Türkiye ve Kuzey Kürdistan seçime hazırlanırken AKP-MHP faşizminin suç çetelesi kabarmaya devam ediyor. Bunlardan biri de 6 Şubat tarihinde Bazarcix ve Elbistan merkezli yaşanan deprem. Her savaş, katliam, soykırım, ‘doğal’ ve erkek zihniyetli felaketlerden etkilenen ilk kadınlar ve çocuklar olmaktadır. ‘Doğal’ felaket olarak adlandırıldığına bakmayın, doğaya karşı rant ve talan zihniyetiyle yaklaşıldıkça yaşananların bir ‘doğal’ felaket olduğunu söylemek çokta yerini bulmuyor. Önder APO kapitalist ulus devletlerin rant için çevre ve topluma yaklaşımlarını şöyle dile getiriyor; “Kapitalizmin toplumdaki yabancılaştırıcı etkisi en fazla olan sistem haline gelişi, para ile şiddet arasındaki ilişkiyle yakından bağlantılıdır. Para zorun en rafine biçimi, damıtılmış halidir. Her ne kadar ideolojik olarak iktidar ve devlet karşıtı biçiminde sunulsa da, iktidar ve devletin temelindeki unsurdur. Kapitalizm sadece artı-ürün gaspına dayalı bir sistem değildir; bütün gaspçı, el koyucu talan sistemlerinin, dolayısıyla iktidar yapılanmalarının temelindeki özdür. Onu sadece endüstriyalizmle, azami kârcılıkla, çağdaş üretimle, pazarla nitelemek büyük yanılgılara yol açar. O bütün baskıcı ve sömürücü yöntemlerin en gelişmiş biçimlerini kullanan, kendini maskelemiş ve ideolojik hegemonyayla meşrulaştırmış, şiddeti topluma azami ölçüde zerk eden bir iktidar biçimiyle (ulus-devlet) örgütlenmiş, doğal çevreye karşı endüstriyalizmle (teknolojik saldırı) saldırıya geçmiş bir sistemin adıdır. Toplumu ‘demir kafes’e kapatmış, esir almış bir sistemdir.”
Önderliğin bahsettiği bu pratiği yaklaşık iki ay önce, 6 Şubat’ta Bazarcix ve Elbistan merkezli 11 kentte yaşanan katliamlar ve adeta harabeye dönen şehirlerde somut bir şekilde gördük. TC’nin doğaya karşı rant adına işlediği suçlar herkes tarafından bilinmekte, HES’lerden tutalım, turizm adı altında yapılan doğa talanı yine Kürdistan doğasında kesilen ve birçok hayvan türünün neslini tehlikeye atan orman katliamlarından ve daha birçok doğa-toplum düşmanı faaliyetleri özelde faşist şef Erdoğan döneminde hız kesmeden devam etti. O yüzden bu yaşanan deprem açık bir şekilde bizlere habersiz gelmediğini bir felaket değil, tabiri caizse doğanın bir refleksi olduğunu göstermektedir. Sadece bu da değil birçok kez kendi yandaşlarına peşkeş çekmek adına yaptıkları hileli ihaleler sonucu inşa edilen birçok bina yerle bir olurken açılışlarını yapmaya doyamadıkları TOKİ’ler adeta domino taşı misali ardı sıra yıkıla durdu. İçi boş adeta bir kâğıdı andıran emekçinin sırtından kendini yaşatmak adına deprem bölgelerine inşa edilen demiri ve betonu çalınan konutların, depreme dayanaklı konutlar olduğunu iddia etme ve iznini alma cesaretini de rantçı devletten aldıklarının da altını çizmekte yarar var. Bunların bilançoları deprem sürecinde gözler önüne serildi ve bir kez daha bizlere, iktidar için rant karşısında insan canının bir kıymeti olmadığını gösterdi.
Genel bir çerçeve olarak tekrar hatırlamamız gereken bu gerçekler ışığında birde kadınların yaşadıklarına değinmek yerinde olacaktır. En başta da dikkat çektiğimiz gibi bu depremin faturasını da en ağır kadınlar ödedi. Görünmeyen emeğin sahibi kadınlar, deprem sonrası da birçok zor durumla karşı karşıya kaldılar. Depremden hemen sonra çadır ve yemek aramaya giriştiler. Evin bütün yükü omuzlarında olan kadınlar deprem sonrası da yıkılan evlerinden kalan enkazları omuzlayarak yaşama tutunma mücadelesi verdiler bunu yaparken birçok kez faşist iktidarın gerek ırkçı gerekse cinsiyetçi yüzü ile karşılaştılar. Kadın düşmanı AKP-MHP faşizmi deprem sonrası da kadın dolayısıyla toplum düşmanı siyasetine devam etti. Mezarlık binalar inşa edip, aile korumaktan bahseden AKP-MHP faşizmi binlerce aileyi katlederken yüzünde bir kızarma ifadesine dahi rastlanılmadı. Bu kan emiciler bizleri şaşırtmadığı gibi kendilerini bu durumdan apar topar kurtarmak adına bir takım inşaat projelerini (!) yandaş medyalarında reklam yaparak depremden rant sağlama peşine düştüler. Oysa biz bu filmi TOKİ macerasında izlemiştik ve sonunu hiç beğenmemiştik.
Devletin rant peşine düşmesinin yanı sıra gerçekleşen depremin ağırlıkta Kürt-Alevi nüfusunun yaşadığı bölgeleri etkilemesi de akla planlı bir soykırım olduğu gerçeğini getirmiyor değil. Mereş halkının yaşadığı katliam ve bu katliamdan sonra Avrupa’ya yapılan göçler hala dün gibi hatırımızda. Bu katliam hem Özgürlük Hareketi’nin çıkışına bir cevaptı hem de Kürt-Alevi kimliğinin direnişçi yönünü bastırmaya yönelikti. Sonucunda Avrupa’ya büyük bir göç yaşanmıştı. Yaşanan depremin sonrasında yine çevre illere yaşanan göçler sonucunda birçok insan toprağını geçici (ki bir kısmı da kalıcı) bırakmak zorunda kaldı. Göç eden insanların yaşadığı zorluklardan en çok etkilenen ise yine kadınlar oldu. Gerek göç ettikleri şehirlerde maruz kaldıkları cinsiyetçi yaklaşımlar, gerek evin bütün yükünü omuzlamaları kadınları ağır bir yük altında bırakırken göçün toplum üzerindeki etkisi azımsanmayacak kadar çoktur. Birçok kez kadınlar tanımadıkları kentlerde erkek devlet zihniyetinin tecavüzcü zihniyeti ile karşılaşıyor devletin sistem içinde eritme, yozlaştırma politikaları ile yüz yüze kalıyorlar. Olur da devlete karşı çıkmaya çalışırlarsa katledilme tehlikesi ile karşılaşıyorlar. Gerek kültürel gerekse fiziki anlamda yaşanan bu planlı soykırım ve göçertme politikaları TC faşizminin ilk tarih sahnesine çıkışından şimdiye kadar sığındığı bir siyaset olurken, bu siyasetin öncelikli hedefleri kadınlar olmaktadır. Göç siyasetini dayattığı bir toplumu sindirmenin en iyi yolunun kadınlardan geçtiğinin bilincinde olacak kadar faşist ve soykırımcı bir külliyata sahiptir TC faşizmi. Bu durum kendiyle beraber özelde kadın ve çocukların yaşadıkları hem fiziksel hem de psikolojik olarak bir çok hastalığa yol açıyor. Sadece bu da değil depremzedelerin yaşam alanları olan çadırlarda hijyen ve temiz su sorunu yaşanırken, çadır satmaktan halkın sağlığını bir kenara bırakan‘Kızılayın’ ilgisizliği devletin sağlık konusunda ne kadar ilgili (!) olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Yaşanan bu sağlık sorunlarının yanında birde şiddetin çadırlara taşınmış haliyle de karşılaşıyoruz. Kadınlara yönelik şiddet çadırlara taşınırken alışık olduğumuz gibi, karakollar ve adliyeler üç maymunu oynuyor. Bu durum erkeklere daha da cesaret veriyor. Erkek devlet zihniyeti çadır, sokak, ev tanımdan kadına yönelik fiziki ve psikolojik şiddetini devam ettiriyor.
Depremin bir diğer sonucu ise işsizlik. Zaten ekonomik olarak toplumun sıfırın altında olduğu bir dönemden geçerken deprem sonrası bu durum daha acı bir şekilde gün yüzüne çıktı. Yaşanan ekonomik bunalım nasıl ki önceden kadınları etkiliyordu deprem sonrasında yaşanan işsizliğin ilk adresi kadınlar oldu. Kadınlar iş bulamadıkları gibi emeklerinin karşılığını alamıyor, ucuz iş gücü olarak görülüyor patrondan, müşteriden azar işitmenin yanında fiziki ve manevi tecavüzle mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Uluslararası Çalışma Örgütünün açıkladığı verilere karşılık TÜİK aksini iddia etmeye çalışsa da yalancının mumu yatsıya kadar demişler. Uluslararası Çalışma Örgütünün raporuna göre Türkiye’nin depremden etkilenen bölgelerinde en az 658 bin çalışan artık geçimini sağlayamayacak duruma düştü. 150 binden fazla işyeri ise kullanılamayacak hale geldi. Buna karşılık TÜİK ise adeta insan aklıyla dalga geçercesine işsizlik oranın depremden sonra azaldığını dile getirdi ve raporunda, deprem felaketi nedeniyle Semsûr, Dîlok, Hatay, Mereş, Kilis, Meletî ve Osmaniye illerinden veri alınamadığını kaydetti. Kendileri dahi içine girdikleri bu cendereden çıkamazken yaşanan işsizlik oranın %36,4’lük kısmını ise kadınlar oluşturuyor.
Çadır kentlerin yanına molozlar yığarak, çadırlarda dahi insanları barındırmayan kapitalist sistemin kanserli hücrelerinden biri olan AKP-MHP faşizmi 6 Şubat’ta büyük bir yenilgi ile karşı karşıya kaldı. Fakat bu yenilgiden dahi kâr sağlama peşine düşerek kendini kurtarma çabalarına giriştiler. Bu çabalarının beyhude kalacağını belirtmek gerekiyor.
Toplumu boğmaya çalışan kapitalist sistemin kanlı yüzüyle 6 Şubat da bir kez daha karşılaşırken, bu yazıyı yazdığımız esnada bile, kaybettikleri yakınları için ağıt yakan insanların, evlerin molozlarını omuzlarına yüklenmiş olan kadınların, moloz yığınları ve bir kentin acıları içinde oyunları ile umudun hala olduğunu hatırlatan çocukların yine enkazın altından cansız bedenleri çıkan çocukların, yıllar yılı emek ve alın teri ile ördükleri yaşamların saniyeler içinde başlarına yıkılan insanların cevaplarının 14 Mayıs’ta verileceğine inandığımız gibi en çokta halkların mücadele birliğinde umut olduğunu belirtmekte fayda var.
İşin özü insanlar deprem felaketiyle değil, faşizmin felaketi ile yüz yüze kaldılar. Son olarak Önder APO’nunda dikkat çektiği gibi; “İnsan eliyle inşa edilen insan eliyle yıkılabilir. Burada ne bir doğa kanunu ne de bir yazgı söz konusudur. Şebekenin, kurnaz ve güçlü adamın kanserli ve hormonlu yaşamının elleri olan tekellerin yıkılası düzenlemeleridir söz konusu olan.” İnsan eliyle inşa edilen erkek devletin kanserli yaşamını da ancak insan eliyle yıkabiliriz. Umut yine insan da ve onun örgütlü mücadelesindedir.
Jîndar Ezgi DERSİM