15 Kasım 2014 Cumartesi Saat 12:50
DERSİM İSYANI VE KATLİAMI
İsyan Öncesi Durum
1938’e kadar hiçbir askerin ayak basamadığı bir bölge olan
Dersim, aşiretler tarafından yönetiliyordu. Osmanlı’dan beri bağımsızlığını
korumuş, kendi kendini yönetmiştir.
Şeyh Sait isyanından sonra Kürdistan’da hâkimiyetini kurmaya
çalışan Cumhuriyet rejimi, Dersim’in bu yapısını kendisi için tehlike olarak
görmekteydi.
25 Aralık 1935’te “Tunceli Kanunu çıkarılır. Bu kanunla
birlikte Dersim’in adı “Tunceli olarak değiştirilir. Hemen sonra, daha önce
Birinci Genel Müfettişlik kapsamında bulunan Elazığ, Tunceli, Erzincan ve
Bingöl’ü içeren Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kurulur (6 Ocak 1936).
Genel valiliğin başına Dersim Valisi ve Kumandanı sıfatıyla Abdullah Alpdoğan
getirilir. Elazığ’da İstiklal Mahkemesi adı verilen bir askeri mahkeme kurulur.
Bu mahkeme özel olarak Dersim için teşkil edilir. Tunceli Kanunu’nun geçerlilik
alanı sadece Dördüncü Genel Valilik kapsamına giren illerle sınırlı kalmaz.
Sivas, Malatya, Erzurum ve Gümüşhane illeri de bu kanunun geçerlilik alanına
dahil edilirler. Böylece Tunceli Kanunu merkezi Dersim olmak üzere, (Alevi)
Kızılbaşların yerleşik olduğu tüm sahayı kapsamına alır. Dersim, yeni çıkarılan
bu kanunla “Yasak Bölge“ ilan edilir ve giriş çıkışlar özel izne tabi tutulur.
Alpdoğan, 1936‘da Dersim’in Amutka, Pulur, Karaoğlan, Sin,
Haydaran, Danzig ve Burnak gibi stratejik merkezlerinde askeri kışlalar ve
karakollar inşa etmeye başlar. Bu merkezlerden biri de eskiden Mazgirt’e bağlı
olan Manikan (Mameki) köyüdür. Bu köyün adı, Tunceli olarak değiştirilen
Dersim’in yönetim merkezi olarak seçilir.
Dersim’liler Seyit Rıza önderliğinde 1937 yılı başında M.
Kemal’e bir uyarı bildirisi sunarak “Bütün jandarma ve ordu mensuplarının
bölgeden çekilmesini, her türlü imar (askeri amaçlı) çalışmalarının (köprü,
demiryolu vb.) durdurulmasını isteyip, silahlarını koruma hakkı ve vergilerin
hafifletilmesi” gibi taleplerde bulunurlar. Bu istekler cevap bulmayınca
Dersim halkı, işgalci güçlere karşı direnişe geçer.
Demenan aşireti ile bazı Nazımiye aşiretleri kendi
bölgelerinde yapımı başlatılan karakollara baskınlar düzenler. Böylelikle İsyan
başlar (1936).
İSYANIN BAŞLAMASI
1936 yılına kadar aşiret geleneğiyle kendi kendini yöneten
ve özerk bir konumu olan Dersim, 1937–38 yılında devletin işgal ve dağıtma
girişimine karşı bir savunma savaşı olarak patlak verir.
Direniş öncesi 1928, 29 ve 31 yıllarında Dersimliler’den
birkaç kez silahlarını teslim etmeleri ve başta Alişer olmak üzere Dersime sığınmış
Koçgiri savaşçılarının iade etmeleri istenir. Bu ısrarlı tehditler ve saldırı
hazırlıkları karşısında 1932‘de Dersim’de bir kıpırdanma görülür. Karakollar ve
nahiye merkezleri basılır.
Seyit Rıza, askeri vali Alpdoğan’dan tekrar tekrar Tunceli
Kanunu’nun iptalini (olağanüstü rejimin lağvını) ve Dersim’in ulusal haklarının
tanınmasını talep eder. Alpdoğan’ın buna yanıtı ise, işgal ordusunu Dersim’in
üzerine sürmek olur. Diyarbakır’dan kalkan uçaklar Dersim’e bomba yağdırmaya
başlar. Çatışmalar her tarafa yayılır. Kışın gelmesiyle zorunlu olarak kesilen
çatışmalar, 1937‘de tekrar başlar.
Devletin Dersim’e dönük teslim alma stratejisi ve programı
vardı. Amacı Dersim‘i kesin şekilde ilhak (işgal) etmek ve insansızlaştırmaktı.
Hazırlıklar çok yönlüydü. Musul ve Hatay gibi sorunlar nedeniyle bir-iki kez
ertelenmek zorunda kalınan Dersim harekâtı ancak 1937 yılında başlayabildi.
İŞGAL SÜRECİ
İşgal süreci, Kahmut köprüsünün yakıldığı 20/22 Mart 1937‘den
Seyit Rıza ve arkadaşlarının idam edildiği 15 Kasım 1937‘ye kadarki süredir. Bu
süreç kendi içinde 20/22 Mart–19 Mayıs, 19 Mayıs–26/28 Ağustos, 26/28
Ağustos–5/15 Eylül ve 15 Ekim–15 Kasım şeklinde bölünebilir. Dersim aşiretleri
direnme yanlıları, tarafsızlar ve devletle işbirliği yapanlar (milislik
yapanlar) olmak üzere üçe bölünmüştür. Bava, Alişer ve Sahan suikastları ile
Seyit Rıza’nın idamı bu zaman dilimindeki dönemeçlerdir. Seyit Rıza’nın oğlu
Bava’nın öldürülmesini (Mart sonu) takiben yedi aşiretin kendi aralarında
oluşturdukları ittifakla topluca direniş kararı alırlar. Ancak bu aşiretlerin
dört tanesi (Bahtiyar, Yukarı Abbas, Demenan ve Haydaran) alınan karara sonuna
kadar bağlı kalır. Alınan karara göre, her aşiret kendi bölgesini savunacaktır.
Yusufanlılar’ın yeminlerini bozarak bu kararı uygulamayışları, Türk ordusunun
19 Mayıs günü Kırmızı Dağ hattına dek ilerlemesine yol açar. Bu ani ve
beklenmedik durum, direnişin kaderi üzerinde büyük rol oynar. Sivil halk
kitlesel bir halde Kutu ve Kalan derelerine sığınır. Alişer’in öldürüldüğü 9
Temmuz’dan sonra, Türk askerleri hemen her dağın zirvesini ve her vadiyi işgal
eder. Bu tarihten Sahan’ın öldürüldüğü 28 Ağustos’a kadar geçen sürede savaş
gücü olamayan ve sığınaklara sığınan kadın, çocuk, yaşlı başta olmak üzere
sivil halktan binlerce kişi katledilir. 28 Ağustos günü Sahan’ın öldürülmesi
(Bahtiyar direnişinin kırılması), 1937 direnişinin sonunu işaretler. Tarafsız
aşiretler arasına çekilerek onları direnişe çağıran Seyit Rıza, tüm çabalarına
rağmen sonuç alamaz.
SOYKIRIM SÜRECİ
Dersim üzerinde geliştirilen soykırım süreci, 11/12 Haziran
1938‘den 10 Ağustos 1938‘e kadar ki süreçtir. 1938 yılı olayları “yasak
bölgeler“ olarak ilan edilen İç Dersimin neredeyse tümü (Kutu dere-Kırmızı
Dağ-Sin ve Halvori kuzeyindeki Haçılı Dere hattından Mercan Dağları
eteklerindeki Karacakale’ye kadarki bölge) ile Koçan aşiretlerinin bölgesini
(Ali Boğazı ve çevresi) boşaltma girişiminin yapıldığı 11/12 Haziran’da başlar.
Bu durum 1937 direnişine katılmamış olan ve adı geçen iki bölgede yerleşik Kör
Abbas, Bal, Keçel ve Koçan gibi aşiretlerin çetin direnişine yol açar. Bu
direnişler özellikle 22 Haziran’dan itibaren topluca gerçekleştirilen
katliamlarla bastırılır. Bu periyodun (1938 yılının) en önemli olayı, adını
Dersimin Lâçin aşiretinden alan ünlü Laç Deresi’nde cereyan eder. Laç
Deresi’ndeki çarpışmaların en şiddetlisi ise 19–24 Temmuz tarihleri arasında
yaşanır.
SÜRGÜN SÜRECİ
10 Ağustos 1938‘den 31 Ağustos 1938‘e kadar ki süreçtir. Bu
aralıkta boşaltılmış bulunan Dersim halkı ile diğer bölgelerden ayıklanıp
toplananlar Batı Anadolu’daki önceden saptanmış yerlere topluca sürgün edilir.
1937 yılının en büyük kıyımı özellikle Alişer’in öldürüldüğü
9 Temmuz ile Sahan’ın öldürüldüğü 28 Ağustos tarihleri arasına rastlar. Bu
aralıktaki en kanlı olaylar 17–18 Ağustos günlerinde Bahtiyar bölgesindeki
çarpışmalarda yaşanır. Seyit Rıza’nın pek çok yakını da bu çarpışmada yaşamını
yitirir.
1938 yılının kıyımı ise, 22–28 Haziran arasında (boşaltılmak
istenen Kalan bölgesinde Baltalı-Kürekli muharebesi), 19–24 Temmuz arasında
(Laç Deresi’nde) ve 15 Ağustos’ta (Xeç baskını ve Xeç-Zımek toplu kıyımı) yer
alır.
Devlet arşivlerindeki 1920’lerin sonları ve 30’lu yılların
başlarına ilişkin raporlar, 1937–38 soykırımına denk gelen dönemde Dersimin
işgalini tamamlamak ve ülkeyi insansızlaştırmak amacıyla devletin yapmakta
olduğu çok yönlü hazırlığın ayrıntılı bir resmini vermektedir. Dersim
aşiretleri, her birinin sayı ve silah gücü, karşılıklı ilişkileri ve
çelişkileri konusunda ayrıntılı bilgilerin yer aldığı Jandarma Umum
Kumandanlığı’nın “Dersim adlı kitabı da bu hazırlığın bir parçasıdır. Bu kitap
kaynak olarak MAH (Milli Amele Hizmeti) Raporu ve Birinci Umumi Müfettişlik
(1927/8–35) raporlarına dayanmaktadır. MAH, 1927’de kurulmuş Türk istihbarat
teşkilatıdır. 1965 yılında adı MİT olarak değiştirilmiştir.
Jandarma Umum Kumandanlığı’nın Dersim adlı kitabında dönemin
İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Başbakanlığa verdiği 18.11.1931 tarihli
raporunun Ek bölümü Lahika başlığı altında olduğu gibi verilmektedir. Bu Ek,
daha o tarihte (1931), hazırlığı yapılan saldırının başarısını takiben Dersimde
kimlerin nerelere sürgün ve iskân edileceğine ilişkin olarak Başbakanlığa
sunulmuş bir plandır.
Burada yaklaşık doksan aşiretten 347 önde gelen ailenin,
Batı’ya ve Trakya’ya sürgünü, bunlardan 72 ailenin Tekirdağ’a, 38 ailenin
Edirne’ye, 56 ailenin Kırklareli’ne, 65 ailenin Balıkesir’e, 73 ailenin
Manisa’ya ve 34 ailenin de İzmir’e iskânı öneriliyor. Nakliye masrafı ve
güzergâhı bile saptanmış.
1938 katliamı Kemalist yönetim tarafından, başta Mustafa
Kemal olmak üzere Türk devletinin kurucuları tarafından önceden planlanıp
gerçekleştirildi.
Bu soykırımın önceden planlanan bilinçli bir stratejinin
sonucu olduğunun kanıtları 19. yüzyıl sonlarından beri hazırlanan Dersim
Raporları’nda, Türk istihbarat teşkilatı MAH’ın ve askeri müfettişliklerin
raporlarında, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın raporunda, Jandarma Umum
Kumandanlığı’nın Dersim adlı yayınında, Meclis konuşmaları ve dönemin Türk
basınında yer alan haber ve yazılarda apaçık sergilenmektedir.
Osmanlı ve Türk yönetimleri kendi otoritelerini zor
kullanarak Dersim’e taşımak istemiş, hatta mümkünse Dersimi haritadan büsbütün
silmeyi amaçlamışlardır. Dersim ise buna karşı direnmiştir.
İşte Devlet-Dersim çatışmasının kökeninde yatan budur.
Bu şekilde başlayan Devlet-Dersim çatışması 1938 soykırımına
dek devam etti. Dersim davası işte bu süreçte gündeme oturdu ve yabancı bir
gücün işgal ve imha girişimlerine karşı birbirini izleyen, kendisini savunma
amaçlı bir seri direnişten oluşur.
SONUÇ
“Kozluca Muharebesi sonrasında Seyit Rıza Munzur dağlarına
mevzilenir. Erzincan valisi “isteklerinin kabul edileceği haberini gönderir.
Bunun üzerine 5 Eylül 1937’de Seyit Rıza, yoldaşlarıyla birlikte Erzincan’a
ulaşır. Burada Seyit Rıza ve yoldaşları hemen tutuklanarak zindana atılırlar.
Seyit Rıza’nın da aralarında bulunduğu 58 kişi, hemen Elazığ’da, olağanüstü
yetkilerle donatılmış ve kararı temyiz edilemeyen özel bir mahkemede
yargılanmaya başlarlar. Mahkeme 11 kişiye idam cezası verir. Dört kişinin
cezası çok yaşlı oldukları için 30 yıl hapse çevrilir. Seyit Rıza ve beş
direnişçinin idam kararı 18 Kasım 1937’de Elazığ Buğday Meydanı’nda infaz
edilir. Seyit Rıza gururla idam sehpasına doğru ilerler ve cellâdı itip, ipi
boynuna geçirir. Sandalyeye ayağı ile tekme vurup kendi infazını da kendisi
gerçekleştirir.
İsyanın önderi durumundaki Seyit Rıza ve Alişer’in
katledilmeleriyle isyan fiili olarak sona erer. Ancak katliamlar 1938 yılında
da sürer. Seyit Rıza’nın idamından sonra, Dersim’de direniş bitmez. 1938
yılında jandarma müfrezesi imha edilir, karakollar basılır. Türk ordusu, bir
harekât daha başlatır. Yüzlerce insan bu harekâtta katledilir, evlere
doldurularak yakılır. Bu kitle katliamı haftalarca sürer. Amaç Dersim’i bir daha kıpırdayamayacak hale
getirmektir. Dersim topraklarının gördüğü en büyük katliamlar yaşanır. Değişik
kaynaklara göre 40 bin ile 90 bin arasında Dersimli’nin öldürüldüğü, 206 köyün
yakıldığı, 8758 evin tahrip edildiği ve on binlerce Dersimli’nin yerinden
yurdundan zorla batıya göç ettirildiği bir soykırımdır. Hala bugün bile zaman
zaman Lac Deresi’nde, Kutu Deresi’nde, Ali Boğazı’nda kurşuna dizilen, Iksor
uçurumlarından atılan binlerce insanın kemiklerine rastlanmaktadır.
Dersim devlet tarafından 10 yıl için (1938–48) “Yasak Bölge“
ilan edilmiştir. Bu zaman zarfında yoğun bir Türkleştirme programı uygulanır.
Resmi ağızlar Dersim meselesinin bittiğini ilan etse de dağlara sığınanların
oluşturduğu gerilla birimlerinin (yerel dilde Qol) mücadelesi 1946 affına dek
sürer.
QAZİ MUHAMMED VE MAHABAD CUMHURİYETİ’NİN İLANI
Qazi Muhammed kimdir?
Qazi Muhammed Debokri Aşireti’nin nüfuzlu bir ailesinden
gelmekteydi. Qazi ailesi Mahabad ve çevresinin en dindar ailesi olduğu gibi
Kürdistan’ın kritik zamanlarında gösterdikleri cesaret ve fedakârlık ile de
tanınmıştı. Qazi Muhammed birçok yabancı dil bilirdi. Sosyal, siyasal ve
ekonomik konularda birikim sahibi bir aydındı. Babasının vefatından sonra
1930’lu yıllarda Mahabad Bölgesi’nin Qazilik (kadılık) makamına geçmişti. Kısa
sürede Mahabad ve çevresinde büyük bir itibara sahip olmuş, halkın sevgi ve saygısını
kazanmıştı. 1940’lı yıllarda bölgede büyük bir kaos ve kargaşa yaşanırken,
Mehabad’da huzur ve düzen hakimdi. Qazi Muhammed 1945’te Komala’ya üye olmuş ve
hemen akabinde Komela başkanlığına seçilmişti.
Qazi Muhammed’den önce dedesi Şeyh El Meşayih, 1930’larda
Kürt aşiretlerini bir araya getirerek İngilizlere karşı isyana girişir. Yine
amcası Qazi Fettah, Mahabad şehrini korumak için 1916 yılında Türklere ve
Ruslara karşı önemli direnişlerde bulunur.
MAHABAD CUMHURİYETİNİN KURULUŞU
1941’de Sovyetler
birliği ve İngilizlerin, Kürdistan coğrafyasının önemli bir kısmını işgal
etmesiyle (25 Ağustos 1941) Mahabad açısından da önemli fırsatlar doğmuştur.
Rusya daha çok Kafkasya’daki konumunu güçlendirmek ve
Ortadoğu’da daha etkin olmak için İran’da nüfuz sahibi olmak istiyordu. Aynı
şekilde İngiltere de Asya’daki konumunu güvenceye almak ve İran ile Irak’ın
petrollerine sahip olmak için İran’da etkinlik kurmak istiyordu. Dolayısıyla
İngiltere sürekli olarak İran’daki Kürtleri yanına çekmeye çabalamıştır.
Rus politikası bölgede daha etkili olduğu için İngilizler bu
durumu kendi lehine çevirmeye çabalar. Fakat İngilizlerin Rusları bölgede
geriletmesi hiç de kolay olmayacaktı. Çünkü Kürtler hemen yanı başlarında
bulunan ve bağımsızlığını savunan bir devlete daha çok umut bağlamışlardır.
Nitekim İran’ın işgali üzerinden henüz bir kış geçmemişti ki bir grup Kürt
aşiret lideri kimi görüşmeler için hemen Sovyetlere giderler. Yine 4 Eylül 1942
yılında İran’daki tüm Kürt örgütlerinin de katılımıyla bir toplantı gerçekleşir.
En önemlisi de bu süreçte 1942 yılında kurulmuş olan
Komala’nın, illegaliteden sıyrılıp legal bir konuma gelmiş olmasıdır. Daha önce
gizli olarak çalışan Komala, “Kürdistan Demokrat Partisi“ adıyla resmi ilanını
gerçekleştirir. Komala’nın yürüttüğü faaliyetler de bundan böyle açıkça
gerçekleştirilir. İran-KDP’nin başına da Qazi Muhammed getirilir. Parti
çalışmaları da Sovyetlere bağlı olup onların perspektifleri doğrultusunda
çalışır. Yine Rusların desteği ile 1946’da Mahabad Kürt Cumhuriyeti kurulur.
Hâlbuki daha bir kaç yıl öncesine kadar Ruslar, Komala’nın yöneticileri
kendilerine itaat etmediği için varlıklarını kabul etmemişlerdi. İ-KDP’nin
ilanına gidildiği an ise Ruslar kendilerine bağlı üç aşiret reisini hâkim
konuma getirmek istemişlerdir. Mamiş aşiret reisi Kirni ağa, Şikak aşiret reisi
Ömerhan Şerif ve daha önce İran hükümeti tarafından ödüllendirilmiş olup
muhafazakâr kimliğiyle tanınan Emir Esad Debokıri olmaktaydı.
On bir ay gibi kısa bir süre ayakta kalan Mahabad
Cumhuriyetinin bu kadar erken yıkılma nedenlerinden en önemlisi yine Kürtler
için tarihi bir handikap olan iç çatışmalar, çelişkiler, aşiret çıkarları ve
şahsi menfaatlerin önde tutulması olmuştur.
Cumhuriyeti kısa sürede çöküşe götüren dış neden ise İngiliz
ve Rusların anlaşmaya varmasıyla Ruslar’ın kısa sürede İran’da bulunan askeri
güçlerini çekmesidir. Desteksiz kalan Cumhuriyet, İran hükümeti ile karşı
karşıya kalır. Zaten İran, öncesinde de Urmiye ve çevresindeki birçok yönetici
Mahabad cumhuriyeti tarafından atanmamış olmasına rağmen hiç bir zaman bu
yöneticilerin varlığını kabul etmemiştir.
İran’ın Kürtler üzerindeki baskı uygulamaları daha da
şiddetlenince siyasal açıdan daha çetin ve zor bir sürece girilir. İ-KDP
bünyesinde bir grup genç TUDEH adıyla bağımsız hareket etmeye başlar. Yine bu
süreçte Mahabad Cumhuriyetinde Genelkurmay olarak orduyu yöneten M. Mustafa
Barzani, Qazi Muhammed ile olan sürtüşmelerinden dolayı İran’la olan
çelişkileri daha da derinleştirmek için 800 kişilik bir peşmerge grubuyla Sakız
şehrinde İran ordusuna bir darbe indirir. Bu çekişme daha çok, Barzani’nin
Irak’a geri dönme ve desteğini Cumhuriyetten çekme isteğinden
kaynaklanmaktaydı.
Qazi Muhammed açısından da en büyük yetmezlik, bölge
üzerinde yürütülen çelişki ve çatışma ortamında siyasal bir öngörü sahibi
olmaması olmuştur.
MAHABAD CUMHURİYETİNİN YIKILIŞI VE QAZİ MUHAMMED’İN İDAMI
Kürt siyasal hareketliliğinde ve sosyal çelişkilerinde
gizlenen bütünleşmeme sorunu ne yazık ki, Mahabad rejiminde de kendini
gösterir. Parçalanma ve çatışmalara yol açan unsurlar çok fazla ve çeşitliydi.
Aşiret ve Kürt liderlerinin birbirleriyle rekabet etmeleri, birbirlerine tuzak
kurmaları, aile menfaatlerini önde tutmaları vb. daha birçok husus Kürtler
arasındaki kaynaşma ve birliği engellemiştir.
Cumhuriyetin geleceği tamamen yerel aşiretlerin uyumuna
bağlıydı. Oysa bu aşiretler bir araya gelmeyecek kadar birbirlerine uzak ve
düşman konumdaydılar. Yine bir kısım aşiret mensubu Rusların yardımını sürekli
şüpheyle karşılamışlardır. Oysaki genç kesim ve aydınlar Rusların Kürtlere olan
yakınlığını oldukça sıcak karşılamaktadırlar. Bu durum bile kendi başına bir
fikir ayrılığı ve parçalılık yaratıyordu. Daha geniş çerçeveden bakacak
olursak, Cumhuriyetin karşısında Kürtlerin farklılık arz eden bu konumlarını
sosyal, siyasal, ekonomik ve tarihi nedenlere dayandırmak gerekmektedir.
Mamiş, Mansur ve Debokıri aşiretlerinin yeni cumhuriyete
karşı bunca uzak durma ve muhalefet yürütme nedenlerinden en önemlisi hiç
kuşkusuz İ-KDP’nin başındaki Cumhuriyetin önderi olan Qazi Muhammed’in biraz
daha aydın ve şehirli görünüşü olmuştur.
Tüm bu nedenlerden dolayı henüz bir yılını doldurmamış genç
Cumhuriyet dıştan da Sovyet desteğinin çekilmesiyle kısa sürede çöküşü yaşar
Qazi Muhammed ve Seyfi Kadı başta olmak üzere birçok Kürt lideri hapse atılır.
Daha sonra Qazi Muhammed’in kardeşi de tutuklanıp hapse atılır. Her üçü de idam
cezasına çarptırılır ve cumhuriyetin ilan edildiği Çarçıra meydanında idam
edilir.
İRAN KÜRDİSTAN DEMOKRAT PARTİSİ (İ-KDP)
1948 yılından sonra Doğu Kürdistan’da Kürt halkı arasında
yeniden bir canlılık yaratabilmek için Rahim Sultanın başkanlığında Kürdistan
komitesi kurulur. Qazi Muhammed’in yolunda ilerlemek ve davasını sahiplenmek
için İ-KDP tarafından oluşturulan bu komitenin yöneticileri TUDEH üyelerinden
oluşmaktaydı. Bu komitenin varlığı ise 1950 yılına kadar devam eder.
Dr. Musaddık’ın 1951’de başa geçmesiyle İran’da daha ılımlı
ve demokratik bir yönetim sağlanır. Öyle ki, 1952 yılında İran genelinde
yapılan seçimlerde İ-KDP, kendi temsilcisi olan Sadık Veziri’yi Mahabad’tan
milletvekili seçtirir. Bir süre sonra ise İ-KDP ile TUDEH arasında ayrılıklar
baş gösterir. İ-KDP’nin çalışmaları, Musaddık hükümetinin de devrilmesiyle
iyice zayıflar. 1958’e gelindiğinde ise M. Mustafa Barzani’nin Sovyetlerden
Irak’a geri dönmesiyle İ-KDP’nin varlığı iyiden iyiye zayıflar. Barzani İran
rejimiyle sıkı ilişkide olduğundan, İ-KDP’nin birçok üyesini kısa sürede ya
tutuklattırır ya da bir yolla tasfiye ettirir.
Barzani zamanla Pehlevi otoriteleriyle ilişkilerini
geliştirdikçe İ-KDP’nin genç üyeleri Barzani’den tamamen kopmaya başlar. Bunun
üzerine 1964’te Abdullah İshaci önderliğindeki yönetim tarafından toplanan
İ-KDP’nin II. Kurultayı ılımlı bazı değişikliklere gider. 1964’te İ-KDP’nin
saflarında partinin yeni politik programını eleştiren bir fraksiyon ortaya
çıkar.
Tüm bu değişikliklere rağmen, Şah’ın Kürt bölgelerine
saldırmasıyla Kürtler zorunlu olarak 1967’de silahlı direnişe geçmek zorunda
kalırlar. Bu esnada İ-KDP’ye karşı tamamen tavır alan Barzani, Şah’a destek
sunarak silahlı direnişi başlatan birçok Kürt öncünün yakalanarak idam
edilmesini sağlar. İ-KDP öncülerinden Süleyman Munini bizzat Barzanilerin
eliyle tasfiye edilir.
11 Mart 1970’te Irak hükümeti ile Irak Kürt yönetimi
arasında imzalanan anlaşma, İran Kürtleri arasında da belli bir olumluluk
yaratır. Bunun üzerine İ-KDP III. Konferansını gerçekleştirir. Abdurrahman
Qasımlo parti başkanlığına getirilir. Qasımlo Bağdat’tan aldığı yardımla
varlığını sürdürür.
1975’te ise Cezayir Antlaşmasının imzalanmasıyla İran daha
önce Iraklı Kürtler ve Barzani’yle olan yakınlığına son verir. Irak ve İran
sınırları içerisindeki Kürtler tam anlamıyla çembere alınıp, bastırılır. Buna
karşın 1978’de İran’da Kürtlerin yükselttiği gösteriler, “toplumsal hayatın demokratikleşmesi
yönünde ağırlık kazanır. Bunun üzerine 1978 yazında Şahlık siyasal partilerin
meşruluğunu ilan eder ve daha önce baskı yıllarında yurt dışına kaçan İ-KDP
üyeleri tekrardan İran’a döner.
Fakat 1979 yılında kabul edilen İran İslam cumhuriyeti
anayasasında azınlıkların değil de dinsel öğelerin hakları tanınır. Bunun
üzerine tekrar harekete geçen İ-KDP, İran devletine Kürtler için otonomi
isteğini belirtir. 1979 yılında Kürt ayaklanmalarının daha da tırmanmasıyla
İran uçakları kimi Kürt yerleşim alanlarını bombalar. A. Qasımlo ve İzzetin
Hüseyin dağlık alanlara çekilir. Bu sırada çok sayıda Kürt katledilir. Sonradan
Paris’e geçip orada yaşayan Qasımlo, yaptığı açıklamada “otonomi hakkını elde
edinceye dek“ mücadelelerini yükselteceklerini belirtir.
1980’e doğru gelindiğinde Kürt isyanlarının daha da
tırmanmasından çekinen İran rejimi Kürtlerle görüşmelere geçer. İran
cumhurbaşkanı Beni Sadır, istenilen otonominin ancak İslam cumhuriyetinin
ideolojik çerçevesinde olabileceğini belirtir.
İran’la yapılan bu görüşme ve varılan anlaşmalar üzerine
İ-KDP içerisinde bölünmeler ve fikir ayrılıkları baş gösterir. TUDEH yanlısı
kadro Qasımlo ile çatışarak yarı bir oluşuma doğru giderler. Qasımlo ise İran
ile yürütülen görüşmelerden medet ummuş olmalı ki, İran İslam rejimi ile
işbirliği yapmanın olanaklı olduğunda karar kılar.
1980’le beraber Türkiye’de 12 Eylül cuntasının darbeyle başa
gelmesi ve İran’da köktendinciliğin yükselişi, Kürtlere karşı komplo ve
katliamları geliştirir. Humeyni Kürt sorununun barışçıl yollarla çözümünün
uzlaşmaz düşmanı gibiydi. Bu nedenle Kürt düşmanı rejimin adamları 1989 yılında
A. Qasımlo’yu görüşme esnasında bir komplo ile katlederler. Sonrasında İ-KDP
genel sekreterliğine gelen Sadık Şerefkendi de aynı akıbete uğrayarak bir
komplo ile ortadan kaldırılır.
GENEL SONUÇ
Kürt isyanları iki ana kategoriye ayrılabilir. Birincisi
Osmanlı Devletinin iyice zayıflayıp parçalanmaya başladığı özellikle 19.
yüzyılda çıkan isyanlardır. Bu dönemde Osmanlı Devleti eriyip zayıfladıkça
Kürdistan’a yüklenmeye başlamıştır. Daha çok asker ve daha çok vergi isteyerek
Kürdistan’da yüzyıllardan beri süregelen yarı bağımsız Mirlikleri daraltmayı
amaçlamıştır. Bu da ard arda birçok isyana neden olmuştur. İkinci kategoriye
girenler ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sonrası gelişen isyanlardır. Bu
isyanlardaki ana neden Cumhuriyetin kuruluşunda Kürtlere etnik ve dini açıdan
verilen söz ve vaatlerin sonradan tutulmamasıdır.
Ancak bu isyanları daha iyi anlayabilmek için biraz daha
Kürt tarihi ve halk gerçekliğine bakmak gerekir. Kürtlerin tarihteki en önemli
özelliği ağırlıklı olarak etnisite toplumunun temel formlarından aşiret halinde
kalmalarıdır. Tarihte birçok halk aşiretten halklaşmaya oradan da siyasi
birlikteliklere, uluslaşmaya ve devletleşmelere gitmişlerdir. Med aşiret
konfederasyonu ile Kürtler siyasi birliktelik imkanını yakalasalar da bunun
dağılması sonrasında tekrardan parçalı aşiret yaşamına dönmüşlerdir. Köleci ve
Feodal devlet ve imparatorluk sistemleri içerisinde kalan Kürt halk kesimleri
büyük ölçüde erirken Kürtlüğü esas anlamda temsil eden doğal toplum ya da
etnisite formu olan aşiretler ise genelde bu yapıların oluşturduğu sistemlerin
dışında ve büyük ölçüde “dağlar da yaşamışlardır. Bulundukları mekanlara
yönelik zaman zaman büyük seferler ve yönelimler olmuşsa da bunlara direnmiş,
kayıplar vermiş ama bu temel etnisite duruşlarını hep korumuşlardır. Bugün dahi
Kürdistan’ın dağlık ve kuytuluk alanlarında yaşayan ve doğallığını büyük ölçüde
koruyan –sayıları azalsa da- aşiretlere rastlamak mümkündür.
Zaten “Kurd kelimesi üzerinde yapılan araştırmalarda
Kürtçe’nin en eski lehçelerinden Dimilkî (Zazaki)’de geçen ve “dağ anlamına
gelen “Ko kelimesinden türediği artık genel kabul gören bir görüştür. “Ko
kelimesine, Aryan dillerinde eklendiği kelimeye mensubiyet anlamı katan “ti ya
da “yi eki katıldığı zaman oluşan “Ko-r-ti (“r kaynaştırma harfidir) yani
“dağlı , “Kurd kelimesinin ilk hali olmaktadır. Tarihin değişik zamanlarında
ve farklı halkların Kürtler için söylediği “Kurti , “Guti , “Gordu , “Kardu ,
“Hurri gibi sözcüklerin tümü etimolojik olarak aynı kökten gelmedir.
Bu gerçekliği Türkiye Cumhuriyetinin ilk başbakanlarından ve
aynı zamanda tarihçi olan Şemsettin Günaltay ile yine ilk devlet adamlarından
olan İsmet İnönü de ifade etmişlerdir. Bunlar da Kürtlerin “dağlı olduğunu,
atalarının “Gutiler olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak bilimsel olarak tespit
ettikleri bu tarihi gerçekliği nihayetinde siyasi bir yaklaşımla “Turani liğe
bağlamaktan geri kalmamışlardır. Böylece Kürtler Turani ırkından ve “dağlı
Türkler olmuş oluyordu.
Kürtlerin dağlılığı veya doğallığı ve tarihteki bu
duruşları, otantik ya da özgün olan etnisite özellik ve değerlerini korumuştur.
Ama diğer yandan onları uygarlığın sağladığı düşünsel ve tekniki gelişmelerden
de geri bırakmıştır. Pakistanlı yazar Tarık Ali “Selahattin’in Kitabı adlı
eserinde Kürtleri “yontulmamış elmas a benzetir. Yine Kürtlerdeki parçalı
aşiret yaşamı siyasi birlikteliği engellemiş dolayısıyla dil ve kültür de
parçalı kalmıştır. Bugün Kürtçedeki, çok az dilde olan lehçe, ağız ve şive
çeşitliliğinin nedeni de bu parçalı duruştur. Öyle ki çoğu yerde köyler arası
şive hatta ağız farklılıkları bulunmaktadır.
Kürtlerin diğer önemli bir özelliği yaşadıkları coğrafya ile
ilgilidir. Kürdistan tarihte Mezopotamya sahası içerisinde Doğu-Batı ve
Kuzey-Güney geçişlerinde merkezi bir yerde bulunmaktadır. Tarihin neredeyse tüm
büyük imparatorlukları Kürdistan’a uğramış, savaşmış ve bu coğrafyayı tarumar
etmişlerdir. Pers-Yunan, Pers-Makedon, Sasani-Roma, Sasani-Müslüman,
Müslüman-Bizans, Moğol seferleri, Türk Selçuklu seferleri, Haçlı seferleri,
Osmanlı seferleri ve daha pek çok tarihin büyük savaş ve seferleri Kürdistan’ı
hep kan deryası ve yangın yeri kılmıştır.
Kürdistan coğrafyası ve iklimi de yaşanan savaşlar kadar
yaşamı çetin kılmıştır. Birbirini kovalayan ve kesişen dağ silsileleri ve zorlu
mevsim koşulları Kürt insanının mizacına direk etkide bulunmuştur.
Bütün bu belirtilen özellikleri Kürtleri, genel itibariyle
devlet ve iktidar sistemlerinin dışında tutmuştur. Sistem içi yapıldıkları
durumlarda dahi direngen bir duruşla doğal ve geleneksel özelliklerini koruma
mücadelesi vermişlerdir. Bu mücadeleyi kaybedenler sisteme eklemlenmiş ve
Kürdün literatürüne “direniş in hemen yanı başında bitiveren “ihanet i
eklemişlerdir.
Kürtler zaman zaman “iktidar sahibi de olmuşlardır. Ama bu
süreçler yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü hep kısa olmuştur.
Günümüzün düşünsel ve tekniki gelişim düzeyinin esas anlamda
süreçlerini teşkil eden ve “Modernite olarak ifade edilen son iki yüz yıllık
dönemde de Kürtlerin, idealist bir söylemle, bu “trajik ve talihsiz kaderleri
değişmemiştir. Değişen yanı bunu daha “modern tarzda yaşamalarıdır!
Henüz 1639 yılında, zaten kendi içinde parçalılığı yaşayan
Kürtlerin ülkesi Kürdistan, dönemin iki büyük gücü İran ile Osmanlı devletleri
arasında parçalanmıştır. Bu parçalanma daha sonra katlanarak dörde çıkacak ve
Kürtler, parçaları alan devletler arasında tam bir “şeytan dörtgeni ya da
“dörtlü kapan diyebileceğimiz bir çıkmaza gireceklerdir. Birine dirense
diğerine dayanmak zorunda. Ama dayandığı gücün berikinden farkı yok. Çünkü
“Kürt ikisi ya da dördü için de ortak “hayati sorun. Nereye yönelse yüzüne
şamarı yiyip de şaşkına dönen bir insan gibi Kürtler tam bir felaketin içinde
bulmuşlardır kendilerini. Buna bir de kendi parçalı duruşları, içsel ihanet ve
savaşları, sosyal ve siyasi birlik fırsatı ve gücünü bir türlü sağlayamamaları
da eklenince durum iyice trajik bir hal alır.
Sonrasında Batılıların özellikle de İngilizlerin Ortadoğu ve
Mezopotamya’ya sömürgecilik amacıyla inmeleri deyim yerindeyse bu trajedinin
“tuzu-biberi olmuştur. Kürtlerin siyasi, ekonomik, askeri ve düşünsel
fakirlikleriyle İngilizlerin soğukkanlı kurnazlıklarının karşılaşmasından
Kürtlerin payına düşen hep aldatılma, ters köşeye yatma, büyük hayal kırıklıkları
ve acılar olmuştur.
Girişte iki kategoriye ayırdığımız Kürtlerdeki isyan
olgusuna dönersek 19. yüzyılda zayıflayan Osmanlının Kürt feodal siyasi
yapılanmalarına yüklenme, onları denetim altına alma ve asker ile vergi
ihtiyacını bunlardan karşılama temelinde bir yönelim içerisine girdiğini
görüyoruz. İsyanlar daha çok bu yaklaşıma direnme temelindedir ve daha çok
“Mir ler ile “Şeyh ler öncülük etmiştir. İsyanlardaki etnik bilinç ya da
Kürtlük boyutu henüz olgunlaşmamış ve oldukça siliktir. Daha çok öne çıkan söz
konusu öncülerin, feodal statülerini ve topraklarını koruma güdüsüdür.
19.yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde Kürt otonom feodal mirlikleri büyük
ölçüde tasfiye edilmiş ve sisteme bağlanmıştır. Osmanlı padişahı II.Mahmut ile
başlayan bu süreç Abdülhamit ile büyük ölçüde sonuçlanmıştır. Abdülhamit’in
Kürt devşirmelerden oluşturduğu “Hamidiye Alayları bunun resmi ifadesidir.
Ancak bu yüzyılın sonlarına doğru çıkan Şeyh Ubeydullah isyanında Kürtlük
duyguları diğerlerine oranla biraz daha belirgindir. Aslında Kürt
milliyetçiliğine bir ilk adım olarak da değerlendirilebilir. Bunun öncesinde,
17. yüzyılda, sadece ve o da bireysel olarak Ehmedê Xani’de Kürtlük duygularına
rastlamaktayız.
Şeyh Ubeydullah isyanında en önemli boyutlardan biri de
Nakşibendilik tarikatının önemli rolüdür. Kökenleri 14. yüzyıla kadar giden bu
tarikatın “Halidiye adlı kolu Güney Kürdistan’da Caf Aşireti mensubu olan
Diyaeddin Halid Bağdadi (Mevlana Halid, 1778-1826) tarafından kurulmuştur.
Süleymaniye’ye yakın olan Baban’a bağlı Karadağ’da dünyaya gelen Halid çeşitli
medreselerde, çeşitli dini alimlerden eğitim aldıktan sonra Hindistan’a giderek
eğitim görmüştür.
Şeyh Ubeydullah, Şeyh Tahayê Hakkari’nin oğludur. Tahayê
Hakkari, Nehri (Şemzinan) şeyhlerinin ilki ve Mevlana Halid’in halifesi olan
Abdullahê Hakkari’nin kardeşi Molla Ahmet Salih Geylani’nin oğludur. Osmanlı
Meclisi Mebusan’ında milletvekilliği yapmıştır. Şeyh Sait ayaklanmasında rolü
olan Azadi Cemiyeti üyelerinden Seyit Abdülkadir de Şeyh Ubeydullah’ın oğludur.
Şeyh Sait’in dedesi de Mevlana Halid’in öğrencisidir. Bütün
bunlar özellikle 19. yüzyılın sonlarından itibaren Nakşiciliğin Kürt halkının
tarihinde nasıl önemli bir olgu olmaya başladığını göstermektedir. 1880 ile
1925 arası tüm isyanlar içerisinde Şeyh Mahmut Berzenci isyanı hariç neredeyse
tümü Nakşibendi tarikatının etkisi altındadır. Şeyh Mahmut ise Kadiri
tarikatındandır. Fakat Nakşibendi tarikatının yayılmasıyla beraber Kürdistan’da
Kadirilik gerilemiş ve gözden düşmüştür.
Osmanlı devleti, Nakşibendiciliği kendine göre kullanmıştır.
Önce Şeyh Ubeydullah’ı İran üzerine sürmüştür. Fakat isyan kendisine de
yönelince müdahale etmiş ve onu sürgüne göndermiştir. Oğlu Seyit Abdülkadir’i
ise kendi devlet bürokrasisi içerisine almıştır. Yine Abdülhamit buna dayanarak
Kürtlerden ama Kürt isyanlarına karşı “Hamidiye Alayları nı oluşturmuştur.
Nakşibendi tarikatından Kürt önderlikler, özellikle önce İttihat-Terakki sonra
da Mustafa Kemal ile olan çatışmalarında Osmanlı Hilafeti ile Saltanatının
tarafını tutmuşlardır. En son Şeyh Sait
ayaklanması da böyledir. Bu ayaklanma, Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet ile
Kürt halkı arasındaki iplerin tümüyle koptuğu ve sonrasının tümüyle Kürt inkarı
ve katliamı üzerinden geliştiği bir sürecin başlangıcıdır.
Şeyh Sait ayaklanması sonrasındaki ayaklanmalarda ise
özellikle de Ağrı isyanındaki önderlik nispeten daha aydın ve laik yapıdadır.
Ulusal yönü ise ağırlıktadır.
Cumhuriyet dönemindeki tüm ayaklanmalar soykırım
derecesindeki katliamlarla bastırıldıktan sonra Türk devleti Kürtlere karşı
kültürel soykırım başlatmıştır. Bunda da en fazla dini ve yine Nakşiciliği
kullanmıştır. Bugün devlet bürokrasisi içerisinde yer alan çoğu Kürt,
Nakşicidir. En son AKP de Kürtlerle
yegane bağını Nakşicilik ve din üzerinden kurmaktadır. Hatta Güneyli Kürtlerle
ve Barzanilerle olan bağı da Nakşicilik üzerindendir.
Tarihte gelişen Kürt isyanlarına önderlik eden kişi ve
yapılara değinmekte fayda vardır. Genel olarak ve soyutlama yoluyla bunların
özellikleri şöyle belirtilebilir:
• Tüm Kürt
halkını ya da aşiretlerini bünyesinde toplayan bir yapıda değildirler. Bu
konuda belli bir mesafe alanlar olsa da genelde yolun yarısında yine
parçalanmayı engelleyememişlerdir. Dolayısıyla çoğu önderlikte aşiretçilik,
ailecilik ve kişisel çıkar her şeyin önündedir.
• Aşiretsel
parçalılık dünyaya ve olgulara yaklaşımda da yani siyasi ve ideolojik olarak da
mevcuttur.
• Dünyadaki ve
Mezopotamya’daki gelişmeleri, siyasi dengeleri, güçler arasındaki ilişki ve
çelişki düzeylerini değerlendirip buna göre tedbir geliştirecek politik öngörü
son derece zayıftır. Bu bağlamda dış güçlerle sağlıklı ve stratejik ilişki ve
ittifaklar geliştirilememiştir.
• Batı
dünyasındaki gelişmeleri izleyen, din sorununu çözümleyen ve Kürt halkı
üzerinde din yoluyla geliştirilen oyunları boşa çıkaran düşünsel ve pratik güç
ortaya konamamıştır.
Dosyanın diğer bölümlerine ulaşmak için aşağıdaki linkleri kullanabilirsiniz
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info