06 Mayıs 2016 Cuma Saat 13:47
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 4 Nisan 2015 tarihinden
bu yana hukuksuz bir şekilde tutulduğu İmralı Adası’nda tecrit içerisinde
tecrit koşullarında tutuluyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, İmralı
Heyeti ile 9 Mart 2014 tarihinde yapılan görüşmenin Mezopotamya Yayınları’nın
Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa/İmralı Notları kitabındaki tam metnini
yayınlıyoruz
(Başkan görüşmeden önce baş dönmesi olduğunu söyleyerek,
bunu son günlerdeki yoğunlaşmasına bağladı. İdris Bey birkaç tıbbi soru
sorararak durumu anlamaya çalıştı.)
Abdullah Öcalan: Bunlar önemli değil, biz görüşmemize
başlayalım. Aktarımlarınızı alayım. Biraz hızlı olsun, vakti verimli
kullanalım.
İdris Baluken: Başkanım, hükümet yetkilileri, Hakan
Fidan ve KCK Başkanlık Konseyi ile görüşmelerimiz oldu. Onları aktararak
toplantıya devam edelim.
Abdullah Öcalan: Evet, hemen özetle aktarımlarınız
yapın.
İdris Baluken: Buradaki toplantımızdan bir hafta
sonra Beşir Atalay ve Efkan Ala ile görüşme yaptık. Burada konuştuğumuz
konuları ve sürecin geldiği aşamayı kendilerine aktardık.
Abdullah Öcalan: Evet, özetle alayım.
İdris Baluken: Özellikle müzakere sürecine
geçilmesini, müzakere heyetlerinin oluşturularak sizinle görüşmeleri
gerektiğini ifade ettik. Sürecin yasal statüsünün oluşturulmasının ivedilikle
hayata geçirilmesi gerektiğini söyledik. Sekiz komisyon öneriniz doğrultusunda
AKP’nin de heyetler oluşturması ve bu heyetlerin bir an önce çalışmalara
başlaması gerektiğin ifade ettik. Proje ve yol haritasıyla yaklaşmalarının çok
önemli olduğunu ifade ettik.
Abdullah Öcalan: Evet. Genel ilkeleri belirtmişsiniz.
Onlar ne dediler?
İdris Baluken: Her ikisi de görüşme sırasında pek çok
not aldı. Bu konuları Başbakanla görüşeceklerini söylediler. Kendi
hazırladıkları demokratikleşme paketini övdüler. Bu paketlerin devam edeceğini,
dolayısıyla bu adımların bir süreç olduğunu ifade ettiler. AKP grubunun ve
Türkiye’deki halkın homojen olmadığını, bu nedenle belli hassasiyetleri göz
önünde bulundurarak hareket ettiklerini söylediler. Seçim sonrası işlerin daha
kolay olacağını, zamanlama açısından dikkatli davranmak zorunda olduklarını
ifade ettiler. Hasta tutsaklar meselesini kendilerine ayrıntılı aktarmıştık. Bu
konuda da adım atılması gerektiğini, bunun insani bir mesele olduğunu ifade
ettiler. Bakanlar Kurulunda da bunun dile getirildiğini söylediler. Ancak
bugüne kadar hasta arkadaşlarımız ile ilgili atılmış tek bir somut adım yok.
Onun dışında hükümetin çözüm süreci konusunda kararlı
olduğunu, ancak bu sürecin ciddi zorlukları olduğunu ifade ettiler. Türkiye’de
yaşanan siyasi krizlerin aşılması durumunda sürecin de rahatlayacağını ifade
ettiler. Sürece desteğin Türkiye’de yüzde 80’lere vardığını, bölgede bu oranın
daha yüksek olduğunu ifade ettiler. Ancak somut adım atma noktasında herhangi
bir sonuç aldığımızı söyleyemem.
Abdullah Öcalan: Evet. Bu konuları dün biz de
konuştuk. Aktarımlarınıza devam edin.
İdris Baluken: Bekir Bozdağ ile bir görüşme yaptık.
Beşir ve Efkan Beyler ve ve Bekir Bozdağ ile yaptığımız görüşmeyi Pervin Hanım
ile birlikte yürüttük. Bekir Bozdağ ile görüşmemizde özellikle Müzakere Yasası
üzerinde durduk. Toplumsal Barış ve Müzakere Yasasını Meclis Başkanlığına da
sunmuştuk. Hazırladığımız yasa tasarısını onlara da verdik. Kendilerinin de
bunu incelemesinin önemli olduğunu, kendi formülleriyle bizimle
tartışabileceklerini ifade ettik. Yine hasta tutsaklarla, bir an önce tahliye
edilmesi gereken arkadaşlarla ilgili durumu görüştük. Bu konuda o da diğerleri
gibi haklı olduğumuzu, bazı yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini söyledi.
Adli tıp süreçlerini devre dışı bırakmak için üniversite hastaneleri ve tam
teşekküllü devlet hastanelerinin raporlarının yeterli olması gerektiğini
belirttik. Kendisi de bu konuda bir yasal düzenleme yapılabileceğini, ama bunun
seçim sonrasına kalacağını ifade etti. Diğer hastalar için elektronik takibi
öngörecek bir mekanizma için çalışma yaptıklarını söyledi. Bugüne kadar
herhangi bir somut gelişme bu konuda yoktur.
Abdullah Öcalan: Evet. Hazırladığınız yasa tasarısını
ben de inceledim. O kadar detaya gerek de yoktur. Birkaç madde ile halledilebilir.
Bu konularda dün de görüşlerimi onlara ifade ettim.
İdris Baluken: Terörle Mücadele Kanununun
kaldırılması gerektiğini ifade ettik. Seçim sonrasında kaldırılacağını söyledi.
Yine uzun tutukluluk süreleri için yedi yıllık bir süre öngörmüşlerdi. Biz
bunun kabul edilemez olduğunu söyledik, sonra bunu beş yıla indirdiler. Bizim
açımızdan yeterli olmayan bir düzenlemedir. Ayrıca daha önce sunduğumuz 125
maddelik demokratikleşme önerileri ve yasal mevzuata dönük görüşlerimizi
ilettik. Gizli tanık, telefon dinlemeleri, özel yetkili mahkemeler, Terörle
Mücadele Kanunu, tutukluluk süreleri konularında hazırladığımız çalışmaları
kendilerine aktardık.
Abdullah Öcalan: Evet, bunlar detaylardır. Önemli
olan ilkelerdir. Tabii siz görüşmelerinizde bu konuları detaylı tartışın. Ama
önemli olan ilkesel olarak ne yapacağımızdır. O ilkeleri ben dün onlara
aktardım.
İdris Baluken: Ahmet Davutoğlu ile bir görüşmemiz
oldu. Bu görüşmeyi Sırrı Süreyya Önder ile birlikte yaptık. Bir buçuk saati
aşan bir görüşme oldu. Ana gündem maddesi Rojava ve Suriye politikasıydı.
Türkiye’nin politikası ile ilgili eleştirilerimizi ilettik. Ayrıca Kobani’de
yapılan bir hastane için Avrupa’da toplanan tıbbi malzemenin geçişi için Suruç
kapısının kullandırılması, insani yardımların engellenmemesi ve Afrin kapısının
açılması işini konuştuk.
Sırrı S. Önder: Aktarımlar bitsin, ben de
ekleyeceğim.
İdris Baluken: Davutoğlu’nun Rojava ile ilgili sizle
görüşmesi gerektiğini özellikle belirttik. Başkan’ın yirmi yılı aşkın
deneyiminin olduğunu, beş yıl önce de devlet heyetiyle pek çok konunun
paylaşıldığını ifade ettik. Suriye ve Rojava’da devletin ne yapması gerektiğini
sizin beş yıl önce devlet heyetine de ilettiğinizi söyledik. O nedenle Rojava
ve Suriye’deki yanlıştan dönülmek isteniyorsa Başkan’la kendisinin ya da
heyetlerinin görüşmesinin önemli olduğunu söyledik.
Abdullah Öcalan: Ne dedi peki?
İdris Baluken: Diyarbakır konuşmasını örnek gösterdi.
Orada ulus-devlet anlayışının aşılması gerektiğini belirtmişti. Bize bu
düşüncesinin Newroz Deklarasyonunda belirttiğiniz görüşlerle ne kadar
örtüştüğünü anlattı.
Abdullah Öcalan: Evet. Teoride belki olabilir, ama
pratikte bir karşılığı yok söylediklerinin. Zaten bu meseleler onu da aşar.
Davutoğlu da bunu biliyor. Başka ne dedi?
İdris Baluken: Dış politika ve Suriye konusunda neler
yaptıklarını çok uzun şekilde tekrarladı. Suriye’de PYD’nin rejimle hareket
ettiğini, muhalefetle ortaklaşmadığını ve diğer Kürt gruplarına baskı yaptığını
anlattı. PYD’nin sözüne güvenilmediğini, aslında Salih Müslim’in Ankara’ya
gelişinin önemli olduğunu, ancak bunun öneminin PYD tarafından bilinmediğini
ifade etti.
Abdullah Öcalan: Bunlar doğru değil. Ne yapılması
gerektiği bellidir.
İdris Baluken: Davutoğlu ısrarla PYD’nin Rusya ve
İran ile sıkı ilişkiler içinde olduğunu, bunun bilgilerinin kendilerinde
olduğunu ifade ediyor. İnsani yardımı engellemelerini bazı gerekçelere
dayandırıyor. PYD’nin rejime desteğini kesmesi, muhalefetle hareket etmesi ve
diğer Kürt gruplarıyla ilişkiler geliştirmesi durumunda desteklemeye hazır
olduğıunu ifade etti. Biz bu bilgilerin doğru olmadığını söyledik. Güncel
sorunlar için Rojava konusunda belirleyecekleri bir komisyonla bazı konuları
ortaklaştırma çabasına girebileceğimizi ifade ettik.
Abdullah Öcalan: Evet. Bu çabanızı anlıyorum. Ama Rojava
konusu hem sizi hem de Davutoğlu’nu aşan bir konudur. Burada görüşmemiz
gerektiğini dün de söyledim.
Sırrı S. Önder: Biz bu komisyonu insani yardımlar,
sınır kapılarının açılması konusunda bazı sorunların aşılması için önerdik.
Abdullah Öcalan: Evet. Onları görüşebilirsiniz.
İdris Baluken: 1 Mart 2014 tarihinde Kandil’de
arkadaşlarla görüştüm.
Abdullah Öcalan: Tek mi gittin?
İdris Baluken: Evet, bu sefer tek gittim. Pervin
Hanımın 8 Mart etkinlikleri dolayısıyla yoğun bir programı vardı, Sırrı Bey de
seçim çalışmalarındaydı. Bu nedenle tek gittim.
Abdullah Öcalan: Kimlerle görüştün? Durumları
nasıldı?
İdris Baluken: Cemil Bayık, Ali Haydar, Mustafa
Karasu ve Elif Pazarcık ile görüştüm. Arkadaşların durumu ve moralleri gayet
iyiydi. Size selamlarını ve bağlılıklarını dile getirdiler. Üç buçuk sayfalık
bir mektup yazmışlardı, size ulaştırılması için onu Adalet Bakanlığına
iletmiştim.
Abdullah Öcalan: Evet, mektubu aldım. Zaten çok güzel
yazmışlar. Her şeye değinmişler. Mektubun dışında aktaracakların, gözlemlerin
var mı?
İdris Baluken: Evet. Mektupta da değinmişlerdi
arkadaşlar. AKP’nin önemli bir fırsatı kaçırdığını düşünüyorlar. Önderlik
AKP’ye bu sorunu çözme gibi tarihi bir fırsat verdi. Ama AKP’nin
değerlendiremediğini düşünüyorlar. AKP’nin giderek güç kaybettiğini ve istese
de artık bu sorunu çözemeyeceğini düşünüyorlar. Rıza Zerab’ı bırakan AKP hasta
tutsaklar meselesinde bile adım atmamıştır diyorlar. Bu tavrın zorlayıcı
olduğunu ifade ediyorlar. Kapitalist modernitenin AKP’yi bitirmek için hamleler
yaptığını, amacın Fetullahçılardan oluşan bir yönetim oluşturmak olduğunu ifade
ettiler. Tavırlarının ne AKP ne de Fetullahçı yönetim arasında olacağını dile
getirdiler. BDP ve HDP’nin demokrası güçleriyle beraber bir alternatif
oluşturması ve bu alternatifi halkla buluşturması gerektiğini ifade ettiler.
Kürt Hareketinin Türkiye’deki demokrasi çevreleriyle beraber çözüm
yaratabileceğini, bunun olanaklarının oluşturulması gerektiğini ifade ettiler.
Abdullah Öcalan: Evet, bunları mektupta da
yazmışlardı. Bu konuları biliyorum. Başka aktaracağın var mı?
İdris Baluken: KDP ile ilgili değerlendirmeleri oldu.
KDP’nin Rojava’da ihanet içerisinde olduğunu, ulusal konferansı yaptırmamak
için de özel olarak bazı politikaları devreye koymaya çalıştığını ifade ettiler.
Abdullah Öcalan: Evet, biliyorum, bu konularda da
mektupta değinmişlerdi. O nedenle verdiğiniz bilgiler yeterlidir. Başka ne
gözlemledin?
İdris Baluken: Arkadaşlar Demokratik İslam Konferansı
ile ilgili bir önceki görüşmemizde Hüdapar’ın konumuyla ilgili dile
getirdiğiniz bazı hususlara değindiler.
Abdullah Öcalan: Evet, ne diyorlar? Hüdapar’ın
konumunu nasıl görüyorlar?
İdris Baluken: Hüdapar’ın bağımsız olmadığını
düşünüyorlar. İran, Suriye ve El-Kaide ile ilişkide olduğunu düşünüyorlar.
Hüdapar’ın katılımı konusunda kaygıları var. Konferansı boşa çıkarmak için
katılmak isteyebilirler.
Abdullah Öcalan: Evet. Boşa çıkarmak isteyebilirler.
Öyleyse katılmalarının bir anlamı olmaz. Başka bir konu var mıydı?
İdris Baluken: Arkadaşlar Suriye konusunda bazı değerlendirmelerde
bulundular. Suriye’de karşımızda sadece Suriye devletinin olmadığını, asıl
gücün İran devleti olduğunu ifade ettiler. Suriye ve İran’ın Kürtlerin
konumundan çok rahatsız olduğunu ifade ettiler. Hem kantonların ilanından hem
de Rojava’nın çetelerden arınmasından İran çok rahatsızdır. Til Koçer’in
ticarete açılmasını İran önlüyor.
Abdullah Öcalan: Til Koçer kapısı ticarete açılmamış
mı? Niye açılmamış? İran Maliki’ye baskı mı yapıyor?
İdris Baluken: Evet. Şu anda kısmi olarak insanı
yardım
a açıktır. Ticarete açılmasını İran engelliyor. İran ayrıca
Arap kesimlerini de harekete karşı kışkırtıyor. Bu nedenle arkadaşlar
atacakları her adımın siyasal sonucunu hesap ederek davranıyorlar.
Abdullah Öcalan: Evet. Başka var mı aktaracağınız?
İdris Baluken: Arkadaşlar savunmalarınızın basımına
hala izin verilmediğini bilmenizi istediler. Ayrıca özgürlüğünüz için
başlatılan imza kampanyası Türkiye’de yasaklandı. Bunları bilmeniz gerektiğini
düşünüyoruz. Başkanım, Erbil’de bir büromuz var. Bürodaki arkadaşların size
özel selamları vardı.
Abdullah Öcalan: Büro PÇDK’nin mi, yoksa farklı bir
isimde mi?
İdris Baluken: BDP ismiyle büromuz var. Uzun süredir
arkadaşlar iyi bir çalışma yürütüyorlar. Türkiye’den gelenler ve oradaki
halkımızla bazı çalışmaları iyi bir şekilde örgütlüyorlar.
Sırrı S. Önder: Ayrıca Kuzey’den gidenlerin, KCK
Davasından gidenlerin hem duruşmalarını izlemek, hem dayanışmalarını sağlamak,
hem de sorunlarını gidermek anlamında işlev görüyorlar. Barzani yönetimi
onların oturum ve çalışma hakları konusunda hep engelleyici bir tutum
içerisinde. Ağırlıklı mesaileri buna giriyor. Ayrıca diğer Kürt siyasal
yapıları ve Barzanilerle belli seviyede diplomatik ilişkiler kuruyorlar.
Abdullah Öcalan: Bu önemlidir. Her anlamda iyi
çalışıp kendilerini örgütlesinler. Ekonomik, sosyal, siyasal pek çok konuda iyi
çalışmalar ortaya koyabilirler. Ekonomi anlamında işadamlarıyla ilişkiler
kursunlar.
İdris Baluken: Seçim çalışmaları sırasında Koma
Berxwedan sanatçıları da yoğun bir şekilde çalışıyorlar. Onların sizlere özel
selamları var.
Abdullah Öcalan: Evet, siz de selam söyleyin. Bu
sanat konusuna biraz değineceğim.
İdris Baluken: Başkanım, benim aktaracaklarım bu
kadar.
Abdullah Öcalan: (Pervin’e dönerek) Evet, sizin
aktarımınızı alayım.
Pervin Buldan: Başkanım, hükümetle yapılan bütün
görüşmelere ben de katıldım. Ayrıca Hakan Fidan ile de bir görüşme yaptık. Onu
Sırrı Bey aktaracak. Ben 21 Şubat tarihinde Avrupa’ya gittim. Önce Brüksel’e
gittim. Remzi Kartal, Zübeyir Aydar, Sakine Karakoçan ve Ferda Çetin’le
görüştüm. Ayrıca görüşmeye ABDEM’den arkadaşlar da katıldılar.
Abdullah Öcalan: ABDEM ne oluyor?
Pervin Buldan: AB ve Demokrasi Meclisi, Avrupa
Konferansı’ndan sonra oluştu. 57 birleşeni var. Hepsinin selam, saygı ve
bağlılıkları var. Arkadaşların tek tek görüşmelerini aktarmaktan ziyade genel
görüşmelerini aktaracağım. Hükümetin genel yaklaşımlarından rahatsızlar. Avrupa
sahasında demokratik inşa süreci çalışmaları ve örgütlenmelerin yapıldığını
ifade ettiler. Ayrıca bir yıllık süreci değerlendirdiler. Hareket olarak
siyaseten başarılı ve kazançlıyız dediler. Diplomatik olarak da kazançlıyız.
Başkan’ın konumunda da başarılıyız. Bir Amerikalı uzmanın “Bu süreçten sonra
hiç kimse Abdullah Öcalan’ı eski statüde tutamaz dediğini aktardılar. Uzmanın
ismini vermediler.
Abdullah Öcalan: (Gülerek) Amerika yapacağını yaptı
zaten. Bize savaş açtı.
Pervin Buldan: Bu anlamda kazançlıyız dediler.
Rojava’da da kazançlı olduğumuzu ifade ettiler. Aynı zamanda hükümetin de
kazançlı olduğunu söylediler.
Abdullah Öcalan: Nasıl yani?
Pervin Buldan: 2012’nin şiddetiyle geçseydi hükümet
kaybederdi. Türkiye’de bu anlamda kazançlı çıktı dediler.
Abdullah Öcalan: Doğru bir tespit.
Pervin Buldan: Sakine Karakoçan’ın da şöyle bir
tespiti var. “Kadınlar giderek kendi sistemlerini oluşturuyor. Rojava buna
örnektir. Rojava’daki devrim aynı zamanda bir kadın devrimidir” dedi.
Ayrıca benim için yaptığınız değerlendirmeleri kendilerine sayıyorlar.
Abdullah Öcalan: Doğru, sizin şahsınızda yaptığım
kadın değerlendirmeleri bütün kadınlar için geçerlidir.
Pervin Buldan: Genel olarak arkadaşlar Önderliğin
aldığı kararların arkasındayız dediler. Ayrıca Köln’de Öcalan’a Özgürlük
İnisiyatifi bürosunu ziyaret ettim. 99’da kurulan bir inisiyatif. Gittim,
yerlerini gezdim. Kitaplarınız orada yabancı dillere çevriliyor, broşürlere
basılıyor. Orada çalışan arkadaşların da size özel selamları var. Ayrıca 8 Mart
etkinlikleriyle ilgili kısa bir bilgi vereyim. Ağrı, Kars, Bitlis ve Iğdır
mitinglerine katıldım.
Abdullah Öcalan: Nasıl, kadın katılımı iyi miydi?
Pervin Buldan: Evet Başkanım, diğer senelere göre bu
sene her yerde kadın katılımı oldukça yoğundu. Sadece 8 Mart değil, 15 Şubat
protestoları da bu dönem çok daha kitlesel geçti. Bugün de İstanbul ve Urfa’da
kadın mitingleri vardı. Yarın da özel olarak Halfeti’de bir kutlama yapılacak.
Sizin daha önceki görüşmelerde kadına dair yapmış olduğunuz değerlendirmelerden
bir metin hazırladık. Sizin 8 Mart mesajınız olarak kadınlara okuduk.
Abdullah Öcalan: (Metni aldı, dosyasının içine koydu)
Sonra okurum.
Pervin Buldan: Ayrıca Êzidi Kadın Konferansına
ilişkin bir bilgilendirme var.
Abdullah Öcalan: Onları da gördün mü Avrupa’da?
Pervin Buldan: Hayır, onları göremedim. Feleknas Uca
bilgilendirmeyi bana mail üzerinden gönderdi.
Abdullah Öcalan: Feleknas ile ilgili daha önce de
söylemiştim. Onlardan Mecliste bir temsiliyet önemlidir. Feleknas acele edip
sorununu halledip hazırlık yapsın.
Pervin Buldan: Daha önceki görüşmede zaten buna
ilişkin değerlendirme yapmıştınız, biz kendisine ilettik. Türk vatandaşlığı
için başvurusunu yapmış, sonucunu bekliyor. Bilgisi var.
Abdullah Öcalan: Evet, ihmal etmesin. Seçimlere az kaldı,
sorununu çözsün.
Pervin Buldan: Ayrıca size bazı kitaplar getirdik.
Hasan Cemal’in Delila, hasta tutsakların Aram Yayınevinden çıkan Sessiz Çığlık,
yine Türk bir yazar olan Ufuk Coşkun’un yazdığı ve size özellikle iletmemi
istediği Kürt’üm, Doğruyum, Çalışkanım, ve Merlin Stone’un Tanrılar Kadınken
kitaplarını getirdim.
Abdullah Öcalan: Ha, o kitap bana gelmişti.
Pervin Buldan: Kemal Bülbül size Pir Sultan Abdal ile
ilgili kitapları gönderdi.
Abdullah Öcalan: Hangi kitaplar?
Pervin Buldan: Pir Sultan Abdal ve bütün deyişleri.
Alevi tarihinden bir kesit.
Abdullah Öcalan: Bunlar bilimsel mi, yoksa efsane mi?
Sırrı S. Önder: Ben bir dahaki sefere size bilimsel
birkaç tane kitap getireceğim.
Abdullah Öcalan: Evet, iyi olur.
Pervin Buldan: Son olarak İdris Bey ile birlikte bir
basın toplantısı yaptık. En son görüşmede bize basın toplantısı yapın
demiştiniz. Burada konuştuklarımızı ve kaygılarınızı kamuoyuyla paylaştık.
Abdullah Öcalan: Evet, bilgim var, izledim.
Pervin Buldan: Evet, benim de aktaracaklarım bu
kadar.
Abdullah Öcalan: (Sırrı Süreyya’ya dönerek) Evet,
sizi dinliyorum.
Sırrı S. Önder: Sayın Başkanım, Pervin Hanım ve
Selahattin Beyle birlikte Hakan Beyle görüştük. Görüşme biraz gergin başladı.
Hakan Bey bizim tutumumuzu sizin bir önceki görüşmede geliştirdiğiniz söylemi
tetiklediğini söyledi.
Abdullah Öcalan: Nasıl yani? Nasıl bir tutum
almışsınız ki ben etkilenmişim?
Sırrı S. Önder: Biz de bunun böyle olmadığını ve en
basit sözlerin bile tutulmadığını anlatarak bizim böyle bir dahlimizin olmadığını,
bizzat hükümetin eksikliği ve ağırlığının sayın Başkan’ı bu duruma getirdiğini
söyledik. Ben kendisinin kurmak istediği çözüm planına hükümetin ve diğer
kurumların güç vermediğini, güç vermediği gibi sabotaj anlamına gelecek işler
yaptığını anlattım. Bu oyun planının artık hayatta bir karşılığının
kalmadığını, yeni bir şeye ihtiyaç olduğunu söyledim.
Abdullah Öcalan: Çok iyi söylemişsin. Ben de
kendilerine söylüyorum. Siz ne etkili ne de yetkilisiniz diyorum dedim, sadece
iyi niyetlisiniz.
Sırrı S. Önder: Etkililik meselesine bir şey diyemem,
belki biraz etkililer, ama hükümet sorumluluk veriyor, yetki vermiyor. Bu
sadece MİT ile sınırlı birşey değil, bakanlar da bu vaziyette.
Abdullah Öcalan: Sen neyi nasıl önerdin?
Sırrı S. Önder: Hakan Beyin projesi şöyle
özetlenebilir: Ülke öyle bir noktaya gelsin ki, ne Başkan’ın özgürlüğü ne de
diğer demokratik haklar artık tartışılmayacak bir hal alsın, biz de nihai
çözümü geliştirelim şeklindeydi. Bu kronolojik bir yaklaşımdı. Ben gelinen
noktada bunu tam tersine çevirecek öncü bir yaklaşım geliştirilmezse, ortada ne
hükümetin ne de MİT’in kalacağını belirttim. Bunun için de doğrudan sizin
özgürlüğünüz ve demokratik hakların iadesi masaya konulup sonundan yürütmek
gerektiğini önerdim. Nasıl meselesine gelince, hükümetin bunu yapmamak için öne
sürdüğü mazeretlerin hayatta hiçbir karşılığının olmadığını anladık. Kendi
güvenlikleri söz konusu olduğunda, hiçbir şekilde ‘halk buna hazır değil’ gibi
ölçüler gözetmediklerini de söyleyerek, artık bundan aşağısı bu soruna yeni bir
yaklaşım olarak sunulamaz dedim.
Abdullah Öcalan: İyi demişsin. Sakine’lerin olayında
MİT’in rolüne gelince, ben de Hakan Bey ve ekibinin herhangi bir dahli
olduğundan emin değilim, ama ortaya çıkan şey çok önemlidir. Belki de
Cumhuriyet tarihinde ilk defa orjinal bir belge sunuluyor. Bütün bunları ben de
heyetle konuşuyorum. Fakat en önemlisi HDP’nin uğradığı saldırılardır. Sen
buradan çıktıktan sonra en kısa sürede Efkan Bey ve Hakan Bey ile bir görüşme
ayarlamalısın. Onlara aynen şöyle söyle: Önce elinizde saldırganlar hakkındaki
bilgileri paylaş sonra “Müzakere yürüttüğünüz bir partiye yapılanlara set
çekmediğiniz zaman ya siz de buna ortaksınız ya da çok körsünüz demektir de.
Bu işler ciddiyet ister, size meşru müdafaa hakkı doğmuştur. Bunu yaptığınız
zaman neler olacağını kendilerine anlatmalısın. Başbakanla sanırım görüşemedin.
Sırrı S. Önder: Görüşemedim, can derdine düşmüş.
Abdullah Öcalan: Seçim yoğunluğundandır. Tabii can
derdi de var. Bunu elinden geldiğince en etkili bir şekilde aktar hepsine.
Sırrı S. Önder: Bana da sekiz tane koruma verdiler.
Üçü sürekli yakın koruma yapıyor, beşi de kritik yerlere giderken eşlik
ediyorlar bize.
Abdullah Öcalan: Bunu iki şekilde yapabilirler.
Birincisi, seni devletleştirmek isteyebilirler. Bu sık kullandıkları bir
yöntemdir. Etrafını kuşatmış olurlar. Hareket kabiliyetini sınırlandırırlar.
Bir de korkutmaya çalışırlar. Ama sen korkacak birisi değilsin, babanın
oğlusun, değil mi? Baban korkmadı izliyorum, sen de korkmuyorsun. İkincisi de
gerçekten böyle bir şey olabilir. Buna karşı da dikkatli olmalısın. Tabii ki
korumalılar sizi, ama birinci söylediğime dikkat et ve hep uyanık olun.
(Pervin’le İdris’e dönerek) Sizler için de geçerli. Her şey beklenir.
Sırrı S. Önder: Tamam Başkanım. Leyla ile beraber
Barzani’ye gittik. Ben daha önce Neçirvan ile görüşmüştüm, ama Mesut Barzani
ile ilk defa görüştüm. Göründüğünün aksine çok candan ve mütevazı davrandı, çok
da espriliydi. Fakat arkadaşlar bunun riyakar bir tutum olduğunu düşünüyorlar.
Leyla Hanım aktarım yapıp mektubunuzu verdikten sonra, beni sizin istediğiniz
biçimde bir başmüzakereci gibi takdim etti. Ben de sayın Barzani’ye günü gelmiş
düşüncelerden ve fikirlerden daha kuvvetli hiçbir şeyin olmadığını söyleyerek
başladım. O sırada Amerika’ya bir vize meselesi için rest çekmişti. Bunu dört
yıl önce yapsalar aynı neticeyi alamayacaklarını, belki de bu yolu defalarca
denediklerini, ama bugün gelinen noktada yaptıkları bu hareketin vize
meselesindeki sorunu on iki saatte çözdürttüğünü söyledim. Kürt ulusal birliği
de aynen bu işte olduğu gibi zamanı gelmiş, hatta bir anlamda geçmekte olan bir
olgudur buna kayıtsız kalmak ya da engellemek gibi bir ithamda bulunmak bizim
işimiz değil dedim. Ama şunu söyleyebiliriz ki, bunu gerçekleştirmemiş olmak
sorumluluğu bile yeterince ağır bir sorumluluktur. Sonra sizin kendisine dair
düşüncelerinizi aktardım. Barzani diplomatik cevaplar verdi. Biz oradan
çıktıktan bir gün sonra da bu işi boşa çıkaracak bir sürü laf sarfetti.
Ama biz bu geziyi Barzani’yi ikna etmekten çok, sizin bu
şartlar altında bile bölgede diplomasi yapabilen bir ana aktör olduğunuz
zeminine oturttuk. Görüşmeler ve sonrasındaki basın açıklamalarının da bu
perspektifle olması gerektiğini Leyla’ya ısrarla vurguladım. Bu gezimiz elbette
belli şeyleri belki geliştirir, belki iyileştirir. Ama bizim esas öne çıkaracağımız
şey Öcalan’ın bölgede etkili bir diplomasi yapıyor olabildiğini göstermemiz
olacaktır. Leyla da büyük ölçüde bu perspektife uydu. Üç gündür İstanbul’da
bana destek vermeye geldi. Etkili bir program çıkardık, sonuçları da verimli
oldu. Bugün Urfa’ya geçecek, size selamları var. Sayın Barzani size iki top,
bana da iki top şalşepik kumaşı hediye etti. Eğer bir ceketinizi verirseniz ve
isterseniz onu size diktirip getireyim.
Abdullah Öcalan: (Güldü) Olabilir, avukatlarda var
benim ölçülerim, onlardan alabilirsin.
Sırrı S. Önder: Barzani 96’da sizi ziyaret etmiş.
Sizi Kürdistan’a davet etmiş, bunları anlattı. Daha sonra sizi kelepçeli bir
halde görünce bir kardeşinin ya da kendisinin koluna kelepçe vurulmuş gibi
hissettiğini söyledi. Sözün tam burasında Doktor Fuat -ki o da toplantıdaydı-
ağlamaya başladı. O ağlayınca Leyla da ağladı. Barzani de biraz hüzünlendi.
Abdullah Öcalan: Niye ağlıyorlar ki?
Sırrı S. Önder: Bir Adıyaman lafıdır Başkanım. Herkes
kendi ölüsüne ağlar. Sanırım ne kadar unutmaya ya da bilmezden gelmeye
çalışsalar da, vicdanları ve ulusal onurları akıllarına geldi. Çünkü bir parça
samimi bir hüzündü o anda oluşan.
Abdullah Öcalan: Yapma yahu. Ağlayacaklarına bir
şeyler yapsınlar, varlıklarını bize borçlu olduklarını bir parça hatırlasınlar.
Timsah gözyaşları döküyorlar. Çok büyük suç işlediler. Ben burada kendi
durumuma hiç ağlamadım, ama Güney Kürdistan’ı satsa da yine merhametli
davranacağım. Öcalan sizinle kavga istemez deyin. Biz orada da, Türkiye’de de
kazanacağız.
Sırrı S. Önder: Neçirvan bizim kaldığımız yere geldi.
Bizi orada ziyaret etti. Ertesi gün Türkiye’ye gidip Başbakanı ziyaret
edeceğini, özel olarak iletmemizi istediğimiz bir şey varsa bunu en etkili bir
şekilde söyleyebileceğini söyledi ya da kendisine bir zemin vermemizi, onun
üzerinden düşüncelerimizi olduğu gibi, kendi düşüncesi gibi aktaracağını
söyledi. Ben de bu yavaşlık ve izolasyonla giderse ortada hükümetin
kalmayacağını, her anlamda demokratikleşmeye ihtiyacı olduğunu, buna uygun
davranmazsa yok olacağını, bunu kendi düşüncesi gibi aktarırsa gerçeği aktarmış
olacağını söyledim. İdris Barzani için söylediklerinizi de ekledim. Sizin onu
hep ayrı bir yerde değerlendirdiğiniz vurgusunu da yaptım. Bu arada sadece
Leyla değil, Altan Tan da destek için İstanbul’a geldi. Şu anda kendisine
İstanbul’da iki günlük bir program yaptık. Cezaevinden çıkan bütün vekillerimiz
de geldi. Sadece Selma’yla Gülser 8 Mart’tan sonra gelecekler. Seçime dönük
olarak başlangıçta İstanbul’daki Kürt seçmenini konsolide etmek bakımından bir
takım güçlükler yaşadık. Bunda BDP kurumlarının isteksizliğinin ya da HDP
meselesini tam anlayamamış olmalarının da rolü vardı. Şimdi size rahatlıkla
söyleyebilirim ki, hep birlikte yürüttüğümüz çalışmalar sonucunda bu engeli
geride bıraktık. Şimdi rahatlıkla diğer alanlara yönelik çalışmalarımıza
yoğunlaştırıyoruz.
Abdullah Öcalan: Farkındayım. HDP de, BDP de çok
tutucu ve dar yaklaştılar bu meseleye, bunu konuşacağız. Televizyonlardaki
konuşmalarını izledim. Bak, ben seni önceden uyarmıştım. Seni siyasetten
koparıp sadece sanat alanına hapsetmek istiyorlardı. İki programında da sana
buradan yüklendiler. Sen çok iyi anlık cevaplar oluşturdun. Daha da iyi
olabilirdin. Ama bunu şunun için söyledim: Bak, ben sana dedim, sana sinema
diyecekler, sanat diyecekler, oysa siyaset özgürleşmeden bu alanlardan hiçbiri
özgürleşmez. Bu öngörülerim doğru çıktı, hem de iki kez üst üste.
Sırrı S. Önder: Sayın Başkanım, bu konuşmaları sizin
izleyebileceğinizi biliyordum. Bir de CHP ve Cemaat çevreleriyle görüşmelerim
oldu. Cemaat kendinden çok emin. Bu hükümetin seçimi göremeyeceğini düşünüyor.
CHP de mahçup bir girişimde daha bulundu.
Abdullah Öcalan: Nedir izlenimin?
Sırrı S. Önder: Buradan birşey çıkmaz. Hepimizin
ortak görüşüdür bu. Demokratikleşmeye dönük ciddi bir tutum alamıyorlar. Bunun
sebebi de homojen bir yapı olmamalarından kaynaklanıyor bence. Bu saatten sonra
çok önemli birşey olmazsa, biz artık halka da anlatamayız. O yüzden bizim kendi
yolumuza gitmemiz en iyisi gibi duruyor.
Abdullah Öcalan: Evet, öyle gözüküyor.
Sırrı S. Önder: Başkanım, bize de, hükümete de belli
bir mesafede duran, içinde Kürtlerin de olduğu bir aydınlar kurulu ile
görüşmelerim oldu. Mesela Tarhan Erdem bunlardan biri. Ona göre bu profili
anlayabilirsiniz. Önderliğe Özgürlük Kampanyası çerçevesinde böyle bir kesimi
katma amaçlıydı benim düşüncelerim. Orada şöyle bir şey çıktı ortaya. Size
mesaj vermek istiyorlardı. Ben de bunu bir toplantı halinde yapabileceğimizi ve
herkes “Öcalan’a ne demek ister? gibi bir başlık altında onları dinleyip size
ulaştırabileceğimizi söyledim. Seçim sırasında bu zor olacak gibi gözüküyor,
ama seçimden sonra bunu gerçekleştirebiliriz.
Abdullah Öcalan: Bunu yapabilirsiniz. Ama BDP ve
HDP’yi, aydınları, hepinizi eleştiriyorum. Fazlasıyla 12 Eylül ve Gladiocu çevreler
hepinizi pasifize etti. Bu saldırılarda da görüyorsunuz. Dün izledim,
Ertuğrul’a otuz kişi saldırıyor. Beni dinlemiyorsunuz. Öz savunma gücünü
anlayamadınız. Sebahat bir de devrimci pratikten geliyor. MİT Müsteşarıyla
görüştüğünüzde asıl müzakere konusu budur. Ona deyin ki, gerekli tedbirleri
almazsa biz öz savunma tedbirlerimizi alırız. Sindirilmişsiniz, gürül gürül
karşı koyacaksınız. Çünkü siz devletle müzakere pozisyonundasınız. Bunu iyi
kullanacaksınız. Newroz’da tarihi çağrı yaptım ya, Başbakan bunun gereğini
yapacak, yoksa eliniz onun yakasında olmalı. İçinde bulunduğunuz durum hem koyu
devlet inkarcılığı hem de koyu devlet teslimiyetçiliğidir. Ben bu tarzı kabul
etmiyorum, ben son derece bilimsel aydınlatmalı devlet anlayışını ortaya koyuyorum.
Devlet de bunu anlamalı. Darbeden kurtulmak istiyorlarsa HDP gereklidir.
Darbenin ilacıdır, başka bir şekilde darbeden çıkış olmaz. Politikada hamsınız,
siyasetin gücünü kullanmıyorsunuz, siyasetin gücünü bileceksiniz. Siyaset
sanatı da, ekonomiyi de, hukuku da özgürleştiren bir alandır. Mahir Çayan’ın
verdiği böyle bir örnektir.HDP ve BDP’yi yeniden yapılandırmak gereklidir,
yeniden yapılandırabilirseniz yüzde 15 bandına ulaşabilirsiniz.
Sırrı S. Önder: Benim de aktarımlarım şimdilik
bunlar, gündemi yazdım. Sizin söyleyeceklerinizi alabiliriz Başkanım.
Abdullah Öcalan: Kandil’e 12 sayfalık mektup yazdım.
(Sırrıya dönerek) Bu mektuba bir sayfa daha ekleyeceğim. Newroz mesajını bu
mektubun ruhuna göre yazarsınız, yine sen ve Pervin okursunuz. Yaresan ve Êzidi
halkına mesajımı ilettiniz mi? Ermenilere dönük bir değerlendirmem olacak.
Dünkü toplantımızı heyetle gerçekleştirdik. Daha çok darbeyle ilgiliydi.
Bırakın sorunları çözmeyi, AKP sorunları büyüten bir konumda. Ben hem Emre
Taner hem de Hakan Fidan’ın duruşunu gördüm. MİT’in yeniden yapılanmasını
gördüm ve bu süreci başlattım. 2009 tarihinden itibaren bu süreç benim üstüme
kaldı. Süreci Sabri onlarla görüşüp bana ilettiler, süreç benim üstüme kaldı.
Sırrı S. Önder: Bu arada Sabri rahatsız, ameliyat
olma durumu var.
Abdullah Öcalan: Anladım. Bütün çabalarıma rağmen
sayın Tayyip’i Cemaat’ten uzaklaştıramadık. Darbe dinamiği var, önlemini al,
burada büyük bir oyun var dedim. Tarih beni doğruladı. O darbeyi bu masa
önledi. Başbakan’ı tümüyle kendilerine bağladılar. Bunlar en son MİT
Müsteşarlığını ve Kürdistan bürolarını istiyorlardı, devleti tamamen ele
geçirmek istiyorlardı. Yargıyı, polisi, spor kulüplerini ele geçirmişlerdi.
Peki, neden böyle oldu? Çünkü MİT beş yıldır bizimle süreci götüren ekipti.
Bunlar amacına ulaşsaydı, Hoca da Humeyni gibi Ankara’ya inseydi, İran’daki
gibi bütün muhalefeti bitiren koyu bir faşizm gelecekti. Bu darbe
dinamiklerinin arkasında kimler var, onları açacağım. İngilizler Anadolu’yu
Mustafa Kemal’e devrederken, Proto İsrail modeliyle 1925-40 yılları arasında
çok ciddi Kürt kırımı yapıldı. Daha sonra NATO gladiosu Türkiye’yi Türkeş’in
denetimine veriyor. Özel Harp Dairesi darbe dairesidir. 27 Mayıs bildirisini de
Türkeş okudu. Darbe dinamiğinde Cemaat’in ilk organizasyonu 12 Eylül’e dayanır.
12 Eylül’ün Ülkücüleri de Cemaat oluyor aslında. O dönemde Zaman, STV gibi
kurumları açıyorlar. Şia’ya alternatif bir şey hazırlıyor, Fethullah ile
ilişkiyi geliştiriyorlar. 85’ten sonra Özel Harp Dairesi tekrar
canlandırılıyor. Bunu yapan emperyalist güçlerdir. Almanya bu konuda önemlidir.
Gladio savaşlarını bunlar okuyor. “Bir NATO ülkesine açılan savaş tüm NATO’ya
çıkmıştır kararını alıyorlar. Fethullah o dönem generallerle senlibenlidir.
Gladio savaşlarını ben de Gündem gazetesinde sekiz bölüm halinde yayımlamıştım.
Doğan Güreş 90’larda bu merkezde bu dairelere gidip yeşil ışık aldıktan sonra
devreye girdi.
Bu emperyalist güçlerin müdahaleleri çok eskilere dayanır.
Batı Hıristiyan dünyası Haçlılardan beri Anadolu ve Doğu Akdeniz’den çıkışlarını
Türk-Kürt ittifakına bağlar. Malazgirt Savaşında Türk-Kürt ittifakı ile dönemin
Amerika’sı sayılan büyük emperyalist gücü Bizans yenilgiye uğratılır. Ermeniler
o dönemde imparatorluğun uç beyliğidir. Alpaslan ile Mervaniler Silvan’da bir
araya geliyorlar, anlaşıyorlar ve savaş böyle kazanılıyor. Malazgirt Savaşı bir
Kürt-Türk antiemperyalist savaşıdır. O dönem Türklerin Müslümanlığı kabul
edenlerine Türkman deniyor, Türkmen ismi buradan gelir. Kürtlere ise Kurdman
diyorlar, Kurmanc isminin kökeni buraya dayanır. İkinci büyük ittifak Yavuz
dönemindedir. Bu ittifak Alevi tecridiyle gider. Tanzimat döneminde Süryaniler,
Ermeniler ve Rumları seçerler.
Ermeniler şunu bilmeli: Neden daha önce Ermeniler en önemli
proto burjuva kesimidir? O zaman neden bir Ermeni soykırımı yoktur? Soykırım
18. yüzyılın ikinci yarısında başlar, 1914’te devam eder. 1914’te Erzurum’da
bir Ermeni kongresi yapılır. İttihatçılar bunlara “Ruslarla ortak hareket
etmeyin diye yalvarırlar. “Siz ulus-devlet kuracağınıza biz kurarız derler. O
dönem Bitlis’te Mele Selim önderliğindeki ayaklanmayı da Ermeniler eliyle
bastırırlar, katliam ve idamlar yaparlar. Biz soykırımı inkar etmiyoruz, zaten
karşıyız. Ama Ermeniler de kapitalist modernitenin hizmetkarlığını
yapmışlardır. Benim söylemim için Apo nefret suçu işlemiş diyorlar, gülüyorum.
Halbuki bu lobi kapitalizm taşeronluğunu yaparak Rumları da, Ermenileri de,
Yahudileri de felakete sürükledi. Bu soykırım olayını kapitalizme bağlamak
gerekir. Ruslar, İngilizler ve Fransızların rolleri var, ama tüm Türklere mal
edilemez. Bunları iyi tartışmak gerekir. Biz soykırım tarihine de karşı
değiliz, Ermeni vatandaşlığına da karşı değiliz. Bunu iyi anlatın.
Dün devlet heyetine de söyledim, Kürtlerin öldürülüş
tarzından ben bu sonucu çıkardım. Kürtler neden böyle öldürülüyorlar diye
sordum. Kör şiddet azgın, inanılmaz gaddar bir şekilde nasıl uygulandı? Sakine
dahil üç devrimci kadın, Savaş Buldan üçlüsü nasıl öldürüldü? Tetikçileri Türk
olabilir. Ama böyle gaddar, böyle acımasız öldürülüş tarzı farklıdır.
Ülkücülerin solcuları öldürüş tarzı, bunların Kürtleri öldürüş tarzı, şimdi ise
HES’lerle doğayı öldürüş tarzı benzerdir. Burada da ekolojik katliam var.
Erdoğan bunlara “Ne istediler de vermedik diyor ya, işte Botan, Dersim, her
taraf suya boğuldu. Dicle üzerinde her tarafa HES yapıyorlar. Urfa’da da
elektrik yok.
Sırrı S. Önder: Bölgenin tamamında elektrik sorunu
var.
Abdullah Öcalan: Harran’a da su kanalları gitmiyor.
Yani oralar susuz, elektriksizdir. Bu yüzden size çok kızıyorum. Urfa’yı tek başına
Hollanda yapabilirsiniz, hatta Adıyaman’ı da yapabilirsiniz. Bunlar Urfa ve
Adıyaman’ı köle gibi çalıştırıp bırakacaklar. Orada ne arazi, ne insan, ne de
toprak kaldı. (Sırrıya dönerek) Sen nasıl anlattın televizyonda Aksaray’da
toprak meselesini? İşte aynı şekilde Türkiye’nin tamamını bu duruma getirdiler.
Citibank, Garanti, KOÇ, Zorlu, Tozkun, TÜSİAD vb. devreye girdi. Acımasız bir
talan yapıyorlar.
Kürtlerin imhasında emperyalistlerin rolü var. Bedirhan
Beyin imhasında İngilizlerin rolü var. Şeyh Said’i onlar mahvettiler.
Cumhuriyet döneminde de sosyalistler ve Kürtlerin ezilmesi İngiliz projesidir.
Bunu artık bozmamız lazım. Biz azınlık düşmanı değiliz, biz sosyalistiz.
Kapitalizmle işimiz yok. Kürt’ün susturulduğu bir yerde Ermeniler asla konuşamaz.
Ermenilerin de bunu bilmesi lazım. Biz Hınçak’ın mirasına da, Ermeni gençlerine
de saygılıyız.
Abdullah Öcalan: BDP’nin yeniden yapılandırılmasını
aslında seçim sonrasında yapacaktım. Ama siz de diyorsunuz ya, seçim öncesi
farklı gelişmeler olabilir, şimdi her ihtimale karşı ben bunları açıklayayım.
BDP’nin yeniden yapılandırılması… Kandil de bahsetmişti. Almanya örneğinde CDU
ve CSU örneğini vermişler. Bunlar tartışılabilir. BDP’nin ismen de değişmesi
lazım, Demokratik Bölgeler Partisi olması lazım. İsminin de, programının da
böyle olması gerekir. Bizim sekiz boyutumuz var. Hukuk, ekoloji, sosyo-ekonomi
vb… Bu sekiz boyut yeniden programlaştırılabilir. Tüzük buna göre hazırlanır.
Parti Meclisine seçilmenin şartı milletvekilliğine ve belediye Başkanlığına
aday olmamaktır. Bunların işi gücü demokratik toplumun yaratılması ve
örgütlenmesi olacaktır. Demokratik toplum modelini, demokratik özerklik
modelini yaratma savaşını vereceğiz. Bunun için nitelikli kadrolara ihtiyaç
var. Akademiler yoluyla yoğunlaşmak ve pratikleştirmek gerekir. Bana kimse
gerekçe göstermesin. Diyarbakır’ı Barcelona’dan, İskoçya’dan daha ileri bir
noktaya götürebilirsiniz. Nisan, Mayıs ayında kongreye gidilebilir.
HDP için durum farklı. Tüm çevreci, bölgeci ve benzeri
partilerin merkezi olacak. HDP için milletvekili olabilirler. BDP için de
burası bir merkez olabilir. HDK’nin kongresinde yerel demokrasi boyutu ile
merkezi siyasi kurumsallaşmalar nasıl buluşturulabilir, iyi tartışılsın. Ahmed
Türk Belediye Başkanı olursa, DTK Eşbaşkanı Selahattin Bey olur. Kendisiyle
konuşun, bir tercih daha yapabilir, HDP’ye genel Başkan yardımcısı olabilir.
DTK Eşbaşkanı için Aysel ile konuşun. Devam etmek istiyor mu, layıkıyla
yapabilecek mi, bunu tartışın. Bunun kararını size bırakıyorum. Uygun değilse
kim olabilir, bakarsınız. Ben size bu kadar güç veriyorum, (heyeti kastederek)
yeterince etkili kullanamıyorsunuz. Tartışın arkadaşlarla beraber.
BDP’nin iki eşbaşkanı da milletvekili olmayacak. İşi gücü
örgütlenme olanlar, sosyalizmi bilinci yüksek olanlar, kadrolar BDP’de olacak.
İşte bu yüzden Selahattin’in DTK’nın başına geçmesini istiyorum. (Pervin ile
İdris’e dönerek) Siz de grup Başkanvekilliklerine aynen devam edersiniz. Devlet
particiliği bu toplumun demokratikleşmesinde en büyük engeldir. Bunu aşmak
gerekir. Bunu başaramazsanız halk politikacılığı yapamazsınız küçük burjuva
kulübü, dernek gibi olursunuz. Biz süreçle vekalet savaşını kaldırdık. Halk
hukukuna sahip çıkmak için büyük direniş göstereceksiniz. Sorunları hep bana
havale ediyorsunuz. O gün Mehmet’e de söyledim aile problemini bile buraya
getiriyor, benim çözmemi istiyor. Siz de, Kandil de bütün sorunları bana
yüklüyorsunuz. Kandil de kurnazca davranıyor.
Bu söylediklerimi hayata geçireceksiniz. Mayıs ayında
milletvekillerinin hepsi HDP’ye geçecek. Çünkü seçimin de erkene alınma
ihtimali var. HDP ve BDP için sizler de önerilerinizi benimle paylaşın.
Kürtlerdeki demokratik çıkış tamamlandı, şimdi bunu Türkiye’ye taşıyoruz.
(Sırrıya dönerek) Muazzam bir kadro birikimi var, sol deneyimi var. Tartışıp
yaratıcı fikirlerle bana gelin. Bir sonraki gelişinizde Eşbaşkanları ve
Leyla’yı getirebilirsiniz.
Sırrı S. Önder: Eşbaşkanlar derken hangilerini?
Abdullah Öcalan: Sebahat ile Ertuğrul’u. Leyla’yı da
yanlarına katın.
Müzakere süreciyle ilgili bazı hususları belirteyim.
Müzakereye henüz geçmedik. Seçim sonrası anti-terör yasası kalkıyor. Bununla
beraber müzakere çerçeve yasası çıkarılacak. Nasıl ki MİT Yasasını
çıkarıyorlarsa bunu da öyle çıkaracaklar. Bu yasa tarafları meşrulaştırıyor.
İmralı’da, Kandil’de illegal çalışma yapmıyoruz, o nedenle yasası mutlaka
çıkacak. Benim belirttiğim sekiz ana başlık özdür, biz bu özü tartışmıyoruz.
Müzakere yasasıyla örneğin Sabri gelmek isterse bu yasayla gelecek. Yazılı
ekibim, redaksiyon ekibim, sağlık ekibim olacak. Ekibimle tartışacağım,
yazacağım ve öyle belgelendireceğiz. Şimdi yakalanır diye burada bende tek bir
mektup bırakmıyorlar. Böyle şey olur mu? Biz burada tarihi bir iş yapıyoruz,
ama tek bir belge bile bulunduramıyorum, böyle olmaz!. Biat hukukuyla olmaz!
Erdoğan biat kültürüyle götürüyor. Sözleşme hukuku olacak, müzakare çerçeve
yasası hazırlanacak. Beşir Atalay’a da aktarın anti-terör yasası kalkacak,
oluşan boşluk müzakere çerçeve yasasıyla dolacak. Bu yasayı çıkarsalardı,
şimdiye kadar yaşanan pek çok sorun çözülmüş olacaktı. İşte 17 Aralık
darbesinin maliyeti 300 milyon Dolardır diye şimdi açıklıyorlar. Benim
söylediklerimi kabul etselerdi bu darbe dinamiği işlemezdi, 300 milyon Dolar da
kaybolmazdı. Çerçeve yasası çıkar çıkmaz yepyeni bir Türkiye oluşacak. Üç beş
yasalık bir düzenlemeyle bu yapılabilir. Türkiye’yi de, MİT’i de bu kurtacak,
önünü açacak. O kasetlerde dediğim devlete hizmet de budur. Tabii ki devletle
doğru bir sözleşme yapmak isteriz.
Şimdi ben bir aileyim. Benim ailem 5 milyon, 10 milyon
insan, biz isyan ettik. Barışmak istiyoruz. Bunun için ne gereklidir? Savaşı
bırakmak istiyorum, kabul ediyor musunuz? Biz bu yüzden oturduk bu masaya. Beni
kandıracaklarını sanıyorlar. Oysa ben kırk yıl savaştım, gerekirse kırk yıl daha
yıl savaşacağım. AKP yeni çıktı ortaya. Bana lütuf edecek, öyle mi? Çocuk muyuz
biz? AKP’nin çözümü hacıyatmaz esnaf çözümüdür, yaptığı tam bir esnaf
kurnazlığıdır. On beş yaşındaki kızı kandırmak derler ya, o bile kanmaz. Biz
direnişin müzakeredeki karşılığını alıyoruz. Devletin demokratik bir gücü
olacak, bu bir alıp verme meselesi değildir, sözleşme meselesidir.
Ben sözleşmeden şunu kastediyorum: Bir beraberlik eşitlik,
aşk, ahlak, estetik ve özgürlük içermelidir. Bunlar olmazsa ne olur? Yılmaz
Güney bir kadın için adam öldürdü. Salt tutkuyla olmaz bu işler. Kadın için
cinayet işlenir mi? İşlenseydi benim işlemem gerekirdi. Benim de bir eşim
vardı. Kaçtığında dünyalar benim oldu. Oysa karısı kaçan erkek vurur. (Sırrı’ya
dönerek) Sen de dertlisin bu konuda, ama aşmışsın, özgürleşmişsin. Evlilik
meselesini sana söylerken bunu kastettim. (Pervine dönerek) Seni de kastettim.
Sırrı S. Önder: Başkanım, Çar Petro’ya demişler ki,
Dostoyevski evlenmiş. O da “Oh, ne güzel, düzen bir düşmanımdan daha
kurtuldu demiş. Sistem evliliği bir pranga olarak kullanıyor.
Abdullah Öcalan: Aynen öyle. Sanat sinema dedik ya,
Hannah Arendt’in bir sözü var: (Pervine dönerek) Sen de okuyabilirsin onu.
Sırrı S. Önder: Nazi katliamından sonra şiir
yazılamaz.
Abdullah Öcalan: Evet, aynen öyle. O söz, bravo!
Şimdi ben sana bir olay söyleyeceğim. Bu bütün kadınlara ve sanatçılara
söylenmiş bir söz olsun. Kayseri’de bir cinayet işlendi. Bir adam ailesini
katletti. En son yedi yaşındaki çocuğunu balkondan atacağı zaman, çocuk
“Baba, beni atmazsın değil mi” diye korkuyla babasına yalvarmış. Ben
bunu dinlediğim zaman o kadar ürperdim ki, hayatımda diyebilirim ki hiçbir şey
beni bu kadar etkilemedi. Hayatım boyunca o çocuğun sözünü unutmayacağım. İşte
şimdi söylüyorum. Bunun romanı yazılmadan, bunun filmi çekilmeden, Türkiye’ye
dair hiçbirşey yapılamaz. Bu o kadar önemli ve bütün sorunları kendinde
barındıran bir olaydır. Türkiye bu çocuğun sözüyle bir deprem gibi
sarsılmalıydı ve o çocuğun sözü çözümlenmelidir. İşte kadın katliamları da aynıdır.
(Pervine dönerek) Size ilişkin değerlendirmelerimi de
yapayım. Daha önce sizin için bir Nefertiti, bir de arkeoloji örneğini
vermiştim. Şimdi de bir uçak metaforu yapacağım sizin için. Yirmi yıl önce bir
uçak kazası oldu çakıldı yere, lime lime oldu. Bu dokuz bin yıllık kadınlık
gerçeğinin yere çakılmasıdır, beş bin yıl öncesine götürür. Ondan sonra sen
ölmemişsin ama zorlanmışsın. Sende bütün hücreler bitti, geride bir kök hücre
kaldı. Bu kök hücre kendi kendini yaşattı. Bu konuda seni kutlarım. Şimdi bu
kök hücre yaşayacak mı yaşamayacak mı, bu önemlidir. Direnmeniz önemlidir. Bir
direnme var ama örgütü yok, felsefesi yok, ancak bizimle buraya buluşmaya kadar
gelebilmiş. Bu büyük bir başarıdır. Felsefi bunalımlar, ideolojik bunalımlar,
dini bunalımlar, ben bu bunalımlardan geçtim. Sen de bunları başarmalısın.
Güçlü bir kadınsın ve bu bizim siyasi çalışmamız kadar önemlidir. Liderlik
rolüne soyunabilirsin. Siz çalışkan ve aynı zamanda tutkulusunuz. Siz bütün bu
söylediklerimden sağ kalmışsınız. Bu bir tesadüftür, size özgürlük yolu
açılmış, bu önemlidir. Bu mirası çağdaşlaştıracaksınız. Yeni aile, yeni nesil
yaratacaksınız. Nefertiti örneğini vermiştim. Yanlışsa beni eleştirebilirsiniz.
Pervin Buldan: Doğrudur Başkanım, fakat bir şeyi
öğrenmek istiyorum. Nefertiti’ye ilişkin bütün kitapları, romanları okudum.
Dikkatimi çeken birşey var. Nefertiti başarılı olduğu kadar çok hırslı bir
kadın. Ben çok hırslı biri değilim. Bu bağlantıyı nasıl kuracağız?
Abdullah Öcalan: Bu örneği verirken senin yirmi yıl
önceki durumunu düşünerek verdim. Yaşadığın olayları aydınlatmak için bir çaban
var, bu da aynı anlama geliyor. Nefertiti örneğini bunun için vermiştim. Bu
arada 8 Mart’taki konuşmanı izledim, türkü de söylüyorsun, giysileriniz de çok
güzel. Tam kadın özgünlüğünde bir çalışmaydı, çok hoşuma gitti. (Gülerek) Sesin
de güzelmiş. Daha da geliştirebilirsiniz. (Sırrı’ya dönerek) Öyle değil mi?
Sırrı S. Önder: Pervin Hanım bizim onurumuzdur.
Sosyal mecralarda da çok etkili oldu o görüntüler. Bir sürü olumsuz havayı çok insani
bir renge büründürüyor. Doğrusu ben de bütün seçim etkinliklerimizin içinde en
başarılı ve en etkili işlerden birisi olarak gördüm.
Abdullah Öcalan: Ben de öyle düşünüyorum.
Abdullah Öcalan: Bayburt Cezaevinde Rojda Çevik’e
selamlarımı iletin. Yine Karataş Cezaevinden mektup ve fotoğraflar gelmiş,
hepsine özel selamlarımı iletin. Kandil’deki, Suriye’deki ve Avrupa’daki
kadınlara da özel selamlarımı gönderin.Oraya gidiyorsunuz, Bingöl ve Serhad
halkına selamlarımı götürün.
Sırrı S. Önder: Başkanım, Döner ailesinin on iki
şehidi var. Önderliğe çok selamları var. KCK Şehitler Komitesi açıkladı, geri
çekilmede şehit düşen Evin Döner’in bu haftasonu taziyesi var.
Abdullah Öcalan:
Öyle mi? Çok selamlarımı söyleyin, onların şahsında bütün şehit ailelerine.
Ayağa kalkıldı, tokalaşmalar yapıldı ve vedalaşıldı.
Gündem:Devlet Heyetiyle Görüşme -8 MART 2014-
1- Son beş yıllık diyalogun bir özeti ve sonuçları.
2- Diyalogdan müzakereye neden geçilemiyor? Diyalog
ve müzakere arasındaki farklar.
3- Müzakere gerçeğini nasıl kavramalı ve
tanımlamalıyız? Bir süreç olarak müzakere.
4- Tarihsel-toplumsal Kürt ilişkilerinde neden derin
ve kapsamlı bir müzakereye ihtiyaç var?
5- Olası müzakerenin biçim ve öz, form ve içerik
belirlemesi. Süre ve mekan. SÖZLEŞME
6- Müzakerede İzleme Kurulu neden gereklidir?
7- Müzakerede taraflar (ekipler) gerçeği.
8- Cumhuriyet’in darbe gerçeği ve müzakerelerin
anti-darbeci özellikleri.
9- Mevcut hükümetin karşısındaki darbe gerçeğinin
esas nedeni Kürt sorunu (genelde de demokrasi sorunu) olduğu gibi, kalıcı
aşamasının yolu da demokrasi ve Kürt sorununa kalıcı ve radikal çözümle
mümkündür.
10- Müzakerelerde bir taraf olarak İmralı’dan kaynaklı
sorunlar ve aşılma gereği.
Gündem: HDP-BDP Heyetiyle Görüşme-9 Mart 2014-
1- Tek taraflı çözüm dayatmalarından kaçınmanın
önemi.
2- Başlangıç için ‘Müzakere Çerçeve Yasası’ şarttır.
3- Müzakere sürecinde HDP ve BDP’nin rolü ve katılım
tarzları. Öz ve biçim sorunları.
4- BDP’nin seçim sonrası yeniden yapılanması ve
sorunları.
5- HDP’nin yeniden yapılanma sorunları.
6- HDK ve DTK’nın yeniden yapılanma sorunları.
7- Müzakereci rolümü doğru tanımlamak.
8- Müzakere sürecinin çalışma ve mücadele tarzı.
9- TC’deki darbeci ve komlocu eğilimlerin iç ve dış
dinamiklerini iyi tanımak.
10- Son darbe süreci ve alınması gereken dersler,
tedbirler.
9 Mart 2014
Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa: İmralı
Notları/Mezopotamya Yayınları
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info – www.navendalekolin.com