AKP-MHP faşist hükümeti birkaç gün önce zihniyetini dolaysız bir biçimde yansıtan yeni bir karara imza attı. Biri CHP’li, iki HDP’li üç milletvekilinin önce vekilliği düşürüldü, ardından zindana atıldı. Bu karara hala şaşıran birileri varsa muhtemelen birkaç yıldır Türkiye’de olanlardan bihaber kalmak için yoğun bir uğraş sergilemiş olmalı. Çünkü faşist ittifak kurulduğu günden itibaren demokrasiye ne kadar düşman olduğunu sürekli gösterdi. Meclisin (faşist ittifakın birçok yetkisini budadığı ve sadece feshine muktedir olamadığı için varlığına tahammül ettiği “Millet Meclisi”) aldığı bu karar faşist iktidarın sadece Kürt düşmanlığı ve az-çok tutarlı bir hukuk sistemini tanımaması gibi temel yönelimlerini göstermiyordu. Aynı zamanda faşizmin ağzından düşürmediği, meydanlara adını verdiği “Millet İradesi” kavramından ne anladığını ifşa ediyordu.
Irkçı bir milliyetçilik, yönetme hakkının farklı yöntemlerle de olsa gasp edilmesi ve egemenin anlık kararları dışında hukuksal sistemin bir kenara bırakılması faşist düşüncenin köşe taşlarını oluşturuyor. Seçilmiş milletvekillerini zindana yollayarak bir kez daha gerçek yüzünü açıklıkla sergileyen ve demagojik söylemlerini kendisi boşa çıkaran faşist hükümetin bu şekilde temel yönelimlerini görebileceğimiz tipik bir örnek açığa çıktı.
Bu kararın hukukla uzaktan yakından bir alakası yoktur. Değil ki milletvekilleri hakkında kesin hüküm vermek yargılamanın sürmesi bile mevcut anayasaya uygun değildir. Zaten AKP-MHP faşist hükümetinin en başarılı olduğu alan Türk devletinin zaten bir türlü içselleştiremediği hukuksal çerçeve ortaya koyma sorumluluğundan kendini azade kılmasıdır. Bu iktidarın keyfi kararlarını sınırlayan bir çerçeve yoktur. Ne yazılı ne geleneksel evrensel hukuk ilkelerini umursamayan faşist hükümet yürütme erkinden bağımsız yargı kurumları örtüsünü daha kurulduğu andan itibaren kaldırdığını unutmamak gerekir. Yargıyı faşist iktidarın istemleri dışında hiçbir karar alamaz durumuna getirirken bunu kör göze parmak sokarak yapıyordu. 2016’da Anayasa Mahkemesinin bugünkü kararın temelini oluşturan değil ki hukuk eğitimi alan, okuma yazma bilen herkesin anayasaya aykırılığını görebileceği milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması kararını onaylaması bunun en açık göstergelerinden biriydi. Ama sadece biri. Bu dönem hukuka dair o kadar absürt kararlar çıktı ki bu kararlardan hatırı sayılır bir kara mizah külliyatı oluşturulabilir. Bu nedenle faşist hükümete neden hukuka uygun davranmıyorsun diye sormak deveye neden boynun eğri diye sorma kadar anlamsızdır. Varlığı zaten bu hukuksuz zeminde ete kemiğe kavuşmaktadır.
Faşizm söz konusu kararla en fazla da bir tür sihirli değnek olarak kullandığı “millet iradesi” kavramının aslında onun için bir anlam taşımadığını bir kez daha göstermiş oldu. Kapitalist tekellerin kendi egemenliğini tüm halkın egemenliği gibi göstermesinin bir aracı olarak Fransız Devriminden bu yana kullanımda olan sorunlu bu kavram, faşistlerin elinde ise olabildiğine eğreti bir söyleme dönüşür. Çünkü ulus devletin bu efsunlu kavramının somutlaşması şeklinde sunulan halkın seçimlerle temsilcilerini seçip iradesini beyan etmesinin faşist düşün dünyasında bir yeri yoktur. Öncellikle toplum onlar için en basitinden güdülmesi gereken “sürülerdir”. Tüm faşist hareketler “seçimleri” kullanmıştır fakat hiçbiri bu süreci egemenliklerinin kaynağı olarak formülle etmemişlerdir. Onlar yönetme hakkına doğal olarak sahiptirler, “sürüler” onları seçti diye değil. Doğuştan çobandır onlar, koyunların bu konuda ne düşündüğünün bir önemi yoktur.
AKP-MHP faşist ittifakın bu temel faşist argümanı içtenlikle paylaştığını anlamak için çok derin bir analize gerek yoktur. Yine de hem seçimleri iptal edip rahatlama kudretine kavuşmadığı için hem de yaptıklarını meşrulaştıracak daha orijinal bir söylem geliştirmeden yoksun olduğu için “millet iradesi” kavramına sıkı sıkıya yapışmıştır. Rant kaynağı olmak dışında anlamı olmayan bir yapı mı açılıyor, eleştiriler millet bizi seçti laf cambazlığına sığınılarak aşılmaya çalışılır. Açıktan hukuksuz bir uygulama mı yapılıyor, gerekçe hazırdır; “millet iradesi”. İktidara tutunabilmek için tüm imkânlar bir tarikata peşkeş çekilip bu yapı ile iktidar mücadelesine mi girişiliyor, kalkan yine aynı kavramdır. Ama işte eleştirilmesi gereken birçok yanı olmasına karşın seçim mekanizmasının toplumsal güçler için avantajı bu noktada ortaya çıkar. Ne de olsa tüm baskı ve yönlendirmelere karşın halk başkalarını da seçebilir. Seçmektedir de. Onlar ne kadar milleti temsil ediyorsa karşılarında yer alanlar da aynı iradenin tezahürüdür. Bu, AKP-MHP faşizminin katlanamayacağı ve de kabul edemeyeceği bir şeydir. Son seçimlerin tümünde hile yapması, yapamadığı seçimleri uyduruk gerekçelerle iptal etmesi, seçilenlerin yerlerini kısa sürede kayyum adıyla gasp etmesi millet iradesine saygısının işaretleridir. Bu saygıyı gösterdikleri her seferde ağızlarında pişkin bir “ama” vardır. Pişkinlikleri ise kıvranışlarını ancak gizleyebilir. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar Türkiye toplumunun yarısından fazlası onların iktidarını onaylamamaktadır.
İş Kürt halkına gelince bu “millet iradesi” sığınağı iyice su alır. Ellerindeki tüm zor aygıtlarına, toplarına, tanklarına, şehirleri, dağları, ovaları ateşe veren barbarlıklarına karşın fedai gençleri ellerinde yürekleri direnmeye devam etmesi yetmiyormuş gibi Kürt halkı da ısrarla onları değil, kendi temsilcilerini seçmektedir. Ama buna karşın sözel düzeyde bile çok kıvranmalarına gerek yoktur. Kürdün bu millet iradesinin içinde olduğunu kim iddia edebilir ki? Ne de olsa onlar vatandaş değil teröristtirler. Neredeyse 6 milyon seçmen olmaları bu gerçeği değiştirmez. Bu nedenle tabi ki onların iradelerine en ufak bir saygı gösterilmeyecektir. Her fırsatta seçtikleri temsilciler darp edilecek ve sürekli hakaret edilecektir. Faşistlerin tıyneti bunu gerektirir.
Kayyum sistemini süreklileştirip devleti Kuzey Kürdistan’da yerel seçim yapma zahmetinden kurtaracak düzenlemeyi yapamamaları bir türlü kırılmayan direnişten kaynaklanmaktadır. Fakat zaman zaman itiraf ettikleri asıl düşünce budur. Hele halk, onlara yedikleri en büyük tokatlardan biri olan büyük açlık grevi direnişine öncülük eden Sayın Leyla Güven’i vekil olarak seçiyorsa bunu nasıl kabul etsinler. Onu bir günden fazla zindanda tutma imkânı bulamamaları ellerini kelepçeleme fırsatını kaçırmalarını engellemez. Türk devletinin Kürt düşmanlığında intikam hafızasının oldukça diri olduğu inkâr edilemez.
Özü bu insanlık dışı düşmanlık ve kendini herkesten üstün görme olan faşist sistemi laf cambazlıkları da zor araçları da kurtaramaz. Sistemlerinin her yanı dökülmekte ve bunu her geçen gün daha fazla insan görmektedir. AKP-MHP faşist hükümeti yokuş aşağı giden arabayı sadece gaz pedalı ile kurtarmaya çalışmaktadır. Faşizmi yıkacak olan da sürü gördüğü toplumun topyekûn direnişidir. Bir tek kendini akıllı gören ve Tanrı tarafından yönetmek için seçildiğini sanan bu iktidarı Kürt halkı ve Türkiye’nin demokratik güçleri mutlaka yıkacaktır.
Yasin Kılıçkaya
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi