09 Şubat 2010 Salı Saat 11:05
12.00
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Medya Nedir?
Türkçeye medya olarak geçen İngilizcedeki media
sözcüğü, “medium sözcüğünün çoğuludur.
Bu kelimenin kökeni de Latince medius kelimesidir. Medya kelime anlamı
itibariyle araç, orta, ortam ve aracı demektir. Zaman içerisinde kitle iletişim
araçlarının gelişimiyle de beraber bunları ifade etmek için kullanılmıştır.
Medya en geniş anlamıyla, kitlelere ulaşabilen her türden sözlü, yazılı,
basılı, görsel metin ve imgeleri (kitaplar, gazeteler, dergiler, broşürler,
radyo, sinema, televizyon ve internet gibi) ifade etmektedir. Her ne kadar son
dönemlerde birçok kesimin medya için kendisince geliştirdiği bazı tanımlamalar
olsa da birçok anlatı ve tartışmada kitle iletişim araçlarının tümüne yönelik
söylenen bir kavram olmaktan çıkmış, daha çok basın-yayın şirketlerinin yapısı
ve işlevi ile ortaya çıkan iletişim ve yapı sistemine verilen genel bir kavram
haline gelmiştir. Medyanın gelişimi ekonomiden, toplumsal gerçeklikten,
kültürden bağımsız ele alınamaz. 20. yy’da ortaya çıkan bilimsel-teknik devrim
medyanın gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Toplumların
bilinçlendirilmesinde, değiştirip-dönüştürülmesinde etkili bir role sahip olan
medya, çeşitli bilgileri içinde barındırarak halka sunar. Bu anlamda yani
bilgiyi yaymada hızlı, dönüşümü yaratmada itici bir komut olan medyanın, bütün
bir toplumu eğitebilecek, örgütleyebilecek, harekete geçirebilecek hatta güçlü
kullanıldığında siyasal iktidarları devirip yerine yenisini getirebilecek kadar
etkin bir rolü vardır. Sanayi Devriminin gelişimiyle paralel olarak gelişen medyanın
mantığı egemenlerin çıkarlarına hizmet etmek ve halkı bu doğrultuda
yönlendirmektir. Basın-yayın alanındaki endüstrileşme İkinci Dünya Savaşından
çok sonra gelişmiştir. 19. yy’ın ikinci yarısından sonra başta ABD olmak üzere
çeşitli Avrupa ülkelerinde medyada birikim ve tekelleşme başlatılmış, bu durum
günümüze kadar kendisini oldukça üst bir aşamaya vardırmıştır. Medyadaki
birikim ve tekelleşmenin temel sebebi siyasaldır. Yaşadığımız dünya
koşullarında medya, kapitalist sistemin bir alt sistemi haline gelmiş ve bu
saha hakim sınıfların, hakim ulusların çıkarlarına uygun yorum ve çerçeveler
sunan aktif bir alan biçimine dönüşmüştür.
1980’lerde başlayıp, halen devam eden medyadaki gelişim
süreci en azından teknolojik altyapı, üretim kapasitesi ve etki alanı -gücü-
anlamında niteliksel bir dönüşüm yaratmıştır. Teknolojik gelişim toplumsal
ilişki ve ihtiyaçlardan bağımsız ele alınamaz. Medya da bununla bağlantılı
olarak toplumsal ve tarihsel gerçeklikten bağımsız gelişen, soyut bir
teknolojinin doğal sonucu veya insanlığın iletişim alanında yaşaması gereken
zorunlu bir aşama değildir. Doğanın
gelişim diyalektiğinde ve toplumsal sistemlerde hiçbir değişiklik, aniden ve
geçmişten keskince ayrılarak olmaz. Bu durum hem kitle iletişimciliği hem de
onun altyapısı olan teknolojinin gelişimi için de böyledir. Telgrafın
bulunmasından günümüz uydu ve İnternet
sistemine kadar kitle iletişiminde, bir çok teknolojik, politik ve
yapısal değişiklikler olmuştur. Günümüzde etki gücüyle dünya çapında yasama,
yürütme, yargı gücünden sonra gelen ve ‘dördüncü kuvvet’ olarak tanımlanan
medya ulaştığı düzey ve kapsam itibariyle birçok çevre tarafından ‘birinci
kuvvet’ olarak ele alınıp değerlendirilmektedir.
İletişimin bir bölümü olan ve büyük bir role sahip olan
medyanın başarısı, dilinin çok güçlü kullanılmasıyla bağlantılıdır. Özgün,
zengin ve çeşitli olan medya dili yumuşak, dolaylı ve insanları etkileyen
bir yapıya sahiptir. Kamuoyunu herhangi
bir konuda ikna etme ve zeminini hazırlama görevi medyaya aittir.
Medya–İdeoloji İlişkisi
Basın ideolojilerin mücadele aracıdır. Bütün alanlarda
olduğu gibi basın-yayın alanında da ideolojik yetkinleşme sağlanmadan ideolojik
mücadele verilemez. Verilse de bunun amaca hizmet edecek sonuçlar vermesini
düşünmek çok fazla mümkün değildir. Bu anlamda medya ve ideolojinin
bağlantısını doğru kurabilmek için ideolojinin tanımını yapmak yerinde
olacaktır.
En genel tanımıyla ideoloji bir kesimin, hareketin, grubun
amaç ve çıkarları doğrultusunda geliştirilen sistemli düşünce biçimine denir.
Toplumların geleceğe ilişkin özlemleri, istemleri, gelişim ve düşünüş biçimleri
ideolojidir. Bir yaşam biçimi, yaşamı ele alma ve anlama biçimidir. Ölçüleri
vardır ve sistemleştirilmiştir. İdeolojinin kendisi bir üstyapıdır. Altyapısı
ekonomidir. Özellikle ideolojik kimliklerin sanata, edebiyata, ekonomiye
yansıyış biçimi olguları biçimlendirir ve hepsini kaplar. Yön veren toplumsal,
tarihsel dönüşüm yasasını belirleyen gerçek düşünce biçimi, yaşam kültürü ve
anlayışı olan ideolojik kimlikler, toplumun gelişim ve düşünüş düzeyi bir
seviyeye ulaşmadan istenilen düzeyde oturtulamaz. Eskiye ve aşılmak istenene
dair yetersizlikler görülmez ve eleştirilerek tamamlanamazsa, yeni bir
ideolojik kimlik oluşturulamaz. Bununla bağlantılı olarak eski ideoloji çerçevesinde
yaşamını idame eden toplumsal gerçeklikte bunalım sürecine girilmeden, yeni bir
ideoloji oluşturulamaz. Ekonomik olarak da bir gelişimin sağlanabilmesi için
ideolojik mücadeleye ihtiyaç vardır. İdeolojik kimliğin bir parçası ekonomidir,
biçim veren ideolojik kimliktir. Şu anda içerisinde yaşadığımız sistem
gerçekliği üst düzeyde bir ideolojik bunalımı yaşıyor ve halkların en temel
sorunlarına çözüm üretebilecek bir güçten yoksun kalmış durumda. Yaşanan tüm
bunalımlar (sosyal, kültürel, ekonomik, psikolojik) kaynağını buradan alıyor.
İdeolojik kimlikleri anlamak için de toplumsal gerçekliği derinlikli çözümlemek
gerekiyor. Kapitalist-emperyalist sistemin ideolojik anlamda bir iflası
yaşadığı ve miladını tamamlamaya doğru gittiği artık tartışma götürmez bir
gerçekliktir. Yaşadığımız çağda insanlığın sorunlarına cevap olabilecek,
toplumsal bunalımlara çözüm üretebilecek tek gerçeklik Demokratik Uygarlıktır.
Demokratik Uygarlık Çağının ideolojik kimliği Ortadoğu eksenli olup, demokratik
aydınlanmayla gerçekleştirilecektir. Halkla ilişkilerden reklamcılığa,
üretimden gösteri ve eğlenceye, iletişim tekniğinden matbaaya kadar birçok
alanda faaliyet gösteren medya tam bir sanayi sektörü gibi
ideolojik-kültürel-siyasal semboller üretir. Bunları tanıtır ve pazarlar.
Kısacası medya, ideolojik-düşünsel semboller üreten bir sanayi koludur. Her
egemen ideoloji kendini sürekli kılmak, yaygınlaştırmak ve her an yeniden
üretebilmek için kurumlaşmıştır. Günümüzde medya ile ortaya çıkan salt bir
kurumlaşma değil, sanayileşme şeklinde bir sistemdir. Hız, kapsam, süreklilik,
dağıtım ve yayılma itibariyle geçmişin ideolojik kurumlaşmalarıyla
kıyaslanmayacak düzeydedir. Sistem medyasının mevcut koşullarda yaptığı
toplumdaki parçaların sesi olmak değil, tüm toplumun üstünde ve siyasal
iktidarında yer alan ve aynı zamanda kendi patronluğunu da yapan burjuva
sınıfının bakış açısını ve kültürünü hedef kitleye dikte etmektir. İnsan
zihniyeti ve ruhu, tarihin hiçbir döneminde tanık olmadığı bir biçim ve
içerikte kendi aleyhinde bir düzen tarafından durmadan bombalanmakta ve her an
yenilmeye mahkum bırakılmaktadır. Medya aracılığıyla atomlarına kadar
parçalanan bir birey biçimi yaratılmış, teknik sayesinde mekanikleşme,
toplumsal değer yargılarından uzaklaşma en üst düzeye vardırılmıştır.
Yaşanan bu gerçeklikleri göz önünde bulundurduğumuzda,
dünyada ideolojilerden bağımsız yayın yapan hiçbir kurum ve kuruluş göremeyiz.
Rekabet dünyasında, sadece ideolojik rekabet yoktur. İdeolojik rekabeti
yürütmenin en elverişli ve hızla sonuç aldırıcı araçları arasında da rekabet
vardır. Medya ise bu araçların başında gelmektedir. İdeolojide sosyal,
kültürel, siyasal vb konularda doğruyu yakalayabilmek, kararlı olmak bu çalışma
sahasında önemlidir.
Toplumları iradesizleştirme eğilimiyle çalışmakta olan
sistem medyalarına alternatif olabilmek için, insanlık sorunlarının çözümünü
koyan bir medya gerçekliğine ulaşmak gerekir. İnsanlığın iradi ve karar gücünü
geliştirerek, bilinç, sorgulama ve arayışlarını süreklileştirerek, insanın
kendisine inanmasını ve güvenini sağlayarak medya aktif ve etkili olabilir.
İnsan beynine anlık giren, anlık çıkan, kalıcılaşmayan bilgileri sunma değil,
dinlediği her programda, okuduğu her yazıda geçmişle günümüz arasındaki
siyasal, sosyal, kültürel bağı gören ve buna göre de geleceğe hazırlanan
kitleleri, toplumları, halkları geliştirmek, insanlığın çıkarları için mücadele
eden ideolojik gücün medyasına aittir. Bu aidiyetin sorumluluğuyla yayın yapan
bütün medya çalışmalarının başarısız olacağı
düşünülemez.
Medya-Devlet İlişkisi
Bu konumuza giriş yaparken devlet kavramını tanımlamak
gerekir. En genel tanımıyla devlet belli bir sistemin çıkarlarını güvence
altına alan bir güç veya zor aygıtı olarak tanımlanabilir. Devleti ortaya
çıkaran olgu, ihtiyaçlar olmaktadır. İhtiyaçlar devletin ortaya çıkışını
hızlandırarak onun kurumlaşmasını sağlamlaştırmıştır. Kapitalizmin babası
olarak da bilinen Adam SMİTH devletin amacı mülkiyeti korumaktır. Devlet
otoritesi zengini fukaraya veya mülkiyeti olanları olmayanlara karşı korumak
için vardır’ demektedir. Dolayısıyla devlet salt bir sınıfın mülkiyet ve
çıkarları için oluşturulmuştur. Yani bir toplum ya da toplumların çıkarları
için değildir. Her ne kadar ilk çıkış süreçlerinde topluma hizmet etme adıyla
çıkmışsa da, gelişim diyalektiği bu kapsamda olmamıştır. Bir toplum ancak ve
ancak devletin hizmetindeki genel gönüllü köleler olmaktadır. Çünkü devlet halk
olmadığı gibi halkın üstündedir. Devlete el ve dil uzatma halka ve halk gücüne
el ve dil uzatma değildir.
Devletler tarihinde kaba güçle ikna iletişimi, askerlik
kurumu, adaleti ve hukuk sistemi (mahkemeler, polis, hapishaneler, ordu) ile
yapılır. Bunlar olmadan devlet olmaz. Bir devletin gücü bu belirttiğimiz
hususlarda temsilini bulur. Devletin varoluşundan beri ordunun amacı devleti
oluşturan güçlerin çıkarlarına sadece dışa karşı değil aynı zamanda iç
tehditlere karşı korumak olmuştur. Burada devletin, bir toplumun zayıflıkları
üzerinde kendisini kurumlaştırdığı sonucunu çıkarabiliriz. Çünkü devlet
herkesten hesap soran, hiç kimseye hesap vermeyen bir güçtür. Yani insanın
kendisi, kendi gelişimi için olmadığı gibi, en yaşamsal ihtiyaçları,
ilişkilenme biçimi devletin belirlediği yasalar ve kurallar ekseninde olur. Bir
toplum içerisinde olan en küçükten en büyüğe kadar olan olgular devletin
denetiminde ve bilgisi dahilinde olmaktadır. O açıdan devletin bilmediği hiçbir
şey yok gibidir. Çünkü toplumun en küçük zayıflıkları, devletin yürüttüğü ince
politikalarda daha da inceltilmiş bir hale sokulmaktadır.
Bir sistemi oluşturan temel olgu devlet ise, o zaman
devletten bağımsız hiçbir şey bu sistem içerisinde yer alamaz. Bu açıdan medya
da devlet sisteminin çizmiş olduğu sınırlar içerisinde çalışmak zorundadır.
Belirlenen bu sistem sınırları aşıldığında, devlet de aşılmış olacaktır. Bu
açıdan sınırların aşılmasına müsamaha gösterilmemektedir. Mevcut toplumsal
gerçeklikte bir iradi güç açığa çıkmadıkça, zayıflıklar aşılmadıkça, belli bir
sorgulama düzeyi oluşmadıkça, bilinç gelişmedikçe devletin kendisini yaşatacağı
zemin var demektir. Çünkü toplumun yaşadığı güçsüzlük, iradesizlik, cehalet,
dini dogmalar devletin gıdasını aldığı temel noktalar olmaktadır. Bu nedenle
zayıf halkalarda güçlenme olduğunda, devlette çözülme aşamasına girilecektir.
Özellikle Ortadoğu gerçekliğinde, devlet kendini en köklü bir biçimde
kurumlaştırmıştır. Toplumun tüm dinamiklerini eline geçirmiş bir vampir
edasıyla, toplumun enerjisini kendisinde biriktirerek duygu ve düşüncelere
hükmedebilecek bir düzeye yükselmiştir. Medya bu gerçeğin bir ürünü olması
itibariyle devletin ideolojisini en çok kendisi seslendirmektedir. Çünkü
tekelci medya sahiplerinin çıkarlarıyla devletin çıkarları örtüşmektedir.
Tekelci medya sahipleri dünyanın her yanında büyük sermaye gruplarıdır.
Çıkarları doğal olarak kapitalist ideolojinin yayılmasına, tüketim kültürünün
geliştirilmesine ve kendi iç çıkarlarının güvence altına alınmasına bağlıdır.
Yani tekelci medya devletin ideolojisini, siyasetini yaygınlaştırmak ve
taşırmak için bir araç konumundadır.
Özellikle devlet, günümüzde medya aracılığıyla kitleleri
psikolojik baskı altına alarak korkuyu, pasifliği geliştirerek dirençlerini
kırma anlamında sonuç alıcı olmaktadır. Örneğin bir devletin, direk askeri bir
işgale girmesi büyük bir tepkiye neden olabilir. O açıdan önce medyayla bir
giriş sağlanır. Halk bu işgalin meşruluğuna inandırılır. Sonra da askeri işgal
gelişir. Medya bu anlamda egemenlerin kısa vadede amaçlarına ulaşmada önemli
bir işleve ve yere sahiptir. Devletlerin finanse ettiği çeşitli basın-yayın
kuruluşları, devlet politikaları çerçevesinde yayın politikasını belirlerken,
özel teşebbüslerin girişimleriyle oluşturulan basın-yayın kuruluşlarının yayın
politikaları da devlet endekslidir. Tarafsız ve bağımsız medya politikasını
belirleyebilmek sistem ideolojisinin dışında bir ideolojik güce sahip olmakla
mümkündür. Egemen medya gerçeği kendi devleti ve sistemini koruma işlevini
gördüğü gibi kendi ideolojisine göre şekillenen hatta devlete akıl hocalığı
yapan bir konumdadır. Bugün bütün haber kaynakları devlet olduğundan medya da
bu haber kaynaklarına ulaşmak için devletle iyi geçinmek durumundadır. Devleti
eleştiren, devletten kopuşu gerçekleştiren bir medyaya yaşam imkanı verilmez.
Kuşkusuz bağımsızlaşan medya gerçeği, devletin mutlaklığının çözülmesinde
önemli bir rol ve öncülük üstlenmektedir. Bağımsızlaşan medya sivil toplum
örgütlerinin harekete geçirilmesinde, mücadele biçimlerinin belirlenmesinde rol
sahibidir. Topluma demokrasi bilinci ve kültürünü verecek, toplum içerisindeki
kadın, çocuk, yaşlı çeşitli halklar, gruplar ve örgütlerin kendi rengi ve iradi
karar gücünü oluşturacak olan da bu medyadır. Devlet endeksli medya gerçeği
karşısında halkın iradesini, taleplerini ve gücünü yansıtan medya, her şey
devlettir mantığının kırılmasını getireceği gibi, halkın örgütlülüğünü yaratma,
bilinç kazandırma, halkın enerjisini ortaya çıkarma işlevini hızlandırarak,
özgür düşünce ve bilincin geliştirilmesinde etkileyici güç olmaktadır. Bu
açıdan tabulaşan devlet, sosyalist demokrasinin savunuculuğunu temsil eden
medya ile aşılarak, özgür toplum yaratılacaktır.
Medya-Siyaset İlişkisi
Siyaset Arapça’da seyis sözcüğünden gelmektedir. Toplumsal
gelişim diyalektiği içerisinde artı-ürünün artması ve yönetim ihtiyacı,
siyaseti ortaya çıkarır. Sınıflı toplumların özü siyasallıktır. Siyaset,
insanların varolan ekonomik, kültürel ve sosyal yapının biçim ve içeriğe
kavuşması, bunların nasıl olması gerektiği konusunda fikir ileri sürmesi veya
eylemde bulunmasıdır. Yaşanan toplumsal sorunların çözümünü, toplumsal düşünce
ve eylem olarak geliştiren her şey siyasaldır diyebiliriz. Sınıflı, sosyal düzenlerin
yapısı gereği hem toplum içi çatışmalar hem de bunun sonucu olan siyasallık,
süreklidir. Sosyal yapının içerisinde yaşayıp da siyaset dışı kalmak olası
değildir. Tarihin başlangıcından günümüze kadar siyaset, egemen güçlerin, üst
tabakaların mesleği olmuş ve onlarla sınırlı kalmıştır. Bunun en önemli nedeni
sömürgecilerin siyaseti sömürünün en temel aracı haline getirmiş olmalarıdır.
Siyasetin sayesinde egemenler çıkarları ekseninde, mevcut gerçeklikleri hem
çarpıtarak hem de olağanmış gibi topluma benimsettirmişlerdir. Bu biçimiyle de
toplum içinde sömürü sistemlerini kurumlaştırmışlardır. Oysa siyaset özünde
bilinçlenmenin gelişimiyle bir kesimin mesleği olmaktan çıkmıştır. Herkesin
yapabileceği bir iştir.
Her toplumsal grup kendi kimlik yapısına ve o anın
koşullarında gereksinim duyduğu şeylere göre ekonomik ve sosyal yapı üzerinde
fikir oluşturur. Bu düşüncelerin insanların arasında yayılması için izlenecek
tek yol, çok genel anlamıyla iletişimdir. Basın-yayın, iletişim kurumları da
kitlelere haber, bilgi ve düşünce aktarımı ve bu yolla toplumda siyasal kanı
yaratma işleviyle siyaset sahnesinin önemli bir parçasıdırlar. 20. yy’ın son
çeyreğinde yaşanan teknolojik ve sosyal gelişmelerin iç içe gelişmesi medyayı
siyaset sahnesinin en etkileyici aktörlerinden birisi haline getirmiştir.
Bilindiği gibi egemen siyaseti belirleyen temel kurumlar vardır. Bunların
başında parlamento, bakanlıklar, ordu, haber alma teşkilatları, psikolojik
savaş birimleri, stratejik araştırma merkezleri, işveren ve sermaye çevreleri
(IMF, Dünya Bankası), üniversiteler ve medya gelmektedir. Siyasal konularda
yerleşik kanı ve yargılar oluşturmak, bunu yaparken sürekliliği ve iknayı
profesyonelce geliştirmek sistem medyasının temel işlevidir. Egemen siyasal
düşünce kalıplarını insanların zihinlerine yerleştirmek, bakış açılarına ve
yaşamlarına yön vermek medya gücüyle sağlanır. Bu güç sayesinde insanları
denetim altında tutmak, yönetmek ve yönlendirmek kolaylaşır.
Siyaset uzmanlaşmayı gerektiren bir sanattır. Bu sanatın
etkili ve belirleyici olabilmesi ise toplumun her açıdan iyi tahlil edilmesiyle
bağlantılıdır. Tahlil edilen toplum gerçekliği, medya aracığıyla yerinde ve
zamanında kullanıldığında istenilen siyasal sonuçlara ulaşmak mümkündür. Ekrana
yansıyan bir kare, dile getirilen bir haber, makale ve programların siyasal
içerikli hazırlanması ise neyin ne kadar, nasıl olacağı ölçüleri ile
belirlenerek topluma sunulur.
Amaçlarını toplumun tüm kesimlerinde etkili ve güçlü bir
biçimde yaygınlaştırmak isteyen güçler, insanların duygularına, düşüncelerine
medya aracılığıyla hitap ederek siyasal amaçlara ulaşırlar. Medyanın hızı ve
etkili rolü sayesinde siyasal amaçlara ulaşmak kısa zaman diliminde
gerçekleşir.
Medya toplumun vicdanının sesi olması gerekirken, toplumun
değer yargılarını da egemen çıkarlar temelinde yönlendiren gerçeğe dönüşmesi,
demokrasinin çözmesi gereken bir sorun olmaktadır. Fakat demokrasi bilincini
geliştirmede de medya rol üstlenirken medya-demokratik siyaset ilişkisi
birbirini tamamlayan konumdadır. Bu ilişkinin karşılıklı doğru işletilmesi hem
medyanın, hem de siyasetin insan vicdanını yansıtan toplumsal ahlaki normların
özünün korunmasını sağlayacaktır.
Şu anda varolan medya gerçekliğinde tekelleşmenin olması ve
bu tekellerin belirlediği siyaset ekseninde, siyasal mücadelenin yürütülmesi,
medyayı en yoğunluklu siyasal arenaya çekmiştir. 3 Kasım 2002 tarihinde
Türkiye’de yapılan genel seçimlerde bunu açık görmek mümkündü. Mesut Yılmaz
“Medya seçim sonuçlarını belirledi derken bir gerçeği itiraf ediyordu. Medya
yaptığı çeşitli kamuoyu araştırma sonuçlarında bazı partileri öne çıkarırken,
bazı partileri baraj altında gösterdi. Bu da halkın önüne “oyunuz boşa
gitmesin, barajı geçen partilere oy verin diyerek, kitlelerin alternatifsiz
kalmalarını geliştirdi. Ve bu, seçimin barajı geçen partilerin lehine
sonuçlanmasına yol açtı. Kısacası seçimler medyanın yönlendirmesiyle
sonuçlandı.
Bu belirttiğimiz hususlarda görüldüğü gibi, dönemin
gerekliliklerine göre siyasal olarak etkili olunmak isteniyorsa, medyada belli
bir hakimiyetin olması gerektiği tartışma götürmez bir gerçektir. Toplumları,
kitleleri dönemin ihtiyaçlarına göre harekete geçirmede etkili bir araç olan
medya belli bir gücün çıkarını değil, halkların ve insanlığın çıkarlarını esas
alırsa daha güçlü konuma gelecektir.
Medya-Sermaye İlişkisi
Sermayenin Gelişimi:
İnsanlık tarihinde insanlığın açığa çıkardığı en temel
değerlerden biri üretim araçlarını keşfetmesidir. Üretim araçları varolan
üretim düzeyini hızlandırmış ve tüketebilecek miktardan daha fazlasının
üretilmesine yol açmıştır. Üretim araçlarındaki gelişmeler, varolan her
toplumsal sistemin üretim düzeyine cevap olamayarak aşılmayla karşı karşıya
gelmiştir. Üretim fazlası çeşitli yol ve yöntemlerle bazı kişilerin elinde
toplanmaya başlamış ve toplumda sınıflaşma olarak adlandırılan döneme böylece
giriş yapılmıştır.
Bu üretim fazlasının aynı ellerde birikimi süreklileştirmek
için gerekli olan sistem oluşturulmaya çalışılmış, açığa çıkan sistem ve onun
etrafında gelişen ilişki biçimi günümüze kadar varlığını korumuştur. Her
uygarlık sistemi esasında üretim sonucu açığa çıkan birikimi değerlendirme,
yönetimin ifadesi olsa da üretim araçları temel belirleyen durumundadır. Bir
döneme insanın kaba emeği damgasını vursa da, günümüzde ise insan beyninin
ürünü olan gelişmiş üretim araçları temel rolü oynamaktadır. Uygarlığın açığa
çıkardığı, ürünün birikmiş ifadesi onun sermayesidir. Sermaye en genel
tanımıyla elde varolan ve kullanılabilecek birikim potansiyelidir. Bu kültürel,
sosyal, siyasal, ekonomik tüm alanlara uyarlanılabilecek bir tanımlamadır.
Yaşam içerisinde diğer alanlarda kullanılan bir kelime olsa da esasında
ekonomiyi çağrıştırır. Düşüncemizde ilk şekillenen tablo ekonomiyle ilgili
olur.
Feodal toplum içinde sermaye, günümüzdeki kadar kurumlaşmayı
yaratmadığı ve aynı zamanda da dışa açılmanın oldukça zayıf olmasından
kaynaklı, kendi propagandasını sistemli yapma ihtiyacı hissetmez. Diğer yönüyle
bu dönemde zaten medya bir gelişim kaydetmiş durumda değildir. Çok ilkel bazı
haber aktarım yöntemleri gelişse de, bu durum direkt sermayenin hizmetinde
değildir. Ama unutmamamız gereken en temel gerçeklik sermayenin biriktiği el,
kişi ya da kişiler ya direkt iktidar olmuş ya da iktidar üzerinde oldukça
etkili olan en temel güç olmuştur. Bu, sınıflı uygarlığın en belirgin biçimde
yansıyışıdır. Sermaye, iktidarın diyalektiği olarak da algılanabilir. Karunlar,
Firavunlar, Nemrutlar iktidar-sermaye bileşkesinin tarihi örnekleridir. Yakın
dönemin krallık ve imparatorlukları için de aynı durum geçerlidir. Günümüzde
bile bunun örneklerine oldukça fazla rastlamaktayız.
Sanayinin gelişimiyle bu durum değişikliğe uğramaya
başlamıştır. Üretim oldukça hız kazanmış daha fazla üretim için gerekli olan
hammadde ihtiyacı dışa açılımları yaratmıştır. Üretilen metanın yeniden
pazarlanabileceği alanlara ihtiyaç duyulmuştur. Kapitalizm ile birlikte gelişen
uluslaşma ve sermayenin kendi etrafında çizdiği ulusal-pazar sınırlarına rağmen
üretilen malların tüketimi bitmeyince dış pazarlara açılım ihtiyacı hissedilmiştir.
Aynı durum ilk elden kapitalizm ile tanışmış ve kendi ulusal pazarını aşan tüm
sermaye çevreleri için geçerli olmuştur. 1. ve 2. Dünya savaşları dışa açılarak
pazar ve hammadde sağlamaya çalışan devletlerin çatışması olurken bu durum
giderek devam etmiştir.
Matbaanın bulunması mevcut imparatorluk ve devletlerden çok,
doğuş aşamasında olan burjuvazinin kendisini gerçekleştirmesine hizmet
etmiştir. Sansürler ve sürgünler feodal sistemce burjuvazinin gelişimine açılan
savaştır. Hollanda’da bu durum devletin basılıp basılmayacağına ilişkin
kararlara dönüşürken, Almanya’da yaşanan sürgünlere kadar bu durum geniş bir
yelpazeyi kapsamıştır. Burjuvazinin feodal sisteme karşı kazandığı zafer
sonrasında, medyanın işlevi gelişerek, çok daha güçlü bir sisteme kavuşmuştur.
Günümüzde Sermayenin Durumu Ve Medya İlişkisi
Kapitalizmin feodal sisteme karşı elde ettiği zafer
sonrasında açığa çıkan durum, sistemin en temel karakterini oluşturdu. Daha
fazla kar elde etme arayışı beraberinde iç çatışmayı ve mücadeleyi getirdi. Daha
fazla açılım, daha fazla hammadde-pazar elde etme hırsı yukarıda belirttiğimiz
gibi dünya savaşlarını doğurdu. Savaşlar sonrası oluşan klasik sömürgecilik,
halkların direnişi sonucu aşılmaya başlayınca sermaye açılım ve kendi
ürettiklerini pazarlama yöntemlerini gözden geçirmiş ve günümüzde varolan
biçimin zeminini büyük oranda oluşturmuştur. Kendini, kendi üretimini
beğendirtmek için tüm pazarlara giriş yapmayı başarmıştır. Burada medyanın rolü
ve ilişkisi önem arz etmektedir.
Medyanın finans kaynaklarını ve bağlı olduğu güçleri gözden
geçirdiğimizde kime hizmet ettikleri çok daha iyi anlaşılacaktır. Şöyle bir
gerçekliği kimse inkar edemez günümüz koşullarında üretim araçlarının büyük
tekeller tarafından üretilmesi, medya araçlarının da belli tekellerin elinde
olmasını sağlamıştır. Bu açıdan medya araçlarına sahip olmak ve onu
işletebilmek ekonomik olarak ciddi bir güç olmayı gerektirir. Bunun yanı sıra
güçlü bir organizasyon ve örgütlenme de gereklidir. Herkesin bu araçlara sahip
olmasını (her türlü teknolojik ürün) düşünmek mümkün değildir.
Günlük gazeteler, televizyonlar oldukça güçlü bir teknik ve
fazla bir maliyeti gerekli kılmaktadır. Yayınevleri, zamana yayılmış periyodik
yayınlar için de geçerli olsa da, maliyeti diğerlerine oranla daha düşük olduğu
için büyük tekeller dışında kalan güçlerin tercihi olmaktadır ki bunlar dahi
büyük tekellerin rekabeti içerisinde boğdurulmak istenmektedir. Bu konuda
başarılı oldukları da söylenebilir. Dünya genelinde hakim olan bazı medya
kuruluşlarının temel finans kaynakları, yine kendileri gibi dünyada her tarafa
ulaşan tekellerdir. Medya-sermaye-siyaset iç içeleşmiştir ve bu ilişkilerin
gizlenme ihtiyacı çok da hissedilmemektedir. Türkiye’de medyanın gelişimi
Avrupa’dan farklılık arz etse de, ortak paydada (sermaye sahiplerinin elinde
olması itibariyle) buluşmaları söz konusudur. Medya kuruluşları siyasetçilerin
ya da bazı sermaye sahiplerinin ismiyle anılmaktadır. Gülen Cemaati medyası,
Doğan Medya grubu, Ciner Medya grubu vb. örnek gösterilebilir. Kısacası medya
pazar sahibi olmak ve pazarların kontrolünü elinde bulundurmak isteyen sermaye
güçlerinin elindedir.
Medya ¬Sermayeye Nasıl Hizmet Ediyor?
Medyanın sermayenin denetiminde olduğu ve güç ilişkileri
temelinde geliştiğini ortaya koyarken bunun nasıl bir hizmete yol açtığını
bilmek de o kadar önem arz etmektedir. Bunu anlayabilmek için günlük gazeteleri
okumak, televizyonları izlemek yeterli olacaktır. Özellikle haberler ve
reklamlar, çekilen film ve dizilerde verilen mesajlar bunu açık göstermektedir.
Reklamcılık ve Sermaye:
Reklamcılık, herhangi bir malı ya da ticari üretim
alanlarını çekici kılmak ve tanıtmak için yapılan etkinliklerin toplamıdır.
Daha çok ticarette kullanılan bir kavramdır. Önceden çok ilkel yöntemlerle
geliştirilmeye çalışılsa da günümüzde oldukça sistemli bir düzeye ulaşarak
kendi başına bir sektör olmuştur. Muhatap olduğu kesim sadece belirgin tüccar
çevreleri değil, neredeyse toplumun tümü olmaktadır. Muhatap alanı genişledikçe
reklamın niteliği ve şekli değişmektedir. Günümüzde bu durum toplum yaşamına
yön verecek ve neyi nasıl kullanması gerektiğini belirleyecek düzeye gelmiştir.
En önemli nokta onun etkileme düzeyinden çıkıp belirleme düzeyine ulaşmış
olmasıdır. Esas üzerinde durulması gereken nokta burasıdır.
Kapitalizmin bir yaşam anlayışı var ve bu anlayışa göre
medya hareketli kılınmaktadır. Bu anlayışın temeli tüketim bilincinin
verilmesidir. İyi bir tüketim nasıl sağlanır? konusunda toplumu hazır hale
getirmek ister. Her program arasına sık sık konulan reklamlar, hatta haber
bültenlerinden tutalım çeşitli programlar esnasında dahi ekranın bir köşesinde
yayınlanan reklamlar ile insanların neyi giyeceği, neyi yiyeceği ve neyi
kullanacağı tercih hakkı bırakılmadan sunulur (Reklam sektörü ve ekranlara
yansıyış biçimi artık ‘reklam terörü’ denebilecek bir düzeye ulaşmıştır. Medya
organlarının temel kaygısı ‘gazetecilik’ ya da ‘medyacılık’ değil, sadece
‘kar’dır. Nitekim artık ‘programlar arası reklamlar’dan, ‘reklamlar arası
programlar’ sürecine geçilmiştir).
Periyodik biçimde sunulan reklamlar ile toplumun koşullanması ve
yönlendirilmesi yaratılır. Gösterime sokulan reklamlar ile koşullandırma
sağlanırken istenilen her tür malzeme daha fazla tüketici bulur. Yine
gazetelerin sayfalar dolusu reklam ilanları, bilgilendirme ve enformasyonu,
basını bir ticari rekabet alanı haline getirir ve bugün medya kuruluşlarının en
büyük gelirleri reklamlardan sağlanmaktadır.
Habercilik ve Sermaye
İletişim araçlarının gelişmesi kendisiyle beraber bilgi
alınmayan ama merak edilen alanlardan bilgi elde etmeyi sağlamaya yol açtı.
Önceden çok dar istihbarat çalışanlarının yaptığı iş bugün tekelleşmiş medya
gruplarının yaydığı ajans ve muhabir ağlarıyla çok rahat, çok daha sistemli
yapılmaktadır. Bilgilenme kuşkusuz toplumlar açısından anlamlı bir gelişmedir.
Haberleşme ya da medya haberleri bu konuda büyük rol oynamaktadır.
Üzerinde duracağımız nokta bunun sermayeye nasıl hizmet
ettiğidir? Öncelikle haberler ve arkasında gizlenmiş yorumlarla toplumun
yönlendirilmesi amaçlanır. Örneğin silah stoklarının satışını kolaylaştırmak
isteyen silah şirketlerinin denetiminde olan medya kuruluşu, sunduğu haberlerde
çok rahat savaş kışkırtıcılığı yapabilir. ABD’nin Irak’a müdahalesinde bunu çok
rahat görmek mümkündü. Müdahaleden önce sunulan tüm haberlerde Saddam rejiminin
mutlaka devrilmesi gerektiği toplumlara dikte ettirilerek bir hazırlık yapıldı.
Sunulan her haberde toplumların önüne savaş alternatifinin dışında başka bir
çözüm olmadığı anlatılırken müdahalede kullanılacak silahların da bol bol
reklamı yapıldı. Yine büyük tekellerin yaptıkları çeşitli konferanslar ve
toplantıların haber sunumlarında sık sık işlenmesi ve bu tekellerin tanıtılması
gerçekleştirildi. Diyebiliriz ki özel hazırlanan ekonomi programlarıyla da
toplumun hangi sermaye çevrelerine endeksli olacağı belirlenmektedir.
Demokratik Medya
Medya-sermaye ilişkisini de iki yönlü ele alarak
değerlendirmek daha doğru olacaktır. Birincisi direkt sermaye ve sahiplerine
hizmet eden ve bunlar tarafından finanse edilen medya kuruluşlarıdır. İkincisi
ise, çeşitli medya kuruluşlarının kendilerini ayakta tutabilmek ve varlığını
sürdürerek, toplumun bilinçlenme görevini en doğru biçimde yerine getirmek için
kendi kendisini finanse etmesidir. Medya kuruluşlarının işlevini anlatırken
hiçbir ideolojiden bağımsız olamayacaklarını belirtmiştik. Fakat toplumların ve
insanlığın siyasal, sosyal, kültürel ve hatta ulusal iradesini temsil eden ve
bunun gelişimi için mücadele eden ideolojilerin hiçbir zaman ekonomik çıkarları
ön planda değildir. O açıdan bu ideolojiler ekseninde topluma, halklara ve tüm
insanlığa hizmet anlayışında tüketici toplum yaratmak yoktur ve çeşitli
tekellerin reklam aracı haline kendisini getirmez. Kitlelerin taleplerini,
ihtiyaçlarını esas alarak bilinçlenmeyi geliştirme hedefini taşıdığından
kendisini finanse etmeyi de halkın gücünden alır.
Demokratik medya, kendini halkın örgütlü gücüne dayandırır
ve zaten bu gücün ürünü olarak ortaya çıkar. Ezilen halkların, sınıfların,
cinsin ve toplumun her kesiminin yürüttüğü mücadelenin hizmetinde olması onun
temel finans kaynağını da oluşturur. Demokratik medyanın sermayesi halkların ve
toplumların iradesi ve onun yarattığı örgütlülüktür. Bu örgütlülük demokratik
medyayı daha da geliştirip yaygınlaştırırken insanlığın sesi olmasından
kaynaklı demokrasi mücadelesi veren güçler tarafından daha fazla desteklenir.
Demokratik medya kuruluşlarının aynı zamanda kendisini büyük tekel birikimi
haline getirme gibi bir sorunu yoktur. Böyle olunca kendi kendisini finanse
edecek kadar ekonomik birikime sahip olması onun için yeterlidir.
Kürt halkının özgürlük mücadelesinde ortaya çıkan halk
örgütlülüğüyle, tüm sistem medyalarına alternatif oluşturduğu medya
gerçekliğini örnek vermek mümkündür. Bugün hiçbir sermaye sahibinin tekelinde
olmadan, bağımsız yarattığı ekonomik kaynaklarla gerçek demokrasinin
yayıncılığını yapmaktadır. Mevcut bu gerçeklikte de görülebileceği gibi büyük
medya kuruluşlarının rekabeti arasında ayakta kalmak mümkün olduğu kadar,
demokratik medyanın muhataplarını yaygınlaştıracağı bir durum da
oluşturulabilir.
Rahşan Avesta
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info