28 Ocak 2012 Cumartesi Saat 11:28
Medya Savunma Alanlarında lekolin.org sitesi olarak KCK Yürütme Konseyi Üyesi Bozan Tekin ile yaptığımız ve son günlerde öne çıkan gelişmeleri konu alan röportajımızı yayınlıyoruz.
• Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde altı aydır ağırlaştırılmış bir tecrit politikası uygulanıyor. AKP devletinin bu ağırlaştırılmış tecridi yasal bir kılıfa sokup meşrulaştırmak için yaptığı yasa tasarısını meclisten geçirme politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yasanın çıkarılmasının ne gibi sonuçları olur?
-Sorunuzun yanıtına geçmeden önce, Önder Apo şahsında Kürdistan halkı ve Ortadoğu halklarına karşı gerçekleştirilen uluslararası komplonun 13. Yılında Önder Apo’nun en amansız koşullarda sergilediği destansı direnişini saygıyla selamlıyor, başta ABD olmak üzere, uluslararası komplocu güçleri tüm devrimci-yurtsever nefretimle protesto ediyorum. Güneşimizi karartamazsınız şiarı temelinde bedenlerini ateşe vererek komplo karanlığını aydınlatmaya çalışan tüm devrim şehitlerimizi saygıyla anıyor, anılarına özgürlük mücadelesini zaferle taçlandırma sözünü yineliyorum.
Sömürgeci Osmanlı dönemi de dâhil olmak üzere, Türk tarihi boyunca Kürt liderliklerine karşı uygulanan politikanın özü aynıdır. Ya aldatmak, etkileyerek denetim altına almak ya da kişilikli onurlu Kürt liderliklerini, Şeyh Sait ve Seyit Rıza gibi idam etmek suretiyle tasfiye etmektir. Dolayısıyla Türk devletinin Kürt liderliklerine yaklaşımı aynı zamanda Kürt ulusuna yaklaşımıdır. Bu siyasetin özü bugünde değişmemiştir. Fazla uzağa gitmeden geçen son iki yüzyıldaki isyanlara bakmak gerekir. Bu isyanlarda Kürt liderliklerine Osmanlı ve TC devletinin yaklaşımı bu çerçevededir. Kürt liderliklerine karşı tutum sadece sömürgeci Türk yönetimleriyle sınırlı değildir. Son iki yüz yılda esas olarak damgasını vuran batılı kapitalist devletlerdir, İngilizlerdir, Fransızlardır, Almanlardır ve sonra ABD’dir. Son iki yüzyıla damgasını vuran bu gerçekliktir. Önder Apo’ya karşı gerçekleştirilen uluslararası komploda bu gerçekliğin bir devamı niteliğindedir.
Dikkat edelim, hareketimizin, çeşitli demokratik çevrelerin açıklamalarına, halkımızın bunca yürüyüş, çağrı, farklı eylem ve etkinliklerine rağmen uluslararası insan hakları örgütleri AİHM ve CPT gibi oluşumlar bugüne kadar konuya ilişkin tek kelime açıklama yapmamışlardır. Eğer bu komploda yer almamış olsalardı, bir insanın en doğal haklarının çiğnenmesi karşısında bu kadar sessiz kalmaları mümkün değildi. Başka da uluslararası alanda duyarlı çevreler vardır. Bunların da hiç tepkileri ortaya çıkmadı. Demek ki, merkezi olarak belirlenen bir politika söz konusudur. Bu durum tecridin uluslararası komplocu güçlerle bağını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla sorun dar, yüzeysel ele alınmamalıdır. Başka ülkelerdeki insan hakları ihlalleri konusunda adeta kıyametleri koparan bu güçlerin ve kurumların ne menem insan hakları kurumları olduğu da bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
Hem sömürgeci Türk devleti hem de Osmanlılar uluslararası sermaye güçlerinin de desteği, katkısı ve yönlendirmesiyle ya Kürt liderliklerini etkisizleştirmiş, kontrollerine almışlardır ya da tümüyle tasfiye etmişlerdir.
Önder Apo Kürdistan tarihinde yeni bir önderliktir. İdeolojisi, felsefesi, tarih anlayışı, mücadele anlayışı ve yaşam tarzı diğer geçmiş Kürt önderliklerinden köklü olarak farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle de ortaya çıktığı günden bu yana sürekli bir biçimde tasfiye edilmek istenmiştir. Bunun yöntemleri, araçları farklı olsa da Türk sömürgeciliği ve uluslararası sermaye güçleri bundan hiç vazgeçmemişlerdir. Önder Apo’ya karşı gerçekleştirilen başarısız suikast girişimlerinden uluslararası komployla esaret altına alma, esaret altındayken yoğunca tecrit altında tutma, zehirleme vb. saldırılar sürmüştür. Bunlar hemen hemen herkesin yakından bildiği durumlardır. Dolayısıyla Önder Apo’yu etkisizleştirip tasfiye ederek 21. yy’ da bir kez daha Kürt ulusu Ortadoğu’da statüsüz ve her türlü sömürüye açık bir konuma getirilmek istenmektedir. Zaten Lozan Kürtlerinin Öndersiz, stratejisiz birlikten yoksun bir döneminde gerçekleştirilmiştir. Şimdi de Önder Apo’yu etkisizleştirerek yani PKK ve halktan ilişkilerini kopararak Kürtleri tasfiye etmek istemektedirler.
Ortadoğu’nun yeniden dizaynı gündemdedir. Paralel olarak Türkiye’de de yeni bir anayasa gündemdedir. Bölgede Kürtleri bir kez daha statüsüzlüğe mahkûm etmek isteyen bir pazarlık söz konusudur.
Sömürgeci AKP devleti ise, Türkiye’de Kürt ulusunun Kürdistan’da, anavatanında özgürce yaşamasını kabul etmeyen bir yaklaşımla anayasa sürecini tamamlamak istemektedir. Bir tür anayasa komplosu da diyebileceğimiz bu uygulamayla Kürtler bir kez daha statüsüz kılınmak istenmektedir.
Bölgede ve Türkiye’de böylesine tarihi, kritik durumların yaşandığı bir süreçte Önder Apo üzerinde yoğun bir tecrit uygulanmaktadır. Dolayısıyla Önder Apo üzerindeki tecridi sıradan, bir uygulama olarak görmemek gerekir. Hatırlanırsa Bülent Arınç, “başı gövdeden ayırdık anlamında, Kandil ile İmralı arasındaki bağı kopardık demişti. Bunun anlamı ise açıktır. Böylelikle hareket, Önderlik ve halkı bir birinden koparmak gibi son derece tehlikeli bir hesap içinde bulunmaktadırlar. Bu nedenle de Önder Apo üzerinde uygulanan siyaset, sadece tecrit düzeyinde ele alınmamalı bir halkın varlığı ve özgürlüğü ilişkisinde ele alınmalıdır.
Yedinci ayına giren tecridin bir diğer amacı da, Önder Apo’ya geri adım attırma hesabıdır. Önder Apo’nun 27 Temmuz itibarıyla AKP hükümetine karşı takındığı tavır tarihidir ve açıkça bir meydan okumadır. Şimdi faşist AKP hükümeti İmralı’daki uygulamalarıyla Önder Apo’yu geriletmek istemektedir. Ancak bunun nasıl bir beyhude çaba olduğunu, Önder Apo son, günlerde aile ziyaretine çıkmayarak ve onurlu tutum takınarak göstermiştir.
AKP hükümeti pratik olarak kendi yasalarını çiğneme pahasına uluslararası hukuku dinlememe pahasına böyle bir pratiği sergilemiştir. Şimdi de buna uygun bir kanun çıkarmak istemektedirler. Yani uygulanan siyasete göre göstermelik aldatmaya dönük bir hukuksal maske oluşturmak istemektedirler. Yapılmak istenen yasa değişikliği sadece uygulamanın göstermelik bir kanuna dönüştürülmesinden başka bir anlamı yoktur. Fakat bu uygulamanın bir karşılığı da elbette olacaktır. Bu durum AKP’nin de altından kalkamayacağı bir duruma yol açar. Kürdistan halkı bu duruma karşı daha farklı bir tutum alacaktır. Mücadele de artık tecridin kaldırılıp kaldırılmamasına değil, geliştirilecek devrimci-direnişçi bir hamle ile Kürt Halk Önderliğinin özgürlüğüne ve Kürt sorunun çözümüne odaklanacaktır. Bunun dışında herhangi bir şeyi kabul etmeyecektir.
• Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir komplo ile 15 Şubat 1999’da kaçırılıp Tür devletine teslim edilmesinin yıl dönümüne sayılı günler kaldı. 15 Şubat uluslararası komplosunu nasıl karşılamak gerekir. Bu konuda Kürt halkına bir mesajınız var mı?
-Önder Apo’ya karşı gerçekleştirilen 15 Şubat uluslararası komplosundan bu yana 13 yıl geçmiş bulunmaktadır. Bu süre içerisinde Önder Apo’nun sergilediği direnişi ve çözümleyici, ön açıcı, yol gösteren direnişini selamlıyorum. Birinci komplo dönemi Önder Apo’nun direnişi, halkımızın ve gerillanın mücadelesiyle önemli oranda boşa çıkarılmış ve etkisizleştirilmiştir. Ne Önder Apo etkisizleştirilebilmiş ne PKK bitirilebilmiş ne de halkımız parçalanılıp dağıtılabilmiştir. Önder Apo ve Kürt halkı başta olmak üzere bütün Ortadoğu halkları açısında tanınan, bilinen ve önderlik konumunda olan bir statü kazanmıştır. Bugün de çözümlemeleriyle Kürdistan halkına Türk, Arap ve Fars halklarına yol gösteren durumunu daha da etkili bir biçimde yürütmektedir. Önder Apo üzerinde uygulanan tecrit ve izolasyon sömürgeci Türk devletinin ve arkasındaki uluslararası güçler için sadece acizliklerini ve yenilgilerini ifade eder. Ortadoğu’da yaşanan ve giderek dünyayı etkisine alan “Ortadoğu Halklar Baharı ve kapitalist modernite merkezlerinde çıkan kriz, Önderliğin öngörülerini doğrulamaktadır. Bu Önderliğin gücünü ve etkisini ortaya koymaktadır. Fakat komplocuların bu yenilgiyi kolay kolay hazmetmeyecekleri anlaşılmaktadır. Bu tecrit saldırısının anlamı budur. Bu uluslararası komplonun yıldönümünde Kürdistan halkı en geniş katılımla uluslararası komployu protesto etmelidir Bir kez daha Türk sömürgecilerini ve arkasındaki güçlerin heveslerini kursaklarında bırakmalıdırlar. Herkes kendisini Uluslararası komplonun protestosuna hazırlamalıdır. Ancak bu yılın bir çözüm yani Önder Apo’nun özgürlük yılı olması içinde kendilerini hazırlamalıdırlar. Dolayısıyla protesto bir-iki günle sınırlı kalmamalı ve zamana yayılmalıdır. Hiçbir Kürt Önder Apo şahsında gerçekleştirilen saldırıyı kendi dışında görmemeli. Dolayısıyla duyarsız kalmamalıdır. Tam bir ulusal refleksle AKP faşizmi ve arkasındaki ABD protesto edilip lanetlenmelidir.
• Sizce başta ABD olmak üzere diğer güçlerin Kürt halk Önderine ve Hareketinize böyle yaklaşmasının nedeni nedir?
-ABD bölgeyi yeniden kendi çıkarlarına göre biçimlendirmek isterken kendisine Türk devletinden başka uşaklık edecek kimse kalmamıştır. İsrail, bölgede iyice tecrit olmuş durumdadır. Mısır, Mübarek sonrasında daha kişilikli bir politikaya yönelmiştir. ABD, AKP devletini ABD’nin bölge politikalarında taşeron olarak çalıştırmak için, yani ABD’nin bölge uşaklığı karşılığında Önder Apo’nun etkisizleştirilmesi ve hareketin tasfiye edilmesi vaadinde bulunmuştur. Bu konuda bir mutabakatın sağlandığı ortaya çıkmıştır. Roboski katliamında da ABD’nin kirli elleri vardır. Bunun görülmesi gerekir. Çünkü bu kadar sessizliğin başka izahatı da olamaz.
• Durum böyle iken, AKP Türkiye’yi ileri demokrasi seviyesine çıkardığını, demokratikleştirdiğini, yapılacak bir anayasa ile de bunun kesinleştireceğini, kurumlaştıracağını belirtmektedir. Siz Türkiye’de ordudaki tutuklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Evet, AKP gerçekten de, sermaye gücüyle, basın üzerinde kurduğu mutlak egemenliğiyle, bürokrasisiyle, yargı üzerindeki hâkimiyetiyle, polis ve ordu üzerinde kurduğu denetimle gerçekten de “ kendisi için bir demokrasi kurmuştur. İstediğini yapmada, katletmede, rehin almada, cezalandırmada, sermayesini büyütmede, kendisine muhalefet eden herkesi, basın mensuplarını da dâhil, baskı altına alma konusunda son derece özgürdür. Kürdistan Özgürlük hareketi dışında karşısında durabilen bir güç yoktur. Onun için de tüm gücüyle hareketimizi tasfiye etmeye yönelmektedir. İşte Tayip Erdoğan bu faşist uygulamalara, yüzü kızarmadan tam bir pişkinlikle “Türkiye bir ileri demokrasidir diyor.
Kendisini istediği gibi tanımlayabilir, bazı uşaklarına da bunu söyletebilir. Fakat gerçeklik daha farklıdır. Dünyanın ve bölgenin en eski ülkesi Kürdistan ve halkı Kürtlerin resmi bir statüsü var mıdır? Yoktur. Bir statüye kavuşturmak için mücadele edenler hemen hemen her gün esir alınmıyorlar mı? Daha şimdiden Türkiye ve Kürdistan cezaevlerinin kapasitesi fazlasıyla dolup taşmaktadır. Artık Türk devleti ve AKP faşizminin kendine ne ad yakıştırıp yakıştırmadığı veya bazı uşakların hangi sıfatla tanımlamadıkları, methiye düzdükleri değil bizi Kürdistan’ın statüsü Kürt halkına uygulanan sömürgeci zulüm ve pratik olarak yürütülen soykırım siyaseti esas olarak ilgilendirmektedir. Söz konusu yangın bizim evimizdedir. Evimiz Kürdistan’dadır. Biz buna bakıyoruz. Gerçekte budur.
Biz bir de Kürdistan ve Kürt ulusu açısından soruna bakıyoruz. Kürdistan kendi öz yönetimine sahip bir ülke değildir. Türk sömürgeci güçleri, Kürt ulusunun kendi özyönetimine kavuşmasını engellemek için elinden gelen her türlü baskıyı uygulamaktadır. Tarihte Kürt Önderlerine ve aşiret örgütlenmesi de dâhil her türlü saldırının gerçekleştirilmesi de hatırlardadır. Kürdistan’daki yabancı sömürgeci Türk devleti yönetimi Kürdistan’ı bir sömürge alanı olarak görmekte ve aynı zamanda asimilasyon ve soykırım yöntemiyle Kürt ulusunu süreç içinde yok etmeyi hedeflemektedir. Türk toplumu, Mustafa Kemal’i kendisi için bir kurtarıcı, onun yaptıklarını kendisi için bir devrim olarak görebilir. Yine İsmet İnönü’yü böyle değerlendirilebilir. Ancak Kürt ulusuna yansıması Şark Islahat planı gibi soykırımcı bir uygulamadır. Katliamdır, istiklal mahkemeleridir, İdamdır, sürgünlerdir. Yine Adnan Menderesi bazıları demokrasinin kahramanı olarak görebilir. Ancak Kürtler için sürgündür, 49’lar olayıdır. Demirel, Özal, Erbakan, Ecevit bu zincirin birer halkasıdırlar. Bu sömürgeci liderliklerin Türk toplumu için iyi-kötü etkileri, katkıları olabilir. Ancak Kürt ulusu için sadece birer ırkçı, faşist sömürgecidirler.
Bir başka örnek: Osmanlı padişahları 3. Selim ve 2. Mahmut’da Osmanlı imparatorluğunu batı dünyası karşısında yenilemek istiyorlardı. Bunun için Osmanlı devletini yeniden yapılandırmak ve bu temelde de Yeniçeri ordusunu tasfiye ederek yeni bir ordu düzeni kurmak istiyorlardı. Bunun için nasıl kıyasıya bir mücadelenin yürütüldüğü bilinir. Peki, 2. Mahmud’un ve sonraki sömürgeci Osmanlı padişahlarının Osmanlı’yı batı karşısında ayakta tutmak için yürüttüğü reformların Kürdistan’a ve Kürtlere yansıması ne olmuştur? Tarih okuyan ve biraz Kürdistani düşünebilen herkes bilir ki, Osmanlı’daki yenilenme çabaları Kürdistan’a soykırım, katliam, vergilerin artırılması ve daha fazla askerin toplanmasına dönüşmüştür. Başka bir sonucu olmuş mudur?
Kürtler için sadece bir soykırım ve katliam fermanı niteliğinde olan TC’nin kurulması ve yapılan bir dizi reformların Türk toplumu için bir anlamı olabilir. O da Kürdistan için bunun anlamı Palu, Genç, Hani, Dersim, Zilan katliamlarıdır. Kürdü ortadan kaldırmayı planlayan Şark Islahat Planı ve onun adım adım uygulanmasıdır. Burada bir parantez açarak Kürdistanlı hukukçulara ve kendisini Kürt halkıyla dost gören Türkiyeli hukukçulara bir öneri de bulunmak istiyorum. BM’nin kabul edilen soykırım belgesine göre gerçekten Şark Islahat Planı, İsmet İnönü’nün Raporu ve Umumi Müfettiş Abidin Özmen’in hazırlayıp sunduğu ve kabul edilip yürürlüğe giren, pratikleşen raporları birer Kürt soykırımının suç belgesidirler. Soykırımın delilidir. Dolayısıyla bu yayınlanan belgelerden hareketle bir hukuk mücadelesi yürütmeleri gerekir.
Şimdi AKP-Gülen ittifakının iktidarı ele geçirmeleri ve devlete sahip olmaları söz konusudur. Ordunun bazı subaylarını Ergenekon adı altında tutuklamaktadır. Fakat yeni bir ordu kuruluyor. Polis yeniden örgütlendiriliyor. Şimdi Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye metropollerinde yaşayan halkımıza her gün bu yenilenen ordu ve polis saldırmaktadır. Bu el değiştiren MİT halkımıza karşı bir saldırı içindedir. Yine her il-ilçede örgütlenmiş “Yeşil Ergenekon kendisini giderek kurumlaştırmaktadır. Peki, bunun Kuzey Kürdistan’a yansıması nedir? Daha fazla kültürel soykırım ve daha fazla siyasi soykırım… Bir halkın tarihten silinmesi… Kürt toplumu ve bireyi için AKP’nin anlamı bundan başka bir şey değildir.
• AKP hükümeti ve son haliyle AKP devleti 14 Nisan 2009’dan itibaren Kürt siyasal alanına yönelik KCK adı altında hukuksal bir kılıfta uydurarak soykırım operasyonları yürütüyor. Bu siyasi soykırım operasyonlarının kapsamı gün geçtikçe daha da genişliyor. AKP’nin bu soykırım operasyonlarını nasıl yorumlamak gerekir?
-AKP herhangi bir parti değildir. Artık devletleşen bir partidir. Türkiye’de hegemonik güç kayması yaşanmıştır. AKP artık ordu, MİT, devlet bürokrasisi, yargı gibi alanlarda hâkimiyetini sağladığı gibi, basın ve ekonomi üzerinde de bir hâkimiyet sağlamıştır. Dolayısıyla Türk ulus-devletini ‘Mustafa Kemal’in İlelebet yaşayacaktır düsturuna bağlıdır ve bunu sadece döneme ve koşullara uyarlamaktadır. Artık Kürt yoktur Vb. sözleri demenin bir anlamı ve etkisi yoktur. Çünkü 40 yıla varan direnişi, mücadelesi ve örgütlülüğüyle bir Kürt ulusal hareketi vardır. Milyonlar bu temelde oy kullanmaktadır, harekete geçmektedir. Ayağa kalkan ve örgütlenen, haklarını isteyen Kürt halkına Türk ulus-devleti içerisinde eritme siyasetinde başarılı olabilmek için İslam dinini devreye koyma ihtiyacını hissettiler. Bunun için bu kez Türkçülüğü-Türkleştirmeyi İslam kardeşliği ile gündeme taşıdılar.
KCK operasyonları adı altında yürütülen soykırım operasyonlarının amacı Kürtlerin özgürce kendi topraklarında kendi istedikleri gibi yaşamlarını kurmalarına yönelik bir saldırıdır. Kürdün özgürce kendi yaşamı üzerinde söz ve karar sahibi olmasına en küçük bir tahammül yoktur. Bu operasyonlar ha adı Atatürk, İsmet İnönü, Adnan Menderes, Demirel, Ecevit, Özal olmuş ha Erdoğan olmuş hepsi de esas olarak Şark Islahat Planı’nın özüne ve ruhuna bağlıdır. Hepsi her gün tek vatan, tek ulus, tek devlet, tek dil, tek bayrak tekerlemesini dinsel bir ritüel biçiminde tekrarladı, tekrarlıyor. Bunların esas olarak dini İslam değildir. Kutsal İslam dinini Kürdistan’da sömürgeciliği yürütmek için sadece bir araç olarak kullanmaktadırlar. İşte Fetullah Gülen denen münafığın, sahtekârın elli bin Kürde kadar Kürdü katletmeyi öngören fetvasını hepimiz gördük. Dolayısıyla bu operasyonların amacı Kürtlerin örgütlenmesine, bir yönetim gücü olmasına ve kendi ulusal kurumlarını oluşturmasını engellemeye dönük saldırılardır. Hem Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin hem de tüm askeri-siyasi soykırım operasyonlarının temel amacı Demokratik Özerk Kürdistan’ın inşasını engellemektir. Ama ne tecrit ne de siyasi-askeri soykırım operasyonları Demokratik Özerk Kürdistan’ın inşasını hiç bir şekilde engellemeyecektir. Aksine bu siyasi ve askeri soykırım operasyonlarının tümü bu inşa sürecini daha da hızlandırıp geliştirecektir.
İslam, Ümmet, kardeşlik vb. söylemlerin ne kadar İslam’ın özüne hakaret eden temelde ve sahtekârca kullanıldığını görmek gerekir. Bütün tarih boyunca işlenen katliamlar, soykırım suçları hepsi Kürdü ortadan kaldırmak ve Kürdistan’ı Kürtler için anavatan olmaktan çıkarmak içindi. Bugün de aynı zihniyet ve mantıkla saldırılar giderek yoğunlaşmaktadır. Belli ki, bunu daha da tırmandırma niyeti taşımaktadırlar.
Bu operasyonların bir diğer amacı öz gücüne dayanan özgürlükçü her türlü işbirliğini ret eden kendi topraklarında özgürce ancak diğer halklarla da eşitlik ve özgürlük temelinde yaşamak isteyen Kürdün moralini bozmak, umudunu kırmak, güvensizlik yaratmak suretiyle birliğini zayıflatmak, etkisizleştirip tasfiye ederek işbirlikçi hain AKP Kürt’ünün önünü açmaktır. Mehmet Metinerleri, Kemal Burkayları çoğaltmaya dönük bir politikadır bu. Fakat Tayip Erdoğan’ın, Bülent Arınç, Abdullah Gül, Fetullah Gülen vb.lerinin ve onlara akıl üstüne akıl veren uşaklıkta yarışan “danışmanlarının unuttuğu bir gerçek var. Kürdistan özgürlük mücadelesi tüm ulusal kurtuluş mücadelelerinde olduğu gibi korkaklıkla, teslimiyetçilikle ve hainlikle mücadele ede ede bu kesimlerin her türlü ideolojik politik saldırılarını püskürte püskürte Kürdistan’da bugünlere gelinmiştir. Yine AKP’nin kendi sürecinde, iktidar olduğu dönemde bile AKP’nin tüm yalancı, ikiyüzlü, aldatmaya dönük sahtekârca söylem ve politikalarına rağmen Kürtlerin nasıl sömürgecilikten ve onun son temsilcisi AKP’den koptuklarını görmeleri gerekir. Kürtler bu kadar tutuklanmaya rağmen çok yoğun tarzda yüzlerce TV kanalıyla birlikte altan alta istihbarat örgütlerinin çeşitli vaat, kandırma girişimi, tehdit, şantaj, ekonomik vaat vb. saldırılarına rağmen Kürdistan halkının hala sokaklarda, caddelerde Türk ve AKP polisine karşı sergilediği direniş AKP’nin ömrünün çok fazla olmadığını ortaya koymaktadır. Bunun için halkımız ne moralini bozmalı, ne umudunu yitirmeli, ne de birliğinin zayıflatılmasına izin vermelidir. Direnişini daha da örgütlü kılıp yükseltmelidirler. Bu siyasi soykırım operasyonlarını boşa çıkaracak örgütlülükler yaratmalıdırlar. İlanı yapılan demokratik özerkliğin, yani kendi öz yönetimlerini inşa etme çalışmasını geliştirmelidirler. Bu operasyonların halkımızın kendi topraklarında kendi öz yönetimlerini kurmasını önlemeye yönelik saldırılar olmaktadır. Bunun bilincinde olarak halkımız tam bir ulusal-toplumsal refleksle hem örgütlüğünü her türlü operasyon ve saldırı karşısında savunma, hem de geliştirme çalışması yürütmelidirler.
• AKP devletinin yürüttüğü siyasi soykırım operasyonlarının bir diğer amacı da kendi işbirlikçi-hain Beyaz Kürdü için ortam yaratmaktır. Bu çerçevede AKP’nin işbirlikçi iyi Kürdü olarak öne çıkarmaya çalıştığı Kemal Burkay gibi kişilerin hareketinize ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik çirkin saldırılarını nasıl ele alıyorsunuz? Kürt halkının bu kişiliklere yaklaşımı ne olmalıdır?
-Bu işbirlikçi hainlerin Önder Apo’ya ve on bini aşkın şehidi olan Kürdistan Özgürlük hareketine saldırmaları şüphesiz ki yeni değildir. Fakat yeni olan, AKP ve Fethullah kirli ittifakının hazırladığı bir proje kapsamında Kürdistan Özgürlük Hareketini tasfiye etme kapsamında harekete geçirilmiş olmalarıdır. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ne zaman ki ileriye doğru bir hamle yapmış o zaman en kritik zaman dilimlerinde bu unsur devreye girmiştir. 79-80 yılında durup dururken Kemal Burkay’ın da içinde bulunduğu UDG(Ulusal Demokratik Güç Birliği)’nin hareketimize karşı saldırıya geçtiği hala hafızalardaki yerini korumaktadır. Hatırlayalım, Maraş katliamı gerçekleştirilmiş Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da ilan edilen Sıkıyönetimle birlikte hareketimize yönelik saldırlar, kurşuna dizmeler gündemdedir. Bucak çeteleri ve MHP’nin öncülüğünde sivil faşist çeteler hareketimize karşı saldırıya geçirtilmiştir. Tam da bu dönemde UDG’nin hareketimize saldırtmasının tümüyle bir kirli ilişki ve yönlendirme sonucu olduğu açıktır. Bu dönemde hareketimiz tümüyle tasfiye edilmek istenmiştir.
Yıllar sonra eğer yanılmıyorsam, 1987 yılında, gerillanın artık Kürdistan’a kök saldığı süreçte dönemin İç işleri bakanı Hasan Fehmi Güneş Milliyet gazetesinin eki olarak yayınlanan “Yankı dergisinde şöyle bir açıklama yapmıştı: Aslında UDG o zaman değil şimdi PKK ile çatıştırılsaydı daha iyi olurdu. O dönemde UDG’nin çatıştırılması zamanlama olarak uygun olmamıştır. Anlamına gelecek cümleler kurmuştu. İsteyen ilgili dergiyi bulabilir ve bakabilirler. Demek ki Türk devleti Kemal Burkay denen işbirlikçi haini ne zaman nerede kullanacağına dair bir hesap içinde olmuştur. Demek ki, ilk kullandığı dönemi, zamanlama bakımından yanlış bulmaktadır. O dönem yapılamayan çatıştırma stratejisi bugün AKP tarafından gündeme getirilmeye çalışılıyor. 12 Eylül’den sonra hareketimizin 15 Ağustos Atılımını terörizm sayan ve bu konuda uluslararası sermaye güçlerine yardımcı olan yine bu ulusal haindir. Daha doğrusu hareketimizin uluslararası güçler tarafından terör örgütü listelerine yer almasını sağlamada da bu unsur aktif rol oynamıştır. 12 Eylül sürecinde 80’li yıllarda daha çok Avrupa devletlerinin yönlendirmesinde bir ajan olarak çalışıp hareketimize saldıran bu unsur orada artık kullanım süresi bittiğinden Türk devletinin kullanımına geçmiştir. Bu unsur bugünde AKP’nin elinde Kürt Özgürlük Hareketine karşı saldırıda kendisini kullanmaya açık hale getirmiştir. Televizyonlarda, Türk sömürgecilerine değil de, bize olan hiddetine bakılınca hala düşmanın kucağında bize küfür etme, iftira atma konusunda bir performansa sahip olduğu görülmektedir. Hareketimize ve Önderliğimize karşı her türlü ahlaksızca iftiralarda bulunmuştur.
AKP’nin projesinde psikolojik savaş önemli bir yer tutmaktadır. Ve yine Kürtler içinde birilerini yanına çekerek ve Kürt Özgürlük Hareketine saldırtılması bu projenin önemli boyutlarından birisidir. Bununla hem Kürtler arasında bir gerginlik, çatışma hem de Özgürlük Hareketini zayıflatmak hedefini gütmektedir.
Geçenlerde Cüneyt Özdemir’in “5N 1K programını izledim. Orada “Kemal Burkay’ın şairliğinden, yazarlığından eser kalmamıştı. Tam olarak özel yetkili bir savcı gibi KCK, PKK, Kandil ilişkisini açıklıyor, siyasi soykırım operasyonları çerçevesine gerçekleştirilen tutuklanmalarında bu ilişkiler nedeniyle olduğunu söylüyordu. Programı hazırlayan Cüneyt Özdemir’i bile hayretler içinde bırakmıştır. Artık hazırlanan iddianameleri mi okumuş yoksa bu özel yetkili savcılara akıl mı veriyor? Belli değildi. Belli ki Kürt Özgürlük Hareketine, önderliğine saldırmada hızını alamamış yurtseverleri de ihbar eden rehin alınmalarını ve olası ceza almalarını da meşrulaştıran bir görev üstlenmiştir. Artık Kemal Burkay yurtsever Kürdistan halkı için AKP’nin özel olarak görevlendirdiği özel yetkili bir savcıdır. Sıradan ajanlıktan savcılığa terfi etmiştir. Bununla övünebilir. Kendi dostları da bununla iftihar duyabilir, etrafında, önünde arkasında durabilirler.
Ancak Kemal Burkay’a insan hayret ediyor. İnsan üzülüyor da tabi. de insanlar yaşlanınca olgun hareket ederler, sorumlu davranırlar. Geçen gün Canip Yıldırım’ı bir TV kanalında izlemiştim. İnsanın içinden “ Allah herkese böyle bir yaşlılık nasıp etsin demekten başka bir şey gelmiyor. İnanıyorum ki, tüm Kürtlerin sevgisini kazanmıştır.
Bazı insanlarda yaşlanınca adeta çekilmez düzeyde çirkinleşip bunaklaşabiliyorlar. Kemal Burkay’da sömürgeciliğe karşı tek söz etmemekle birlikte bütün sövgülerini hareketimize yöneltmiştir. Konuşurken titremesi hareketimize karşı beslediği kinden kaynaklanmaktadır. Hakkını yememek lazım, ama sahibine hizmette kusursuzdu. Ama Kemal Burkay’ın bir hesap hatası var. Eğer TV’den konuşursam etkili olurum demiştir. Neredeyse kanal kanal dolaşmaktadır. Bunun ne kadar işe yaramaz bir beyhude çaba olduğunu kendisini Kürt halkının gözünde ne kadar alçalttığını da görmekte gecikmeyecektir. Belli ki Kemal Burkay bir tercih yapmıştır. Tarihe bir Avrupa ajanlığından sonra Türk işbirlikçiliği, ajanlığı ve ihbarcısı olarak geçmekte karar kılmıştır. Kutlu olsun! Ne diyelim, kendi tercihi!
Kemal Burkay’da biraz siyasi ahlak olsa bir, esaret ve dünyanın en ağır tecridi altında olan bir insana cevap imkânının olmadığını bile bile saldırmazdı. İki, adalet ve hakikat komisyonunun ısrarlı bir biçimde Türkiye’nin gündemine koyan Önder Apo’dur. Bunu hiç kimse inkâr edemez. PKK, gerçeklerin araştırılmasını istemektedir. Bu konuda kendisine dair en ufak bir kuşkusu yoktur. Her zaman bu konuda böyle bir komisyonun oluşmasını savunduk ve savunuyoruz. Kemal Burkay’ın yaptığı sadece sahibine yaranmak ve şirin gözükme çabasında başka bir şey değildir.
Ergenekon’u PKK ile ilişkilendirme çabası bir Yeşil Ergenekon imalatıdır. Bugüne kadar ortaya açılıp saçılmayan belge kalmadı. Ey Kemal Burkay, belki bize olan hiddetinden dolayı unutmuş olabilirsin ama kozmik odaların anahtarları senin sahibinin ellerindedir. Oralara girip, her şeyi ellerine geçirdiler. Onlar da eğer insanlık adına kırıntı varsa o kozmik odaları herkese açık hale getirirler. Kaldı ki Ergenekon’u mücadelesi ve direnişiyle açığa çıkaran etkisizleştiren hareketimizdir. Hareketimizin büyük Zap direnişinden sonra Ergenekon tutuklamalarının başladığını bilmeyen yoktur. Neden Zap direnişinden sonra generallerin kulaklarından tutularak cezaevine atıldığını ve bunun zamanlamasını da görmek gerekir.
• Sizin hareketinizin ve diğer Kürt partilerinin de gündeminde ulusal kongre vardır. Tam da böyle bir ortamda Kemal Burkay’ın bu saldırılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-AKP faşizminin gündeminde Önder Apo’yu ağır tecrit etmek suretiyle etkisizleştirme, siyasi soykırım operasyonlarıyla legal, demokratik meşru Kürt siyasetini tasfiye etme, Roboski katliamının gerçekleştirildiği ve gerillaya karşı imha operasyonlarının gündemde olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Tüm bu saldırılara rağmen, ulusal birlik gündemdedir. Hemen hemen tüm parçalarda ve yurtdışında büyük bir ulusal ruh, duyarlılık gelişmektedir. Hemen hemen tüm siyasi partilerin birlik için açıklamalar yaptığı, kongre veya bir konferansı gerekli gördüğü, hatta bunun hazırlıklarının yapıldığı bir dönemde Kemal Burkay’ın hem de gidip, düşmana Önderlik ve hareket hakkında böyle seviyesizce konuşması tümüyle ulusal birlik ortamını bozmaya, büyük bedellerle yaratılan bu birlik atmosferini zehirlemeye çalışmaktan başka bir anlamı yoktur. Eğer bir derdi, sıkıntısı var idiyse, bunu ulusal birlik kongresi veya konferansı içinde de dile getirebilirdi. Kaldı ki, bunun yolunu, yöntemini ve kanallarını Kemal Burkay ve çevresi çok iyi bilmektedir. Ama tercih yapmıştır. Oysa Kuzey Kürdistan’daki partiler arasında belli bir mutabakat sağlanmış, ortak hareket etme zemini yakalanmıştı. Sorunlarını kendi içinde tartışabilir bir dil-üslup yaratmışlardı. Fakat Burkay’ın Türk meclisine gidip muhbirlik yapması, Önderliğimize ve hareketimize karşı iftiralarda bulunması ortamı zehirlemiştir. Hak-Par’da, onun bu tavrını destekler bir açıklama yapmıştır. Açıkça belirtelim ki, bu ulusal birliğe zarar veren bir yaklaşımdır. Hak-Par’a düşen Kemal Burkay’ın arkasında durarak açıklama yapmak değildi, bu birliği bozan, zehirleyen tutumuna karşı bizden önce tavır almasıydı. Fakat bunu yapmadılar. Hak-Par’ın tutumunu gözden geçirmesi ulusal birlik için bir zorunluluktur. Hiç kimse, ulusal birliğe zarar veren yaklaşımlara taviz vermemeli, cesaretlendirmemelidir. Çünkü ulusal birliği bozmak, Kürtler arasında çatışma ortamını yaratmak AKP’nin en önemli stratejik çalışmalarından birisidir. Bunu boşa çıkarmak gerekir.
Oluşacak Demokratik Ulusal Kongre için şunları özetle belirtmek mümkündür. Öncelikle toplanıp, bazı açıklamalar yapmakla yetinen bir kongre olmamalıdır. Ulusal kongre, kalıcı bir örgüte dönüştürülmelidir. Seçimle bir yürütme konseyi belirlenmeli ve sorumlu kılınmalıdır. Bütün parti ve örgütlerin savunma güçleri ortak bir savunma gücünde, komutanlıkta birleşmelidir. Dış İlişkilerin de ortaklaştırılması gerekir.
AKP faşizmi artık yolun sonuna gelmiştir. Baş aşağıya giderken bazı işbirlikçilere ihtiyaç duymakta ve bunları harekete saldırtmaktadır. Adeta suya düşenin yılana sarılması misali can havliyle Kemal Burkay’a sarılmasını da böyle anlamak gerekir. Ama AKP bilmeli ki bu kendisini kurtarmaya yetmeyecektir. Erdoğan da seni aklayıp-paklayamaz Kemal Burkay..! Türkiye’nin anayasasına göre suç teşkil etmeyen bunca insanın adeta toplama kampına çevrilen cezaevlerine doldurulduğu, Roboski katliamının gerçekleştiği bir durumda “bir Kürt lideri olarak kanal kanal dolaşması ve bu katliamı yapan hükümetin bakanlarıyla sarmaş dolaş olmasını halkımız ibretle izlemekte, bilmekte, görmektedir.
• Konuşmanız içerisinde Anayasa komplosu ve oyunundan bahsettiniz. Bununla ne anlatmak istiyorsunuz, biraz açabilir misiniz?
-Evet, Türkiye’de AKP faşizminin kendi durumunu meşrulaştıran ve yasalaştıran bir anayasa tartışması başlatmış bulunmaktadır. Ancak AKP-CHP ve MHP anayasanın 12 Eylül askeri faşist anayasasının 1, 2 ve 3. Maddelerini değişmez kabul edip kendileri açısından kırmızıçizgi olarak görmektedirler. Ve bu açıklanmış bulunmaktadır. 1,2 ve 3. Maddeler Şark Islahat Planı’nın ruhunu ve felsefesini yansıtmaktadır. Şimdi bu 1,2 ve 3. Maddeler kaldıktan sonra Kürtlerin payına düşende bir kez daha soykırım olmayacak mı? Fakat AKP hükümeti öylesine kurnaz ve hileli sürece yaklaşıyor ki on yıllık pratiğini bilmeyen sahiden de demokrat sanabilir. Ama gerçeklik daha ayrı bir şeydir. Esas olarak herkesi ilköğretim çocuklarına varıncaya kadar sözüm ona herkesle tartışan ve herkesi anayasa yapım sürecine katmak isteyen bir AKP tablosu çizilmek istenmektedir. Bazı liberaller de anayasanın nötr olmasını savunmaktadır. Yani içinde demokratik özerkliği ve Kürt halkını nüfusu 20-25 milyon arası değişen nüfusunun haklarını açıkça ve net vurgulamadan boğuntuya getirmek isteyen yaklaşımlar vardır. Bazı Fetullahçılar’da sözüm ona Kürt diliyle eğitimin yapılabileceğini ancak bunun da ailenin isteğine bağlı olarak isteyenin çocuklarını Kürtçe okula gönderebilecekleri söylemektedirler. Fakat Kürtlerin demokratik özerk statüye kavuşmasına ise karşıdırlar. Yani efendi olmaktan vazgeçmeye hiç niyetlerinin olmadığı açıktır. Yani kendi öz yönetimlerini kurmadan bazı seçmeli dersler derekesinde anadil eğitimini kabul etmek, inkârı biraz incelterek sürdürmekten başka bir şey değildir. Yani bir kandırma, aldatma yaklaşımı görülmektedir. Nitekim bir taraftan böyle bir tartışma yürütülürken, öte yandan AKP, zorunlu eğitimi 12 yıla çıkarma hesabı yapmaktadır. İlk önce, sömürgeci cumhuriyetin kurulduğu dönemde üç yıl olarak belirlenen eğitim, sonra beş yıla, o yetmeyince sekiz yıla, şimdi de 12 yıla çıkarma hesapları var. Yani asimilasyondan kurtulan, Türkleşmeyen hiçbir Kürt kalmayacaktır. Hesap budur! Artık Kürt halkının bütün kesimlerinin bu ve benzer şeylere karnı toktur. Kürtler bir ulustur ve Kürdistan bu ulusun anavatanıdır. Her ne kadar geçen yüzyıl boyunca katliam ve soykırımlarla ulus olmaktan Şark Islahat Planları ile çıkarılarak vatansız kılınmak istendilerse de bugün Kürdistan’da büyük bir Kürt ulusal uyanışı, örgütü ve direnişi yaşanmaktadır. İdeoloji, felsefe, dil, kültür kurumlarıyla bir iradeleşmeyi yaşamaktadır. Bu halk artık Kürdün ve Kürdistan’ın inkârı anlamına gelebilecek hiçbir yaklaşımı kabul etmeyecek ve ret edecektir. Öyle sözüm ona Türk faşist anayasasının 66. Maddesindeki “ herkes Türk’tür ifadesi yerine herkes Türkiyelidir biçiminde değiştirmekle Kürtleri aldatma hesapları yapılmaktadır. Bu kadar mücadele bu kadar bedel sırf “Türkiyeliliğe terfi etmek için yapılmamıştır. Bu nedenle Kürt halkının siyasi kesimlerini, aydınlarını Demokratik Özerklik statüsüne açıkça yer vermeyen hiçbir anayasayı kabul etmemesi gerekir. Kürt ulusu hakları öyle geçiştirilecek, belirsiz kılınacak bir durumda değildir.
Dolayısıyla hem anayasal komplonun hem de bölgenin yeniden Kürtlere hiçbir resmi statü tanınmadan yapılmak istenen dizayn döneminde Önder Apo şahsında tüm Kürt ulusuna ve dostlarına karşı bir saldırı yürütülmektedir. Halkımızın ve hareketimizin bunu boşa çıkaracağından hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Bedeli ne olursa olsun. 21. yy’da Kürtler statüsüz bırakılmayı asla kabul etmeyecekler, Türklerin, Farsların ve Arapların köleliğini kabul etmeyeceklerdir. Olacaksa, eşitlik-özgürlük içinde, her halkın, ulusun kendi ana vatanında özgürce ve kardeşçe yaşadığı temelde bir birlik olacaktır. Aksi taktir de, bu halk mücadelesini daha zengin ve sonuç alıcı yöntemlerle, geçmiş pratiklerden çıkaracağı dersler ışığında halk savaşını yükseltmekten asla geri durmayacaktır. Bu saatten sonra sömürgeci AKP hükümeti, Kürdistan halkının Önderine işkenceyi dayatarak, Kürdistan Özgürlük Gerillasına karşı imha operasyonları yaparak, Kürt halkına karşı da bir taraftan siyasi soykırım operasyonları yaparak, öte yandan ulusal haklarını inkâr edip, “bireysel haklar la oyalayacağını ve bu temelde sonuç alacağını sanıyorsa, büyük aldanacağını ve kaybedeceğini görmekte gecikmeyecektir.
Yılmaz Deniz/Behdinan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info