09 Haziran 2010 Çarşamba Saat 06:20
0
21
TR
:” ”
:””
” “,” ”
” ”
Savaş çok zorunlu ve meşru
savunma temelinde olmadıkça kesinlikle başvurulmaması gereken çok kötü bir
araçtır. Türkiye, İran, Suriye, Irak
gibi Orta doğu’nun Kürdistan’a egemen devletleri, Kürt halkını inkar ve
asimilasyona tabi tutarak insanlık suçunu işlemişlerdir. En az son yüzyıllık
bir zaman dilimi içinde Kürt halkı orta doğunun coğrafi tarihinden silinmek
istenmiştir. Bu politika sadece orta doğunun egemen ulusal devletleri
tarafından değil, BM, AB ve ABD gibi dünyanın güç ve karar merkezleri
tarafından da onay görmüş, dünya çapında resmi politik sistem olarak yürürlüğe
girmiştir.
Bu nedenle Kürt özgürlük
hareketinin silahlı savaşıma başvurmasının çok zorunlu tarihi ve toplumsal
nedenleri ortaya çıkmıştır. Başta T.C devleti olmak üzere Kürt halkına
sömürgeci inkarcı siyaseti uygulayan egemen devletler, PKK öncülüğünde gelişen
ulusal özgürlük hareketine karşı amansız ve acımasız bir bastırma savaşını
başlatarak uluslar arası savaş hukukunu çiğnemişlerdir. Yirmi yılı aşkın süren
bu savaşta bırakalım uluslar arası temel insan haklarını, T.C devleti kendi
inkârcı hukuk normlarını da çiğneyerek ‘rutinin dışına’ çıkmıştır. Kırk bini
aşkın ölü ve bir o kadar yaralı ve sakat insanın olması, dört bin köyün boşaltılması,
yirmi bine yakın failli meçhul cinayet, beş milyon insanın iç ve dış göçe tabi
tutulması, tonlarca mermi ve bombanın Kürdistan coğrafyasına yağdırılması,
ormanların yakılması, binlerce ailenin parçalanması, yüz binleri aşan işkence
ve tutuklamalar sadece bu savaşın sonucu olarak ortaya çıkmış olan kaba bir
bilânçodur. Bunca tahribat, maddi ve manevi kayba rağmen halada sorun çözümsüz
bırakılmakta, inkârcı siyasete dayanan KCK operasyonları günü birlik
sürdürülmektedir.
Ortaya çıkan sonuçlar göstermiştir
ki, egemen devletlerin tek taraflı mahkemeleri ve yargı kurumları toplumsal
çatışmaların çözüm yöntemi ve aracı olamazlar. Bu yöntemle bu sorunların
çözümlenemeyeceği açığa çıkmıştır. Toplumsal sorunlardan kaynaklanana iç
çatışmalar birkaç yargıcın ve mahkemenin çözebilecekleri sorunlar değildir.
Hangi mahkeme bu kadar ağır sorunları çözebilir, bu acıları dindirebilir ve
toplumsal vicdanları rahatlatabilir. Hangi mahkeme milyonların mağduriyetini
giderebilir, hakikati açığa çıkarabilir ve adaletin hakkını teslim edebilir.
Silivri deki ERGENEKON mahkemesi ve Diyarbakır da yürütülen sözde JİTEM
yargılamaları ancak olayların üstünü ört pas ederek toplumda daha fazla hayal
kırıklığına neden olabilirler. Çünkü bu yargılamalar daha çok AKP’ye mutlak iktidar
yolunu açmak için kullanılan bir araç durumuna getirilmişlerdir. Bunların
hakikat ve adaletle bir ilgilerinin olmadıkları anlaşılmıştır. Bu mahkemeler
neyi, nasıl çözeceklerdir? Ne kadar ciddiyetleri vardır? Ne kadar hakikati
açığa çıkarma gücüne sahiptirler? Yapılan kirli işleri ve katliamları açığa
çıkarabilecekler midir? Peki, olayların
mağdurları nerdedir? Bunlara benzer pek çok önemli ve hayati soruların
cevapları verilmemektedir. Ciddiyeti olmayan, komedi tarzı mahkemeler
oldukları, tahrik yaratan ve potansiyel kötülük taşıyan yargılamalar oldukları
dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu mahkemelerin iktidar içi bir çatışmanın sonucu
olarak ve AKP’nin rakiplerine gözdağı vermek ve sindirmek için dış güçlerin
desteğiyle kurulan mahkemeler oldukları açığa çıkmıştır. Bunların amacı
hakikati açığa çıkararak adaleti sağlamak değil, rakiplerine boyun eğdirmektir.
Bu yargılamalardan sonra ortaya çıkacak olan muhtemel sonuç, karşı tarafı
haksızlıklarını daha fazla savunmaya itmek yada AKP’ye boyun eğerek gizli bir
uzlaşma temelinde gerçekleri halktan gizlemek ve üstünü örtmek olacaktır.
Nitekim yargılanan ERGENEKON ve JİTEM’ciler suçlarını itiraf ederek toplumdan
ve mağdurlardan af dileyeceklerine, her gün daha fazla tehditler savurmakta ve
yeni cinayetler işlemek için büyük bir kinle fırsat kollamaktadırlar.
Zayıflayan iktidar gücünü yeniden elle geçirmenin çabası içindedirler. Oysa tüm
halka açık, tanık sanık ve mağdurların bir araya geldikleri, cezalandırma
korkusunun fazla olmadığı, suçluların kendi suçlarını büyük bir samimiyet
içinde itirafta bulundukları, mağdurların ise bunları samimi ve içten bularak
affa hazır oldukları, uzlaşma ve hakikate yanaşmayanların ise
cezalandırıldıkları bir süreç ancak bu travmaların önemli bir bölümünü
hafifletip yeni sürecin önünü açabilir ve toplumsal uzlaşmayı sağlayabilirdi.
Kuşkusuz bir suç ve olayı açığa çıkarmak ve adil bir karara varmak için açık
duruşmaların yapılması, tanık, sanık ve mağdurların dinlenmesi gerekir. Olay ve
eylemlerle ilgili tüm tarafların kendilerini savunma, kanıtlarını sunma ve
argümanlarını ispatlama hakları olmalıdır. Demokratik ve adil bir çözüm için bu
yöntemin geliştirilmesi zorunludur.
Gerçeklerin açığa çıkarılması ve yaraların sarılması ancak bu anlayış ve
yöntemle mümkün olabilir. Ne var ki, AKP iktidarı buna yanaşmamaktadır.
Demokratik değerlerin ve kavramların içlerini boşaltarak sulandırdıkları gibi
hakikatin açığa çıkmasını önlemek için yargı ve hukuku da kendi amaçları için
kötü kullanmaktan çekinmemektedir.
Yıllardır Kürt Özgürlük Hareketine
karşı Türk ceza hukukunun olağan üstü biçimleri uygulandı. Sıkıyönetim
Mahkemeleri ve DGM’ler kuruldu. Diyarbakır da PKK ana davası adına yargılamalar
yapıldı. Ortaya çıkan sonuç, savaş ve çatışmaların daha çok derinleşmesine ve
on binlerce insanın ölümüne yol açtı. En son Türkiye de yürütülen KCK
operasyonları barış arayışı içinde olan bir dönemin sonunu getirmiş, yeni bir
çatışma sürecine neden olmuştur.
Oysa Büyük toplumsal çatışmalar
ve sorunlar ancak toplumun ortak katılımı katkısı, kararı ve sağduyusuyla
çözülebilir. Bu sorunlar demokratik siyasal iradeyle hakikat, uzlaşma ve adalet
komisyonları kurularak yada akil adamların arabuluculuklarıyla çözülebilir
sorunlardır. Bu oluşumların görevleri suçluları bulup cezalandırmak ve intikam
almak değildir. Güney Afrika’daki gibi hakikati açığa çıkarmak ve karşılıklı af
edilmeyi sağlayarak toplumsal barışı ve uzlaşmayı sağlamaktır. Başta Güney
Afrika olmak üzere, uluslar arası deneyim göstermiştir ki, Hakikat, Adalet ve
uzlaşma komisyonları toplumsal sorunların çözümünde hayati ve önemli bir işlev
görmektedirler. İç savaşı yaşayarak toplumsal travmalar geçiren çağdaş
toplumlar, çözümleyici bir yöntem olarak uzlaşma ve hakikat komisyonlarını
kurarak iç çatışmalarını aşmayı esas almaktadırlar. Bu yöntemle geliştirilen
yaklaşım ve çabaların olumlu pratik sonuçları ve kazanımları her gün daha çok
açığa çıkmakta, çağdaş ve çözümleyici bir yöntem olarak önemli bir işleve
kavuşmaktadır.
Kürt halk önderliği bu sürecin
önüne geçmek ve savaş tahribatlarını asgari düzeye çekmek için 1993 yılından
sonra meşru savunma anlayışını derinleştirerek, demokratik çözüm ve barış
yolunu açmak için büyük çabalar göstermiştir. Bunun bir devamı olarak İmralı da
tutuklu bulunduğu zor koşullarda Hakikat ve Adalet komisyonunun kurulmasını
önermiştir. Ne var ki, Kürt Halk önderliğinin bu yapıcı ve çözümleyici
yaklaşımına karşılık devlet inkarcı ve imhacı siyasetinde ısrarcı olmaya devam
etmiş, bu çaba ve önerileri görmezlikten gelmiştir. Devletin bu inkarcı ve
imhacı siyasetine rağmen gerek Önderliğimizin perspektiflerini ve gerekse
uluslar arası deneyimleri dikkate alan hareketimizin yönetimi, 7. olağan
kongresinde Hakikat ve Adalet komisyonunu örgütleme kararını almıştır. Kuşkusuz
yaşanan savaş ve çatışmalara çözüm bulmak için tek yanlı bir komisyon kurmak
yeterli değildir. Çünkü bu savaş tek taraflı değil, çift taraflı bir savaştır.
Ancak her iki tarafın onay verdikleri bir komisyon gerçek işlevine kavuşabilir
ve rolünü oynayabilir.
Şu gerçek iyi bilinmelidir ki,
savaşın kendisi insanlık dışı bir olaydır. Bir kez başladıktan sonra üzerinde
kontrol kurmak ve istenilen mecrada yürütmek çok zor bir mesele haline gelir.
Dünya savaşlarında on milyonlarca insanın can verdiği, atom bombasının
kullanıldığı ve yeryüzünden silinen şehirler olduğunu biliyoruz. Çin, Vietnam
Cezayir gibi ulusal kurtuluş savaşlarını veren ülkelerde milyonlarca insanın
can verdiği, şehirlerin yerle bir edildikleri, jenosid ve tehcirlerin yapıldığı
ve onulmaz acıların yaşandığı bilinmektedir. Büyük insanlık suçları
işlenmiştir. Yaşanan bu acı ve travmaların yol açtıkları derin yaraların izleri
halada giderebilinmiş değildir. Sırbıstan, Ruanda, Filistin, Irak gibi
ülkelerde yapılan ve henüz güncel olan etnik temizlik hareketleri
bilinmektedir.
Hakkını teslim etmek gerekir ki,
tüm kusur ve günahlarına rağmen Kürt özgürlük hareketi insanlık tarihi içinde
insan haklarını ihlal etme bakımından en az günaha sahiptir. Dünya da yaşanan
vahşetlerle kıyasladığında bir halkın yokluk, varlık savaşını yürüten bir
hareketin işlediği suç ve günahların masumiyet düzeyi vicdanı olan herkes
tarafından takdir edilmesi gereken bir durumdur. PKK’nın verdiği adalet ve
özgürlük mücadelesi sadece Kürt Halkı için değil, Kürt halkı adına insanlığın
evrensel hakları ve değerleri için verilmiştir. Ne yazık ki bu hakikat takdir
edilip destekleneceğine, PKK dünya çapında terörizmle damgalanarak mahkûm
edilmiştir. Ülke içinde bazı provokatör unsurların, dışta ise karanlık
odakların yaptıkları eylemler bilerek PKK’ya mal edilmiştir. Olof Palme
cinayeti gibi GLADIO türü karanlık odakların yaptıkları açık olan kimi eylemler
PKK’ ye mal edilerek dünya çapında yasa dışı ilan edilmesi sağlanmıştır. Açık
ki yürütülen bu siyasetin PKK’nın örgütsel ve eylemsel niteliğiyle hiç bir
ilgisi yoktur. Bunun Kürt toplumuna karşı dünya çapında yürütülen inkârcı
siyasetle ilgisi vardır. Mahkûm edilen PKK değildir, mahkûm edilen Kürt
halkının varlık ve özgürlük taleplerinin mücadelesidir.
Ama işlenen suçların düzeyi ne
kadar sınırlı olursa olsun bu bize yeterli bir teselli vermez. Hareketimizin ve
Önderliğimizin meşru savunma anlayışına göre bir damla kan bile asla boşa
akmamalıdır. Meşru savunma savaşında militarist güç dışında, kadın, çocuk, esir
ve sivil insanları vurmak insanlık dışı ve savaş suçudur, asla kabul edilemez.
Çünkü “suçsuz ve silahsız bir insana zarar vererek insan haklarını çiğneyenler,
fırsat bulduklarında Naziler gibi milyonlarca suçsuz insanı öldürerek insanlığı
tehdit etmeye adaydırlar Yine, “düşmanımıza benzeyerek yürüteceğimiz bir savaş
asla bizim amaçlarımızın savaşı değildir ilkesinden hareketle, insanın kutsal
yaşama hakkı başta olmak üzere, temel hak ve özgürlüklere zarar vermeyen bir
meşru savunma anlayışıyla mücadele yürütmek, insan olmanın ve demokratik
özgürlükçü amaçlarımızın bir gereğidir. Eğer savaş bu anlayış temelinde
verilirse doğru ve meşrudur. Bu anlayış bizleri amaçlarımıza götürecek tek
yoldur. Bu çalışmanın amacı da geçmişte yaşanan ve içimize sızan bazı
unsurların yol açtıkları haksızlıkları gidermek, gerçekleri açığa çıkarmak ve
adaletin tecellisini ağlamaktır. Ayrıca önümüzdeki mücadele sürecine meşru
savunma çizgisini hâkim kılmak için katkı sunmaktır. Bu mücadele deneyimimizden
çıkaracağımız önemli dersler olacaktır.
Haydar Karaaslan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar
Merkezi
www.navendalekolin.com –
www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info