Kürdistan Gençliğinin Kızıl Yıldızı, Devrimci Yurtseverliğin ve PKK Fedai Militanlığının en sade ifadesi,14 Temmuz büyük Ölüm Orucu eyleminde 15 Eylül 1982 yılında şehadete ulaşan Ali Çiçek yoldaşın anısına…
90’yıllarda ulusal diriliş devrimiyle birlikte SSTD(sömürgeci soykırımcı Türk devleti) Türk metropollerine zorla göçertilen Kürtleri korkutmak, örgütsüzleştirerek, eritip, yok etmek için sivil bir görünüm altında, kontr-gerillanın, MİT’in, JİTEM’in örgütlediği ırkçı-şoven gruplarla Kürtlere saldırmaya başlamışlardır. Bunun yüzlerce örneğinden bahsetmek mümkündür.
Son bir hafta içerisinde, Türkiye metropollerinde Kürtlere yönelik üç ayrı yerde, Kastamonu, Mersin, Sakarya ve en son Aydın’da Türk ırkçı faşistleri tarafından saldırı gerçekleştirildi. Kastamonu’daki saldırı katliama dönüşmüş ve bir Kürt insanı katledilmiştir. Diğer yerlerde ise ağır yaralanmalar biçiminde sonuçlar yaratılmıştır. Tüm bu saldırıların üstü öyle münferit, meczup, anlaşmazlık vb. nedenlerle örtülmek istenmektedir. Ancak yaşanan, kökü Şark Islahat planına, hatta Abdulhamit denen sömürgeci Osmanlı imparatorluğuna ve İttihat Terakki cellatlarına dayanan bir soykırım politikasının ürünüdür. Üstü örtülemez, basite alınamaz.
Başında SSTD’nin faşist şefleri Tayyip Erdoğan,Devlet Bahçeli’nin bulunduğu çekirdek kadro çöküşünü engellemek için, bir taraftan Önder APO üzerinde yoğun bir tecrit uygulayıp, Önder APO’nun umut hakkını ortadan kaldırırken, öte yandan gerillaya karşı, sonuçsuz en vahşi saldırılarını yapmaktadır. Zindanlardan hergün yurtsever devrimci tutsaklar katledilirken, bir taraftan da basın susturulmaya çalışılmakta, siyasiler katledilmekte, kadınlara karşı özel bir yıldırma, korkutma politikası uygulanmaktadır. Bir de Kürdistan’ın doğasına karşı en alçakça, insanlık dışı ve ahlaksızca bir saldırı başlatılmıştır. Kürdistan ormansızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Her gün bombardımanlarla ormanlar yakılırken, bunun yetmediği yerde de özel kesimler yapılmaktadır. Ülkemiz Kürdistan yaşanamaz, nefes alınamaz bir çöle çevrilmeye çalışılmaktadır.
Ve en önemlisi…Sur şehidi Hakan yoldaşın cenazesine her türlü hakareti ve ahlaksızlığı yedi yıl boyunca yaptıktan sonra, kemiklerini bir torba içinde babasına teslim etmesi gibi bir uygulama aslında Kürtlere karşı nasıl bir düşmanlık yapıldığının göstermektedir.
Metropollerde Kürtlere karşı yapılan son saldırıları da böyle bir tablo içinde görmek gerekir. Bu saldırılarla Kürtler korkutularak sindirilmek ve her türlü ulusal örgütlenmeden uzak tutularak, Türkleşmeye açık hale getirilmek hedeflenmektedir. Bunun çok iyi görülmesi gerekmektedir.
Ortada Sömürgeci Soykırımcı Türk Devletinin (SSTD) yıllardan beri oluşturduğu Kürdü yok sayan, inkar eden, eğer olacaksa da yaşayacaksa da ancak ve ancak Türkün kölesi olabilir zihniyeti daha açık bir deyişle “Kürt olsa olsa efendi Türkün kölesi, hizmetçisi olabilir”. Bunu Türk büyüklerinden Mahmut Esat Bozkurt açıkça söylemiştir. O da diğer büyüklerinden Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, İsmet İnönü katil, soykırımcı büyüklerinden almıştır. Kahrolası bu büyükler Türk halkını Kürtler karşısında Türk Efendi, Kürt Köle zihniyet kalıbıyla yetiştirmişlerdir.
Bunun sonucunda da doğal olarak bir Kürt ile Türk’ün yan yana geldiği zamanlarda Türk kendisini, ses tonu, yaklaşımları, mimikleri vb. ile her durumda, üstün olduğunu gösterir. Görülmesini de ister. Ancak bazıları da bunu gizlemeye, açıktan göstermemeye çalışırlar, bunlar da ne kadar gizlemeye çalışsalar da, bunu gizleyemezler. Çünkü büyüklerinden böyle bir terbiye almışlardır. “Bir Türk Dünyaya bedeldir” ”Türk Öğün Çalış Güven”,” Ya sev ya terk et!” sloganlarını işinde gücünde emekçi Türkler kendileri tarlada, koyun-keçi otlatırken bulmadılar. Bu zihniyet üretildi. Kimlik krizi içindeki Türk abartıldıkça abartıldı.
Doktor Hikmetler, Mihri Belliler, Vedat Türkaliler, Mahirler, İbolar, Denizler Orhan Yılmazkayalar, Ulaşlar, Paramazlar dışında ne yazık ki kendisine sol sosyalist diyenlerde bile bunu fazlasıyla görmek mümkündür.
Haki Karer ve Kemal Pirler bu sosyal-şoven zihniyeti kırmada, gerçek Türk-Kürt kardeşliğini ortaya koymada sembol isimler ve öncüler oldular!
Siyahi genç Floyd’un Amerikan emperyalistlerinin beyaz polisi tarafından katledildiğinde Türk basını ve kamuoyunda sol, aydın vb. kesimleri arasında epeyce gündem oldu. Irkçılık lanetlendi, Floyd sahiplenildi. “Nefes alamıyorum” sözü çok tartışıldı. Peki Kürtler nefes alabiliyor mu? Ama her gün Türk ırkçıları tarafından Kürtler aşağılanıp, yaralanıp, katledilirken, kadınları taciz edilip tecavüz ile tehdit edilirken, emek ve özgürlük blok bileşenleri, HBDH’de yer alanlar dışında ne feminist kadınından ne erkek solcusundan ne sendikacısından bugüne kadar hiçbir ciddi tepkinin gelmemesi Türklük sözleşmesinin ulaştığı düzeyi göstermesi bakımından öğreticidir. Sermayenin ağzı salyalı ırkçı it sürüleri ve buna sessiz kalarak onay veren sosyal-şovenlere, sahte solculara söyleyecek bir şeyimiz yoktur. Bu tanımlamamız yeter de artar. Düşmandan ve düşman kampından yakınacak ya da bekleyecek bir şeyimiz yoktur, olamaz ve olmayacaktır da. Esas sözümüz kendimizedir.
Değerli Kürt şairi, Ahmed Arif “Bunlar engerek ve çıyanlardır. Ekmeğimize ve aşımıza göz koyanlardır. Tanı bunları, tanı da büyü” diyordu. Kürtlerinde artık gerçekten de açlıklarının, sefaletlerinin, eğitimsizliklerinin, sağlıksız koşullarda yaşamanın, geleceklerine güvenle bakamamanın ve daha birçok sosyal, ekonomik, dil, kültür vb. konularda yaşadıkları sorunların temelinde Türk sömürgeciliğinin soykırım politikasının olduğunu görmeleri gerekir. Kendilerini yanıltmamalıdırlar. Kabaca bile Kürdistan ve Türkiye, Kürtler ve Türkler ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel, hukuk, askeri, idari vb. kıyaslandığında bunun ciddi ve köklü bir fark olduğunu hatta aralarında bir uçurumun olduğunu, bakabilen, biraz düşünebilen, karşılaştıracak kadar zekâsı olan herkes görebilir. Türkiye metropollerine Kürtlerin bu kadar savrulmasının temelinde köklü bir soykırım ve sömürgeci politika vardır. Yeraltı, yerüstü zenginliklerini talan et, doğasını yakıp-yık, aç bırak, işsiz bırak, ekmeğe muhtaç kıl, baskı altına al sonra metropollerde ucuz iş gücü, her türlü tortu iş, hizmetçilik, Türklerin pisliğini temizleme ve daha birçok aşağılık ve utanılası şey yaptırmaya zorla!
Bunlar görülmeyecek şeyler mi? Eğer görülüyorsa, kabul edilecek, sineye çekilecek şeyler mi? Sineye çekilirse bizden geriye ne kalır? Eğer böyle devam ederse, yarınımız ne olacak?
Şimdi artık bu gerçekliğin farkında olmayan Kürtler yaşanan yüzlerce benzer olay üzerinde durup düşünmelidirler. “Nedir bu halimiz?” diye bir soruyu kendilerine samimice sormalıdırlar. Dolayısıyla köklü bir muhasebe yapmalıdırlar.
Son olarak Aydın’da Kürt bir aileye yönelik Türk ırkçılarının kendi devletlerinin kontrolünde ve güvencesinde yurtsever ve demokrat kamuoyunda sıkça dillendirilen cezasızlık güvencesi ile Kürtlere saldırmışlardır. Gençler öldüresiye dövülmüş, Kürtlere her türlü küfür edilmiştir. Adabımız el vermediği için bunları burada söylemeye gerek duymuyoruz. Fakat bu yazıyı okuma imkânı bulan her Kürt sokakta sarf edilen küfürlerin hepsinin fazlasıyla o aile şahsında o gençler ve o kadın şahsında tüm Kürtlere söylendiğini anlamalıdır ve iliklerinde hissetmelidir. Öyle bilelim, hissedelim ki, bu küfürler, hakaretler kardeşimize, kız kardeşimize, annemize, babamıza yapılmıştır. Bunları böyle sessizce daha ne kadar izleyeceğiz? Böyle sessizce izlemekle, insanlığımızdan, ulusal özelliklerimizden neleri kaybettiğimizi görmeyecek miyiz?
“Burası bizim yerimiz, bizim yurdumuz sizin hiçbir işiniz yoktur.” sözünü söylemişlerdir. Biz biliriz ki, tarih şahittir ki yüzyıl öncesinde orada “Burası benim yurdumdur” diyecek Türk yoktu. Bu başka bir tartışma konusudur. Ama şimdi katliamlar sonucu Rumları orada katlederek, göçertmeye zorlayarak Ege kıyıları “Türk Yurdu” yapılmıştır. Kürtler artık kendi yurtlarında, kendi özgür yaşamlarını, yönetimlerini, savunmalarını, ekonomilerini, kültürlerini, hukuk sistemini demokratik ulus temelinde inşa etmedikleri sürece hepsi de bu saldırılarla, bu küfür bu hakaret bu taciz ve kadınlara bu tecavüz tehditleri bitmeyecektir. Türkiye metropollerine savrulan her Kürdün böyle bir muamele ile karşı karşıya kalma ihtimali çok yüksektir. Geçmişte halk olarak bizlere neler yapıldığını asla unutmamalıyız. Yine Rumlara, Ermenilere, Yahudilere ve Asurilere yapılanları da asla unutmamalıyız.
Bir de bütün bu sömürgeci soykırımcı politikaların üstünü örtmek, özellikle Kürtlerde bir yanılsama yaratmak için özellikle “hepimiz, Kürdüyle, Türküyle kardeşiz” vb. ifadeler kullanılır. Bu sözlere artık hiçbir Kürdün inanmaması gerekir. Eşitlik yoksa kardeşlikte yoktur. Sömürgeci ile sömürülenin kardeşliği olabilir mi? Köle ile efendinin kardeşliği olabilir mi? Bu kadar zulüm, katliam, soykırım hepsi kardeşlik için miydi? Canı cehenneme böyle kardeşliğin.
Diline, Kültürüne sahip çıkmasını engelle, okullarda Kürtleri Türkleştirmeye çalış, kendini yönetmesine, bir belediyede dahi kendini yönetmesine izin verme, sonra da “biz kardeşiz”! de! Yerin dibine batsın sizin bu kardeşliğiniz!
Biz gerçek kardeşliğin ne olduğunu artık gayet iyi biliyoruz. Bizim gerçekten Türk Kardeşlerimiz vardır! Hakiler, Kemaller’dir… Mihriler, Vedatlar, Ulaş ve Orhan Yılmazkayalardır…Biz başka kardeş tanımıyoruz…Hele sahte kardeşleri hiç tanımıyoruz ve tanımayacağız da…
Belki herkes eline silah alıp dağlara çıkamayabilir ama kendi toprakları üzerinde Türk sömürgecilerinin kökünü kazımak için eli silah tutan herkesin o vatan topraklarına dönmesi gerekir. Yüzyıl boyunca kuşaklar boyu özgür vatanda özgürce yaşamanın onurunu şerefini doyasıya yaşayamadığımız için aslında bunun anlamını derinliğine anlamaktan da yoksun olduğumuzu itiraf etmeliyiz. Onun için bazı sorunlarla karşılaştığımızda çoğunlukla yönümüzü hemen metropollere dönüyoruz. Bunun için metropollerde yaşayan, asimilasyon tehlikesi ile yüz-yüze olan Kürtlerin eğer ana topraklarına dönmedikleri sürece ya da bulundukları alanda kendilerini öz savunma temelinde, savaşan halk gerçekliğine göre örgütlemedikleri sürece böyle hakaretlerle yüz yüze geleceğini unutmamalıdırlar. Hiç değilse, bundan sonra böyle bir şeyin tekrar edilmesine izin verilmemelidir.
Biz bir halkız, herhangi birimize yapılanın hepimize yapılmış olarak kabul etme düşünce ve hissiyatına kendimizi ulaştırmalıyız. Bu bir düşünme ve yoğunlaşma sorunudur. Başımızı iki elimizin arasına koyup, biraz halk olarak tarihimizi, var olan saldırıları ve geleceğimiz düşünelim. Bugün saldırı Iğdır’lıya yapılmıştır, yarın Anteplisine Maraşlısına, ertesi gün Mardin’lisine Rıha’lısına yapılır. Bir başka günde Siirtlisine, Erzurumlusuna, Koçgirilisine yapılır. Elin yurdunda köle statüsünde yaşamanın sonuçlarıyla karşılaşmaktan kendimizi kurtaramayız. Onun için de vatansızlık ve vatanını savunamamanın utanç vericiliğini iliklerimizde hissetmeliyiz. Ancak bu utanç verici durumdan kurtulmanın mücadelesine gücümüze göre mutlaka katılım sağlamalıyız. Bu konuda her gün SSTD’nin ZAP, AVAŞİN. METİNA VE XAKURKÊ’DE her türlü silah ve bombardımanına rağmen direnen, eylem üstüne eylem koyan oğullarına ve kızlarını örnek almalıdırlar.
Kendi ana topraklarından şu ya da bu nedenle metropollere göçertilmiş savrulmuş Kürtleri bulundukları yerlerde, kendi kimliğiyle başı dik onuruyla yaşaması için her gün en amansız koşullarda bir mücadele yürütülmektedir. Bunu bütün dünya âlem biliyor ve herkesin tartışma gündemidir. Kürtler de nerede olurlarsa olsunlar ister 150-200 yıl önce metropollere iskân politikalarıyla göçertilmiş, isterse dün İzmir’e göçmüş, İstanbul’a göçmüş ya da mevsimlik işçi olarak Kastamonu’ya gitmiş bir Kürt olsun herkesin artık böyle bir biçimde kendisini sorgulaması ve vicdanını biraz yoklaması gerekir. On binlerce Kürt gencinin, oğlunun kızının böyle bir özgür ve onurlu yaşam için gözünü kırpmadan tereddütsüzce yaşamını ortaya koyduğu bir süreçte, böyle bir sorgulama ve harekete geçmeyi gerektirmiyor mu?
Daha fazla SSTD’nin örgütleyip kışkırttığı ırkçı faşist sürülerine karşı Türk halkı içerisinde Kürtlerin özgürlüğünden yana olan insanlarla bir araya gelerek kendisini savunmanın zamanı gelmedi mi? İşte YPS’nin HBDH’nin her gün yükselen çağrılarına biraz olsun kulak kabartmanın zamanı gelmedi mi?
Bizce bunun zamanı geldi ve geçiyor bile. Hiçbir maddi imkân onurlu ve özgür yaşamdan daha değerli olamaz. Kürtler de her halk gibi özgürce ve kendi kimliğini gizleme gereği duymaksızın ifade etme ve yaşama hakkına sahiptir. Kürtler kimsenin kölesi değildirler, olmayacaklarda. Kürtler özgür yaşayacak kadar değerli ve onurludur. Her Kürdün buna inanması gerekir. Ve bunu yaşamsallaştırmak için de örgütlenmeli ve mücadele etmelidir.
Ali Çiçek yoldaşın anısına verilecek en doğru cevapta bu olacaktır.
Akif YILMAZ