortadoğu’da devlet iktidarı zihniyetin de önünü kapatan, toplumun açılımına sivil inisiyatif tanımayan karakteriyle tam bir engel konumundadır. Tarihsel tanımı bugünü de aydınlatmaktadır. Despotik karakterini milliyetçilik, cumhuriyetçilik, sosyalistlik gibi çağdaş cilalarla örtmeye çalışsa da pek değişmemiştir. Son iki yüzyıldaki duruşu öz gücünden ötürü değildir. Batının kendi içindeki çekişmesi bunda temel rol oynar. Yirminci yüzyılda ise, Sovyet ve faşizm denemelerinde oynadığı denge hesapları ile varlığını sürdürmüştür. Aslında dünyadaki temel iktidar blokları ile en kırılgan dengeleri yaşamaktadır. Asi veya serseri devlet tabiri bu konumundan ileri gelmektedir. Sovyet çözülüşünden sonra kırılganlık yerini okyanusta yüzen buz bloklarına benzeyen sallantılı iktidar, hükümet bloklarına bırakmıştır. Bu konumları ile tehlikelidirler. Savaşlarda yenen ve yenilen taraflar yeni bir dengede çözüm bulabilirler. Ortadoğu iktidarı çözüme kapalı durmayı temel iktidar sanatı saymaktadır. Belki de en despotik çıkar adına bunu yapıyor. Ama adına ‘yüce ulusal çıkar’, ‘devlet ve vatanın birliği ve bütünlüğü’, ‘toplumun esenliği’ diyerek etkili bir kamuflaj gerçekleştirmektedir. Halkı en çaresiz, ülke harabe halinde, ulus ve toplum esenlikten uzak olmuş, hiç umurlarında değildir. Siyasetin en etkili yöntemi demagojidir. Demokrasi adına popülizmin en ince yöntemleri geliştirilmiştir. Devletin gerçek uğraşlarını en büyük yalanlarla örtme, politika sanatının ustalığı sanılmaktadır. Halkı futbol topu gibi bir odaktan diğerine savurma etkili yönetim olarak bellenmektedir.
Siyaset toplumun hayati sorunlarını çözme sanatı olduğu halde, güncel Ortadoğu gerçeğinde en ustaca tıkama gerçeğine dönüştürülmüştür. Tutucu siyaset değerinde bile değildir. Faşizm kendi koşullarında çözüm olarak gelir. Ortadoğu’da faşizm olmaktan öte, daha arkaik biçimler söz konusudur. Talihsizlik şuradadır ki, tam yıkılacakken, yıkılması gerekiyorken, denge hesapları boş yere ömrünü iki yüzyıldır uzattı. Buna bir de modern askeri teknolojik donanımı ekleyince, gerçek bir Leviathan olup çıktı.
Yöntem ve bilgilenme sistemini kurgularken, zihnimizin yapısını iyi tanımadan başarılı sonuç almamızın tesadüflere kaldığını daha iyi anlamaktayız. Ancak zihnin doğru ve derinlikli tanımı ve özgür seçme pozisyonu sağlandığında (toplumsal özgürlük), yöntem ve bilgi rejimimiz doğru algılamalara yetkin cevaplar verebilir. Bu koşullar altında yöntemli çalışmalarımız daha doğru bilgi birikimiyle daha özgür bir toplum ve birey olma şansımızı arttırırlar.
Kapitalist dünya-sistemin bilgi yapısı en az iktidar ve üretim-birikim aygıtları kadar kriz yaşamaktadır. Bilgi yapılarının doğası gereği özgür tartışmaya daha yatkın olmaları, bilimsel krizin boyutları üzerinde geniş yorumlama imkânları sunmaktadır. Bilginin toplum ve iktidar yapılarındaki rolü hiçbir dönemle kıyaslanmayacak boyutlarda anlam bulabilmektedir. Toplumsal yaşamın bilgi-bilişim aygıtları tarihi bir devrimi yaşamaktadır. Buhran olarak devrimsel süreçler özünde hakikat rejimlerini arama rolünü de oynarlar. Hegemonya sadece birikim, üretim ve iktidar alanlarında konumlanmaz; bilme alanında da şiddetli hegemonik mücadelelere tanık olunur. Bilme alanında meşruiyet sağlamamış hiçbir üretim-birikim-iktidar yapılanması varlığını uzun süre kalıcı kılamaz.