Türk devletinin Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik geliştirdiği hava saldırılarına paralel olarak 7 Ekim 2023 günü Hamas’ın İsrail’e saldırısı ile bölge yeniden hareketlendi. Son günlerde Irak, İran, Pakistan, Suriye üzerinde yeni gelişmeler yaşandı. Şimdi herkes şöyle diyor; acaba yeni bir plan mı devrede, ya da birileri düğmeye mi bastı da bölge tekrardan hareketlendi?
En sonunda söylenecek sözü biz baştan söyleyelim. Eğer Ortadoğu’da demokratik bir sistem ve yapılanma gelişmezse bu çatışmalı durum sürekli devam edecektir. Bu savaş yeni başlamadı. Tarihsel arka plana baktığımızda ciddi anlamda dinsel, mezhepsel, milliyetçi, ekonomik, kültürel vs çelişkilerin olduğunu görmekteyiz.
Her bir çelişkiden beslenen devletler ve farklı gerici hareketler var. Cihadist örgütler dini temel argüman yaparken, devletler hem din hem de milliyetçiliği kendine esas almakta. Milliyetçilik ve dincilik gibi iktidarcı olgular demokrasinin zıddıdır. Siyasetin dili ve yöntemi, toplumları zıtlaştırmaya sürükleyen bu çelişkilerden kurtulmadığı sürece savaş ve çatışmalı ortam devam edecektir. Bölgenin iki temel sorununa bakalım. Birincisi Kürt sorunu, İkincisi Filistin sorunu. Dönem dönem iki sorundan biri önde oluyor. Her iki halk da ifade ettiğimiz tarihsel çelişkilere kurban edilmek isteniyor.
TC devleti kendi tekçi ulus sistemine dayalı varlığını sürdürmek için yüz yıldır Kürt halkı üzerinden katliam ve soykırım politikası yürütüyor. İsrail devleti de 70 yıldır Filistin halkı üzerinde katliam ve soykırım politikaları yürütüyor.
Aslında geniş çerçevede bakıldığın da TC ve İsrail birlikte ve aynı yöntemlerle soykırım savaşı yürütüyor. Her iki devlet de ortak hareket ediyor. Askeri ve ticari alanlardaki ortaklıkları hiçbir zaman bitmedi. Siz bakmayın Erdoğan’ın her gün İsrail’i ve yönetimini hedef alan açıklamalarına. Tüm söylemlerin hepsi de danışıklı dövüş şeklindedir. Erdoğan, 2002’de iktidara geldiği zaman da en fazla destekleyeni yine İsrail devleti olmuştu. Bugün Gazze’de 25 bin Filistinlinin katledildiği savaş ortamında bile İsrail’e yük taşıyan gemiler Erdoğan ailesine ait. İsrail ordusunu besleyen, lojistik ve teknik ihtiyaçlarını karşılayan yine Türk şirketleridir.
Hamas’ı harekete geçiren yine Erdoğan oldu. Erdoğan iktidarı, Ortadoğu’daki tüm cihadist örgütleri kendi kontrolünde tutarak hakimiyet sağlamaya çalışmaktadır. Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ile Filistin halkı üzerinde soykırım savaşına neden oldu. Zaten Hamas’ın şaibeli bir hareket olduğu biliniyor. DAİŞ tarzı yöntemlerle İsrail’e saldıran Hamas Filistin halkının mücadelesine İsrail’den daha büyük bir darbe vurmuş oldu. Ama bu saldırının arkasındaki esas güç Erdoğan’dı. Bu savaşta şunu okumak gerekiyor; Erdoğan, kendi iktidarı için Filistin halkını kurban etti.
Erdoğan iktidarı kanla beslenen bir yapıdır. İktidara geldiği günden beri Kürt halkı üzerinde defalarca katliamlar yapmıştır. Soykırım saldırıları aralıksız devam etmiştir. Askeri, siyasi, kültürel, ekonomik vs tüm alanlarda Kürt halkı üzerinde soykırım savaşı yürütmektedir. 3 Ekim ile başlayan ve Kuzey-Doğu Suriye halklarının yaşam alanlarını ve alt yapıyı hedef alan saldırılar soykırım savaşının bir parçasıdır.
Türk devleti bu saldırılar ile soykırım savaşı yürüttüğünü bir kere daha ispatlamış oldu. Türk devleti bu saldırılar ile insanlık suçu işliyor. Zaten yıllardır yasaklı kimyasal silahları gerillaya karşı kullanması kendi başına bir savaş suçuydu. Bugün Güney Afrika İsrail’i, Birleşmiş Milletlere şikayet ederek soykırım yürüttü diye dava etti. Peki burada şunu sormak gerek; Türk devleti Kürt halkı ve bölge halkları üzerinden ciddi anlamda bir soykırım savaşı yürütüyor ama neden kimse TC’yi dava etmedi?
Tabii sadece TC ve İsrail de değil, İran da bölge savaşında en aktif rol oynayan devletlerden biridir. Yine Katar, Sudi Arabistan, Mısır gibi devletler de bölgedeki savaşta ciddi anlamda beslenen güçler olmaktadır.
Bölge devletlerinin hepsi de hem Kürt halkı hem de Filistin halkı üzerinde bir şekliyle savaş yürütmektedir. Her bir devlet kendi konum ve pozisyonuna göre her iki sorunu da sürekli canlı tutmak, çözümsüz bırakmak için uğraşmaktadır. Yaşanan bu savaş ortamında her bir devlet kendi çıkarları doğrultusunda yürüyen savaşa dahil olmaktadır. Diğer yandan emperyalist hegemon güçler de kendilerine göre pay çıkarma çabası içerisindedirler. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere bölgedeki savaşın bire bir sorumluları olarak rol oynamaktadırlar.
Sonuç olarak; bu savaş ve çatışmalı ortam nasıl son bulacak? Her şeyden önce demokrasi kültürünün hayat bulması ile barış ortamı sağlanabilir. Halkların ortak zeminde, demokratik kültür etrafında yaşayabileceği bir sistem gelişmediği sürece Ortadoğu’daki savaş devam edecektir.
Bölge devletleri kendi statükolarını sürdürmek için demokratik gelişmelerin önünü almaya devam edecekler. Türk devleti ve Erdoğan hükümetinin Kürt özgürlük hareketi ve Kuzey-Doğu Suriye’deki özerk yönetimi hedef almasının temel nedeni demokrasi kültürünün bölgede model olmasının önünü almaktır.
Savaş ve kaos, halkların ortak demokratik zeminde kendilerini örgütleyerek demokratik ulus perspektifi ile son bulacaktır.
Demhat TOLHİLDAN