Kapitalist modernitenin ulus devlet sisteminde kutsallaştırdığı kavramlardan biri “vatan” kavramıdır. Türk milliyetçiliğinde hem yayılma isteğinin temel alınması hem de sürekli verili sınırlar içinde tanımlanan “vatan”ın kutsanması görünür bir çelişkidir. Öyle ya şimdi ki topraklar “kutsalsa” ve “kanla” vatan haline getirildiyse neden yeni “kutsal olmayan” topraklar istensin ki? Kanla her toprak kutsal vatanın bir parçası haline getirilebilecekse sınır neresidir? Tüm dünya kanla kazanılacak potansiyel vatan olabiliyorsa şimdiki toprakların önemi nedir? Bu çelişkiye dönmeden önce vatan kavramı üzerinde durmalıyız.
Vatan kavramı halklar için belirleyici bir unsurdur. Halkların, toplumların varoluş mekânları olarak ele almak gerekir. “Vatansız”, “Welatsız” bırakılmak istenen Kürtler belki de bu kavramın önemini en can alıcı biçimde hisseden halktır. Önder APO vatanı sadece toplumsal yaşamın maddi ve manevi üretildiği alandan öteye halkların tarihinin ve ruhunun oluştuğu beşik olarak tarif ediyor. Kapitalist modernitenin vatan kavramını ters yüz edip kendi çıkarı uğruna kullandığını ekleyen Önderliğimiz katı, değişmez tek uluslu sınır anlayışının mülkiyetin en gelişmiş hali olarak ele alınması gerektiğini ve bunun tekellerin azami kar ve sömürü anlayışını yansıttığını ifade eder. Vatanı fetişleştirmesinin amacının da kar olduğunun altını çizer. Demokratik ulus anlayışında değerli olan ve ulus zihniyeti ve kültürü için vazgeçilmez olan vatanın demokratik ulusun bedenleşmesinin aracı olarak görülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Önderliğin çizdiği bu çerçeve bize vatan kavramının hakikatini göstermektedir. (Önderliğin bu değerlendirmeleri “Demokratik Uygarlık Manifestosu”nun 5. cildinden aktarılmıştır.)
Vatan kavramının dile pelesenk edilip içinin boşaltılmasının en uç örneğini Türk faşizminde görmekteyiz. Türk milliyetçiliğinin tüm türevleri yayılma isteği ile maluldür. Bu ister dini kılıfla isterse ırkçı motiflerle sunulsun sonuç değişmez. Ulus devletin egemen sınıfının ve yönetici kliğin ideolojisi olarak milliyetçilik sürekli pazarını ve iktidar alanlarını artırmak ister. Sömürüden devşirdikleri karı artırma amacı bu yayılma isteğinin temel sütunudur. Yayılma alanlarında halkın fiziksel ve zihinsel soykırıma tabi tutulması da bu isteğin doğal sonucudur. Çünkü iktidarlarını bu şekilde garanti altına almaya çalışırlar. Türk milliyetçiliğinin zihin dünyasını derinlemesine çözümlemeden bu yayılma isteğinin üstünlüğü esas alan bir ruh haline dayandığını söyleyebiliriz. “Bir Türk dünyaya bedeldir” vecizesinde gördüğümüz bu hayali tanımlama Türk milliyetçiliğinin inşa zeminidir.
Türk milliyetçiliğinin kurucu çekirdeğini en açık gördüğümüz nokta Turan düşüncesidir. Turan’ın neresi olduğuna ve burada kimlerin yaşama hakkına sahip olduğuna dair milliyetçi metinler ortak bir açıklama getirmez. Adriyatik Denizinden Sarı Irmağa diye Asya’nın neredeyse tümünü işaret eden Turan ülkesi zorlanmış bir kurgudan öte bir anlam taşımaz. Ama zaten bu düşünce mantıklı bir izaha ihtiyaç duymaz. Sınırları belirsiz bir bölgeyi tarif eden “Turan” Türk milliyetçiliğinin dünya hâkimiyeti için temel ilkesi, efsaneleştirilmiş ifadesiyle “Kızıl Elma”sıdır. Devşirme Türk olarak Türkçülüğün kurucu isimlerinden Ziya Gökalp’ın şu beyti zaten durumu açıklamaktadır:
“ Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan”
Peki, “vatan” bugünkü topraklar değilse bu sınırların anlamı nedir? Bunu yine Ziya Gökalp’ta buluyoruz. Türkçülüğün Esasları kitabında açıkça yazar. Bugünkü topraklar geçici, zorunlu kalındığı için yaşanmaya mecbur olunan ülkedir. Turan ise nihai ve uzak hedeftir. Umulan ile mevcut olan arasındaki çelişki bu biçimde giderilmeye çalışılır. Oysa bu tanımlama aslında açıkça bugünkü vatan güzellemelerinin sahte olduğunu gösterir. Yenilgi bugünkü sınırları kabul etmelerine yol açmıştır. Türk milliyetçiliğinin dilindeki vatan kandırmacadan ibarettir. Onlar için vatan kendi sömürü ve soykırım düzenleridir. Kürt soykırımını tamamlamak için ya da kendi menfaatleri için vermeyecekleri toprak da, taviz de yoktur. Nitekim Türk Devleti Ağrı İsyanı’nda Kürt hareketini imha edebilmek için kutsal toprağın bir parçasını hiçbir şey olmamış gibi İran’a bırakabiliyordu. Nazım Hikmet Türk milliyetçiliğinin vatandan ne anladığını çok açık ve özlü biçimde tarif etmektedir:
“Vatan çiftliklerinizse,
Kasalarınız ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
Vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
Fabrikalarınızda al kanı içmekse vatan,
Vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
Vatan, mızraklı ilmihalse, vatan, polis copuysa,
Ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
Vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
Vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığınızdan,
Ben vatan hainiyim.” (Nazım Hikmet’in kendisini hainlikle suçlayan Türk basınına cevap olarak yazdığı “Vatan Haini” Şiirinden bir bölüm.)
Yarın; Türk İşgalciliğinin İki Temeli; Misak-ı Milli ve Lozan-3
Kendal Bagok
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi