AKP iktidarında Türkiye hem içte hem dışta rotasını kaybetti. Sağa sola savruluyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yüz yıldır gün yüzü görmeyen Türkiye halklarının ömrünü, 20 yıllık iktidarında yedi bitirdi. Bu baş aşağıya gidişin birçok nedeni var. Siyasi, ekonomik, askeri, kültürel ve toplumsal birçok neden sıralanabilir. Bütünün birer parçaları gibi her bir neden birbirini etkilemekte ve tetiklemektedir. Ama Kürt sorunu ve kapsadığı hacim, alan -bölgesel, küresel- göz önünde bulundurulduğunda kuşkusuz bu nedenlerin en başına alınırsa yanlış olmaz. Yarım asırdır iktidar koltuğuna kim/kimler oturmuşsa “çözüm odaklı” olmadıktan sonra bitişine neden olmuştur. ABD için hep derler: “İktidara ister Cumhuriyetçiler ister Demokratlar gelsin, Ortadoğu politikaları değişmez.” Türkiye için de iktidara kim gelirse gelsin bugüne kadar Kürt politikası
değişmemiştir. Hatta gelen gideni aratmıştır! Ve bu sorun iktidar değişikliklerine neden olduğu gibi iktidarların bitişinin de sebebi olmuştur. Elbette Kürt sorunu her şeyden önce bir demokrasi, özgürlükler ve haklar sorunudur; bunlardan bağımsız ele almak doğru olmaz. Aksine tavuk yumurta meselesine döner. Kürt sorunu ve demokrasi sorununun kaderi birbirine oldukça bağlıdır; biri olmadan diğeri, diğeri olmadan öbürü asla çözülmez.
Kürt sorunu ve mücadelesi, bir iktidarın daha sonunun getirmesinin arifesindeyiz. Son yedi yıl büyük bedellerin ödenmesine neden olsa da AKP iktidarına yol göründü. Bunu kendileri de görüyor. Onun için seçimli veya seçimsiz tüm hesaplarını gitmemek ve ömürlerini uzatmak üzerine kursa da yaptıkları hiçbir müdahale tutmamaktadır. Gare’den “baskın seçim” çıkarmak isteyen akıl tutmadı; yeni sınır ötesi operasyonlardan da bir türlü istediği haberi alamıyor. Devlet Bahçeli’nin hakikaten dediği gibi “Gare öncesi ve sonrası” hiçbir şey eskisi gibi değil. O günden bugüne bir yıllı aşkın süre geçti. O güne kadar kendince psikolojik üstünlüğü elinde tutan ve gündem belirleyen, oluşturduğu algılarla toplumu ve muhalefeti istediği gibi yönlendiren iktidar, bugün tüm “üstünlüklerini” kaybetti. Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek lazım; siyaset de toplum da iktidarın bu gerçek yüzünü görmeyi Gare’ye borçludur. Dikkat edilirse ekonomik kriz de o günden sonra iyice patlak vermiş ve freni patlamış kamyon gibi nerede duracağı belli olmayan bir yola girmiştir. O günden itibaren AKP iktidarı artık gündem belirleyen noktadan, muhalefet de iktidarın yarattığı gündemin arkasından ürüklenmeden çıkmıştır. Ancak hala muhalefet gündem belirleyecek basireti gösterememektedir. Erken seçim mi, baskın seçim mi tartışmaları bir yana AKP-MHP iktidarı “ince hesaplar” yaptıkları son seçim kanunundaki değişiklikle birlikte seçim sathı mahaline girilmiştir. Yapılan değişikliklerin demokrasiye aykırı olduğu su götürmez bir
gerçeklik; ancak olası bir seçim için artık geçerli akçe bu kanundur. Dolaysıyla kanunu tartışmayı bir yana bırakarak, buna göre pozisyon almak, hazırlık yapmak ve toplumsal örgütlemeyi yapmak gerekmektedir.
Seçim barajının yüzde 7’ye çekilmesiyle yeni ittifaklar gündeme geldi. Millet İttifakı’nın altılı masasında yer alan Saadet Partisi lideri, DEVA ve Gelecek partileriyle birlikte parlamento seçimleri için yeni ittifakın sinyallerini verdi. Cumhur ve Millet ittifakından sonra üçüncü bir ittifak daha doğabilir. Aynı geleneğin birer parçaları olan ve muhafazakar ile AKP’den kopan seçmene -ki bu oranın son zamanlarda daha da arttığı söyleniyor- oynayan Saadet, DEVA ve Gelecek’in evdeki hesabı da yüzde 7’yi buluyor. Seçim kanunu değişikliğinin bir muradı da buydu. Altılı için Cumhurbaşkanlığında tek ittifak, parlamento seçiminde iki ittifak ihtimali de olabilir. Kulaklarına “Erdoğan zaten gidici, siz gelmek istiyorsanız iktidara Erdoğan’ı tam karşınıza almayın, sert ve sokak muhalefet yerine daha yumuşak bir dil kullanın” sözleri üflenen altılı
partinin ne yaptığı, ne yapacağı, seçim hesaplarının ne olacağı ve nereye varacağı az çok tahmin ediliyor. Nihayetinde ha İslam-Türk ha Türk-İslam; ikisi de Türkiye’ye ve halklarına yüz yıldır kaybettiriyor. Türkiye’nin geleceğini artık bu kafadarların elinden almanın zamanı gelmiştir. Toplum bunlardan bıkmış ve artık umut görmüyor. ararsızların oranının artmasının temel nedeni de budur. Toplum, “Al ötekini vur ötekine” diyor. Toplumda bu kararsızlığı ortadan kaldıracak kararlı bir alternatife ihtiyaç var. Güven veren ve ülkeyi bu bataklıktan çıkaracak bir alternatif. Toplumun gözü bunu arıyor. Demokrasi, adalet ve özgürlükler için yıllardır bedel veren, bunun için canlarını
ortaya koyan, deyim yerindeyse feleğin tüm çemberlerinden geçerek bugüne direne direne gelenler nerede, ne yapıyor?
Siyaset, imkanları/fırsatları en iyi değerlendirme işidir. Ülkede iktidar değişiminin, yönetim değişiminin imkanı doğmuştur ve bu imkanı yaratmada sistem-iktidar karşıtı partilerin, demokrasi güçlerinin payı büyüktür. “İmkanı yarat ama değerlendirme” akıllara ziyan. Tarihte nice imkanlar ortaya çıkmıştır ama değerlendirilmediği için istismarcı güçler bu boşluklardan faydalanarak, halkların yönetimini değil, kendi yönetimlerini kurmuştur. Tarih böyle tekerrür etmemeli, baş aşağı gidişatı kendi ayakları üzerinden yürütmek lazım. Zihniyet olarak aynı havuzdan beslenen Cumhur ve Millet ittifakının alternatifi yok mu? Elbette var. Hatta salt muhalefet değil, ülkeyi yönetecek bir potansiyel var. Böyle bir potansiyel var da neden etkili olamıyor, kendini göstermiyor, hissettirmiyor, topluma “Biz varız” demiyor? Siyasette doğan bu imkanı neden değerlendirmiyor? Belli ki iktidarın ve koltuk değneği resmi muhalefetin belirlediği gündemin dışına çıkılmıyor; hep pasif savunmada kalınıyor. O vakit öncelikle bu gündemlerden kopmalı ve kendi gündemini oluşturmalıdır. Nedir bu gündem? Demokrasi İttifakı’dır, yani Üçüncü Yol. Yıllardır dillerde var ama neden eteğe kemiğe
bürünmüyor, bir bedene kavuşmuyor? Hep böyle tartışmada mı kalacak? Bunun motor gücü ve öncüsü olan HDP bunun için ne yapıyor? Zamanı iyi değerlendiriyor mu? Ayağa gelen koşulları ve imkanları tepmemek için ne yapıyor? 2014 yılında kurulan HDP’nin, kuruluşunun temelinde Demokrasi İttifakı bilinci var; zihniyeti
bunun üzerine kurulmuş bir partidir. Baskılanmış, ötekileştirilmiş, bunun için nice bedeller ödemiş tüm kesimleri, inançların, toplukları, halkları, kadınları, gençleri, mekçileri çatısı altında toplamayı hedefleyen HDP, 9 yıllık ömründe bunu ne kadar başardı? Şayet hala kuruluş döneminden kalma ve dahilinde aynı bileşenleri barındırıyorsa; demek ki yerinde saymaktadır.
Bunun kuşkusuz nedenleri olabilir; son 7 yıl HDP açısından oldukça çetin geçti, geçiyor. Bir gün sopa başından eksik edilmedi. Toplumsal devrime kendini adayan bir partinin gerekçelere sığınmadan direniş ve mücadele geleneğine bağlı, kuruluş ilke ve felsefesine uygun kararlı adımlarla istenilen toplumsal alternatif bir oluşum olabilirdi. Bunun için kuşkusuz bazı girişimlerde bulunuluyor, toplantılar yapılıyor, tartışmalar yürütülüyor, bir araya geliniyor. Salt sol parti ve oluşumlarla değil, diğer toplumsal kesimleri de kapsamalıdır. Demokrasi İttifakı salt bir “sol” oluşum olmamalı, bu özüne de aykırı olur. Demokrasi İttifakı, ittifakların da ittifakı olabilir. Demokrasi ilkeleri çerçevesinde solda, sağda veya farklı toplumsal kesimlerde ittifaklar yapılabilir, bu ittifaklar Demokrasi İttifakı çatısı altında toplanabilir. Demokrasi İttifakı’nın kapsamı ve rolü, daha toparlayıcı, buluşturucu, plan-program çıkarıcı, karar alıcı konfederal bir yapıda olabilir. Haliyle Demokrasi İttifakı, bir seçim ittifakını aşıyor. Ama seçimleri de göz ardı etmiyor. Onun için olası bir seçim Demokrasi İttifakı için önemli bir sınav olacaktır. Demokrasi İttifakı, HDP’ye açılan kapatma davasını da anlamsız kılar. HDP, son zamanlarda enerjisinin büyük bölümünü kapatma ve Kobane davasına harcıyor. Buna yeni siyasi soykırım operasyonları da her geçen gün eklenince tamamen bu gündemler etrafında gidilip geliniyor.
Haliyle HDP’li siyasetçinin dili de mağduriyet dili oluyor. Mağduriyet dili kitleleri yönlendirmeye ve yönetmeye yetiyor mu? Bir zamanlar yetebilirdi, ancak şimdi yetmiyor. Bu davalar önemli ama buralara kilitlenmek HDP’yi kurtarmaz. HDP’yi kurtaracak olan Demokrasi İttifakı’dır. Diyelim ki HDP kapatıldı -ki seçimler yaklaştıkça yüksek bir ihtimal, iktidar da muhalefet de bu hesabı yapıyor-, ne olacak? Çok bileşenli bir HDP’den ve kurulmuş bir Demokrasi İttifakı’ndan bir değil, birçok HDP çıkar; bir gider bin geliriz misali. Seçim bile baz alınacaksa, sadece seçime girme yeterliliğine sahip olmak yetiyor, bu da haliyle çok. Dolaysıyla HDP kapatılacak mı kapatılmayacak mı kafa karışıklığından çıkarak, esasa odaklanmanın toplumda karşılığı olacaktır. Bu toplum ki seçim sandıklarına iple giden, adayının yerini iple bulan; okuma yazma bilmediği
halde adayının, partisinin adını, renklerini ve amblemini öğrenen muazzam bir enerji ve iradeye sahip. Böylesi kaotik ve krizli ortamlarda sadece imkanları değil, zamanı da doğru değerlendirmek önemlidir. Zamanın ruhuna göre olmazsan, zamana göre hareket etmezsen ve müdahalede bulunmazsan yapacağın her neyse anlamını düşürür veya yitirir. Demokrasi için geçtiğimiz Newroz meydanları iyi bir zemindi, ama değerlendirilmedi. Yarım asırlık mücadelenin zaferine kilitlenmiş halk gerçeğinin karşısına kendisini oluşturmuş bir Demokrasi İttifakı’nın çıkması doğru bir başlangıç olabilirdi. Newroz havasını arkasına alan bir ittifak daha hızlı ilerleyebilirdi. Demokrasi İttifakı için her geçen zaman kayıp bir zamandır; bunun uzamaması için HDP’ye pratik önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir. Dolaysıyla barajı yüzde 7’ye indirerek, HDP
seçmeninde rahaveti yaratmak isteyen kanun değişicilere sandıklarda misliyle yanıt verilmelidir. Eller çabuk tutulursa, olası ilk seçimde Demokrasi İttifakı’nın oy oranı yüzde 10 dolaylarında değil, yüzde 20 ve aşan bir orandadır. İlkelerde buluşmak önemlidir. Demokrasi İttifakı’nın kendisi de bir ilkeler toplamıdır. En başına toplumsal demokrasinin konulduğu ilkelerden daha kapsamlı ilkeler olur mu? Adı üzerinde Demokrasi İttifakı, yani önceliği ve ilkesi demokrasi olan bir ittifak, demokrasi isteyenlerin ve bunun mücadelesini verenlerin ittifakı. Bu da Türkiye’nin en az yüzde 70’i demektir. Daha bundan büyük bir toplumsal taban mı olur? Yeter ki örgütlen ve örgütlenmesini bil; imkanları ve zamanı iyi değerlendir…
Yasin KILIÇKAYA
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi