Barzani ailesinin tarikattan siyasi partiye dönüş yaptığı 1960’lardan sonra izlediği siyaset her zaman Kürt halkının zararına, Kürt düşmanlarınınsa faydasına olacak sonuçlara yol açmıştır. Ana başlıklarıyla bu gerçekliğe bakalım.
1970-1980 arasında Mele Mustafa, İran şahının görüş ve önerilerini talimat gibi ele almıştır. Daha sonra babasının yerine geçen oğul Mesut, İran İslam cumhuriyetiyle aynı çizgide ilişkilenmiştir. Bu ilişki neticesinde İran KDP’si tasfiye edilmiştir. Süleyman Muini gibi çok değerli Kürt devrimcileri katledilmiştir. Bu siyasi ilişki biçimi Rojhılat devriminin tasfiye olmasının ana nedeni olmuştur. Rojhılat devriminin adım adım Barzanilerin KDP’since tasfiye edilmesi, 1975 Cezayir anlaşmasına giden yolu da açmıştır. Çünkü Rojhılat örgütlerinin tasfiye dilmesi Şah rejiminin çekinmeden Irak devletiyle anlaşmasına imkan vermiştir. Cezayir anlaşması imzalandıktan sonra, Başur halkının büyük umut bağladığı ulusal kurtuluş hareketi de bir gecede Aşbetal yapıp adeta buharlaşmıştır. Yani Rojhılat devrimci güçleri tasfiye edildikten sonra kendileri de tasfiye olmuştur. Böylece onca emek, çaba ve şehit kanı boşa gitmiştir. Bu süreçlerde başını İbrahim Ahmet ve Mam Celal gibi Kürt siyasilerinin çektiği ulusal çizgi temsilcilerinin tüm eleştirileri, görüş ve önerileri Mele Mustafa tarafından kendisine dönük düşmanca eğilimler olarak okunmuş, ders alınmamıştır. Bu eleştiriler somut örgütlenmelere dönüşünce, Barzanilerin KDP’si bu kez yönünü Başurdaki ulusal arayış içindeki hareketlere çevirmiştir.
1980’lerden sonra KDP’nin temel görevi, Başur Kürdistan halkının Cezayir anlaşmasından sonra devrim umutlarını bağladığı devrimci parti ve cepheleri etkisiz kılmak olmuştur. Bu konuda yazılacak o kadar çok ihanet, komplo ve Kürt düşmanlığı söz konusudur ki anlatarak bitirmek mümkün değil. KDP’nin Irak devletiyle içine girdiği gizli açık ilişkiler, Başurdadaki hareketlere savaş açmasına yol açmıştır. YNK, sosyalistler, komünistlerin Kürt ve Arap olanları, tümü hedef yapılıp savaştığı güçler olmuştur. Sömürgeci düşmana karşı güç birliği yapması gereken siyasi birlik yerine Kürt düşmanlarından aldığı telkinlerle Kürtler karşı savaşan KDP, Başur Kürdistan’da Brakuji denilen süreci başlatmış oldu. Bu iç savaşta tek amacı Kürdistan’ın özgürlüğü olan binlerce Kürt’ün kanı akıtılmıştır. Bu sürecin sonlarına doğru başta Halepçe olmak üzere on binlerce Kürt insanın Saddam rejimince katledilmesi yaşanmıştır. Halen anıları taze bu iç kavganın son örneği 31 ağustos 1996 yılında soykırımcı Baas rejiminin ordusunun KDP eliyle Hewler’e sokulması olmuştur. Bu saldırı neticesinde YNK güçten düşürüldü, birçok Iraklı siyasi lider ve örgütünün belgeleri Baas rejimin eline geçti. Bu savaştan sonra, KDP Türk devletine teslim oldu. YNK de İran ile daha farklı ilişkiler içine girmek zorunda bırakıldı. Ve güney Kürdistan resmi ve fiili olarak ikiye bölündü. Böylece Kürdistan’ın özgürlüğü ve birliği için on binlerce şehit veren halkın emekleri bir yana bırakılarak, Başur kendi içinde biri yeşil diğeri sarı olmak üzere iki siyasi bölgeye ayrılmış oldu. Bu olaydan sonra birkaç yıl daha süren yeni bir Brakuji dönemi başladı. Ve bu dönemin Kürt halkı içinde yarattığı acılar halen sürmektedir.
1990’lardan sonra bu defa Barzanilerin KDP’si silahlarını Bakur Kürdistan merkezli süren Kürdistan özgürlük mücadelesine çevirdi. Türk devletiyle açık gizli birçok anlaşma imzaladı. Başurda gerillanın zorlanması için Türk devletinin isteği üzerine ikinci bir savaş cephesi açtı. 1991 körfez savaşı sürecinden sonra Başur ve Bakur Kürdistan’ın birleşmesi imkanları daha da artmıştı. Hem Başurda hem Bakur da halk serhıldanları gelişmişti. Gerilla, Başurun ve Bakurun tüm stratejik dağlarında üslenmişti. Peşmerge güçleri 33 ülkenin oluşturduğu koalisyon güçlerinin Saddam rejimini vurması, güçten düşürüp adeta Bağdat’a sıkıştırması sonrasında yeniden cesaret almıştı. Binlerce Başurlu genç gerilla alanlarında eğitim görüp iki parçanın birlikte savaşarak özgürleşmesi için hazırdı. Tam bu gelişmeler yaşanırken ve PKK Botan-Behdinan hükümeti ilan etmeye hazırlanırken, KDP TC’nin safına geçerek Kürt güçlerine karşı savaş başlattı. Tıpkı bugün Gare ve Haftanin’de yaptığı gibi gerillayı arkadan vurmaya başladı. Türk ordusundan aldığı silah ve paraya karşılık Kürt halkının 20.yyda yakaladığı en büyük fırsatı kaçırmasına neden oldu. Düşmana verdiği destek sayesinde Hewler, Duhok ve Süleymaniye merkezli bir hükümet kurma izni aldı. Oysaki TC ile birlikte gerillaya karşı savaşmamış olsa, kendisi katılmasa da o günkü Kürt güçleri hem Başurun tümünü hem de Bakurun çok önemli bir bölümünü özgürleştirip birleştirebilirdi.
Kaderin cilvesine bakın. Bölgemizde 21.yyın başında körfez savaşını çok aşan yeni bir savaş yaşanıyor. Nasıl ki Saddam aldatıldığı için körfez savaşına girdiyse, bu savaşa da TC oyuna gelerek girmiştir. Ve nasıl ki Saddam körfez savaşından sonra Bağdat’a sıkışıp kalmış, yalnızlaşarak adım atacak siyasi ve diplomatik manevra alanı bulamadıysa aynı şey Erdoğan liderliğinde TC’nin başına gelmiştir. TC en az Saddam Irak’ı kadar teşhir olmuş, güvensiz bir rejime dönüşmüştür. Körfez savaşı sırasında Kürt halkı göç ve katliamlardan ötürü mağduriyetiyle dünya gündemindeyken, bugün Daiş’e karşı savaşta elde ettiği başarılardan kaynaklı dünyada prestiji en yüksek halk konumdadır. Yani bugün Kürtlerin kazanma imkanı körfez savaşı döneminden bin kat daha fazladır. İmkanları o kadar çoktur ki kılını kıpırdatsa yüz yıllardır beklediği özgürlüğü elde edebilir. Ancak gelin görün ki baba Mesut yerine geçmiş oğul Mesrur’un KDP’si adeta ‘ey Kürt sen misin bu imkanları kullanıp özgür olmak isteyen’ dercesine bir kez daha TC’nin emir eri gibi harekete geçmiştir. Her gün yeni bir kriz yaşayan TC’nin içi kaynıyorken, siyasetti birbirini yiyorken ve bu ortam Kürtlerin küçük bir hamle ile Kürt düşmanı ve soykırımcı işgalci bu devletin faşist rejimini yıkacak şansı veriyorken, Barzanilerin KDP’si bir kez daha sahneye çıkıveriyor. Ve tam altmış yıldır yaptığını bir kez daha yapmaya yelteniyor.
Aslında Barzanilerin KDP’sine bir şey demek pek doğru olmaya bilir. Adamlar dededen kalma usulle kendilerine verilmiş görevi yerine getiriyor. Sözüm diğer tüm Kürtlere. Nasıl oluyor da 21.yyda üç beş kişilik bir aile koca Kürt halkının özgürlük davasına engel olmaya çalışıyor. Bence namuslu tüm Kürtler aslında bunun üzerine düşünmelidir. Ve bu aile yolla gelmese adını tarihten silmek için ne yapmak gerekiyorsa birlikte yapabilmelidir. Çünkü en az altmış yıldır defalarca yaptığı gibi hangi parçada olursa olsun ne zaman Kürtler tam kazandık demiş bu aile böyle bela olmuştur. Kürtler olarak buna bir son vermezsek tarihimizden bir şey öğrenmemişiz demektir. Ve bu musibeti kaynağını yok etmezsek, her zaman ülkemizde kötülük var olmaya devam edecektir.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi