31 Aralık 2016 Cumartesi Saat 04:07
Asırlardır çözümü bekleyen Kürt sorunu, öyle adilane bir
şekilde dile getirecek cüretliyi gösterilmeden, sadece (inkarcı, ırkçı)
sistemin tıkanıklığına yama bulmaya yeltenen gruplar, ivedilikle harekete
geçerek soluklarını “Beyaz Saray” da almakla yedindiler. Daha sonra,
burada Türkiye için yeni bir yol haritası çizildi. Bu yol haritasında yola
çıkacaklar belirlenmiş ve seçilen yeni “aktörlerle” uzun soluklu bir
“sürecin” başlamasına ilişkin önceden hazırlanmış a-z’ye kadar olan
tüm planlarla yeni bir dönemin startı vermiş oldular…
“Beyaz Saray” tarafından ‘seçilmişlere’ verilen misyon sahibi olanlar
bir süre sonra, ayak tozlarıyla
Ankara’ya geri döndüklerinde, ilk icraatları “Adalet Kalkınma
Partisi’ni” kurmak oldu.
Ve 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimde tek parti olarak
(rap diye) iktidar koltuğuna otur(tul)dular.
Söz konusu Kürt ve Kürdistan sorunu olunca aleni bir
şekilde hakîkat, tahkikat edilmemeye göz yumulmuştu!
***
Kürdistan Özgürlük Hareketi Mücadelesi ‘ne karşı uygulanan
askeri (imha) operasyonları sonuç vermiyor, kadim sorunları
derinleştirilmesine, ekonomiyi iflas eşiğine getirilmesine, bir bütünüyle
toplum bireylerinin cin geçirtmesine sebebiyet veren statükocuların bu ırkçı
mantaliteleri değişmedikçe, Kürt halkının gasp ettikleri hakları bir
çıban gibide, onların canlarına acı vermeye devam edecek gerçekliği de değişmeyecektir.
AKP’nin bir yıllık icraatı ardından Siirt’te (okuduğu bir
şiir nedeniyle 1999’da 4 ay hapis yattığı ve bu hapis mağduriyeti rolünü çok
iyi oynayan) R.T.Erdoğan milletvekili
seçilerek, Mart 2003’de 59. Hükümetin başına geçerek, Türkiye’nin Başbakanı olarak koltuğa
otur(tul)du.
Sonra, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da öyle bir hava
estirdiler ki, sanki gökten zembille yeryüzüne bir kurtarıcı inmiş furyasıyla,
bir an değişen sisli-puslu hava perdesi yarılmış gibi, insanların şaşkınlıkları
yüzlerinden okunuyordu.
Bunun sebebi de, Türkiye’de yıllardır alışılagelmiş tüm olup
biten olaylara ciddi yaklaşılamama, yaşananları iyi görmeyen, araştırmayan,
sorgulama anlayışından yoksun bıraktırılmış ve retorik konuşmaları yapanların
boş vaatlerine hemen kanan bir kuşağın hala bilinçlenmemiş olmaları doğrusu
insanı hayretlere düşürmeye devam etmektedir.
***
Dönem-dönem halklara sunulacak beyhude kafiyeli ve nafile vaatleri
peşi sıra doludizgin bir şekilde sunma startı verilmişti!
Bunu da, hatipliğiyle ezber bozan, sarf ettiği sözlerle
“geçmişi” tuz-buz eden açıklamalarıyla, gariban yandaşı görüntüsünü
vererek, askere kafa tutuyor yaygarası kopartılarak, kabadayı tavırları sergileyerek “gündüz
küllahlı gece silahlı” bir anlayışla, “Yaratılanı, Yaratandan ötürü
seviyoruz” (ileri-geri) konuşmaları ile tüm dikkatleri üzerine çekmeyi
başarmıştı.
Her konuşması ardından olay yaratıyor, insanların duyguları
tsunami dalgaları gibi kabartıyor, okey masaları başında jokey, ata binen
süvari oluyordu, iş yerlerinde usta oluyor, gecekondulara davetsiz misafir
oluyor, akabinde evlerde abla-abe ziyaret sohbetlerinde destan yaratan kahraman
ilan ediliyordu. Adeta tüm memlekete huzur gelmiş, herkes rahat bir nefes almış
geleceğe umutla bakıyordu.
Hani “simit-çay’lar” şirketten olmasa da (vapurda,
parklarda) keyifle yiyilip içiliyordu.
***
Bu can alıcı olan gerçeklik, Türkiye’de hiç anlaşılmak
istenmedi.
Şöyle ki bir Kürt ne zaman Kürt/Kürdistan sorunu çözümü
konusunda bir şeyi dile getir(miş)se
hemen tutuklanıp kendisine ceza veriliyor ve yıllarca zindanlarda ölüme terk
edilip, işkenceler sonucunda katlediliyor, fakat bir Türk bunları dile
getirdiğinde hemen (yandaş/havuz medyanın manşetleriyle) “adam gibi adam” yaftasını
yapıştıranlar da çok oluyor(du)….!
Şimdi kocaman bir soru, bu iki yüzlülük niye?
Gel bir ülkeyi işgal et, halkını sömür, her açıdan zengin
topraklara sahip olan ve halkının diyarı, mekanı, starı olan Kürdistan’ın yer
altı/üstü kaynaklarından elde ettikleri gelirlerle kendi memleketlerini “cennet”
köşesine çevir, Kürdü de bir lokma (tas çorba)-ya muhtaç edip
evlerini-yuvalarını yakıp, yıkarak her tarafı cehenneme çevir.
Yetmedi Kürdü inkar et en ağır işlerde köle gibi çalıştır
sonra emeğinin karşılığını verme. Dilini yasak et, eğitimden, sağlıktan, iş
istihdam alanlarından, hayvancılıktan, çiftçilikten, mahrum et, mezralarını, köylerini,
şehirlerini yerle bir edip her tarafı viraneye çevir, dağlarını bombala,
ormanlarını, bahçelerini yakıp yıkarak külleştir, insanları canlı-canlı yakarak
katlet, sonra biz din kardeşiyiz de!
Bu zulme karşı bırakalım sadece Kürt olması, vicdan sahibi
olan her bir insan Kürtlere bu vahşeti yaşatanlara karşı suskunluğa bürünüp
başlarını kuma gömüp tepkisiz kalanlara yazıklar olsun!
***
Sorun zihniyet de ise, çözümü okyanusların ardından aramanın
ne alemi var?
Vitrin değişir değişmesine de, eğer mantalite hep aynı
mantalite olarak kalıp değişmiyorsa, bununda tek bir adı vardır, o da
bağnazlıktır.
Yıllardır hep okyanus ötesindekilerle mekik dokudular.
Onların emri ile iktidar koltuğuna (rap diye) oturtulan bu zat, yeri geldi (-ki çok daha önceleri birçok Kürt
şahsiyetlerin de dile getirmiş oldukları söz ve açıklamaları) sanki daha önceden hiç kimsenin kolay-kolay
dile getiremediği sözler söylüyormuş gibi bir hava estir(il)erek, halk arasında
da “olsa, olsa bu adam Kürt sorunu çözer” furyasını yaydırmaya
başladılar.
Bu vesileyle, toplumun her kesimi pürdikkatle onu izliyor,
takip ediyor, her söylediği sözler olay yaratarak gündemin ilk sıralarını meşgul
etmeye devam ediyordu. Yeri geldi “garibanların” yandaşı, yoksulların
dostu, dervişlerin sırdaşı, “ötekileştirilmişlerin” candaşı rolüne
bürünerek herkesin umudu olarak gösteriliyordu.
***
Haliyle Kürtler arasında da ne oluyor tartışması yaşanırken,
kafalarda soru işaretleri de oluşmuyor değildi.
Yaşlı dedelere, pirlere de! Siz bu olup biten olaylara
ilişkin ne düşünüyorsunuz diye soruluyor Tepkileri “Dijminê bavan nabe dostê lava
kurêmin” oluyordu.
Dolayısıyla her an farklı konu ve konuşmaların yapılmasına
karşın temkinli davranan Kürtler, artık sözle değil somut adımların atılması
zamanı geldi, geçiyor gerçekliğinde ısrar etmeye devam ettikçe…
Antika olmuş vitrin çekmecelerinde sakladıkları (Osmanlı’dan
kalma hile, yalan, dolan, kirli oyun) planlarını
“tek-tek” çıkarıp “ey ahali” nutuklarını daha fazla atmaya
gayret göstermeye devam ediyor(lardı)du.
Madem “din kardeşiyiz” peki, neden bu din
kardeşinin ülkesini işgal etmişsin, dilini, kimliğini inkar ediyorsun, halkını
sömürüp katlediyorsun,? Ne bu din kardeşini -ki sahtekarca kendi çıkarınız için
seviyoruz safsatasıyla sevdiğiniz, yaradının yarattığı yaradılanı olan bir
beşerdir!
İşte beşerdir şaşar deniliyor ya, şimdi kim kime karşı
şaşarlık, yanlışlık yapıyor çıkın ortaya mertçe herkese söyleyin?
***
Türkiye’nin (seçtirtilen) yeni hamasetleri baktılar
uyguladıkları, planladıkları oyunları dikiş tutmuyor, ne yapıyorlarsa olmuyor,
istedikleri gibi işler de yürümüyor, bu defa medeti “Allah, Kuran, peygamber”
siyasetinde bulmaya çalıştılar.
Kürtlere karşı bu uyguladıkları sahtekarca olan
siyasetlerine karşı milim-milim atılan adımlarına karşın, Kürt cephesinde
yaşananları mercek altına alarak,
istedikleri gibi artık Kürtlere “kandırılma habı”
yutturamadıklarını anladılar.
Bu husus herhalde zamanında gözden kaçmıştı: Öyle bir şey
yapacağız ki, Kürtler ne de olsa…..(kendilerine iyi davrananları, ahbap
çavuşluğu yapanları, derdiyle sırdaş olanları, onlarla birlikte içki kadehleri
tokuşturanları çok sever, tıpkı Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan’ın
‘futbolu öne sürüp” bu yaklaşımlarla Diyarbakır halkı nezdinde tüm Kürtlere
karşı işte devletin Kürtlere olan yaklaşım tarzı böyledir dedirtmek için) …
“delikanlı, hovardar babaları , kekoları çok sever” düşüncesiyle bu
defa Kasımpaşalı Erdoğan’ı din kisvesiyle sahneye çıkartıp, buyur rolünü oyna dediler.
Baktılar -ki Kürtler eskisi gibi kolay-kolay yaş tahtaya
basmıyor. 2005 yılında Diyarbakır’da TOKİ’nin toplu açılışında “Kürt
sorunu benimde sorunumdur” açıklamasıyla bir tabuyu daha yıkan
Erdoğan’a “hayranlık”
duyulmaya başlanmıştı.
Zaman su gibi geçiyor denilse de özünde Kürtler için zaman
hep kan-revan içinde, açlık, sürgün, işkence içerisinde geçmeye devam ediyordu.
Gelen giden eski siyasetçiler gibi Kuzey Kürdistan’ın il/ilçelerinde
söyledikleri basmakalıp sözleri, verdikleri vaatleri, ekonomi paketleri
sunulmaya devam ederken Osman Baydemir’in dediği gibi “ekonomi
paketlerinin içi boş bir kabak gibi” ortaya çıkınca, iş tekrar başa dönüp
herkesi derinden düşündürüp, canından bezdirme politikalarını sürdürmeye
başladılar.
“Sil baştan yapmasını çok iyi biliriz” dediler
ve bunu da yaptılar.
Aradan çok fazla geçmeden 2006 yılı Mart ayında Muş’ta
kimyasal silahlar ile katledilen PKK gerillalarının cenazeleri Amed’e
getirildikten sonra. Amed ili başta olmak üzere, Kuzey Kürdistan’ın birçok il/ilçelerinde
Kürt halkı serhıldana kalktı. Ardından Erdoğan’ın
Diyarbakır’da çıkan olaylar sırasında sarf ettiği “güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa,
kadın da olsa gerekli müdahale ne ise bunu yapacak’ sözlerinin ardından 13 kişi
polis kurşunlarıyla, gaz bombası fişekleriyle ve darp edilerek katledildi.
****
2007 yılı, Erdoğan
ve Yaşar Büyükanıt’ın görüşmesine damgasını vuracaktı!
İstanbul Dolmabahçe Sarayında ikili görüşmelerinde ne
görüşüldü ne konuşuldu “mezara kadar sır olacak” açıklaması yapmış
olsalar da, alenidir -ki Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı gün-gün, ay-ay,
yıl-yıl “stratejik kararları” nasıl hayata geçirilecek konusunda
anlaştıkları bir görüşmeydi.
İyi hatırlanırsa dönem – dönem sanki “asker
-sivil” çatışması varmış gibi “havuz medyasında” çok işleniyordu.
Halk da olup biten olayları sadece basın-medyaya yansıyan ölçüde
değerlendirmeyle yetindirilerek, AKP tarafından kanmaya ve kandırılmaya devam
ediliyordu.
Ancak tüm bu görüşmelerin sır perdesi daha sonra aralanacak…
27 Nisan 2007 yılında 11. Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda
AKP’den Abdullah Gül’ü aday göstermeleri ardından, bir hayli sert tartışmalara
neden olmuş ve dönemin Genel Kurmayı (nam-ı değer, Şemdinli’de Umut Kitapevi 9
Kasım 2005 tarihinde AKP ve devletin JİTEM çeteleri tarafından
bombalanarak, daha sonra bunlara
“iyi çocuklardır’ açıklamasını
yapan) Yaşar Büyükanıt (AKP Hükümetine) gece yarısı “Laiklik Muhtırası”
uyarısı yaptı.
Daha sonra 22 Temmuz 2007 de yapılan genel seçimde AKP
tekrar tek başına iktidar olduktan
sonra, 28 Ağustos 2007 yılında Abdullah Gül Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı
seç(tirdiler)ildi.
Kamuoyunda, peşi sıra örümcek ağı gibi “devlet
mekanizmasını” sarıp ele geçirme başarısını inceden-inceye işleniyor.
Toplumun her kesiminde büyük ve hararetli tartışmalara sahne oluyordu.
Daha doğrusu kimin eli kimin cebinde olduğu muammalarla
sürüp giden bir süreç ve gelecek konusunda “ağızla kuş tutma
vaatleri” her fırsatta dile getirilerek, gidişata göre ayar vermeye
çalışılıyordu.
AKP’nin bir bütünü ki bu oynadıkları rolleriyle, adeta en
değme aktörlere taş çıkartırcasına kendilerini hep “mağdur konumda
olduklarını ima ederek” halkı hep
bu şekilde beklenti içerisinde bıraktılar. Ha bugün, ha yarın derken fırsat
kollama çalışmalarını sürdürerek, toplumu avutmaya devam ediyorlardı.
Daha önceki sistemin ayakbağcılığını yapan diğer siyasi (seri)
partileri gibi:
T.C.Devleti mekanizması sistemi uzun bir süre “Baba-Bacı” makyajlı politikalarla
da memleketi idare etmeye çalıştı!
Amaç ve gayeleri
gelişen ve değişen memleketin hali durumuna göre, insanların duygularını
iyicene okşamaktı. Ancak ne ahlak ve ne de vicdan sahibi olunmadığı bir sürecin
habercisi olduğunu daha sonra anlaşılacaktı.
“Ben sizin bacınızım, bayrak inmez, ezan dinmez”
siyasetini başlatmışlardı.
Sormak gerek:
“Baba-Bacı iktidarı döneminde” Öz yönetim ilanı mı
yapılmıştı, hendek savaşı mı veriliyordu?
Bakurê Kürdistan’da 4 bini aşkın köyleri yakıp yıktılar,
binlerce insanlarımızı göçe zorladılar,
“faili meçhul cinayet” adı altında 15 bini aşkın Kürt insanımızı
katletme emrini veren Tansu Çiller siyaset sahnesinden inzivaya çekilirken,
arkasında bıraktığı acı, sancı, dram, yakılmış, yıkılmış harabeye dönmüş
“asla unutulmayacak” bir eser bırakarak, siyaset sahnesinden ayrılıp
yıllardır villasında yaşam sefasını sürdürmeye devam etmektedir.
Şunu belirtmek gerekiyor:
Kürtler bu gerçeklikle hareket etmedikçe daha çok
kandırılmaya ve katledilmeye maruz kalacak!
Ulusal birlik gerçekleşmedikçe her türlü zulme uğramaya
devam edeceğiz!
Şaibelerle kurulan Cumhuriyet, tarihinin en zor dönemini
yaşayan ceberut devletin son siyasi parti halkası olan AKP’de hep yalan atarak
ayakta kalmaya çalışıyor. Özellikle Kürt sorununa ilişkin sarf ettikleri tek
bir sözlerini somut olarak hayata geçirmediler. Söylediklerini de inkar edip
ters yüz ettiler.
Herkes tarafından da çok iyi biliniyor ki:
Her yaptıkları halk toplantısı, konferanslarda, miting
alanlarında “geçmiş hükümetler döneminde Kürt kardeşlerimizi
katlediyorlardı, asit kuyularına atıyorlardı…ama şimdi hamdolsun biz
varız” deyip, Kürtün eline kelepçe takarak zindana tıkıyordu.
Kürtleri her dönem ne kadar sınamaya çalıştıysalar da, Kürtler
özgürlük ve barıştan yana olan ısrarlarını sürdürdü.
Ne yapıyorlarsa bir türlü Kürtleri istedikleri gibi
kandıramıyorlar. Kandıramadıklarının acısını KCK adı altında binlerce Kürt
siyasetçi, yöneticileri aylarca, yıllarca zindanlarda rehin alarak çıkartmaya
çalıştılar.
Binlerce Kürt çocukların katledilişi AKP’nin iktidarda
olduğu dönemde gerçekleşti. Hani “din kardeşiyiz” diyenler var ya
işte bu gruplar, Kürdistan ve Kürtlere ait olan her şeye düşmanlık güden kirli,
yalan, ırkçı politikalarla zülüm etmeye devam ediyorlar.
Kürt Halkı ve insanlık ROBOSKİ katliamını asla
unutmayacak ve unutturmayacak
***
4 dönem iktidarda olan AKP’nin Kürdistan’da uyguladığı
politikalarını, sadece Kürdü kandırmakla, avutmakla kalmadı, Kürtleri
soykırımla tehdit ederek, binlerce insanlarımızı katletti.
Yeryüzünde bugüne dek eşi benzeri hiç yaşanmamış katmerli
acıları Kürtlere yaşattıranlar kuşkusuz er-geç yargılanacaklardır.
Tarih unutsa da Kürtler Varto, Farqîn, Sur, Cizîr, Gever,
Silopî, Şırnex, Nisêbin, Derîk ve daha birçok yerleri talan-viran edip, Kürtleri
katleden ve bu katliamda payı olan “hainleri” unutmayacak ve asla affetmeyecektir.
***
“Tekbir getirip Allah-u Ekber” diyorlar fakat
teklik sadece Allaha mahsus olduklarını anlamadıkları gibi şirk koştuklarını da
kavramıyorlar.
Tekçi zihniyet hastalığı Türkiye’yi çepe çevre sarmış
olsalar da, uyguladıkları “karar hükmünde kararnamelerle” uzun süreli
şekilde iktidarda kalamayacaklarını da çok iyi biliyorlar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yayılmacı politikaları nasıl
sonunu getirdiyse, eski fesli zihniyet kafalı sivri zekalı gruplarlar bugün
modern adıyla “Türk başkanlık sistemi” ile tekrardan yayılmacı
politikalarını uygulamaya çalışıyor olsalar da, nihai olarak Osmanlı’nın akıbetinden
daha beter olacaklar.
***
Kronoloji olarak daha bir çok konu ve olayları ele alıp
belirtmek mümkün. Ancak genel anlamda AKP’nin gerek ilk iktidar olduğu 2002
yılından günümüze dek sürdürdüğü politikaları değişmemiştir ve değişmeyecektir.
Dolayısıyla varsa yoksa Kürtler bu makus tarihin
cenderesinden kurtulması için de mutlak
köklü bir değişimi kesinlikle yapmalıdır!
Çünkü:
T.C. Devleti ve AKP Hükümeti 2017 yılında büyük bir savaşa
hazırlandığı malum. Aylardan önce Kürdistan’ın Güney, Batı, Kuzey sınırlarının
kesiştiği bölgelere binlerce asker, tank, top zırhlı araçların sevkiyatı
yapmaya devam etmektedir.
Durum çok ciddi demekle acaba ne kadar ciddiyetle
yaklaşılacaktır, bu da herkesin sorunudur!
Türkiye’yi değiştirmekte ısrar edenler, ilken kendi
zihniyetlerini değiştirmelidirler. Tekçiliğe karşı, çoğulculuğu
benimsemelidirler. Gericiliği değil çağdaş uygarlığa giden yolda yol
almalıdırlar.
Yaptıkları haddi hesabı olmayan ” yolsuzluklarla”
yolları, köprüleri inşa ederek “işte bakın biz değişiyoruz” diyerek
halkı kandırıp, avutarak bu şekilde memleket yönetilemez.
Çünkü, bir taraftan halkları birbirine kaynaştıran
“köprüleri” bombalayıp yok edeceksin, bir taraftan yol/köprüleri inşa
ettim deyip, işin içerisinden sıyırmaya çalışacaksın….
Bilim insanları, profesörleri, dekanları, öğretim üyeleri,
insan hakları savunucuları, öğretmenleri, öğrencileri, sanatçıları,
siyasetçileri, doktorları, gazetecileri, aydınları, sendikacıları, işçileri,
emekçileri zindana tık sonra “hak hukuktan, özgürlükten,
demokrasiden” söz edip hava at…
İşte bu iş böyle olmaz, derler adama!
***
Türkiye ve Kürdistan’da yaşamı ve hayatı çekilemez hale
getirenler belki hayatlarını yaşıyor olabilirler. Fakat “keser döner sap
döner gün gelir devran döner” deyimi boşuna dememişler.
Çok iyi anlaşılan nokta:
Eskilerden kalma politikalarla hiç kimse artık Kürdistan’da
rahat siyaset yapamayacağını anlamıştır.
“Tek millet,
dil, devlet, bayrak” diyerek:
Milletin anasını ağlatmaya devam ediyorlar. Dil’lerinden “asacağız,
keseceğiz, bitireceğiz, yerle bir edeceğiz, yok edeceğiz” söylemleri hiç
eksik olmuyor. Devlet içerisinde de kendilerine yandaş her türden olan güruhları
oluşturup “seferberlik” ilan ederek herkese meydan okuyan naralarını
atmaya devam ediyorlar.
Bayrak siyasetini özellikle Kürtlere karşı çok kullandılar,
ancak bugün öyle bir aşamaya geldi -ki, her türlü imkan ve olanakları
sağladıkları çağın yamyamları olan DAİŞ’e verdikleri yardım, destekleri sonuç
vermeden, Türk bayrağını ayakları altında çiğneterek “mehmetçiği”
cayır-cayır yakmaya kadar gelen durumun suçluları kuşkusuz kurulacak adil bir
adalet düzeninde halka karşı hesaplarını
vereceklerdir.
***
2017 yılı içerisinde Kürtleri ne bekliyor?
Elbette ki Rojava Devrimi ile uluslararası camiada Kürt ve Kürdistan’a
karşı olan bakış açıları her ne kadar değişmiş olsa da, Kürtler ivedilikle
ulusal birliğini oluşturmalıdır.
Hepimiz için hayati öneme haiz olan ULUSAL BİRLİK önünde
manipülasyonlarla “takoz” olma da ısrar edenler, halkın gazabına
uğrayacaktır.
Kürdistan’ın hiç bir parçasında hiç bir Kürt özgür
değildir. Dolayısıyla yine Kürdün
özgürlüğünü sağlatacak olan da yine Kürttür, bir başkası değildir. Kürtlerin bu saatten sonra statüsüz bir yaşamı asla kabul etmeyeceğini
ve uğrunda ne tür felaketler yaşansa da bu realiteden kesinlikle taviz vermeyeceğini
kesin-kes herkese ayan, beyan ortadadır.
Bunun için özellikle 15 yıllık iktidarları döneminde Kürtlere
kan kusturtan “AKP”nin bundan sonra Kürdistan’da “bir çivi
çakacak” hayaline kapılanlar şunu çok iyi bilmeliler ki, bir türlü
uyanmadığınız gaflet uykusundan dolayı, binlerce kardeşlerinizin ölümüne sebep
olduğunuzu unutmayın.
Bu saatten sonra bir kimseye ne nasihat vermek zamanıdır, ne de nutuk atmak zamanıdır!
Kürtler için zaman, birlik ve beraberlik zamanıdır.
Haliyle olup biten her şeyi herkes görüyor, duyuyor ve
birebir olayları yaşıyor.
Kürtler bundan sonra ne din ne de sahte kardeşlik nutukları
atarak, avutmalı, kandırmalı siyasetini yürütenlere kanacak bir tarafı
kalmamıştır.
Kürtlere kalan tek bir şey var: özgürlüğünden asla
vazgeçmeyecekleri olgusu.
Bu kadar basit!
Muhtemelen, yeni bir yıla girerken her insanın içinden
geçirdiği bir dileği vardır tek ve yegane dileğim 2017 yılının Kürt özgürlük
ve ulusal birliğinin sağlanması yılı olmasıdır.
Menaf Arslan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”