Türk devleti komploculuğu, hainliği ve fitneyi temel bir siyasi yöntem olarak kullanmada usta bir devlettir. Bu Türk egemenlerinin karakteriyle doğrudan bağlantılı bir politik yöntemdir. TC, AKP Erdoğan ile birlikte bu özelliklere profesyonel şantajcılık ve yalancılığı da eklenmiştir. Erdoğan ve AKP denilen gurubun, Türk devletinin önemli kurumlarını ele geçirmesi ve dış destek bulmak yanında muhaliflerini tasfiye etmek için birçok şantaj ve yalancı yöntem kullandığını anlatarak bitiremeyiz.
AKP, ABD’de kuruldu. Ya da kurulmasına giden yol burada açıldı. Bunun nasıl olduğunu Merdan Yanardağ adlı Türkiyeli bir gazeteci, ‘Bir ABD Projesi Olarak AKP’ adlı kitabında ayrıntılarıyla yazmıştır. Erdoğan’a liderlik payesi veren de uluslararası Yahudi sermayesi olduğunu bu kitapta görebiliyoruz. 2012 yılına kadar Erdoğan için ulusal ve uluslararası alanda yapılan propagandayı Yahudi sermayesinin arakasında olduğu güç odakları örgütlüyordu. Farklı bir yazı konusu olacak kadar geniş bir mevzu olan sebeplerden ötürü Erdoğan’a yapılan ‘yatırım’ geri çekilince, Erdoğan’da içerde iktidarını sağlamlaştırmak amacıyla ‘ben Kürt özgürlük hareketini tasfiye edebilirim’ diyerek her türden Kemalisti, liberali vd… daha birçok Kürt düşmanı çevreyi yanına alarak Türkiye’nin tüm olanaklarını kullanma izni aldı.
Kürt yoktur diye diye büyütülmüş, Kürt var deminin en büyük tehlike ve kötülük olduğuna inandırılmış her türden Türk ve hain Kürt çevre çıkar için Erdoğan’ın yalan korosuna katılmakta gecikmedi. Bu koro tamamlanınca, Erdoğan kendisine izin veren müesses nizamın sahiplerine daha sonra birkaç defa adı değiştirilse de hafızalarda ‘Kürt açılımı’ olarak kalan komplo projesini sunarak en mahir olduğu yalancılık ve şantajcılığını devreye koyamaya başladı. Bu Erdoğan’ın kendisine destek veren batılı müttefiklerine mesafe koyup müesses nizama yakın durmaya başlamasını beraberinde getirdi. Oysaki ABD, Erdoğan’a Türk müesses nizamına yeni bir çeki düzen vermesi için destek ve onay vermişti.
Dışarıyla ilişkisi giderek kesilen, teşhir ve tecrit olan Erdoğan, bu güçlere karşı şantaj taktiğini devreye koymaya başladı. İçerde de aklı ziyan Türkleri kandırmak için sağa sola ordu gönderdi. Topraklar işgal ederek bu zevata moral vermeye başladı. Attığı her adımın karşılığını da içerde devlet olmak için kullanmaya başladı. Bunu birçok çevreden siyasetçi, gazeteci ve aydın, uzman Türk dilendiriyor, ancak AKP ve MHP rejimi, Kürtleri öldürdüğü ve tutukladığı için de pratikte ‘bir şey olmaz’ mantığı ile yaklaşmaya başladı. Bu geçmişe göre olmasa da halen süren bir yaklaşım olmaya devam ediyor. Örneğin Kılıçdaroğlu CHP ‘sinin en kritik süreçlerde AKP ve Erdoğan’a koltuk değneği olması, Türk liberallerin ‘PKK Türkiye’nin Erdoğan ve AKP liderliğinde demokratikleşmesini istemiyor, PKK Türkiye’de ordunun güç olarak kalmasını istiyor’ uydurmaları bu siyasi aklın, derin Kürt düşmanlığının tezahürü olarak yaşandı.
Giderek daha iyi görüldüğü üzere AKP Türkiye’nin demokratikleşmemesi için devreye konulmuş bir projedir. PKK’ye düşmanlığı da bundan ötürüdür. Bu projeye göre, Erdoğan ve AKP önce Gülen Cemaatinin emrine verildi. Amaç Türk müesses nizamını değiştirip ılımlı İslam ile yönetilecek, ABD’nin BOP stratejisine aktif katılacak bir devlet örgütü ve sistemi ortaya çıkarmaktı. Erdoğan’ın iktidar hastası kişiliği, Türk derin devleti de denilen Ergenekoncuların devlet usullerini iyi bildikleri için aldıkları tedbirlerle önce Gülencilerle Erdoğan’ın arasını açtı, daha sonra 15 Temmuz 2016 darbe girişimine yönelterek tasfiye etti. Böylece Erdoğan öldürülmemek ve topladığı servetini korumak için tümüyle Türk müesses nizamına dahil oldu. Bunun siyasi görüntüsü AKP MHP ittifakı şeklinde tezahür etti.
Bu adımlar, Türk devletini yeni bir kulvara soktu. Türk ulus devletini kuran ve bu devletin tarihi içinde ortaya çıkmış tüm fraksiyonlar bir araya gelmeye başladı. Hepsinin ortaklaştığı Kürt düşmanlığı ve Kürt soykırımını tamamlamaktır. Dışarıyla da yeni bir anlaşma imzalamak için girişimlerde bulundu. Erdoğan’ın Lozan anlaşmasını eleştirmesi, batılılara ‘gelin yeni bir anlaşma yapalım, Rojava ve güney Kürdistanı da bize verin’ demektir. ‘Siz vermezseniz ya da bunun önünde engel olan PKK çizgisindeki Kürtlüğü soykırımla bitirmene istediğim kadar destek vermezseniz bunu ben kendi yöntemlerimle yaparım’ dedi ve Daiş’i kendisine bağlamaya başladı. Daiş’i Kürtlere saldırttı.
Giderek gelişen 3. Dünya savaşında doğan fırsatları da bu mantıkla ele alıp başını ABD’nin çektiği güçlere ‘siz bana muhtaçsınız’ demeye başladı. Sadece demedi pratik adımlar da attı. Bununla gerçekleşmesini istediği şey sistemin merkezi güçlerini kendilerini daha çok destek veren konuma itmekti. Türkiye’yi ve Türkleri biraz bilenler, TC’nin Erdoğan döneminde kendini çok fazla abarttığını bilir. Denilebilir ki Erdoğan bu abartıyla sadece Barzani ailesini kandırmıştır. Bu abartılı kişiliği ve siyaseti erkenden fark eden uluslararası güçler bu ‘Türk abartısını’ iyi kullandı. Uluslararası güçler, ‘Türk abartısı’nı kullanma taktikleri deşifre olmasın diye Kürtler üzerinden kendilerine taviz verdi. Örneğin Kuzey Kürdistan’da katliam yapmasına göz yumdu, her türlü baskı ve tutuklamaya ses çıkarmadı. Rojava Kürdistanı işgal etmesine izin ve destek, güney Kürdistan’da da her türlü saldırganlığına onay verdiler. Bu yöntemlerle ortaya çıkan sonuçlara paralel içerde ‘Erdoğan büyük Türk lideridir’ propagandasına zemin sunan dış kaynaklı bir söylem de devreye konuldu. Örneğin ‘Erdoğan zor bir adamdır, Erdoğan ne yapacağı belli olmayan bir liderdir, Erdoğan’ı ikna etmemiz gerekir vb…’ söylemlerin hepsi ‘Türk abartısını’ okşamak, Türkleri kandırmak için iyi planlanmış yöntemler olduğunu artık çok iyi biliyoruz. Çünkü AKP projesinden vazgeçildikçe dışarıda Erdoğan için yapılan propagandalar da azaldı ve bitme noktasına geldi. İkincisi artık Erdoğan her ülkenin dilinde bir diktatördür. Ve diplomatik ilişki anlamında gidecek ülke de yoktur. Tüm bu oyunların Türkler de fark edilmemesinin ya da fark edenlerin sessiz kalmasının da tek bir nedeni vardır; Erdoğan’ın Kürt düşmanlığında sınır tanımayan politikaları, kadın çocuk yaşlı demeden Kürtleri katletmesi olduğunu çok rahatlıkla belirtebiliriz. Çünkü Kürt düşmanlığı Türklerin beli bir kesiminde hastalıktır. Türklerin belli bir kesiminde sapıklık derecesinde Kürt düşmanlığı olduğunu, bu sapıkların Erdoğan ile birlikte devleti yönetmeye başladığını bilelim. Örneğin Soylu bu sapıkların başlarından biridir.
Giderek hızlanan ve artık farklı yol ve yöntemler yanında ittifaklarla gelişeceği görülen siyasi süreçte Erdoğan-Bahçeli Türkiye’sinin izlediği yalan ve şantaj politikasının da sonuna gelinmiştir. İçerde giderek destek kaybeden faşist ikilinin derinleşmiş ekonomik ve siyasi krizini aşmak için başvurdukları yol yine Kürtlere saldırmak oldu. Bu amaçla Garê saldırısını planlayıp devreye koydular. Bu saldırıda Kürdistan özgürlük gerillasının taktik yaratıcılığı karşısında yenilince, oklar içe döndürülmek zorunda kalındı. 8 Mart ve Newroz kutlamalarında Kürtlerin ve Türkiye demokrasi güçlerinin büyük katılımı, direnişi faşist bloğu daha da korkuttu. Bu gelişmeler faşist rejimin artık içerde ne yapsa da sonuç alamayacağını göstermiştir. 8 mart ve Newroz kutlamaları, başta Kürtler olmak üzere Türkiye demokrasi güçlerinin AKP-MHP ne yapsa da geri adım atmayacağını göstermiştir. Bunu Türkiye’yle ilgilenen tüm güçler de görmüştür. Ve bu Erdoğan ve AKP hakkında yeni bir ilişki biçimi ve kararlar alama şeklinde yansıdı ve daha da yansıyacaktır.
Tüm bu gelişmeler karşısında Erdoğan gibi bir adamdan ne beklenebilir? Bu soruya cevap Erdoğan’ın ne tür bir kişilik olduğudur. Erdoğan içerde ve dışarıda suçları çok olan biridir. Üstelik Halkbank davasında olduğu gibi hepsi de deşifre edilmeyi beklemektedir. İkincisi Erdoğan iktidar hastasıdır. İktidarda düştüğü gün öldürülmese de ölecek kadar koltuk sevdalısıdır. O zaman bu adam ne yapa bilir? Her şeyi olmasa da devlet içinde belli bir gücü elinde tuttuğu için Türkiye’yi satışa çıkaracaktır. İçerdeki tüm sorunları dışarıdan gelmesini arzuladığı desteğe bakarak hal etmek isteyecektir. Muhaliflere dönük politikaları da dış güçlerin tutumlarına, istemlerine göre ayarlamaya çalışacaktır. Örneğin amirallerin bildirisine verilen tepki, ABD ve AB’ye göz kırpmak içindir. Fakat bir noktadan sonra Bahçeli kendini kurtarmak için yan çizecek olursa bu defa felaket kopacaktır.
Kısacası daha önce dış gelişmeleri içerde ‘saray yapmak’ için kullanan Erdoğan ve AKP, gelinen aşamada dışarıdan destek ve onay almak için Türkiye’nin içini kullanma, satışa çıkarma sürecine girmiştir.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi