26 Aralık 2016 Pazartesi Saat 11:29
Kürdistan’da Demografik Yapının Değiştirilmesi, Uygulanan
Politikalar ve Bu Politikaların Yol Açtığı Sonuçlar
Kültürel tarih bağlamında yaklaştığımızda, Kürtlerin
binlerce yıllık başat bir tarihe sahip olduklarını görürüz. Bu kültürün temel
niteliği kabile ve aşiret formlarını güçlü yaşaması, tarım ve hayvancılık
ekonomisinde devrimsel bir rol oynamasıdır. Verimli Hilal kültürü insanlık
tarihinde ne kadar rol oynamışsa, Kürtlerin ve bu coğrafyanın halklarının
kültürel tarihteki rolleri de ona denktir. Tarihte mezolitik ve neolitik
dönemlerin (M.Ö. 15000-4000) merkezî kültürüdür. Çin’den ve Hint’ten Avrupa’ya
kadar tüm neolitik toplum kültürlerini beslemiştir. Kültürel yayılmanın
izlerini hem genetik hem de etimolojik yöntemlerle bu alanlarda tespit
edebilmekteyiz. Yaklaşık olarak ve tespit edilebildiği kadarıyla Verimli Hilal
merkezli on iki bin yıllık bir kültürel önderlik söz konusudur. İnsanlık
tarihinde hiçbir kültürün bu denli uzun ve kapsamlı, güneş gibi aydınlatıcı,
ısıtıcı ve besleyici bir rol oynadığına tanık değiliz. Varsa da, rolleri
sınırlı ve yüzeyseldir.
Aynı zamanda Proto Kürtlerin uygarlıkla da ilişkileri çok
yoğun olmuştur. İki yönlü bir ilişki tüm gelişmelere damgasını vurmuştur. İlk
yönüyle uygarlık kültürünün baskıcı ve sömürücü kent, sınıf ve devlet
unsurlarıyla hep çatışmalı olmuşlardır. Bazen sömürü ve baskının merkezlerini
istila etmeye kadar varan hamleler (Babil’in fethi, Ninova’nın yıkılışı)
yaparken, güçleri yetmeyince de çoğu zaman dağların fethedilmez doruklarına
çekilerek (Zagrosların güney eteklerinden Dersim’e kadar benzer lehçeleri
konuşan Hewrami ve Zaza kültürü bu gelişmelerle yakından bağlantılıdır)
varlıklarını korumaya, bağımsız ve özgür yaşamdan vazgeçmemeye özen
göstermişlerdir. Bu kültürün izleri bugün bile oldukça etkilidir. Dağ Kürtleri
denilen kesim esas olarak bu hat üzerinde yaklaşık beş bin yıl boyunca yaşayan
Hurri kökenli kabilelerdir. Uygarlık kültürüyle ilişkilerinde ikinci yön
geliştirilen ilişkileri olumlu değerlendirip benimseme ve özümseme temelinde
olmuştur. Kürt kültüründe uygarlığın bu yansımaları kentli, sınıflı ve devletli
zihniyet ve kurumların oluşması biçiminde olmuştur. Birçok örnekte
karşılaştığımız “Yenemiyorsan benzeş ve öyle yen kuralı burada bir kez daha
karşımıza çıkmaktadır. Guti, Mittani, Hitit, Urartu, Med, Pers ve Sasani
örnekleri, kendilerine saldıran uygarlık güçlerine karşı kendilerini bizzat
uygarlık olarak inşa edip benzeşerek yenmeyi ve ayakta kalmayı ifade
etmektedir.
Kürt halkı için en başta şunu belirtmek gerekir,
Kürdistan’da göçebelikten yerleşikliğe geçiş düzenli bir şekilde gelişmemiştir.
Bu durum Kürdistan’a karşı geliştirilen yönelimler karşısında düzensiz bir
seyir izlemiştir. Bazı dönemlerde yerleşik olan kabile ve aşiret saldırıları
karşısında tekrardan göçebeliğe geçebilmişlerdir. Aşiretlerin ovaya doğru iniş
eğilimi taşıdıkları bilinen bir gerçektir. Ama herhangi bir istila karşısında
tekrar dağlara çekilmişlerdir. Bu durum Kürtlerde merkezileşmenin gelişimini
zayıflatmıştır. Aşiretlerde uzlaşma, dağlara kaçış, direniş ve işbirlikçilik
aynı alanda birbirine yakın olan aşiretler içinde gelişebiliyor. Egemen
güçlerin etkileri zayıflayıp siyasi otoritede boşluk doğunca ovalara doğru iniş
tekrar başlayabilmektedir. Ama daha çok yaşam için tercih edilen yerler ova ile
dağ arasındaki yerleşkeler olmuştur. Kısmi olarak tarımcılık yapabilen bu
aşiretlerin temel geçim kaynağı hayvancılık olmuştur.
Kürdistan’da demografik (nüfusla ilgilenen bilim dalı)
yapının değişimi olumlu veya olumsuz olarak siyasi otoritenin kimler tarafından
yönetildiğine bağlıydı. Kürdistan’da otorite boşluğu doğduğu dönemlerde Kürtler
Beylikler, Mirler ve Şeyh’ler yoluyla yarı özerk şekilde kendi kendilerini
yönetmişlerdir. Onların nüfusunda ciddi
sorunlar yoktu, ne iç göçler nede dış göçler de bir artış veya azalma söz
konusu değildi. Kürdistan’ın işgal edildiği dönemlerde işgalci otoriteler söz
konusu vergilerin toplanması, gençlerin askere alınması vb. uygulamalardan
kaynaklı sorunlar baş gösterdiğinde tedbir amaçlı iç ve dış göç Kürtlere
dayatılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda göçertilen Kürt nüfusu yerine farklı
etnik yapıya sahip toplulukları, Kürt yerleşkelerine yerleştiriyorlardı. Bu
uygulamalarla siyasi otoriteye yakın toplulukları Kürdistan’ın stratejik
noktalarına konumlandırıyorlardı.
A. Kürdistan’daki
Göç’e Tarihsel Giriş ve Nedenleri
Kürdistan yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle her zaman
Ortadoğu’da çekim merkezi olmuştur. Merkezi Uygarlığın doğuş döneminde kereste,
maden ocakları gibi kaynaklar nasıl ki en önemli ticari kaynaklardandı, bugünde
halen bu önemini korumaktadır. Kürdistan’da ilk göç, “Dağlar Ülkesine”
sefer düzenleyen Sümerler tarafından esir alınan bir kısım Kürtlerin Güney
Mezopotamya’ya sürgünleri ile başlamıştır. Esir alınan bu Kürtler, Sümerlerin
varoşlarında yaşam mücadelesi vermek zorunda kalmışlardır. Bu ilk göç
dalgasından sonra Kürtler bölgesel işgalciler (Asur, Elam, Babil, Pers ve
Osmanlı…) tarafından sistematik göç politikaları ile yurtlarını terk etmek
mecburiyetinde bırakılmışlardır. Sosyolojik analizini yaptığımızda yerleşik ve
yarı göçebe hayatını örgütlemeye çalışan Kürtler ağırlıklı toplumsal
özelliklerini coğrafik konumundan almıştır. Bu konuda Önderlik ‘’Kürtler Dağ’ı
esas alan bir savunma anlayışı, tarım ve hayvancılıkla beslenme kültürü
sayesinde otantik bir halk olarak günümüze kadar varlıklarını korumuşlardır
’’der.(38) Kürdistan tarihine aslında bu açıdan savaşlar tarihi dersek abartmış
olmayız. Hiçbir zaman rahat yüzü görmemiş bir halk gerçeği söz konusu.
Uygarlığın ilk doğuş dönemi savaşlarla geçmiş, bu uygarlıkların bölgede
hegemonya olma girişimleri yine savaşlarla belirlenmiştir. Savaş demek daha
fazla işgal, yıkım, açlık, yoksulluk ve göç demektir. Tarihte Asur-Akat
saldırıları, Bizans ile Sasaniler arası savaş (300 yıl), Moğollar-Haçlı
saldırıları, Osmanlı-Safevililer arası (400 yıl) …vs. Yaşanan savaşlar olduğu
gibi Kürdistan topraklarında cereyan etmiştir.
Ksenephon Kürdistan ülkesinde Acemlerden kaçan Yunan
ordusunun durumunu anlatırken, Karduk ülkesinin tarihin ilk başlarından
itibaren bir savaş alanı olduğunun kanıtını göstermektedir. “Acemler, onların
(Yunanlıların) yiyeceklerini köylerden aldıklarını görünce köyleri ateşe
verdiler. Ksenephon köyleri yakılan köylülere yardım ederek, köylerin
yakılmasına meydan vermiyordu. Ancak Hisrof o düşüncede değildi. Yunanlılar da
Hisrof’un düşüncesine katılarak Karduk’ların köylerini yakmaya başladılar. Bu
ilk belgeli anlatımın örnekleri daha sonrada Kürtlerin her isyanında ya da
direnişinde kaderi gibi olacaktır. Kürdistan’da çatışan yabancı güçlerin her
ikisi de Karduk köylerini yakmıştır der.
Büyük İskender’in Doğu’ya yapmış olduğu fetih seferi
Kürdistan’ın yıkımı ile sonuçlandı. İskender öncesi hakim olan güçlerle,
ölümünden sonra generalleri arasındaki savaşlar ve generallerin birbirleri
arasındaki savaşlarda Kürdistan birçok defa el değiştirmiştir.
Aynı şekilde M.S. 224 ile M.S. 645 yılları arasında
Romalılarla Sasaniler arasında onlarca savaş yaşanmıştır. İki devletin bölgeye
egemen olmak için verdikleri savaşların tamamı Kürt yerleşim yerleri üzerinde
olmuştur. Kürdistan’da en kanlı savaşların yaşandığı bu dönemde neredeyse tüm
bu savaşlar Amed, Nusaybin ve Urfa çevrelerinde yürütülmüştür. Sasaniler,
Romalılardan aldıkları yıllık vergiyi alamadıkları zaman Roma’nın denetimindeki
Kürt şehirlerine saldırmış, ya da Harran vb. alanlarda tarımla uğraşan Kürtleri
ya talan etmiş ya da katletmiştir. Med sonrası Kürtler adlı kitabında Tori
Ebul Faraç’tan aktardığına göre savaşlar sürecinde sürekli kuşatma altında
bulunan Amed, Urfa, Nusaybin ve diğer kaleler hangi güç tarafından alınırsa
ardından katliamlar yaşanmıştır demektedir. Dini inançlarından dolayı
Sasaniler’e daha yakın olan Kürtler çoğunlukla savaşlarda Sasaniler’i
desteklemelerine rağmen her iki taraftan da zarar görmüştür. Savaşlar sırasında
Dicle ve Fırat nehirlerinden biri sürekli olarak Sasani ve Romalı’lar arasında
değişen sınır olmuştur. Ama Romalı’lar ve Sasaniler arasındaki her türlü
anlaşmazlığın sonucunda savaşlar Kürdistan’da yapılmaktaydı. Bundan dolayı en
çok etkilenenlerde Kürtler oluyordu. Sasaniler ile Romalılar arasındaki
savaşların yarattığı sonuçlar, gerçekleştirdikleri katliamların boyutları
günümüzle karşılaştırıldığında savaşların yıkıcılığı daha anlaşılırdır. Örneğin
M.S. 503 yılında Amed’i kuşatan Sasaniler, burayı Romalı’ların elinden
aldıklarında, “on binlerce kişiyi katletmişlerdir. (39) On binlerle hesaplanan
tutsak ve katletme savaşları sırasında, şehirlerden bile dağlara kaçışlar
olmuştur. Savaş sırasında yerleşik tarım yapanlar da sadece bağ bozumu
sırasında köylere inmişlerdir.
M.S. 928 yılında Arap egemenliğinin zayıflaması sonucunda
Bizanslıların Kürdistan’a yönelik yeni bir saldırıları gerçekleşmiştir. Bu
saldırılar sırasında Maraş gibi Müslümanların elindeki bazı şehirler tekrar
geri alınmıştır. M.S 958-959 yıllarında Amed, Adıyaman ve Urfa yöreleri yıkıma
uğratılır. Yine Bizans orduları M.S 965-966 yıllarında Amed, Nusaybin ve
Antakya yörelerini yağmalayıp yıkıma uğrattılar. Bu şekilde ardı-arkası
kesilmeyen saldırılar karşısında Mervani Kürt devletinin elinde sadece Amed ve
Farqin (Silvan) kalır. Arada kalan tüm bölge Bizanslıların eline geçmiştir.
Abbasilerin zayıflamasıyla beraber yeni bir güç olarak
ortaya çıkan Türkler başta Abbasilerin askeri vurucu gücüyken yavaş yavaş
iktidarın sahibi olurlar. Abbasi halifesi Mehdi (Muhammed el-Mehdî bin Abdullâh
Mansûr 775-785 on yıl halifelik yapmıştır) zamanında Türkmen boyları Adana,
Maraş, Göynük, Malatya, Amed, Ahlat ve Malazgirt civarına yerleştirildiler.
Neredeyse Kürdistan’ın demografik yapısı değiştirilir. Bu uygulama diğer
halifeler döneminde de devam etti. Abbasiler kendilerini Bizanslılardan
korumak, daha fazla toprak elde etmek için bu yolu kullanırken buralardan
Anadolu içlerine doğru saldırılar yapmayı da hedeflemişlerdi. 1071 yılından
önce Selçuklu Türkmen boyları Anadolu’ya sızmaya başlamışlardı. Düzensiz akıncı
saldırılarıyla Anadolu’nun çeşitli yerlerine kadar ilerleyen bu gruplar talan
yaptıktan sonra tekrar sınırlarına çekiliyorlardı. Kürtlerle de yer yer
çatışmalar gelişiyordu. Kürdistan bu akıncı boylarının saldırılarından da
etkilenmişti. 1071 Malazgirt savaşından sonra, daha önce çeşitli savaşlarda
Bizans ve Türkler tarafından kuşatılan ve ele geçirilmeye çalışılan Amed
Bölgesi bağımsızlığını korumuştur.
16.yy’a gelindiğinde Safevi-Osmanlı imparatorluklarının
bölge hegemonyası için yürütmüş oldukları savaşın merkezi Kürdistan’dır. 400
yıl boyunca devam edecek olan bu savaş Kürdistan halkına katliam, talan, yıkım
ve göçten başka bir şey getirmemiştir. Safevi imparatorluğu ideolojik olarak
Şia ’lığa dayanırken, Osmanlı imparatorluğu ise İslam’ın Sünni mezhebini esas
alır. Her iki imparatorluk arasında ki mezhep farkının ceremesini en fazla
Kürtler çekeceklerdir. Safeviler sınırın her iki tarafında ki alevi-kızıl baş
Kürt aşiretlerini yanlarına çekerken, Osmanlılarda sınırın her iki tarafındaki
Sünni Kürtleri örgütleyecektir. Her savaşta yenilen hangi taraf olursa olsun
kaybeden yine Kürtler olmuştur. Osmanlılar savaşta yenilgiyle çıkmışsa sebebi
Alevi Kürtlerdir onları katliam ve sürgün bekler. Safeviler yenilmişse Sünni
Kürtlere göç ve katliam dayatılır. Örneğin: “Şah Tehmasıp Kürtleri Osmanlılara
karşı kullanmak amacıyla Mansur aşiretini örgütleyip, silahlandırarak Erzurum’a
göçertirmiştir. Bazı verilere göre 30.000 aile bu amaçla köylerinde zorla
sınırları muaheze etmek için götürtülmüştür… Yine Şah İsmail İran’ın doğu ve
güney doğu sınırlarını Özbek saldırılarına karşı savunmak için şuan Kuzey
Kürdistan olarak bilinen coğrafyadan Qermani aşiretinin çoğunluğunu Horasan’a
zorla göç ettirmiştir. Bu göç ilk defa Kürtlerin Horasan’a göç ettirilmesidir.
Kürtleri sınırlarda siper etme siyaseti Şah İsmail’den sonrada sürdürülmüştür.
Zira Özbek kökenli Abdul Mu-imenin Meşhed’e saldırdığında kenti savunan Kürtler
olmuştur. Horasan’a en büyük Kürt göçü 1598 de olmuştur. İlk Kuzeyden Kürtler
Tehran-Veramine götürülür, oradan da Horasan’a yerleştirildiler. Net olmamakla
birlikte 45 bin aile o dönemde Safeviler tarafından Horasan’a götürülmüştür.
Nadir Şah Horasan’dan 5 bin Kürt aileyi Osmanlılara karşı Erzurum’a yerleştirir.
2000 aileyi de Gilan (mazenderan-reşt) Rusları engellemek için götürür. Bazı
kaynaklara göre bu tarihten öncede Kürtler, Gilan’a göç etmişlerdir. Fakat
Nadir şahın politik-askeri nedenlerden dolayı 2000 Kürt aileyi Gilan’a zorla
göç ettirdiğinden şüphe yoktur. Şuan Gilan’da 60 civarında Kürt köyü
bulunmaktadır. Horasan’da 1.5 milyon Kürt Aşhan, Bıcnurd, Cacarm, Sebzewar,
Nişapur, Quçan, Çınaran ve Meşhede yayılmış durumdadır. Her ne kadar kendi kültürlerini kısmen
korumuş olsalar da, İran’a ulus-devletin gelişiyle birlikte büyük oranda sistematik
asimilasyon politikalarına tabi tutulmuşlardır. (40)
1639-Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla Kürdistan resmen ikiye
bölünür. Bu anlaşmadan sonra her iki imparatorluk sözüm ona sınırlarını
güvenceye almak için yeni demografik değişimleri gündemlerine alırlar.
Osmanlılar kendi sınırları içindeki alevi-kızılbaş Kürtlerin birçoğunu Anadolu
içlerine, batı sınırlarına ve bir kısmını da Sünni Kürtlerin bulunduğu alanlara
sürgün ederler. Safeviler de aynı uygulamayı Sünni Kürtlere uygulayarak nüfusun
büyük bir kısmını kuzey sınırlarına sürgün ederler. Osmanlı İmparatorluğu bu
yerlere Türkmenleri yerleştirirken Safevi İmparatorluğu ise Şii kökenli
Azerileri ve diğer toplulukları sürekli Kürdistan’a yerleştirmeye
çalışıyorlardı. Her iki taraf da sürgün ettikleri Kürtlerin mal varlıklarına ve
topraklarına el koyarak bunların bir kısmını devlet mülküne geçirirler. Geriye
kalanları da bu alanlara yerleştirdikleri dönmelere, Türk eşrafa ve kendi
yandaşı Kürtlere tımar olarak dağıtırlar. Bu uygulamayla her iki tarafın
sınırlarının güvenliğini Kürtler sağlamış olacaktır. “ Kürtler, zamanında
Safevi hükûmdarı Şah Abbas tarafından binlerce Kürdün sürgüne gönderildiği
İran’ın kuzeydoğusunda kalan bölge başta olmak üzere, günümüz Afganistan
sınırlarındaki bölgelerde 1500’lerden beri yaşamaktadırlar. Zamanında sürgüne gönderilmişlerin
çoğunluğu nihayetinde Afganistan’ın içlerine ilerlemiş, Herat ve diğer batı
Afganistan şehirlerine yerleşmişlerdir. 16. yüzyılda Afganistan’daki Kürt
kolonilerinin nüfusu on binleri bulmaktaydı. (41) Bugün de yaklaşık bir buçuk
milyon Kürt buralarda yaşıyor.
Özelikle Osmanlı İmparatorluğunda iskan ve göç ile
demografik yapının değiştirilmesi politikaları, güvenlik eksenli geliştirilen
bir stratejiydi. Nitekim İttihatçılar daha sonra bu politikalara derinlik
kazandırarak Ermeni, Rum, Asuri ve Kürtlere karşı çok acımasızca hayata
geçireceklerdir. Bu politikalarının tarihi, iki karakteristik nüfus hareketi
ile özetlenebilir. Biri İmparatorluğun kendi politik gücüne bağlı olarak
şekillenen ve fethedilen toprakların kolonizasyonu için dışa dönük bir nüfus
hareketi olarak gerçekleşendir. Diğeri ise 1683 Viyana yenilgisinin yanında
özellikle Rusya’nın 1800’li yılarda Kafkasya ve Balkanlarda ki yayılmacı
politikalardan kaynaklı göçe zorlanan Türk, Pomak, Müslüman halklar ve Osmanlı
yanında yer almış nüfusun ağırlığının Osmanlı topraklarına sürülmesiyle
uygulanacak olan iskân politikaları olarak açığa çıkandır. Bu değişim iç
politika meselesi olarak kabul edilen, göçebelerin iskânı meselesine yaklaşımı
da etkilemiştir. Osmanlı döneminde Anadolu’ya yönelmiş olan bu yayılmacı
hareket, İmparatorluğu’nun temel felsefesi olmuş ve işgal edilen yeni alanlara
Türk unsurların göç etmesi olağan bir hale gelmiştir. Osmanlı Beyliği, güttüğü
nüfus ve kolonizasyon politikası gereği her fetih sonrası, toprakların etnik-dinsel
kompozisyonuna müdahale ediyordu. Anadolu’da nasıl ki fetih sonrası bu
politikalar sistemli yürütüldü, Balkanlar’da da her fetih ve kolonizasyon
sistemli bir sevk ve iskân politikası eşliğinde yürütülüyordu. Bunun için
Anadolu halkından bir miktar nüfus, sistemli bir şekilde fethedilen
(Balkanlara) topraklara transfer ediliyordu. Evlad-ı fatihan denilen ve fetih
hareketine katılanların gönüllü olarak gelip yerleşmelerine ek olarak,
fethedilen yerlerin “şenlendirilmesi için daha kalabalık bir insan kitlesine
ihtiyaç oluyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun kan kaybetme, zayıflama sürecine
girmesiyle birlikte Kürt beylerinin haklarına kısıtlamalar getirilmeye
başlanmıştır. Ağır vergiler ve askere alınma durumları Kürt toplumu içinde
huzursuzluğa ve dolayısıyla çatışmalara neden oluyordu. Bu çatışmaların yanı
sıra bazı Kürt beyliklerinin bağımsızlık arayışları, Osmanlı’yı aşırı derecede
kaygılandırıyordu. Yine Kürt nüfusunun 3/1’inin göçebe şekilde yaşaması,
Osmanlının merkezileşme çalışmaları için ciddi bir sorundu. 1800 yıllarına
gelindiğinde Avrupa’da gelişen ulus-devlet karşısında gerileyen Osmanlı,
Tanzimat (1839-1878) kanunlarıyla adeta Avrupa’daki ulus-devlet yapılanmasını
taklit ederek imparatorluğun modernleşmesi ve merkezileşmesi projesine bağlı olarak
göçebelerin iskân meselesi, merkezi otoritenin sağlanmasının bir önkoşulu
olarak ortaya çıkıyordu. Bunun için, nüfus sicil büroları imparatorluğun tüm
vilayetlerinde açılır. Kürtlerin, göçebe aşiretlerin iskânı önemli bir sorun
olarak görülüyordu. Kürt göçebelerin iskânı meselesi, güvenlik ve ekonomik gibi
kaygılardan daha çok, eldeki topraklar üzerinde hâkimiyetin artırılması
meselesi olarak görülüyordu. Sahipsiz topraklara yapılan her iskân bir nüfus
sayımı ile birlikte gerçekleşiyor, ardından askeri yoklamalar yapılıyor ve bu
toprakların vergilendirilmesi sağlanıyordu. Ancak, iskân projesine göçebelerin
direnişlerini kırmakta devlet zorlanıyordu. Üstelik iskân sonrası dahi, bu
göçebeler sorun olmaya devam ediyorlardı. Başlarda devlet 50 ya da 100 göçebe
aile için bir aşiret grubu oluşturduğundan, göçer gruplar aşirete
bağlanamıyordu. Bu durumda yeni bir iskân politikası belirlendi ve göçerlerin
mevcut köylere dağıtılarak iskânları düşünüldü. Dağıtılacak göçer aile sayısı
şöyle belirlenmiştir: 20 hanelik bir köye 5-6 aile, 30 hanelik bir köy için 7-8
göçer aile ve 40-50 hanelik bir köy için 10-20 göçer ailenin iskânı
gerçekleşmiştir. Göçebelere yönelik en büyük iskân hareketi Fırka-ı İslahiye
olup Çukurova, Gavurdağı, Kürt dağı ve Kozan civarında 26 göçebe aşiretin,
güneyden gelen Mısırlı Mehmet Ali Paşa’nın tehdidini perdelemek amacıyla hayata
geçirilmiştir.
Yine 1808’de tahta çıkan II. Mahmud, ilkin Kürdistan’ı
Osmanlı’nın merkezi otoritesine kayıtsız-şartsız bağlama ve merkezi otoritenin
en ücra köşeye kadar dayatılması politikalarını yürütmüştür. Bu süreç 1831
yılında tımar sistemini sona erdirir.
Daha sonra gelen Abdülmecid vakıfların topraklarının çok az kısmı
dışında, Osmanlı sınırları içindeki tüm toprakları devlet mülküne geçirir. 1858
yılında Abdülmecid tarafından çıkarılan arazi kanunnamesiyle (toprak kanunu)
topraklar tapulanır. Ancak köylerin ortak topraklarına tapu verilmez.
Kürdistan’daki mirler, şeyhler ve aşiret reisleri devletle yaptıkları işbirliği
sonucunda ucuz fiyata büyük toprakları ele geçirerek toprak ağaları haline
gelirler. Ayrıca yüksek düzeyli memurlar da çok geniş arazileri kendi
üzerlerine tapularlar. Bu şekilde bir yandan yoksul köylüler
topraksızlaştırılıp köylerinden terke zorlanırken diğer yandan koçer aşiretler
toprağa yerleşmeye çekilerek çözülmek istenir.
Bununla birlikte 15-30 yaş arası erkeklerin mecbur edildiği, 12 ve daha
sonra 15 yıla çıkarılan askerlik nedeniyle Kürtlere ne köyde ne de şehirde
yaşam imkânı kalır.
Bu gibi uygulamalar Kürtler’de büyük rahatsızlıklara yol
açar. Yarı özerk statünün ortadan kaldırılması başta Baban, Bedirhan ve Şeyh
Ubeydullah aileleri olmak üzere 19. yüzyılı kapsayan isyanların gelişmesine yol
açar. İsyanların bastırılması sonrası ağırlıkta yaşanan, liderler ve yakın
çevresinin sürgüne götürüldükleri İstanbul’da padişahın yakınında saraylarda ve
konaklarda lüks içinde yaşatılması olurken çocuklarının da Osmanlı
mekteplerinde okutulması olmuştur. Buna karşı halk ise, her isyan sonrası gelen
yenilgi ile köyleri yakılıp on binlercesi batıyla doğru göçe yollanmıştır. Kalanlar ise, en ağır vergiler altında ve
yoksulluk içinde kıvranır hale getirilmiştir. Bugün Batı (Türkiye) ve
Anadolu’da farklı yerlerde uzun süreden beri yaşayan Kürtlerin büyük bir kısmı,
Mir Muhammed (Soran Mîri) ile başlayan kıyım zincirinin sürgünleri olarak
Anadolu’nun çorak bozkırlarındaki yerleşim yerlerine sürülenlerdir. Bu
dönemdeki isyanlarda Orta Anadolu’ya sürülen 2 milyondan daha fazla Kürt
vardır. Bunlar başlıca şu aşiretlerden oluşmaktadır:
Reşvan, Canbeg, Lek (Şexbizinî), Milan, Şadi-Rutan, Zerikî
(Zirkan), Sêwêdî, Terîkan, Mikaîlan, Mirdesî, Molikan, Badilî, Nasirî, Koçgiri
(Sanz), Mahasi, Belikan, Celikan, Oxciyan, Cutkan, Xelkan, Sêfkan Pisiyan ve
Beski’dir. Bu sözü edilen aşiretlerin her biri geniş Kürt coğrafyasından
sürülenlerdir. Çünkü bu aşiretlere mensup kişileri bugün hala Diyarbekir’de,
Malatya’da, Sivas’ta, Viranşehir’de, Urfa’da, Siverek’te, Hakkari’de, Palu’da,
Dersim ve Deştê Herîrê’de görmek mümkündür.
Yarın: Osmanlı’nın 1913-1923 kadar olan süredeki Göç
politikaları
Göç Dosyası-Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”