21. yüzyılın başlangıcının, Kürt halkı için kritik bir evre oluşturduğu konusunda herkes hemfikir. Geçen yüzyılın başında Kürdistan’ı parçalayarak vurulan soykırım çivilerinin yerinden oynadığı, bu sistemin artık sürdürülemez olduğu açıktır. Fakat esas problem burada başlıyor, Kürt halkı bu yeniden oluşturulan sistemde özgür, onurlu bir şekilde varlığını kurumsallaştırabilecek mi? Yoksa yeni bir yokluk sistemine mi mahkûm edilecek? Yani Türk sömürgeciliğinin zihniyetini net biçimde yansıtan “Alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete” deyişindeki sonuç mu gerçekleşecek? Bu seçeneklerin hayata geçmesi için mücadele eden güçler de aşağı yukarı netleşmiş durumdadır ve bu soruya verilecek cevap nasıl bir Ortadoğu ve hatta nasıl bir dünyanın şekilleneceğine de doğrudan işaret etmektedir. Çünkü Kürdü yok etmeye yönelen güçler sömürgeci ve faşist diktatörlüklerdir ve buna karşı demokrasi ve özgürlüğün bayrağı Kürt halkının mücadelesinde yükselmektedir. Bu temelde KDP çerçevesinde Barzani ailesinin aldığı pozisyon hem yapısal niteliklerden kaynaklanmaktadır hem de stratejik sonuçlar doğurabilecek bir durumdur.
Soykırımcı TC ve onun faşist AKP-MHP hükümeti Kürt soykırımını gerçekleştirip bölgesel emperyal bir güç haline gelmeyi kendi varlık yokluk sorunu haline getirmiştir. Tüm iç ve dış politikasını bu eksende pratikleştirmektedir. Kürdistan’ın diğer parçalarını da işgal ve ilhak etme perspektifiyle hareket etmektedir. Bu açıdan Kürt varlığına karşıt cephenin öncülüğünü üstlenmesi anlaşılırdır. Kaldı ki bu cepheyi bir arada tutmayı da temel bir görev olarak görmektedir. Bu çerçeveden ele alındığında KDP’nin TC ile kurduğu ilişkiler ne herhangi bir dönemde farklı bir dış güçle kurduğu ittifaklara ne de geçici bir çıkar ilişkisine benzetilemez. Zihniyet ortaklığı görülmeden KDP Kürdi argümanlara dayanan söylemi nedeniyle anlaşılamayacak bir birliktelik söz konusudur. Barzani ailesi faşist TC ile beraber hareket etmektedir çünkü dünyaya bakışı, toplumla kurduğu ilişki aynıdır. Tıpkı TC gibi o da demokrasiyi sadece bir sözcük, halkı ise güdülecek sürü olarak görür. Aslında nasıl TC faşist oligarşik bir diktatörlük ise KDP’nin kurduğu, geliştirmek istediği yapı da hanedan diktatörlüğüdür. Bu ortak ideoloji KDP’nin TC’nin onun varlığını da tehdit eden hamlelerini anlamaktan alıkoymaktadır.
Önder APO Kürt üst sınıfların toplumsal yapısını tarihsel çerçevede ele almıştır. Öncellikle daha Kürt varlığının ilk oluşumunda ortaya çıkan ve hala da ciddiye alınması gereken bir durum olarak işbirlikçiliğe dikkat çeker. Bu kesimler kendi gerçekliğine “ihanet” ve egemenlerle kurulan “işbirlikçilik” ile maluldür. Kürt halkının özellikle toplumsal tabakalaşmanın yansımalarıyla oluşan üst sınıflarında karakteristik bir nitelik haline gelmiştir. Önderlik bu karakteristik özelliğin kökünü Gılgamış Destanı’nda geçen Enkidu’ya kadar götürmektedir. En basitinden kendinden uzaklaşmayı, ihanet ve işbirlikçiliği kendini doğrudan başka bir toplumsal varlık içerisinde (sözle kendini Kürt olarak tarif etse bile) tanımlama olarak görülmelidir. Varlığını, aslında bireysel biyolojik yaşamını sürdürmek için kendi toplumsallığından yani aslında kendi varlığından yabancılaşma, Kürt üst sınıfları için bir ilke konumuna gelmiştir. Doğal olarak onun zihniyetinde “Kürtlük” hiçbir zaman tam ifadesini bulamamakta, bu konuda en iddialı olunduğu dönemde bile sürekli yalpalamaktadır çünkü kültürel zemini egemenle işbirliği üzerinden şekillenmiştir. Önder APO’nun bakışını kısaca özetlemeye çalıştığımız bu değerlendirmeler özellikle Barzani ailesinin zihinsel kodlarının ana hatlarını ortaya çıkarır. Bu bağımlılık ve öykünme ideolojik alanının sınırlarını çizer. Bu durum KDP içerisinde gerçekten yurtsever ve Kürt halkını öncelleyen insanlar yoktur anlamına kuşkusuz gelmez fakat başat olan çizginin yani yönetici kesimin çizgisinin bu taklitçilikle yaşama tutunmak istediği açıktır.
Bu ideolojik çerçeve ışığında pratik duruma bakabiliriz. KDP’nin arka planı bir ana bırakılsa bile neredeyse 17 yıllık bir iktidar serüveni vardır. Federal Kürdistan bölgesinin şekillenişinde YNK ve bir nebze de olsa diğer partilerin etkisi olduğu doğrudur fakat aslında somutta kendisi iki bölgeli olan Başurê Kürdistan’ın bir bölgesinin iktidarında doğal olarak yapılan her şey de KDP’nin imzası vardır. KDP nasıl bir yönetim açığa çıkarmıştır? Somut olarak ifade etmek gerekirse bu yönetim, demokrasi kavramının ABC’si bile olmayan bir diktatörlüktür. Ve bu diktatörlük bir parti diktatörlüğü değil bir aile diktatörlüğüdür. Bu yönetim tarzını klasik dönemlerle özdeşleştirmekte, yani sadece ağalık sistemi olarak görmek de yüzeysel olur. Çünkü Kürt demokratik uluslaşmasının önünde de engel olan bölgecilik gibi geleneksel unsurlar taşısa da bu sistem istihbaratından askeri kuvvetlerine, ekonomik ilişkilerinden rant dağıtımına tamamen modern araçlarla inşa edilmiş bir diktatörlüktür.
Bugün bu sistemde temel özgürlüklerin hiçbiri güvence altında değildir. Kim Barzani egemenliğindeki bölgede seçme ve seçilme hakkından, örgütlenme özgürlüğünden, ifade özgürlüğünden bahsedebilir? Tevger hareketinin durumu her şeyi gözler önüne sermektedir. Bu hareket Duhok’ta örgütlenebilir mi? Yasal olarak buna izin verilir mi? Tabi ki hayır. Sadece Tevger hareketi için değil gerçekten muhalif hiçbir hareketin bu bölgelerde nefes almasına bile izin verilmez. Peki sistemi eleştiren aydınların, gazetecilerin nasıl muamele gördüğü belli değil midir? Bu bölgede kararlar nasıl alınmaktadır, insanlar nasıl yargılanmaktadır? Kuşkusuz bu mekanizmaların tek bir noktaya yani Barzani ailesine kilitlendiği açıktır. Demokrasicilik oynanmakta olduğu kesindir ve güya seçimler de vardır. İyi de sistemin önemli yerlerinin birinde soyadı Barzani olmayan biri var mıdır? Ekonomi nasıl işlemektedir? Başurê Kürdistan’da sokakta her hangi birini çevirip sorduğumuzda bize herhangi büyük bir şirketin ya Barzani ailesine ait ya da onlara pay verdiğini söyleyecektir. Yani ortada öyle gizli saklı bir durum da yoktur. Ekonomi bu ailenin tekelindedir. Asayişinden mahkemesine kadar Barzanilerin iradesine karşı bir karar ya da uygulama olabilir mi? Ortada her alanda bir tekelleşme vardır ve bunun siyaset bilimindeki tanımı nettir. Bu çarpık sistemin adı da apaçık diktatörlüktür. Babadan oğula, amcadan yeğene geçen yönetsel organlarda netlikle görebileceğimiz gibi bu aynı zamanda aile diktatörlüğüdür. Bu aile halka her şeyi kendisine ait olacak bir sistem dışında bir şey reva görmemektedir. Bu zihniyeti Şengal’den Başur’un ekonomik problemlerine kadar her soruna yaklaşımlarında da görebiliriz. Her soruna çare olarak sundukları kendi çıkarlarıdır.
Kuruluşundan bu yana KDP AKP’yi kendine yakın görmüş, keza 2014 yerel seçimlerinde doğrudan onun propagandasına bile soyunmuştu. AKP’nin bugün geldiği noktaya bakıldığında aslında benzerlik daha çarpıcıdır. AKP nasıl bir partiden ziyade Erdoğan’ın kişisel bir şirketine dönüşmüşse KDP’de Barzani ailesi için aynı konuma indirgenmektedir. Barzani ailesi KDP’yi kendi aile diktatörlüğünün şekli bir kılıfı olarak düşünmektedir. Özgürlük gerilları ile sürekli iyi ilişkiler geliştiren, en son onlardan biri ile şehit düşen Zübeyir Halil gibi peşmerge komutanlarına karşın KDP’nin büyük oranda bu hale geldiğini söyleyebiliriz.
Kürt halkının varlığını imha etmeye yönelmiş güçlerle aynı zihinsel dünya Barzani ailesinin sadece Kürt halkına karşı değil, bölgedeki tüm halklara demokrasi ve özgürlüğe düşman olanlara eklemlenmesine yol açmıştır. İşte bu bakış açısı Barzani ailesinin Kürt halkının ulusal birliğinden değil de kendi halkının katillerinden yana nasıl tavır alabildiğini daha anlaşılır kılmaktadır. Önemli olan kendi diktatörlüğüdür, halkın özgürlüğü değil. Onun için esas olan sürü olarak gördüğü Kürt halkı değil, kendi iktidarıdır. Kendi hâkimiyetine izin verecekse TC işgaline onay vermekte bir sakınca görmez. Bu mantığa karşı Kürt güçlerinin asgari ulusal ve demokratik ilkelerde bir araya gelmesi Kürt halkının geleceği açısından can alıcı bir önem taşımaktadır.
Aslında ironik olarak Barzani ailesi Türklerin işgalinden umdukları sonuçta fazlasıyla yanılmaktadırlar. Kürt halkına yönelmiş kılıcı bilemeye çalışmaları ona kurban olmalarını engellemez. Kürt tarihi bunun örnekleriyle doludur. Türk soykırımcılığının kendine biat eden Kürde bile Kürt olarak tahammülü yoktur. Bakurê Kürdistan deneyimi bir yana son zamanlarda işgal ettiği Efrin ve Serekaniyê-Girê Spî’de ne yaptığı ortadadır, işgali teşvik eden ihanetçilere kırıntı bile vermemektedir. Doğal zihinsel yakınlık bu apaçık gerçeği bile görmelerini engellemektedir. Yani Barzani ailesi her şeyin merkezine koydukları kendi sistemleri ve varlıklarını koruyabilmek için bile mevcut pozisyonlarını değiştirmelidir. Çağımız kendi halkına karşı diktatörlüklerini koruma derdine düşen kişi ve ailelerin kendilerini koruyabildikleri bir çağ değildir. Bunu Arap Baharı sürecinde Ortadoğu’da onyılları bulan iktidarları sürecinde bir bir devrilen diktatörlükler gerçeğinde gördük ve bundan sonra da daha fazla göreceğiz. Çağımız diktatörlüklere karşı radikal demokrasi mücadelesi verenlerin zaferiyle sonuçlanacaktır. Cenga Heftanin her türlü diktatörlüğe karşı bu zaferin müjdesi olmaktadır.
Yasin KILIÇKAYA
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi