06 Mayıs 2010 Perşembe Saat 08:47
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Erkek egemenlikli sistem, tarihi boyunca, kadının emeği,
yaşamı ve sorumluluğu kendine aitmiş şeklinde kurduğu yalan üzerinden devam ede
gelmiştir. Çaldıkça, baskıcı karakteri şişen ve katmerleşen sistem, günü
geldiğinde kırılıp dağılacak. Çünkü yaşamın kökleri bambaşka bir gerçeklik
üzerine kurulmuştur. Nasıl ki bir çiçeği dalından koparıp bir ağaca
yapıştırmaya çalıştığında kurursa, onun gibidir. Egemenlikli sistemin,
“üzerinden kendini var ettiği kadın emeğini sadece tüketir demek yetersiz
kalır. Yöntemleri de gerçeği kadar can alıcı önemdedir. Bazen sever, değer
veriyor gibi davranır, canı isteyince fiziki ya da cinsel şiddet uygular,
doğurduğu erkek evlatları için kutsal ana yalanını söyler. Saymakla bitmez
savaşçının, siyasetçinin, devletçinin gözü kara bencilliğinin, en kaba
bilançosudur bu.
Tarihin antik dönemlerinde Mısır kralı Nil nehri taşmasın
diye, kadının biyolojik farklılıklarını kendine uyarlamaya çalışarak tanrıların
huzurunda dua ediyordu. Günümüz kocalarının, patronlarının, devletlerinin
kandırmacalarını düşündüğümüzde çok da masum kalıyor Mısır kralının
kandırmacası. Emeğin yerine gasp ve talanın barışın ve huzurun yerine savaşın
hakikat yerine yalanın, emeğiyle buluşacak kadın karşısında kendini sürdürme
şansı yoktur. Verimli toprakların çiçekleri hep ezilse de yeniden yeniden
yeşermesi, yaşam akışının değişmez tek hakikatidir.
Kendini her geçen gün daha fazla kurumlaştıran,
kurumlaştıkça yeniden üreten erkek egemenlikli sistem, kadına da bu yalanı
yaşamın doğal akışı ve hakikatiymiş gibi kabul ettirmiş. Kadın da “başa gelen
çekilir diyerek çaresizliği kader belleyen bir duruma getirtilmiş. Dahası
kendi sisteminin en değme kadın örneklerini de tarihin her döneminde yaratmış.
Günümüze doğru geldikçe bunun ne kadar yaygınlaştığını görebiliyoruz. İşte
özgürlük mücadelemiz, her şeyden önce içerilmiş kölelik olarak adlandırdığımız
bu gerçekliğin bizler tarafından bilince çıkarılmasıyla başlar.
En başta egemen sistemin kadına karşı gözü karalığına
rağmen, kendini güvencede hissetmediğinin ve kadına güvenmediğinin farkına
varıyoruz. Üzerinden yükseldiği zemini hep ezdiği, talan ettiği, tecavüze
uğrattığı için, kendini hiçbir zaman huzurlu, güvenli hissedemez. Günlük
yaşamımızda yerinde durmayı bilmeyen, olmadık yerde anlamsızca asabileşen,
sinir nöbetleri geçiren birçok erkeği en yakınımızdan en uzağımıza kadar çok
rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Egemenlikli zihniyetin erkek bireyde oturdukça
dışa vuran yansımalarıdır. Her kadın erkekteki bu psikolojik ruh halini iyi
bilir.
Sistem zihniyetinin en büyük yanılgılarından biri de kadınla
emeği, dolayısıyla yaşamı arasına girdiği ve o mesafeyi büyüttüğü oranda, yani
kadını köleleştirme derecesinin kendi özgürlüğüne eklendiğini sanma
yanılsamasıdır. İlk adımında kadını emeğinden uzaklaştırmayı odak alan bu
zihniyet, peşi sıra halkalar halinde tüm toplumsal kategorileri de emeğinden
uzaklaştırmış, köleleştirmiştir. Çok uzağa gitmemize gerek yok, çünkü bu
zihniyetin birikimleri üzerinden güncellik akıyor. Türkiye’de emekçinin
yaşadığı ekonomik sorunlara çıkarları gerektirdiği kadar ilgi duyan devlet ve
hükümet, kadının da her türlü sorununa karşı o kadar ilgilidir. Kürt sorunundan
tutalım da, duygularını milliyetçilik adı altında istismar ederek failli meçhul
cinayetinde kullandığı bir Türk gencinin sorununa kadar, aynı vahşi iktidarcı
sistemin değişik yüzleri, parçalarıdır. Dolayısıyla emeğimizle buluşmamızın ilk
adımı, karşımızda ve içimizde de yer edinmiş egemenlikli sistemi bütünlüklü
tanımak, sorgulamak ve mücadelesini örgütleyebilmektir. Bu da özgürlük
ideolojisiyle anlama kavuşur. Türkiye’de değişik sorunlar karşısında gündeme
gelen, en son da Tekel işçilerinin haklı direnişi karşısında olduğu gibi her
türlü toplumsal muhalefeti terörize etme üzerinden saldıran iktidarın bu yönlü
korkusunu iyi anlıyoruz. Kadını emeğiyle buluşturmayı ve özgürleştirmeyi odak
alan Kürt halkının ve kadının özgürlük mücadelesinden kaynağını alır korkusu.
Korkunun sistemi iktidarın, kadının özgürlük bilinci karşısında yaşama şansı,
emek bilincimiz ve eylemimizin gelişim düzeyi kadardır. Bu düzey yükseldikçe
geri adım atar, hak yerini bulur.
Bu yanıyla birçok yaşamsal kaygıyla, emeğinin hakkını ve
kaderini eline almak üzere direnen Tekel emekçileri içinde olan analarımızı ve
kadınlarımızı iyi anlıyoruz. Bu direnişin kadın mücadelesi, özgürlük ve emek
mücadelesi açısından önemli bir mevzi, deneyim ve örgütlülük ruhu
kazandırdığına inanıyoruz. Bu eylem genel anlamda işçi ve emekçilere güç
verdiği, direnişte dalgalanmayı yarattığı kadar, özgün olarak kadın açısından
da güç verici ve kararlaştırıcı bir etki yaratıyor. Erkek egemenlikli sistemin,
kadın emeğine tecavüz ve hırsızlıktan başlayarak geliştirdiği bu krizli sisteme
karşı mücadele, emekçilerin ve kadınlarımızın mücadelesiyle daha da gelişiyor,
dalga dalga yayılıyor. Buradan da yola çıkarak emekçi kadınların daha örgütlü
ve sistemli bir yaklaşım belirlemesi çok önem kazanmıştır. Yaşamın her alanında
biz kadınlar birbirimize destek vermeli ve zincirin halkaları gibi birbirimizi
tamamlamalıyız. Bu anlamda tek bir kadın yalnız kalmamalı, tek bir kadını bile
bu tecavüzcü sisteme kurban vermemeli, emeğimizi çaldırtmamalıyız. Bunun için
emeğe sahip çıkmak kadına sahip çıkmak, kadına sahip çıkmak da emeğe sahip
çıkmaktır. Şimdi bunun zamanıdır.
Nergiz Faraşin
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info