Kürt sorununun çözümünde kilit konumda bulunan Önder APO üzerinde devam eden tecrit uzun süredir Kürtlerin temel gündemi. Kürt siyaseti özellikle son bir yılda tecridin kaldırılması ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için küresel düzeyde yürütüğü hamle son olmasa da önemli bir aşama katetti. Çünkü tam olarak tecrit kırılmış değil. Faşist MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de Meclis’in yeni yasama yılı açılışında DEM Parti Eş Genel Başkanlarının elini sıkması ve ardından Önder APO’ya hitaben yaptığı açıklamalara müteakiben Önder APO’nun yeğeni Ömer Öcalan’ın İmralı Adası’na gitti. 43 aydan sonra nihayet bir kaç kelimeden oluşan büyük anlam taşıyan mesajı ve büyük bir özlem duyulan selamını Özgürlük Hareketi’ne, Kürt halkına ve tüm dostlarına illetmesi sevindirdi ve kamuoyunda, “Yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?” soru ve tartışmalarını beraberinde getirmesine yetti.
ÖNDER APO’NUN MESAJI NETTİR!
Elbette ki Önder APO’nun tarzı ve tutumu dost düşman herkesçe biliniyor; Kapitalist Modernite sistemine dönük derinlikli analiz yapmıştır. Yansımaları küresel düzeyde cereyan eden Üçüncü Dünya Savaşı’nın yayılması ve buna bağlı olarak savaşın Ortadoğu’da derinleşmesine ilişkin kapsamlı değerlendirmelerde bulunmuştur. Türk-Kürt ilişkilerinin tarihsel ve toplumsal bağlamını değerlendirerek, meselelerin çözümünde demokratik yol ve yöntemlerin önemine dikkat çekmiştir. Ancak kamuoyuna yansıyan “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” değerlendirmesi ve mesajı güven verici ve nettir. Ve devlet aklına da hiçbir hile, Ali Cengiz oyununa başvurmadan samimi ve net olma cesaretliliğini gösterme mesajını verdiği olarak okunabilir. Çünkü Önder APO, AKP-MHP iktidarının zihniyeti tarihsel açıdan nasıl bir siyaset ve stratejiye dayandığını, çok iyi çözümlediğini, savunmaları ve değerlendirmelerini okuyan, takip eden herkes çok iyi bilir.
Nitekim öyle de oldu; daha yeni yeni tartışmalar alevleniyordu ki ne yapılmak istendiği Kürt ve muhalif kesimlerce deşifre oldu ve hemen akabinde Önder APO’ya tekrardan üç aylık disiplin cezası adı altında tecrit ağırlaştırıldı, toplumun iradesini ipotek altına alma politikası olan kayyumu önce İstanbul’un Esenyurt ilçe belediyesine, sonra Halfeti, Êlih (Batman) ve Mêrdin Büyükşehir Belediyelerine atandı.
BAHÇELİ’NİN AĞZINDAN İKNA VE İMHA SİYASETİ DAYATILIYOR
Bahçeli’nin bu süreçteki çıkışı, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir ayağı olan Suudi Arabistan’dan başlayan Hayfa üzerinden Avrupa’ya uzanan enerji yolu projesine almayan hegemon güçlere karşı Kürt Sorunu kartını öne sürdüğü değerlendirmeleri yapılıyor. Kısa vadede bir yönü bu olabilir. Ancak tarihsel yönüne bakıldığında çok eksik ve yüzeysel bir değerlendirme olur.
Zira Türkiye devleti kurulduğunda, özellikle Kürt halkına karşı politik stratejisini imha ve inkar olarak belirledi. Bunun adına da Şark Islah Fermanı denildi. Bu stratejisini 1990’lı yıllara kadar, en aktif şekilde uyguladı. İnkar ve imha stratejisinin iki ayağını birlikte ve bir eşgüddüm halinde yürüttü. İmha boyutunu inkarı rededen Kürd’e karşı acımasızca uyguladı. Türk Rejimi hep ‘Kürtlüğünüzü, kültürünüzü, tarhinizi, geçmişinizi, dilinizi inkar edeceksiniz’ dayatması içerisinde oldu. Kürt’ü öyle bir noktaya getirdi ki devletin onu inkar etmesine gerek kalmadan, Kürt kendini inkar etme aşamasına gelmişti. Zaten, kendi kültürünü, diline, tarihine sahip çıkanlar, kendi iradesini Kürt olarak inşa etmek isteyenler, kendi topraklarında yaşama iradesini gösterenlere ise tutuklama, hapis, işkence, yok sayma, öldürme, göçertme, kaçırma, kaybetmeler artık sıradan bir hal almaya başladı.
Önder Apo, öncülüğündeki PKK Hareketi nefes nefese bir mücadele ile bu devletin 70 yıllık inkar ve imha politikasının inkar ayağını 1990 yıllarında yırttıp çöpe attı. Kürt, kendi kimliğine, kendi diline ve kültürüne sahip çıkmaya başladı. Egemen, devletçi, milliyetçi Türk ise “Kürt Realitesini tanıyoruz” etrafında dolanmaya başladı. Mücadele ile inkar siyaseti boşa çıkarılsa da imha siyaseti ve stratejisi hiçbir zaman tedavülden kalkmadı. Bu stratejinin en etkin uygulandığı alan İmralı tecrit ve soykırım politikalarıydı. İnkar ve imha siyasetinin İmha ayağı her zaman Kürt için soykırımı ön görmüştür. Aslında bu politikayı en iyi özetleyen tespit, “Kültürel ve Fiziksel Soykırım” tanımlamasıdır.
Önder APO, savunma kitabının 5. Ciltine boşuna “Soykırım Kıskacındaki Kürtler” alt başlığını kullanmadı.
AKP/MHP, Erdoğan/Bahçeli faşist rejimi 2014 yılının Ekim ayında Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “Çöktürme Eylem Planı” kararını aldı. Şark Islahat Fermanı politik ve stratejik uygulama biçimi inkar ve imhadır. Şark Islahat Fermanı 2014 yılında güncelleştirilerek “Çöktürme Eylem Planı” olarak adlandırıldı. Bu planın sahadaki uygulama biçimi ise “İkna ve İmha Stratejisi” temelinde gerçekleştirildi.
Erdoğan ve Bahçeli faşist rejimi “İkna” siyasetini dışarıdaki gelişmeleri bir beka sorunu varmış gibi yansıtarak, iç cepheyi güçlendirmek istedi. İç cepheyi güçlendirme adı verilen bu politikanın amacı bütünlüklü olarak toplumu güçlendirme olarak değil, çürüyen, yozlaşan ve pul pul dökülen ve her birinin yürüşünde bile kendi mecalsizliğini yansıtan Erdoğan ve Bahçeli iktidarının tahkim etmek ve güçlendirmektir.
BAHÇELİ VE ERDOĞAN’I BİRARAYA GETİREN TEK İDEOLOJİİK VE STRATEJİK SEBEP…
Bu plan imha ve inkarın bir devamıydı. Güçlendirilmiş ve vahşileştirilmiş haliydi. Çöktürme eylem planının uygulamadaki ismi ikna ve imhaydı. Yani inkarın yerini ikna almıştır. Yılların mücadelesiyle kendi özüyle buluşan, kendi değer yargılarına saygılı olan kimlik, kişilik edinen, diline, kültürüne sahip çıkan, irade olan Kürt, çeşitli vaatlerle adına “ikna” denilen politika kapsamında, kandırılacak, aldatılacak ve kendi değerlerine ihanet ettirilerek teslim alınacak, ya da en vahşi yöntemlerle imha olacak.
Nasıl ki inkarı rededen Kürt, 1925’lerde Diyarbakır Meydanı’nda dar ağacında sallandırıldıysa, Zilan Deresi’nde katledildiyse, Munzur dağlarındaki mağaralarda Hitler’e ilham olurcasına çoluk çocuk demeden Kürtler yakıldıysa, “İkna” adı verilen politikayı rededen Kürtler de Cizîra Botan’da evlerin bodrumlarında yakıldılar, Sur’da, Farqin’de Nusaybin’de, şehirler yerle bir edilerek insanlara mezar edildi. Bu faşist devlet tam 10 yıldır, “Çöktürme Eylem Planı” kapsamında inkar ve imha siyasetini, kültürel soykırım olarak sürdürdü/sürdürüyor. Bu politikanın öncülüğünü Türk-İslam sentezinin günümüzdeki öncüleri Bahçeli ve Erdoğan yapıyor.
Bahçeli ve Erdoğan’ı bir araya getiren tek ideolojik ve stratejik sebep Kürt soykırımını tamamlama çabasıdır. Diğer gerekçeler eften püften şeylerdir. PKK ve Önderliğini tümden yok etme dışında başka bir bir araya gelme amaçları yoktur.
Görebildiğimiz kadarıyla, devlet içeride ve dışarıda çok sıkıştı. Bahçeli/Erdoğan iktidarı en son sürecini yaşıyor. İçeride meşrulluğu kalmamıştır. Dışarıda saygınlığı yerlerde. Ekonomik olarak dibin dibindedir. Sosyal alan olarak tam bir vacia; tecavüz, hırsızlık, kadın, çocuk cinayetleri, tecavüzleri, fuhuş, uyuşturucu kullanımı ilkokulların önünde 10 yaşına kadar inmiş, hastane ve din vakıflarındaki skandallar ayuka çıkmış durumda.
Şimdi son bir çırpınış da Çöktürme Eylem Planı kapsamında Bahçeli’nin ağzından “İkna ve İmha” siyaseti dayatıldı. İkna’nın neyi kapsadığını yukarıda izah ettik. Özgür Kürd, iradeli, onurlu ve şerefli Kürdü yarattanı, demokratik, muhalif Türkün yaratılmasında emeği olan, Ortadoğu’ya ve dünyaya projeleriyle paradigmasıyla ışık saçan, insanlık için karanlık hücresinde bile güneş olup, aydınlık ve ısı saçan önderliği ve halkı, öyle pespaya bir ağızla, küfürlü bir dille, çeşitli hileli cümlelerle, ayak oyunlarıyla “İkna” adına kandırmaya çalışanlar, kanmayınca da onlarla özdeşleşen imhaya başvurdular. Siyasi soykırıma başladılar.
Esenyurt’ta, Mardin’e, Batman’a ve Halfeti’ye uygulanan, bir kayyum ile anlatılamaz, irade gaspı ile de izah edilemez. Bu bir irade kırımıdır, bir siyasi soykırımdır ve Kürt’ün tüm demokratik kesimlerin umutlarına yapılmış olan vahşi bir saldırıdır. Bu saldırılara karşı durmak her Kürt’ün şeref ve onur borcudur.
Kürtler en başta Önderliğiyle, muhalif, legal siyasetiyle tüm kurum ve kuruluşlarıyla, toplumsallığıyla, onurlu bireyleriyle bunun karşısında durdu ve durmaya devam ediyor. Türkiye siyasetinin merkezinde ve çeperlerinde yer alan ve gerçek anlamda cumhuriyeti demokratikleştirme iradesine sahip olanların karşı duruşuyla, ya da bu aldatma içerikli ikna oyununa karşı çıkışıyla boşa çıkmıştır.
EDİTÖRDEN