11 Mayıs 2017 Perşembe Saat 03:12
Diğer saldırılardan farklı
olarak ilkin, Kürtlerin neredeyse yüz yıldır ilk kez tarih sahnesinde örgütlü
bir askeri ve siyasi güç olarak yer alıyor olması ve bu güçlerin uluslararası
alanda fiilen de olsa meşru görülmesidir. İşte TC, bu fiili duruma
saldırmıştır. Bugüne kadar Kürtlere karşı geliştirilen tüm saldırılarda
“devletlerin egemenlik hakkı kapsamında, saldırılar uluslararası kamuoyu
tarafından desteklenmiş ve Kürt kıyımları karşısında tüm dünya suskun
kalmıştır. Hala pek çok devlet, “devletlerin egemenlik hakkına vurgu yaparak
sessizce TC’nin Kürtlere dönük saldırılarını izlese de esasen Kürtlerin
ulaştığı askeri ve siyasi örgütlülük düzeyi sayesinde bu saldırılar kırılmakta
ve uluslararası kamuoyu, TC’nin bu saldırılarına karşı tepki göstermeye mecbur
bırakılmaktadır. İşte TC için asıl yeni olan bu durumdur. TC, Kürtlere karşı
geliştirdiği saldırılarında, uluslararası kamuoyunu karşısında görmesi
açısından, bir ilki yaşamaktadır ve bu anlamda da önemlidir. Bu saldırının bir
diğer önemli boyutu da sürekli değişen Ortadoğu dengelerinde Türkiye’nin pay
kapma savaşı gibi görünse de aslında olayın bunun da ötesinde yeni bir süreci
başlatmasıdır. Yeni bir sürecin başladığına dair en önemli göstergelerden biri
de III. Dünya Savaşı’nı yürüten ülkelerin son günlerde yürüttüğü yoğun
istihbarat ve diplomasi faaliyetleridir. Rusya, Almanya ile görüşüyor. Trump,
Erdoğan’ı arıyor. Putin, Erdoğan’ı Soçi’de ağırlıyor. Çin Devlet Başkanı Şi’nin
Erdoğan ve Putin’le üçlü görüşme yapması bekleniyor ve beraberinde devletlerin
dış işleri bakanları arasındaki yoğun görüşme trafiği ise durmak bilmiyor. Bir
diğeri ise, ABD başkanlık seçimlerinin ardından neredeyse dünyanın tamamında
bir seçim gündemi var ve değişen yönetimlerde çoğunlukla sağ muhafazakar
çizgiler öne çıkmakta, aşırılaşmış ve uçlaşmış liderler halkın tercihini
oluşturmaktadır. Bu anlamda ABD, Avusturya, Belçika seçimlerini yaptı. Sırada
Fransa ve Almanya var. Almanya’nın Fransa’daki seçimlere etkisi şimdiden
kendini gösteriyor. Bu süreçte birbiriyle yarışan siyasi parti liderlerinin
yabancı karşıtlığı, dincilik, cinsiyetçilik üzerinden geliştirdiği şovenist ve
milliyetçi söylemleri de Avrupa demokrasisinin ayaklar altına alındığını ve
dünyanın artık bir insanlık krizinin eşiğine geldiğinin ispatı oluyor. Yine
Avrupa Birliği’nin dağılma ipucunu taşıyan Brexit ve İngiltere’de siyasi
skandallarla beraber gelen erken seçim beklentisi dünyanın ön görülen geleceği
açısından pek de iç açıcı bir tabloyu yansıtmıyor. Ayrıca, Türkiye’de yapılan
şaibeli seçim, İran’da Reformistler’le Cumhuriyetçiler’in arasında devam eden
sert seçim yarışı yine bölgenin girdiği “yeni sürecin kodlarını taşıması
açısından oldukça önemli. Yeni sürecin anlaşılması açısından, Afganistan’ın
yeniden gündemleşmesi, Hamas’ın yeni pozisyonu ile Abbas liderliğindeki Filistin-İsrail
meselesinin çözümü konusundaki tartışmalar ve başta Ukrayna olmak üzere doğu
Avrupa ile Uzak Doğu’dan duyulan homurtuların da iyi dinlenmesi gerekiyor.
Bütün bunlar olurken, dünya bir yanda silahlanma karşıtı anlaşmalar yapıyor,
öte yandan büyük ülkeler gizli anlaşmalarla pek çok ülkeye nükleer füzelerini
konumlandırıyor. Bunun en açık örneği ise geçtiğimiz günlerde ABD’nin
Letonya’ya konumlandırdığı füzeler oldu. Yine enerji hatları üzerindeki
ülkelerin gizli anlaşmaları ve silahlanma hızındaki artışlar da III. Dünya
Savaşı’ndaki vekalet savaşında sona gelindiğini gösteriyor. Şimdi ise esas
konumuza geri dönelim ve bu bilgiler ışığında TC’nin YPG ve YBŞ’ye
saldırmasındaki amaçlarını kısaca özetleyelim. TC, YPG ve YBŞ’ye saldırarak
bölgedeki güç dengeleri arasında konumunu netleştirmek ve başlayan “yeni
süreç te Kürt Özgürlük Güçleri’ni oyun dışı bırakarak Ortadoğu ve dünyada yeni
bir oyuncu olarak oyuna dahil olmak istemiştir. Maddeler halinde sıralayacak
olursak
TC’nin ilk anda
amaçladıkları şunlardır:
1-Türkiye’de 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin %13’lük oy
alarak elde etmiş olduğu siyasi zafer sonrasında TC, Kürtlere karşı başlatmış
olduğu savaş konseptinde ısrarını ortaya koymak istemiştir. Bu da Türkiye’nin
Kürtlere karşı yürüttüğü “Çöktürme Planı nın hala devrede olduğunun
göstergesidir.
2-Kürt düşmanlığı temelindeki soykırımcı politika, başta
Bakur olmak üzere, Başur ve Rojava parçalarında da yaygınlaştırılmaktadır.
Böylece Kürt Özgürlük Güçleri’ne karşı açılan çoklu savaş cephelerinde Kürt
Özgürlük Güçleri’nin savaş gücünün zayıflatılabileceği düşünülmektedir. “Savaşı
yay, gücü dağıt. Savaşın süresini uzat, savaşan gücü yor. Sonuç alamazsan bile
savaşan gücü meşgul et stratejisi izlenmektedir.
3- “En iyi savunma saldırıdır savaş taktiği ile psikolojik
savaş üstünlüğü amaçlanmakta ve böylece Türkiye’nin Bab’ta rezil olan askeri
imajı kurtarılmak istemektedir. “Türk ordusu güçlüdür, kararlıdır gibi bir
hava yaratılarak içte ve dışta çizilen imaj düzeltilmeye çalışılmaktadır.
4-Türkiye’nin bir amacı da insan hakları konusunda yaptığı
ihlallerin üstünü örtmek ve “terörü gerekçe göstererek bu hak ihlallerini
meşru bir zemine oturtmak istemektedir. Türkiye, AKPM tarafından 2004’te
çıkarıldığı siyasi denetime insan haklarını ihlal ettiği ve demokratik
kurumların işleyişinin Türkiye’de bozulduğu gerekçesi ile yeniden denetime
alındı. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye bu yıl da 4 sıra gerileyerek
180 ülke arasında 155’inci oldu. AGİD, Türkiye’deki seçimi şaibeli ilan etti.
Türkiye’nin şu anda Avrupa Birliği ile müzakereleri ise askıdadır. Bütün bunlar
Türkiye’nin çok kısa bir zaman içinde daha büyük uluslararası yaptırımlarla
karşı karşıya geleceğini gösteriyor. Rojava ve Şengal’in hedef alınması bu
anlamda Türkiye’nin olası müdahalelerin önünü almaya dönük bir hamlesi olarak
da görülebilir. Türkiye’nin derdi, Kürt Halkı’nın meşru savunma temelindeki
mücadelesini ilegalize ederek insanlığa karşı işlediği suçlardan kurtulmak ve
bu yolla insanlık ayıplarını örtmektir.
5- AKP tarafından Türkiye’nin içte ve dışta savaşta olduğu
algısı yaratılarak, şaibeli geçen referandumun sonuçları önemsizleştirilmek ve
OHAL’in süresini uzatılarak Erdoğan Rejiminin daha fazla güçlenmesini
sağlayacak gerekli koşulların sürdürülmesi amaçlanmaktadır. Böylece halkın
antidemokratik koşullar karşısında göstereceği tepkinin önü kesilebilir, halkın
gündemi savaş olursa Erdoğan da istediği gibi at koşturabilir. Sonuçta da,
referandumda kaybedilen güç savaşla geri kazanılabilir savının şansı artar.
6-Savaşı Türkiye sınırları dışında sürdürme stratejisi devam
ettirilerek, Erdoğan rejiminin ömrünü uzatmak ve olası müdahalelerin sınır
dışında karşılanması amaçlanmaktadır.
7-YPG ve ABD arasında çelişki yaratmak, varsa bu çelişkileri
daha da derinleştirmek amaçlanmaktadır.
8-Kürtlerin KDP ile ulusal birlik zemininde ortaklaşma
ihtimalini tamamen ortadan kaldırarak, Türkiye’nin Başur ile Rojava’da ki
amaçlarını KDP üzerinden gerçekleştirmek hedeflenmektedir. Kürt birliği
çizgisinden koparılmış ve tamamen yalnızlaştırılmış bir KDP, Türk faşizminin
elinde oyuncak olacaktır. Böylece KDP bölgede etkisiz ve sadece Türkiye’nin
politikalarına hizmet eden bir konumda tutulacaktır.
9- YPG’nin de vurulabileceğini göstererek, Kürt Halkı’nın
moral değerleriyle oynama temelinde kendine ve gücüne güvenen Kürt’ün
özgüvenini yıkma ve bununla beraber Türk faşizminin vahşetinin Kürt Halkı’nın
hafızasında yeniden güncellenmesi hedeflenmektedir.
10-YPG ve PYD’nin sahada fiilen kazandığı askeri ve siyasi
statüyü ortadan kaldırarak özellikle de Kürt Halkı’nın YPG şahsında sembolleşen
seküler, devrimci, ilerici imajını yıkmak ve artık dünyada YPG’nin DAİŞ
karşısında kazandığı sembol değerini ortadan kaldırma ve YPG’yi
değersizleştirme amacı güdülmüştür. Yine buna bağlı olarak, ABD’nin güçlü
kurtarıcı pozisyonunun ön plana çıkmasını sağlama temelinde YPG’yi KDP benzeri
bir güç pozisyonuna sürükleyerek devrimci YPG’nin imajını yıpratma
hedeflenmiştir.
11-Rojava-Başur hattını keserek Rojava’ya dönük bir
ambargoyu hayata geçirme ve bununla beraber üç parça Kürdistan’ı birbirinden
koparmak istemiştir.
12-QSD’nin Suriye Planlarını boşa çıkarma ve Rakka hamlesini
geciktirme amacı güdülmüştür.
Türkiye’nin YPG ve YBŞ’ye saldırmasındaki görünen amaçlar
bunlar olmakla birlikte bu amaçlardan bazılarını daha ayrıntılı açıklamak
gerekiyor.
Kürtler’le Savaş Konseptinindeki Israrını Sürdürerek,
Kürt Kazanımlarını Yok Etmek:
KÖH’ün Rojava’daki kazanımlarının artması ve özellikle de
Kobani Zaferi’nden sonra TC, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile yaptığı
müzakereleri sonlandırmıştı. TC, müzakereleri sonlandırıp Kürtlere karşı
“süpürme ve temizleme harekatı na başlamıştı. Bunun en somut göstergesi ise 24
Temmuz’daki hava saldırılarıydı. 6-7 Ekim Kobane Serhildanı, 1 Kasım Kobani’nin
Kurtuluş Günü KÖH’ün Rojava’da güç kazanmasını sağlarken aynı zamanda
uluslararası alanda da meşru bir savunma ve siyasi güce dönüşmesini sağlamıştı.
7 Haziran ise KÖH’ün büyük bir siyasi zaferi olarak Türkiye toplumu açısından
meşrulaşmasının zirveye çıktığı gün olarak tarihe geçti. Kazanılan bu meşru
zeminleri ortadan kaldırma harekatının ilk adımı ise 24 Temmuz hava saldırıları
ile başlayan ve 7 Kasım seçimleri ile devam eden illegalize etme operasyonları,
KÖH’ün TC nezdinde hangi sınırlara hapsedilmek istendiğini de gösteriyordu. TC,
ülke içinde terörize etme politikasını benimserken, ülke dışında da aynı
politikaya odaklanmış ve Cerablus’u işgal ederek bu hedefine ulaşmaya
çalışmıştı. Zaten kontrolü altına aldığı DAİŞ ile bu planı kolayca hayata
geçirebileceğini düşünmüştü. Yine aynı politika Şengal’de KDP aracılığıyla
yürütülecekti. TC’nin en önemli amacı, KÖH’ü ulusal ve uluslararası alanda
terörist pozisyonda tutmaktı. Bunun için ne gerekiyorsa yapılmalıydı. Çünkü
Ortadoğu’da Kürtler olmazsa tek muhatap Türkiye olacaktı, YPG’nin vurulmasının
en önemli ve görünen ilk nedeni şimdilik budur. Kısacası TC, 7 Haziran sonrası
başlatmış olduğu “Kürt’le sonuna kadar savaş konseptinde ısrarcıdır. Kürt’ü
terörist ilan etmede bütün imkanlarını sonuna kadar kullanmaktan asla
çekinmeyecektir. Bu bağlamda Türkiye’nin Kürt Özgürlük Hareketi’ne dönük
saldırılarını daha fazla genişleterek sürdürmesi güçlü ihtimal dahilindedir.
Kürtler’e Dönük Soykırım Politikasını Hayata Geçirerek
Başkanlık Rejimini Güçlendirmek:
YPG, Ermeni Soykırımı’nın 102. Yılında vurulmuştur.
Osmanlı’nın Sadıka-i Milleti yüz yıl önce Mustafa Kemal’in öncülük ettiği
“cumhuriyet rejimi ne kurban edilmişti. Erdoğan’ın “başkanlık rejimi ne ise
kurban olarak Kürtler seçilmiştir. Türkiye’de 16 Nisan’da gerçekleşen
referandumda Erdoğan yenildi, Erdoğan’ın “başkanlık rejimine Türkiye “hayır
dedi. Hayır diyenler seçim sonuçlarını kabul etmedi ve halk sokağa döküldü. Pek
çok aydın bu süreci ikinci bir Gezi’nin başlangıcı olarak değerlendirdi.
Biliniyor ki sokaklar Erdoğan’ın korkulu rüyasıdır, çünkü Erdoğan’ı bu noktaya
millet dediği gerçeklik getirdi, yüz yıllık vesayeti ve devlet statükosunu
kendi vesayeti ve statükosuna değiştirmesinin temeli “millet di. Bu bağlamda
Erdoğan’ın halk gerçekliğini iyi tanıdığını bilmek gerekiyor ve Erdoğan kendi vesayetinin
ilk adımlarını henüz atarken, sokaktan gelen her ses tehlikeydi ve tüm sesleri
bastırmalıydı. Bu nedenle de Erdoğan’ın referandum sonrası ilk çağrısı “idam
oldu. Bu bir gündem değiştirme hamlesiydi. Fakat halkın artık bu gündem
değiştirme argümanlarına aldanmadığını görünce de 15 Temmuz sonrası yaptığı
gibi Kürt’e vurarak “gaz alma stratejisini hayata geçirdi. Nasıl olsa
“başkanlık rejimi ne en çok hayır diyen Kürdistan olmuştu. Kürt’e vurmanın
vurmamaktan daha çok siyasi getirisi olduğu zaten pek çok kez deneyimlenmiş ve
tıkanan devletin önünü hep bu yolla açılmıştı. Kürt’e vurursan OHAL’i
sürdürebilir, muhalifleri bastırabilir, sokaktan gelen tüm sesleri rahatça
susturabilirsin. Kürt’e vurarak kendi şaibeli seçimini meşru kılabilir ve bu yolla
sokağı terörist ilan etmen de kolaylaşır. İşte saydığımız bu nedenlerden dolayı
Türkiye, YPG’ye saldırmıştır. Erdoğan Kürt Soykırımı’nı başkanlığını
güçlendirmenin yol haritası olarak belirlemiştir, Erdoğan’ın dikatörlüğü Kürt
kanı ile beslenecektir, şaibeli seçimi bu yolla kabul görecek ve tüm muhalif
sesler böylece susturulacaktır. Bu nedenle Kürt Halkı’nın bu süreçte hiç
olmadığı kadar siyasi ve askeri güce ihtiyacı vardır. Bu sürecin başarısı
demokrasi ve insanlık değerlerinin kazanması anlamına gelecektir. Çünkü Kürt
Özgürlük Hareketi faşist, diktatör rejimlerin halkların kanıyla büyümesinin
önündeki en büyük engel olarak görünmektedir. Bu yüzden faşizmin en büyük
hedefi haline gelmiştir.
YPG’ye Saldırı Demokratik Ulus Paradigması’na Saldırıdır
YPG’ye saldırı stratejisi sadece Türkiye’nin politik güç
kazanmasına dönük bir strateji değildir. Psikolojik ve askeri boyutları ile
değerlendirildiğinde oldukça özel bir kapitalizm savaş stratejisidir. Dünyanın
üçüncü paylaşım savaşı Ortadoğu’da merkezileşti ve bu savaşın tarafları var.
Taraflardan en önemlisi ABD ve etrafındaki güçlerdir. Diğer tarafı ise Rusya ve
beraberindeki güçler oluşturuyor. Bütün bu güçler Suriye’de karşı karşıya geldi
ve neredeyse saatlik değişen dengelerle üçüncü paylaşım savaşı sürdürülüyor. Bu
savaşta taraf olmayan ve üçüncü çizgiyi temsil eden güç ise KÖH’tür. Ortadoğu
krizinin çözüm tarafı olarak üçüncü çizgide simgeleşen KÖH, askeri taktik ve
stratejik ortak olarak ABD ile ittifak halinde olsa da ideolojik olarak bu
güçle ayrışmaktadır, kapitalizmin krizine demokratik ulus paradigması ile çözüm
getiren KÖH üçüncü çizgidir. İşte 24 Nisan gecesi TC tarafından vurulan bu
üçüncü çizgi ve demokratik ulus çözümüdür. 24 Nisan gecesi, Rojava’da DAİŞ’ten
kurtulan kadın ve Şengal’de farklı inançların demokratik örgütlenme alanları
hedeflenmiştir. Ermeni Soykırımı’na denk getirilen bu saldırı ile YPG ile güç
ve moral bulan Kürt’ün bilinçaltındaki ölüm ve yenilgi psikolojisi harekete
geçirilmek istenmiştir. Binlerce yıldır şah ve sultanın askeri olmaktan öteye
bir statü kazanamayan Kürt’ün kara kaderi tekerrür edilmek istenmiştir. Kürt’e
yalnızca başkası için ölmeyi layık gören zihniyet, Kürt’ün kendisi için savaşan
ilk düzenli birliğini dağıtmak ve Kürt’ü başkası için savaşan güç konumunda tutmak
istemiştir. Bu yüzden TC’nin YPG’ye saldırması sıradan bir olay değildir. TC
YPG’ye saldırarak kapitalizmim kirli hesaplarını hayata geçirmeyi
hedeflemiştir. ABD’li askeri yetkili, saldırıdan bir gün sonra Qereçox’da boy
gösterdi, Rojava sınırında ise koalisyona ait birkaç askeri araç gün boyunca
devriye gezdi. Bunu nasıl okumalı, sanki 24 Nisan’dan bu yana Rojava’da
yapımını ABD’nin üstlendiği yüksek maliyetli bir Holywod filmi oynatılıyor.
Filmin sonunda ise “big brother kurtarıcı rolünde geliyor ve herkesi
kurtarıyor. ABD’nin yaratmak istediği psikolojik etki zan edersem tam da budur.
Bu yüzden 24 Nisan’ı Kürt tarihi açısından farklı ele almak gerekiyor,
uluslararası komplolar ile Önderliği teslim alınmak istenen bir halkın
Suriye’de geliştirdiği demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigması
komployla karşı karşıyadır. Esasen vurulmak istenen bu paradigmanın yarattığı
yeni yaşam çizgisi ile kendisi için savaşan özgür Kürt gerçekliğidir. “Küçük
Kürdistan oyununa boyun eğmeyen Kürt, Türk sopası ile vurulmak istenmiştir.
Kısaca, 24 Nisan gecesi olan budur.
Mızgîn Bermal
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net –
www.lekolin.info -www.navendalekolin.com -http://kursam.org/index.html-
http://kursam.net/index.html