25 Temmuz 2012 Çarşamba Saat 08:09
de Iraktaki siyaset geleneği en az 1400 yılık mezhep çelişkisine dayalıdır. Bölge devletleriyle bu ortaklık ya da ayrılık Irak’ta rengini iktidarların dostluklarına ya da düşmanlıklarına verir. Gericide olsa böyle bir gelenek kendisine ait olana yakın durma pozisyonu söz konusudur.
Ne var ki Kürt siyasetinin durumu bundan daha vahimdir. Bölgede işgalci devletlerin rengini giderek derinleştirerek alan bir durumla karşı karşıyadır.
GÜNEY MODELİ İŞGAL SONRASI AFRİKA MODELİYLE ÖZDEŞLEŞMEKTEDİR
Bu durum Batılıların Afrika işgaline çok benzemektedir: 1884-1885 de yapılan (İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, Rusya, İtalya, İspanya, Portekiz, ABD, İsveç, Norveç, Danimarka, Belçika ve Osmanlı İmparatorluğu katılmıştır) Berlin konferansıyla işgal resmileşmiştir.
İşgal boyunca her kesin elinde askeri olarak bulunan topraklar işgal eden ülkenin yönetimine verilerek yıllardır işgal edilen kıta “işgal hukukuyla” paylaştırıldı. Ancak işgal bununla yetinmedi işgal boyunca 12 Milyondan fazla insan Batıya, Amerika’ya köle olarak satıldı.
Asimilasyon, dini devşirme Kurdistan işgaliyle örtüşen özelikleridir. İşgalci güçler neredeyse yaşamın her alanını işgal ettiler.
En ilginç olan ise Güney Kürdistan’ın güncel durumuna benzeyen ikinci dünya savaşından sonra milli bilincin gelişmesi ve bir yandan Rusya ile Amerikan kutuplarının bu işgalden çıkar sağlamamasından kaynaklanan rahatsızlık, diğer yandan işgalin faturası ağırlaştıkça Batılı devletler bu kıtayı terk etmek zorunda kaldı. Ancak Afrikalıların ‘özgürlük’ çığlıklarına da işgalci ruh bulaştı ve işgal sonrası kurulan onlarca devletin halen daha siyasi sınırları o dönemin Berlin işgal anlaşmasının belirlendiği sınırların ta kendisidir.
İşgal sonrasında büyük şirketlerin tekelciliği yine yönetimin kendi çevrelerinin bundan rant elde etmesi yine Güney örneğimizle özdeşleşmektedir. Kuzey Kürdistan’dan gelen Kürtler açılan büyük alışveriş merkezlerine (mall olarak bilinen yerlere) gidip bir dükkân dahi kiralamak istediklerinde bu merkezlerin yönetimin (ki yönetim cemaatçilerle dolu) cevabı “Türkiye’den bir marka getirirsen seninle kira sözleşmesini imzalayabiliriz” şeklinde oluyor.
Hal böyleyken günlük yaşamda başkalarını taklit etmekten başka bir şey olmayan ucube bir toplum inşa edilmektedir.
Neredeyse cemaate Türkçülüğe bulaşmadan yeniden yapılanan Güney Kürdistan’da bir dükkân dahi kiralamak giderek imkânsızlaşıyor. Örneğin en Güneyin ve hatta Irak’ın en büyük alış-veriş merkezi Familly Mall ilgili yaptığımız bir araştırmada bu merkezin yönetimde yer alanların %50’si Türk, %16’sı Türkmen ve çalışan Kürtlerin bile sadece %15’i Türkçe bilmiyor.
Yani işgal bitikten sonra yüz milyonlarca insan işgal gerçeğinin hamallığını yaparak ‘özgürlük’ çığlığını attılar. Zaten özgürleşen kıtanın ya da ülkelerin kendisi değil devletlerin kendisiydi.
Bu merkezlerde Güney Kürdistan sermaye peşine düşen sadece Türk sermayecileri değildir. Birçok ilin valisi emniyet müdürünü görmek mümkündür. Hakkâri valisinden tutalım Erzurum valisine ve emniyet müdürlerine kadar herkes bu koridorda turlamaktadır.
GÜNEY AJANLIK BORSASI GİBİ
Türk konsoloslukları AVM’lerde (Alış-Veriş Merkezlerinde) birçok işverenden, çalışan ‘Türkiye vatandaşlarından’ olmak üzere başta Kürtler hakkında bilgi ve kimlik fotokopileri toplamaktadır.
Bu kadar açık bilgiyi toplama yöntemi Türk istihbaratı bırakalım herhangi bir ülkede İstanbul-Ankara’da bile bu denli yapamamıştır.
Türk istihbaratının bu çalışmasına PDK asayişi ses çıkartmazken iş adamları ise iki şekilde buna göz yumaktalar. Zaten gelişleri Türk egemen sömürgesi üzerinden planlı bir şekilde olanlarla devletten korkan ve onunla sermaye ilişkisini kesmek istemeyen ‘Kürt İşadamlarından’ oluşmaktadırlar.
Aynı zamanda yukarıda sözünü etiğimiz valilerin, emniyet müdürlerin cirit atması Güney sermayesinin kabarttığı iştahtan değil tüm AKP valilerini değişik illerden Güney Kürdistan’a giden herkesin bu valilikler aracılığıyla ajanlaştırma çabalarıdır. Pasaport şubelerinde, otogarlarda her yerde AKP’nin ordusu ajanlık için mesaide bulunmaktadır.
BATI KÜRDİSTAN İŞBİRLİKÇİ KARAKTER ÜZERİNDEN DÜŞÜRÜLMEK İSTENİYOR!
Kuzey Kürdistan’dan Türk metrepollerine sürülen milyonlarca halk çağdaş kölelik sıfatıyla eziyet çekerken, anlaşmalarla Güney’e göçertilen Batı Kürdistanlılar Türk şirketlerinde ezdirilmekteler. Gösterilen duyarlığa rağmen bu anlaşmaların hakkında tek kelime etmeyen Güney yönetimi çareyi bu işe ayrılan bütçenin gizlenmesi için hükümet tarafından “Mültecilere Yardım” adı altında sembolik bir bütçeyle ittifak bütçesini gizlemekte buldu.
TÜRKİYE GÜNEYDEKİ MEZHEP SAVAŞINI PDK, İRAN YNK ÜZERİNDEN YÜRÜTÜYOR
Son dönemlerde sözde “Türkiye-Suriye kriziyle de” Türkiye “angajman kiralarını değiştiriyoruz” adı altında Batı Kurdistan sınırına füze yerleştirilmekteler. Dikkat çeken bir taraf ise kriz denizde yaşanırken füzelerin yerleştirildiği yer Güney Kürdistan’a yakın olan Cizre-Nusaybin hattıdır. Böylece işe kendi işbirlikçilerine cesaret vermekle başlamaktadırlar. Vermek istedikleri mesaj şudur “siz rahat olun biz gereken tankı, topu ve füzeyi sınıra yerleştirdik” şeklindedir.
Bir alış-veriş merkezini yönetmekten yoksun gerici güçlerin Batı Kürdistan’a yelken atmaları manidardır. Bölge devletlerinde ve coğrafyasında Esad’a karşı ilk meydan okumayı “Erdoğan ile başlaması giderek berraklaşmaktadır.
Güney Kurdistan siyaseti son zamanlarda İran’dan uzaklaşan yüksek bir çıtayla Türkiye’ye doğru bir atlayış içerisindedir. Bu gelişmenin karşısında PDK için iş daha kolay görünse de bu süreç çoğu zaman bölgede hem Kürtlerin iç dengelerinde hem de bölgesel düzeyinde Bağdat-Tahran ve hatta Şam ile dengeler sarsılmaktadır.
Kürtlerin Bağdat’la olan problemlerine Türkiye Sünnilik üzerinden dâhil olmaktadır. Bu durum Barzani ve Talabani ilişkilerini gerginleştirse de Irak’taki diktatör geleneğini kendini giderek Maliki’de filizlendirdiği görülmektedir. Maliki’nin iktidar iştahı bırakalım Sünnileri Şiilerin önemli bir kısmını bile tedirgin etmiştir.
Bu durum karşısında Kürtler bu denklemin ideolojik karargâhı yani İran’la da ipleri kopartma noktasına geliyor. İran hattında kopuşun bir nedeni de bölgedeki sinsi yarışların giderek çatışmaya dönüştüğü Türkiye- Suriye, Türkiye-İran denklemi karşısında Suriye’nin son darbelerle de zayıfladığı bir dönemde bu çekişmenin hareketliğiyle ilgilidir.
PDK hemen bu zayıflık (Suriye’deki) karşısında tavrını açık olarak belirtmiştir. Suriye’ye karşı açıktan tavır koymuştur YNK ise İran’la olan stratejik ilişkilerinden dolayı biraz daha fazla tedirgin kalmıştır. Ancak son dönemlerde Celal Talabani’nin cumhurbaşkanlığından istifa etmesi bekleniyordu. Celal Talabani üç nedenden dolayı istifa edebilirdi birincisi Güney Kürt kamuoyunda çıkan Maliki karşıtlığı ve tavırlarının giderek Kürtlere karşı sertleşmesi, ikincisi Malikinin iktidardan düşürülmesine sayılı günler kala Maliki’yi düşürme sürecinin başlangıcı olarak cumhurbaşkanlığı koltuğunun boşluğu devlet desteğini arkasına almayan bir Malikinin ortaya çıkışını sağlamak, üçüncüsü Talabani Maliki’den sonra gelebilecek olan yönetimde tekrar aynı statüsünü sağlamak için istifayı tekrardan aday olma yatırımı olarak görmüş görebilir.
Saydığımız üç nedenin dışında ABD faktörü de etkili olabilir ancak şimdiye kadar en büyük paradoks Maliki’nin hem ABD hem İran tarafından şimdiye kadar destek görmesidir. Aslında Talabani’nin bu etkenlerin hepsinin sonucunda istifa etme ihtiyacını görebilirdi.
PDK’li kaynakların elinde Talabani’nin istifa edeceğine dâhil belgeler bulunmasına ve Talabani kurmaylarının bunu doğrulamasına rağmen böyle bir şey gerçekleşmedi.
Bu anlamda en anlamlı yazı gazeteci Faysal Dağlı’nın yazdığı bir makalede kısaca “Bağdat’ı güçlendirecek projeler yerine Kürdistanla ilgilenecek bir vizyona ihtiyaç olduğunu” söylemesidir.
Bağdat’taki krizle ilgili Türkiye’nin Haşimi ve Kürt kartı üzerinden başarılı olduğu söylenebilinir. Türkiye komşu ülkelerin iç işlerine karışarak Ortadoğu’daki bahar denklemini kendi kontrolüne almak istiyor ve dikkat edilirse açıktan insanları eğiterek bu devletlerin üzerine sürmektedir. Bağdat’ta yakalanan Sünni örgüt üyeleri Türkiye’den eğitim aldıklarını itiraf etmişlerdir. Türkiye Saddam’a olan desteğini Haşimi üzerinden sürdürmüştür. Yine aynı tarihlere bakılırsa Haşimi’nin Kürtlere karşı Saddam’a benzer açıklamaların yapıldığı görülecektir.
Bazı kaynaklar Türkiye’nin Suriye ve Irak’a karşı olduğu gibi İran’a karşı bazı Kürt örgütleriyle ilişkiye geçtiği ve bunları hem İran’ı hem de Doğu Kurdistan ve İran’da güçlü olan PJAK’ı zayıflatmak için kullanacağını söylüyor. Aynı bombaları Güney Kürdistan’da patlatan TC, burayı dizginleştirdikten sonra şimdi tüm ekonomik ve sosyal alanını işgal etmiş bulunmaktadır.
Türkiye Haşimi kartıyla Suriye Arap Sünni muhalefetini, Güney kartıyla Suriye ve İran’da küçük çaplı Kürt örgütlerini kullanmaktadır. Görüştüğümüz Güneyli yetkililer örgütsel toplantılarında PKK’nin bölge devletlerinin savaşına dâhil olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak hem Haşimi’yi Güney’de koruyarak Türkiye’ye veren aynı güçler değil mi?
Bunun dışında yıllarca bölge devletlerinin dengesini bozmayan Kürtler lehine tek bir söz söylemeyen aynı odaklar, Suriye’nin son durumuna aldanarak Kürtleri Türkiye-Suriye hesaplaşmalarında harcamak istemiş Suriye’ye karşı açık tavır almamışlar mıdır?
PKK’nin Suriye politikasını yerden yere vuran, PKK’siz sözde ulusal konferanslar düzenleyen güçler şimdilerde Suriye muhalefetinin Kürtler için hiç bir şey istemediğine ne var ki ikna oldular.
Bölgede stükocu merkezlerin zayıflaması elbetteki Kürtlerin de lehinedir ancak Türkiye’nin kendisi zayıflarsa bu gerçekleşebilir. Çünkü Türkiye statukocu merkezlerin merkezidir.
Bu anlamda Türkiye bölgede şu formülü uygulamaktadır bölge devletlerinin Kürtleri örgütleyecek kadar güçlü, kendi denetimine girecek kadar zayıf kalmasını istiyor.
Sermayeci güçlerin yeni savaş formülasyonu ise kaostan çıkışın yeni biçimiyle “az maliyetle çok şey” biçimindedir. Bu aynı zamanda kendi savaşını başkasına yaptır mantığıdır. Türkiye sermayeci güçlerden çaldığı bu formülle genelde bölgede özelde Irak’ta bunu yapmaktadır.
İran ve Türkiye’nin arenada YNK ve PDK’yi kendi silahşörleri olarak değerlendirmek istemesi konferans sürecine doğru ilerlerken “ortak diplomasi” anlayışını bombalayan bir süreçle birinin İran tohumlarını diğerin Türkiye tohumlarının Irak’a ekmesi doğru olmayacaktır.
Kürtler başkalarının kaderini tayin etmekten vaz geçip kendi kaderlerini tayin etmelidirler. Suriye’nin bize verdiği dersler şayet şimdi oradaki Araplar yerine Kürtler öldürülseydi şimdi dünya kamuoyu bundan on kat daha sesiz kalabilirdi. Sonuç Kürtlerin çok değerli evlatlarını, kadrolarını kaybettiği bir savaş olurdu üstelik şu an kazandıkları statüden çok daha gerilerde bir statüyle.
Sonuç olarak Güney’in son denklemde eksen kayması yaşadığı görülmüştür. Yine basında sık çıkan Günay Aslan’ın Güneydeyken buradaki bir gazeteye verdiği demeçte “PKK, Türkiye-ABD’nin yanında yer almalı” önerisi Türkiye siyasetini bu kadar yakın takip eden böylesi bir arkadaşın Türkiye’nin inkâr derinliğinden haberdar olmadığını talihsiz açıklamasıyla ortaya koymuştur.
Türkiye’nin bölge başkanının son gezisi ve Neçirvan Barzani’nin ziyaretinin ardından Türkiye’nin Güney Kürdistan’la ‘stratejik’ anlaşmalar imzaladığı söyleniyor. Ortaya atılan teoriye göre Güney Kürdistan’da oluşacak bir devleti tanıma karşılında petrollerin bir kısmı Türkiye’yle paylaşılacak. Bu model yakın dönem Fransa’nın Libyalı direnişçilerle yapılan anlaşmaya çok benzer bir durum taşımaktadır. Bu yöntemin BM’nin beş daimi üyesinin silsilesine mi yayılacağı yoksa sadece NATO’nun kendi yöntemimi ileriki süreçte çok daha net anlaşılacaktır.
Unutmamız gereken Kürt Özgürlük Hareketi’nin kimin yanında yer aldığından çok kendi öz gücünü ortaya çıkarma sorunu vardır. Zaten kendi öz dinamikleri güçlü olmadığında uluslararası ilişkiler her zaman olduğu gibi çıkar yolu olan güçlü olanı tercih edecektir. PKK’ye bu konuda akıl veren her odağın önce Kürdistan gerçeğinin kendisini okumalıdır. Güneyli güçler ve bir takım aydınlar PKK’ye eleştiri ya da öneriler sunarken Kürtlerin tüm gerçekliğini kabullenmiş bir Türkiye’yi peşinen saymaktalar. Katliam çeşitliliğinde birinci çıkış bir devlet geleneğine bu kadar basit yaklaşmak ya saflıktır ya da Kürtleri saf görmektir.
Sorun PDK’nin PKK’yle sorun yaşayıp yaşamaması değildir. Sorun Kürt halkının kaderinin tayin edilmesi gerektiği bir dönemde Kürtlerin Bağdat’ta, Tahran’da, Ankara’da ya da Şam’da ortak bir siyaset yürüterek ayrı düşmemeleridir.
Batı ya da Kuzey Kürdistan’ın özgürlüğü kadar Celewle’de (Kerkük’ün bir ilçesi) can güvenliği olmayan Kürtlerin özgürlüğünde önemlidir. Bu anlamda Kürdistan’ın en verimli topraklarında çile çekenleri göçertme yerine onlara çözüm olunmalıdır. Kopartılmış bölgeler olarak tanımlanan bölgelerde sözde Saddam döneminde göçertmek zorunda kalınan Kürtleri tekrardan yerlerine dönecek projeleri uygulayacaklarına kalınları da kendi iktidarları altında bulunan bu üç ile göçertmekteler.
Ozan Erdem
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info