HABER MERKEZİ- TC’nin çete rejimini anlamak için öncellikle genel olarak devlet-çete benzerliğini ve farklılığını kavramamız gerekmektedir. Bu ilişkinin içeriği tam olarak görülebilirse TC’deki durumun özgünlüğü de daha iyi anlaşılır. Organize suç örgütü anlamında çete basitçe yasa dışı işler yapmak veya şiddet içeren davranışlarda bulunmak amacıyla bir araya gelmiş topluluk olarak tanımlanabilir. Bu tanımdan da anlayacağımız gibi örgütlenmiş zor ile toplumun ürettiği değerlere el koyan devlet ile çete arasındaki fark azdır. Devlet kuşkusuz sadece şiddet kullanmak amacıyla bir araya gelmiş bir grup insanın oluşturduğu yapılardan öte bir kurumsallaşmayı ifade eder. Fakat bu durum devletin ilk ortaya çıkışı olan yani özünün zor araçları ile toplumu egemenlik altına almak olduğu gerçeğini önemsiz hale getirmez. Bu çerçevede her devletin ilk inşa sürecinde çete olduğunu ifade edebiliriz. Her devletin çete olduğu gerçeği kendini topluma kabul ettirmek için geliştirdiği diğer nitelikleri ile değişmez.
“Kurumsallaşmış Çete olarak Devlet “adlı 4 Bölümden oluşan dosyamızda Çete ve devlet ilişkisini, ortak hareket noktalarını ve Türk devletinin tarihten gönümüze nasıl bir çete yapısına dönüştüğünü her boyutuyla işleyeceğiz.
Bu çerçeveden devletçi sistemin kendini meşrulaştırma argümanlarını öncelikle ele almak lazım. Bu açıdan baktığımızda devletinin argümanlardan En önemlisi kuşkusuz toplumu dış saldırılara karşı koruduğudur. Fakat her çete aynı şeyi kendine mekân seçtiği mahalle, semt ya da şehir için yapar, yaptığını iddia eder. Devlet bunun karşılığında vergi alır, çeteler ise haraç. Devlet topluma çeşitli hizmetler götürdüğünü ifade eder. Kendini bir yerde kurumlaştırmaya çalışan biraz gelişkin her çete de aynı şeyi yapar. O zaman devlet neden meşru, çete ise gayri meşrudur? Burada devreye hukuk girer. Devlet özellikle de ulus devlet kendi meşruluğun hukuk üzerinde inşa eder. Devletçi sistem yetki ve haklarının belirlenmiş ve toplum tarafından kabul edilmiş hukuki ilkelerden kaynaklandığını iddia eder. Bu iddianın altı boştur. Öncellikle hukuku toplum icat etmemiş, onu devlet topluma dikte ettirmiştir. İkincisi her çetede yerleşik kurallara uygun ya da değil, belli ilkeler üzerinden hareket eder, bu açıdan devletten farklı değildir. Çünkü o da bu ilkeleri kendisi belirler. Örneğin çetenin kendisi uyuşturucu ticareti yaparken, bazı durumlarda kendi mahallesinde uyuşturucu kullanımına izin vermeyebilir ya da bazı fiilleri kendi mekânında yasaklayabilir. Yani kendi konumladığı yerdeki toplum için bazı kurallar beliler. Bu kuralların uygulamasını da kaba gücünden alır, tıpkı devlet gibi.
Ayrıca en temel özellik olarak hiçbir devlet hele ulus devlet kendi koyduğu kurallara uymaz. Topluma saldırısında hiçbir ilkeyle kendisini sınırlamaz. Egemeni sınırlayanın sadece egemenin iradesi olduğunu söylerken T.Hobbes kesinlikle haklıdır. Ve aynı şey çeteler için de geçerlidir. Bu çerçeveden baktığımızda suç çetelerini küçük devletçikler olarak ele almak gerekir. Zaman zaman bir devlette asıl otorite çete ya da çeteler haline gelir. Meksika’nın bazı bölgelerinde helikopterleri, orduları, cezaevleri olan uyuşturucu kartelleri bu duruma örnektir. Bu durumda bu çetelerin yasa dışı olarak nitelenmesinin bir önemi kalmaz. Zaten devlet de kabaca kurumsallaşmış ve belli bir istikrar çerçevesinde hareket eden çete örgütlenmesinden ibarettir.
Bu tespit yaklaşık 5 bin yıldır toplumun başına bela olmuş devlet örgütlenmesini basite almak anlamına gelmez. Sadece onun özünü gösterir. Yoksa bu 5 bin yıllık süreçte devletçi sistem iktidar tarzından geniş bir birikime gitmiş ve oldukça karmaşık bir yapıya kavuşmuştur. Bu sistemin son ürünü olan ulus devlet ise neredeyse toplumun her gözeneğine sızmıştır. Öte yandan toplumun mücadelesi de devletin egemenlik tarzında geri adımlar atmasını sağlamıştır. Toplumun kendini bir çerçevede devletten koruma imkanı sağlayan bu kazanımlar amansız bir mücadele sonucunda açığa çıkmıştır. Devleti sınırlayan gelişmeler devleti çete niteliğinden arındırmaz fakat onu en azından sürekli bir şiddet örgütü olmasını engeller. Bu çerçeveden evrensel hukukun ilkelerini bir tür fren olarak ele alabiliriz. Bunun yanında toplumu kendi egemenliğine bağlamak için geliştirilen sosyal uygulamaları da devletin kurumsallaşması ve çetelerden kısmen ayrıştığı bir nokta olarak işaret edebiliriz.
Öte yandan çeteler ile devlet ilişkisini belirleyen ise çetelerin güçleri ve devlettin onlara biçtiği roldür. Bazı durumlarda devletler, çeteleri yasa dışı olarak nitelerken bazen ise kendi amaçları doğrultusunda kullanırlar. Devlet ile ilişkisi olmayan çete olmadığı gibi adi çeteleri kullanmayan devlet de yoktur. TC’nin çetelerle kurduğu ilişki ise bu genel çerçeveye uyumlu olmakla birlikte özgün yanlar gösterir. Türk devletinde çeteler zaman zaman kullanılan bir araç değil, ordu ve polis gibi topluma karşı zor kullanmadaki temel aygıtlardan biridir. TC’nin nasıl ki her zaman bir ordusu ve polisi varsa, gücü, etkinliği ve çerçevesi değişse bile bir çete örgütlenmesi de her zaman vardır. Bu nedenle çeteler tıpkı ordu ve emniyet gibi TC’deki iktidar mücadelesinin belirgin dinamiklerinden birdir.
AKP-MHP faşizmi 2021 yılının başından itibaren kapsamını genişlettiği Kürt soykırım saldırıları ile kendi sistemini kurumsallaştırmaya çalışırken eli kanlı bir çete lideri konuşmaya başladı.
Bu adam pek çok kez adi suçları organize etmekten, en son ise Ergenekon soruşturmalarından cezaevine girmiş, Türk devletinin kirli bir eldiveni olan Sedat Peker’di. Hakkında finansal suç işlemekten yeni bir soruşturma başlatılmış, devlet içinden gelen uyarılar nedeniyle daha tutuklanmadan Balkanlara kaçmıştı. İnternet üzerinden bölüm bölüm yayınladığı konuşmalarda hem kendi yaptığı kirli işleri anlatıyor, hem de AKP-MHP faşizminin temel unsurlarından biri haline gelen adi çetelerin faaliyetlerini aktarıyordu, buna Haziran ayının ortası itibariyle devam da ediyor. Hakkında başlatılan soruşturmanın bir tasfiye girişimi olduğu konusunda haklı. Çeteler ganimet savaşına girmiş ve çetelerden biri rakibine devlet eliyle bir darbe vurmuştu.
Bu çatışmanın yaşandığı yer Türkiye olunca bu basit bir rant kavgasının ötesine geçmekte, devlet içi odakların iktidar mücadelesinin odağı haline gelmektedir. Henüz sonuçlanmamış bu mücadelede taraflar aşağı yukarı belli olmasına karşın kimin kime operasyon yaptığı ve ittifakların yeniden nasıl oluştuğunu netlikle belirtmek için erkendir. Çünkü TC’deki hükümranlık mücadelesi o kadar kaygan bir zeminde yürütülmektedir ki dün kol kola olanların, bugün birbirinin kuyusunu kazması oldukça normaldir. Bu nedenle erken yargılar insanı yanıltabilir. Fakat açık olan AKP-MHP rejiminin bir bütünen kire ve suça ne denli bulaşmış olduğudur. Bir özel savaş rejimi olarak TC baştan itibaren ortalama bir devlet görüntüsü çizmemiş, topluma saldırısında “resmi” asker ve polisinin yanında sürekli adi çeteleri devlet mekanizmasının bir parçası olarak kullanmıştır. Bu çeteler zaman zaman iktidarın temel payandası haline gelmiştir. Sedat Peker, AKP-MHP hükümetinin de önemli dayanaklarından birinin bu suç örgütleri olduğunu deşifre etmiştir. Bu itiraflar uluslararası uyuşturucu ticaretinden rüşvete, yağmadan cinayete, Kürt halkına karşı işlenen suçlardan Suriye iç savaşında cihadist örgütlerin finanse edilmesine faşist hükümetin nasıl bir bataklık üzerinden hükümranlık kurduğunu göstermiştir. Bu özgün olarak AKP-MHP rejiminin durumunu gösterirken aynı zamanda TC-Çete ilişkisini de açığa çıkarmaktadır. Bu temelde günümüzdeki rejimin durumunu anlamak çeteler ile Türk devletinin yapısal ilişkisini de irdelemeyi gerektirir. Bu durum aynı zamanda çetelerin TC sistemine ne kadar içkin olduğuna yerli yerine oturtabilmek için hem tarihsel bir bakışı hem de kurumsal bir çerçeveyi zorunlu kılar.
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi