06 Temmuz 2016 Çarşamba Saat 12:25
İnsan şiirlerde kendisini arar. Kendisini buldukça beğenir. Kendi
hayalleri. Beklentileri. Korkuları. Kaygıları. Sevinçleri. Sırlarını.
Yanılgılarını. Başarılarını. Velhasıl insani olan her şeyinin dile gelişini
gördüğünde kendisinden sayar. İlgi ve beğeni de kuşkusuz ki kendisini aramak
doğaldır. Bunu yadırgamamak gerek.
Nihayetinde şiir paylaşım aracıdır. Paylaşılan ne kadar karşısındakini
temsil ediyorsa ve onun insansal ihtiyacına karşılık veriyorsa o kadar
gerçekliği dahası paylaşımdakini yakalamış demektir. Ve yine nihayetinde şiir
bir iletişim aracıdır. Çünkü paylaşmak iletişime yol açar. Ve paylaşmakla
kurulan ilişki kuşkusuz ki çıkarsız ve beklentisizdir. Satmak ayrı. Paylaşmak
ayrıdır. Piyasa ayrı vermek ayrıdır. Şiir satılmaz. Satın alınmaz. Veresiye
verilmez. Paylaşmak beklentisizliktir. Kendinden vermektir. Paylaşıma sunarsın.
İsteyen alır. Niye almadı diyemezsin. Niye az aldı da diyemezsin.
Paylaşmak sınırsızdır. Ondandır ki verebildiğin kadarsın. Bu anlamıyla
beğenildiğin kadarsın. Ve paylaşmak beğenilmek için değildir. Kendinde
biriktirdiklerini vermektir. Ya kendinde biriktirip yastık altında çürütürsün.
Ki bunun adı şiir değildir. Tek kelimeyle şiir paylaşmak içindir. Kendi başına
kaldığında söylediğin mırıldandığın şiir seninledir. O kadar. Yazıp ta
kimselere paylaşmadığın ve adına şiir dediklerinde şiir değildir. Benimde
şiirlerim var ama kimseye göstermiyorum demek bir şey ifade etmez. Hatta ne
diye söylenir ki. Madem göstermeyeceksin, okutmayacaksın, paylaşmayacaksın ne
diye etrafta söylersin. Anlamı ve amacı ne? Bu konudaki tüm nedenler iki
noktada düğümlenir. Biri bireycilik ve kendisine suni şair bende bilenim
havaları vermek.
Öteki kendine güvensizlik ve şiirin anlamını bilememek. Her iki durum içinde şiir hakkında ki
bilgisizlik, yanlış bilme ve bu bilgisizlik sonucu kendi hallerini açığa
vurmakla karşılaşırız. Birincisi şöyle der kimseyle paylaşmak zorunda mıyım?
Kendime aittir. İster paylaşırım ister paylaşmam. Bana aittir. Kimseyi
ilgilendirmez. Ben özgürüm. Bu söylemlerin dizilişine baktığımızda tam
anlamıyla derin bir bireyciliğin kendisini abartmanın, üstün görmenin ve şiir
konusundaki derin cehaletin varlığını görürüz. Yazdığın not ise
vermeyebilirsin. Şiir ise vermek zorundasın. Çünkü şiir vermek ve paylaşmak
amacı dışında tanımlanmaz. Nerden bileceğiz şiir yazdığını. Kendinden menkul
senden başka tanığı var mı? Yok. Kendine güvenmeyip okutmaktan sakınanı anlamak
hoş görü ile yaklaşıp ona izah etmek yerindedir. Ama ötekinin amacını anlamak
zor. Dahası böylesi bir anlamsızlığı ne diye ortalığa atıp kendisini gündem
eder onu da anlamak zor.
Paylaşmaktan korkmak, kaçınmak iktidarcı zihniyetin yaklaşımıdır.
İktidarcı zihniyet paylaşımla çeliştikçe kendisini var eder. Paylaşımcılık
zihniyet olarak azaldıkça ya da yok edildikçe iktidarcı zihniyet zirvesini
yaşar. Çünkü iktidarcı zihniyetin temelinde varlığını diğerinin üzerinde olmak,
tutmak yani mutlak egemen olmak vardır. Ondandır ki ya inkâr edip yok eder. Ya
da kendisine bağımlı hale getirip hizmetine sunar. Ancak ondan öyle vazgeçer.
Bu zihniyetin kodlanmasında paylaşma asla yoktur. Zaten paylaşım ve komünalite
karşıtlığı etrafında gelişti. O zihniyette Hibe, yardım, lütuf, sadaka dışında
her şey satılıktır. Hibe yardım sadaka her ne kadar iyi niyetlilik olarak
bilinse de özünde bozuk bir sistemin varlığına kanıttır. Ve bu düzen içinde
yardıma muhtaçlar ile yardımseverler vardır. Buda ortaya çıkanın sınıfsal
yarılma olduğudur. Yardımlaşmak sınıflı toplum kavramıdır. Paylaşım
yardımlaşmanın çok ötesindedir. Paylaşım kendinden vermedir. Yardım değildir.
Paylaşım yaşamın ortaklığına kanıttır. Yardım yaşamın ayrı yaşandığına
kanıttır. Ortaklık değildir. Yardımlaşma sistemin kendisini sürdürmesine kolay
ve ucuz bir oyalama hayli sağ bir çözüm aracıdır. Bunun meşrulaşması sistemin
sorgulanmasını aşılmasını engeller. Ne yazık ki, Paylaşma adına anlaşılan ancak
bu kadardır. Tarihsel paylaşım kültürünün çarpıtılması böyledir. Tanrılar,
krallar, despotlar paylaşmazlar. Lütuf ve kırıntı verirler. Paylaşım içine
girmek statü kaybıdır. Paylaşım ilişkisinde statü yoktur.
Bireyciler, despotlar, krallar ilişkilerinde paylaşımcı olamazlar.
İlişkileri resmidir. İktidarcı zihniyetin ilişkisi ya özeldir, ya resmidir.
Yani İktidar İki ilişki biçiminde var olur. Özel ilişki denileni gizli kapaklı
olandır. Yani paylaşılmayandır. Özel ilişkiyi özgür ilişki ile karıştırma hep
olur. Özel ilişki Her türlü saray oyunu, komplo, entrika senaryolarının
işlediği, işletildiği ilişkilerin adıdır.
Resmi denileni ise hiyerarşi gerektirir. Resmiyet denilen iktidarın
ilişki tarzı mutlaka statü ve hiyerarşi ister. Resmiyette statü, hiyerarşiye
göre hareket edilir. Buralarda bu mekânlarda ve ilişkilerde şiir asla yer
bulamaz. Resmiyetin soğuk suratı ve soğuk donuk mekânında şiir hayat bulmaz.
Şiir buraya ancak askeri marşla kimlik, kişilik değiştirerek girebilir. Şiirin
havası resmiyetin havasını bozar. Resmiyeti yerle bir eder. Şiir statü tanımaz.
Resmiyet tanımaz. Kendisince akar. Kendisince konuşur. En resmiyeti, devleti,
iktidarı öven içerikli olan anlatımlar adı şiir olunca resmiyet, devlet,
iktidar havası gevşer. Ajitasyon sözler ayrı şiir ayrıdır. Bunları
karıştırmayalım. Resmiyet, iktidar, statü halleri özgürlük halleri değildir.
Özgürlüğün sınırlandırıldığı, izne bağlandığı, hayatının tehlikede olduğu
yerlerdir. Çünkü çağımızın bilgesinin dediği gibi, Şiir tahakküm tanımayan eski
özgür toplumun dili ve hakikatidir… Resmi sınırları aşmayan bir edebiyat ve
sanat, aslında halklara en büyük darbeyi vurur.
İktidarcı zihniyetin hayata geçmesi için yani egemenliğini kurması
için kimi araçlara ihtiyacı vardır. Nihayetinde egemenlik bir ötekini
gerektirir. Bir öteki olmadan egemenlik boştur. Yani bir ilişki
gerektirir. Nedir bunlar. İlişkilerde
özel ya da resmi. Özel ilişkiler hanedan kültürünün her dönemin güncel
versiyonuna uygun soylular, tekeller, zenginler arasında oluşudur. Avamı
ilişkiler özel ilişkilerin yasa dışı, soyluluk dışı ilişki diye yadırganan
biçimidir. Pek hoş karşılanmaz. Hatta kimi ilişkiler Mümkün mertebe gizli
tutulmaya çalışılır. Çünkü tüm aristokrasi veya diğer adıyla sosyete dünyasının
adabı muaşeretine ters ve seviyesizliktir. Özel ilişki dünyasının magazin
dedikodularında çekiştirilme tehlikesiyle karşılaşmaktır. Resmiyette ise Neye
göre bu ilişki statüye göre ve hiyerarşiktir. Yani statün senin değerindir.
Senin düzeyindir. Senin fiyatındır. Ve senin haddindir.
Zehir zemberek bir ilişkinin zorunluluk çerçevesindeki sevgi saygı
gösterilerinin türlü sahnelerinin sergilenmesidir. Kimi İlişkiler gönüllü amaç
gütse ya da öyle yansısa bile zorunluluklar yüzünden bıktırıcı tekrarların
ileri marş, sol sağ temposunda iki kere iki dört makamında yürüyüşle disiplin
kavramına pekiştirme yapıldığından geleceği parlak değildir. Anarşistlerin ve post
modernistlerin çokça eleştirdiği bu ilişki tarzının yerine konulanların
toplumsallığı ve paylaşımcılığı örgütlemekten uzak oluşundan ötürü alternatif
olamamıştır. Kuralsızlık ve kaos yaşamda güçlülerin kendilerini hakim kılmasına
yol açabilmektedir. Bu durum güç heveslilerinin, kurnazların, egemenlik peşinde
olanların işine yarayacak açık uç olmaktadır. Birinde ucu açıklık tehlike iken
ötekisinde tanımları, hayatları bulanıklaştırma, belirsizliklere boğma,
düşünceleri enflasyonist bir sonuca vardırmaktır.
Ancak yaşama dair kuralların adını resmiyetle karıştırmak cehaletini
de görmekteyiz. Ve sanki ancak resmiyetle hayatın düzene sokulacağı anlaşılır.
Bu tamamıyla iktidar paradigmasının doğuşundan itibaren toplumu kendi nizamına
koymanın yoğun propagandasının dahası yaratmış olduğu algının zaferidir. Oysa
amaçta toplumu kurallarla yönetmek olmayıp tamamıyla zapturapt altına alma
hedeflenmiştir.
Ahlaki politik ilişki farklılığa dayalı eşitlik ve özgürlük
gerektirir. Dolaysıyla da anlamlı bir yaşamı tartışmasız dayatır. Ahlaki
politik yaşamın ilişki tarzında resmiyet değil işlevsellik temeldir. İşlevsel
olmamak hayat içinde olmamak anlamındadır. Tüm karar ve uygulama akışında söz
sahibi ve sorumlu olmak demokratik uygarlığın insansal ilişki tarzıdır. Bunun
adı da işlevselliktir ve ahlaki olmaktır. Özgür ilişki ahlaki ilişkidir. Çünkü
özgürlük ahlakın kaynağıdır. Ahlak özgürlüğü gerektirir. Özgür olmak hayat
içinde farklılığına dayalı eşitlik temelinde işlevsel olmaktır. Esnek bir
zihniyeti, esnek bir ilişkiyi ve esnek bir hayat bütünlüğünü ön görür. Hayatın
bütünlüğü esnekliğe dayanır. Hakikatin bütünlüğü yine esnek zekânın ta
kendisidir. Oysa resmi uygarlıkta hayatın bütünlüğü yoktur. Ayrımlar, parçalar,
statüler, sınıflar, kategoriler, iyiler kötüler, altlar, üstler, ezenler
ezilenler, vb. vardır. Resmi uygarlık iktidar paradigmasıyla var olmuştur.
İktidarcı ilişki statüye dayalı resmiyet gerektirir. Resmiyet ilişki tarzı
olarak hukuki olmaktadır. Resmiyet ahlaki değildir. Ahlak özgürlükten
kaynaklanırken, resmiyet hukuktan kaynağını alır. Yani ahlaki kurallara göre
resmiyet olmaz. Ahlakilik politikliği gerektirir. Ahlakilik özgürlük
gerektirir. Oysa resmiyet politikliği değil iktidarı veya iktidar düzeyini yani
statüyü gerektirir. Haliyle mülkiyete dayalı adaletle hukukunu yani kurallarını
oluşturan sistem resmiyetle yani bu ilişki tarzıyla işlerini yürütür. Söz
gelimi, Toplanmak için resmiyet gerekmez. Yaşamak için resmiyet gerekmez. Resmi
olan toplantı ile resmi olmayan toplantı arasında ne fark var. İzin, rutin,
tutanak ve atanmış bir yürütücü oldu mu toplantı resmidir. Bu sistemin
vazgeçilmezidir. Her şey tepeden ayarlanır. Tutanak her ne kadar belge amaçlı
gösterilse de asıl neden güvensizliktir. Kesinlikle böyledir. Resmi uygarlıkta
ilişkiler, toplantılar ya özeldir, ya resmidir. Dolaysıyla ister resmi uygarlık
içinde olunsun ya da dışında kalınsın resmi uygarlıkla ilişkilerde kayıt altına
alma gereklidir. Çünkü çıkarlar üzerine kurulu bir sistemdir. Bir anda her şey
inkâra gelebilir. Ölçü çıkarlardır. Ölçü ahlak değildir. O nedenle tutanaksız,
kayıtsız olmaz. Çıkarcılık ne zamandan beridir güvenilir olmuştur. Söze değil
belgeye göredir resmiyet. Sözün değeri değil, belgenin, tapunun, paranın,
senedin, çeklerin değeri vardır. Resmi uygarlığın dünyasında bunlar
vazgeçilmezdir. Başka da çare olamaz. Çünkü dünya için çıkar dünyası deniliyor
ya, vay halimize. Neden vay çünkü bu yaşam dışında yaşamın güvenilmez olduğuna
inandırılmış olmak en kötü hal. Vay dediğimiz bu.
Oysa ahlaki politik hayatta Toplantı ihtiyaçlara göre belirlenir.
Toplanma süreçleri yani zamanı yine ihtiyaçlara göre tespitlenir. Toplanma
biçimi sayısı ve düzeyi toplanmanın işlevine göredir. Burada ana tema
işlevselliktir. Sırf rutin diye toplanılmaz. Ya da rutin olmasın diye de birkaç
söz söyleme zorunluluğunda olunmaz.
Toplantıda tutanak tutulur tutulmaz oradaki bileşimin kararına göredir.
Kuralları ve gündemi de her toplantının bileşimi belirler. Kısacası yaşamın her
anında ki işleyiş tarzı işlevsellik üzerinedir. İş ve rol koordinasyonuna doğru
bir örgütlülük vardır. Resmi uygarlıkta işleyiş resmidir. Yani sistemin
sürdürülmesi, ayakta kalması için resmi kurallar olmak zorundadır. Bir başka
deyişle resmiyet yukarıdan aşağıya işleyiş tarzıdır. Demokratik değildir. En
altı dikkate alanın demokrasisi ise parmak sayısıdır. Parmak sayısı ile
demokrasi resmiyette özgür ilişki ve özgür duruşta sakatlık yaratır. Çünkü
eğilimler genelde tanrıya, egemene, üste, sahip olana, güçlü olana göre
şekillenir. Farklılık parmak çoğunluğunun gadrine ve ezici egemenliğine maruz
kalır. Tanrı krallar perde arkasından
konuşurdu. Muhatap yoktur. Alt vardır. Ortak yoktur. Resmiyette ortaklık değil
uymak zorunludur. İlişkilerde mesafe anlayışı vardır. Had statü dediğimiz işte
bu mesafenin adıdır. Dolaysıyla resmiyetin
kaynağı hukuktur. Ve hukuk son tahlilde mülkün temelidir. Demokratik uygarlıkta
işleyiş işlevsellik üzerine kurulu ahlakidir. İşlevsel olmak politik olmaktır.
Çağımızın bilgesi şöyle demektedir, Ahlakın temel rolü, toplumun sürdürülmesi
ve ayakta kalması kurallarına sahip olma ve bunları uygulama gücüdür.
Ama ahlakta zorla yürütme yoktur. İçten benimsenmeyen bir kurala zaten
ahlak kuralı denilemez.
Ahlaki kurallar yaşamın her alanında gözetilir. Doğa ve toplum ile
uyum şartına dayalı ahlaki öz bu eksende kendi kurallarını oluşturur. Bundandır
ki, Demokratik uygarlığın ilişkisi Ahlakidir. Demokratik uygarlığın ilişki
tarzı resmi değil ahlakidir. Ahlaki olan özgür olandır. Resmiyet mecburiyettir.
Ahlakilik gönüllülüktür dolaysıyla özgürdür. Özgür ilişkiler ahlaki olandır.
Haliyle güven güvensizlik sorunu olmaz. Sözün değeri vardır. Söz yen’mez
uygulanır. Söze güvenilir. Söz tartışılmaz.
Peki, böyle oldu mu toplantı olmaz mı?
Bütün tez izin, tutanak ve bir üstün denetiminde olma halidir. Bu bir
rutindir. Bir milim şaşılırsa sistem tehlikede görülür. Özgürlük resmiyetin çerçevesindedir. Elbette
ki bu çerçevede statü sahipleri dışında kalanların serbestlikleri,
özgürlükleri, eşitlikleri haddine, konumuna göre olmak zorundadır. Haliyle
resmi ilişki onu kullanan statü sahiplerine kurdukları sistemde sınırsız özgürlükler,
serbestlikler sunar. Tanrı krallardan,
krallardan, tüm despotlardan günümüzdeki her türlü devlet biçimine ve modern
ilan edilen tekellere kadar resmiyet mutlaka korunan, gözetilen ilişki tarzı
olmuştur. Resmiyet olmadan bir an, bir gün yaşayamaz sistemleri. Çünkü
ilişkiler gönüllülük üzerine değil çıkar ve mülkiyet oranına haliyle de statüye
göredir. Resmiyet için tehlike statü sahipleri değildir. Çıkar çelişki ve
çatışmaları resmiyeti tehlikeye sokmaz. Biri gider öteki gelir ama sistem nasıl
olsa bakidir. Tehlike statüsüzlerin özgürlük, eşitlik dayatmalarıdır. Gerçi
onlarında resmi uygarlığın ilişki tarzı, araç ve kurumlarını kullanmalarından
dolayı bu güne kadar başardıkları ciddi pek şey olmamıştır. Eninde sonunda
eklemlenmek, çözülmek, boyun eğmek ya da pişman olmaktan kurtulamamıştır. Çünkü
resmi ilişkilerde çözüm aramak, resmi ilişkilerle kurtuluşa yönelmek her türden
iktidarcı heveslerin, emellerin kendisini gerektiğinde hile ve entrikaları da
arkasına alarak yapmayı becerebilenlere önemli bir araç olmakta önemi bir imkân
sunmaktadır. Aslında ordular bu sistemin ana özüdür. Ordu mantığı sistemin ana
mantığıdır. Ordudaki işleyiş, ilişki, davranış, tek tipli, tek bakış, tek
doğrultu, kesinlik, katılık, içtihat sız, hiyerarşik vb. dizayn hem devletin,
hem iktidarın, hem resmiyetin ana çerçevesini oluşturur. Ordu proto sistemdir.
Sistemin en anlaşılır, berrak halidir. Zaten ordular devletlidir onun emrinde,
paradigmasında yaratılmıştır. İktidarcı zihniyetin fetih gücüdür. Ve ordular
aslında savunma amaçlı oluşturulmamıştır. Ele geçirme, sınırları büyütme ana
amaçtır. Egemenler için ordu ve onun sistemi vazgeçilmezdir.
Gerillacılık ve halk direnişleri egemenlerin tarzı olmamıştır.
Gerillaya karşılık ordular bünyesinde kontrgerilla güçlerini kurdukları bilinir.
Gerilla ordu dizaynında değildir. Olamazda. Gerilladan ordulaşmaya geçişlerde
hep sosyo-siyasal sorunların yaşandığı, iktidarcılığın halkların
mücadelelerinde kendisini erken iktidar hastalığı türünden baş gösterdiği
kanıtlanmıştır. Mülkün ve ordun kadar kendine övünme payı çıkartabilirsin.
Garip olanı ise egemenlerin bu övünçlerinde zerre kadar çıkarı olmayan ve düz
askerlikten öte orduda rolü olmayan halk kitlelerinin de bundan övünmesine yol
açılmasıdır. Asker dendi mi aslında tebaa denmektedir. Askerin ordudaki
sesleniş hali kul, tebaa, avam anlamında ve havasındadır. Kölelerden orduların
tarihte kurulduklarını bilmekteyiz. Komutan asil ve soyludur. Asker sıradan ve
halktandır. Bu çizgiler net ve kesindir. Tarihte adı yazılan kahramanlar hep komutanlardır.
Savaşları komutan kazanmıştır. Ve tüm marşlarla sözde şiirler hep bu
kahramanları dile getirmiş ve onlara adanmıştır. Askerin kahramanlığı ajitasyon
düzeyindedir.
Peki, neden statü, resmiyet, hiyerarşi, devlet vb. çünkü iktidarcı
zihniyetin hayat algısı ikilemlidir. Ezen, ezilen, üst alt, yetkili yetkisiz,
özne nesne vb. düşünüş tarzının bir sonucudur. Ya da tersinden iktidarcı
zihniyete karşı olsan bile şayet ikilemli bakış açısı ile yaşıyorsan eninde
sonunda resmiyetle, özellerle, alt ve üstlerle işler ve ilişkiler sürdürmek
zorundasın. Sonrada çözülüp dağılmaktan elbette kurtulamayıp iktidara
dönüşeceksin.
Peki, şiir nerde kaldı. Şiir elbette unutulur bunca kızılca kıyametin,
resmi nutukların arasında. Şiir artık bu durumlarda ya isyandadır, ya dağlarda,
ya da yüreklerde kan ağlıyordur. Belki de Dört duvarlar arasında şafak
bekliyordur. Ya bırakılmanın ya da asılmanın.
Ya da sürgünleri arşınlamakta, hasret çekmektedir. Şiir artık özgürlüğü
yaşamanın değil, özgürlüğün kavgasındadır. Tutabilene aşk olsun.
İnsanlık için
yaşamda iki tuzak vardır:
Biri, ikilemli düşünüş tarzıyla hayatın içinde olunmak. Yani ezen
ezilen, özne nesne vb. ekseninde…
İkincisi iktidarcı zihniyetin resmi ilişki tarzıyla yaşamı kurgulamak.
Her iki tuzak egemenleri başa çıkarır. Egemenler içindeki en egemenin
kazanmasına olanak sunar. Halklara asla!
Ve aslında şiir içinde bu bir tehlike. Şiir bu tuzaklara düşmemeli.
Zaten ozanlar bu yaşamların ilişki ve düşünüş tarzında olmadıklarından şiirleri
özlü ve özgürlükçüdür. Ve aslında şiir doğuşunda özgürlüğün sesi, vurgusu,
anlatımı, dile gelimi insanın ilk konuşma diliydi. Çağımızın bilgesinin dediği
gibi, Dilin kendisi doğuşundan itibaren uzun süre şiirsel anlatımlıdır.
Dolayısıyla şiirle hakikat arasında sıkı bir ilişki vardır… İlk ozanlar
bilgelerden, peygamberlerden önceki hakikat açıklayıcılarıdır. Bir toplumun
dilinin şiirselliği ve ozan anlatımlı gücü, o toplumun ne denli özgür ve
anlamlı bir toplumsal gerçekliğe sahip olduğunu gösterir. Toplumun ve
insanların dilinin günümüzde ne hale geldiğini görmekteyiz. Dilde yalan, ezop,
yalvarma, egemenlik kurma, öldürücülük, ezicilik, boş verme, anlamsızlık,
ketumluk, boşboğazlık vb. haller iktidarcı zihniyetin insanlık dünyasında başa
bela olmasından sonradır. Tanrıça tabletlerinde bu dilde çatallaşma diye
tanımlanmıştır. Yani dil ikiye çatallaşma olarak ayrılmıştır. Doğru ile yalanı
içinde barındıran. Öyledir ki artık neyin doğru neyin yalan olduğu hayli
bulanıklaştı. Çünkü zihniyet bulanıklaştı. Zihniyet çatallaştı. Yarılma
zihniyette olunca bu kişilikte yarılmaya, davranışlarda ve dilde yarılmaya yol
açmıştı. Şiirlerde böylelikle çatallaşmadan nasibini alır duruma düşürüldü.
Giderek şiir özgürlük eksenindeki varlığından kopartılarak, resmiyetin,
aristokrasinin beslemesi olarak hizmete koşturuldu. Şiir yaranmanın, ödül
almanın, birinci olmanın, kendisini konuşturmanın, emir talimatla dizelerini sıralamanın, önemli
günlerin, marş havasında orduları coşturmanın raşitik hallerine düşürüldü.
Öyledir ki gelinen noktada şiirin sonu ilan edildi. Tarihin sonu gibi…
İnsanlar ya hiç konuşmaz ya da boş boğaz olur hale konuldu. İnsanların
korkudan ötürü konuşmanın suç sayıldığı despotik zamanlarda dilini kısmıştır.
Özellikle faşist despotik zamanlarda insanlar arasında aşırı güvensizliğin
yayıldığı, muhbirliğin cirit attığı, faili meçhule gittiği görülmüştür.
Ondandır ki, susmak daha güvenlikli bellenmiştir. Faşist yönetimlerin
kalkışının ardından bu kez insanların bardaktan boşanırcasına durmadan
konuşmaya başladıkları gözlemlenmiştir. Her iki durumda aslında insanı
normalizasyona denk düşmemektedir. Ne korkudan ketum ve dilsizlik nede
zincirinden boşanmışçasına ağzına ve aklına ne geldiyse dinlenip dinlenmediğine
bakmadan konuşmak normal insan davranışı elbette ki değildir. Her iki durumda
insanın anormal olarak tanımlanmasından öte yaşadıklarının anormalliğindendir.
Anormal olan insan değil o insanın yaşamak zorunda bırakıldığı sosyo-siyasal
koşulların kendisi ve sorumlularıdır. Aşağılık olanlar, dengesiz olanlar, neyi
ne zaman yapacağı belli olmayanlar asıl onlardır. Hedeften sapmayalım.
Konuşmak şiir dilinden uzaklaştıkça yaşamda zihni, sosyal çatlaklar
çelişkiler var demektir. Şiirle dile gelen iç dünyadır. Algılarındır. İnsan
şiirde kendisini ve kendisindekileri anlatır. Düşünce ve duygu dünyanda ki
yansıları paylaştıklarındır. Hayata dair kendindekileri paylaşmaktır şiir. Özlü
anlatımdır. Özlü iletişimdir. İlişkilenmedir. Önemli olan şairlerin şiir
dilinde olmaları değildir. Önemli olanın toplumun tümünde şiir dilinin hâkim
olmasıdır. Eğer işler şairler ve onların şiirlerine kalmışsa yaşam tehlikeli
gidişatlar da seyretmektedir.
Özgürlük zemini ne kadar güçlüyse insan dilinde şiirsellik daha baskın
olur. Ondandır ki şiirsel dil için ya özgür bir yaşam olacak ya da özgürlük
uğrunda bir yaşam içinde olunacak. İlk toplumun şiir dilinden kopup işlerin
artık ozanlara, bilgelere, peygamberlere düşmesi zihniyetteki çatlaklık ve onun
hayata yansımasından sonradır. Giderek şairler ortaya çıktı. Oysaki şairlik bir
meslek değil ki. Ekmek kapısı değil ki. Şair dediğin ne? Sadece şiir yazan ise
hayat tek boyuta sıkışıp kalmış demektir. Tek boyutla yaşam özgür yaşam olamaz.
Zaten resmi uygarlıkla birlikte, yazarlar, şairler, sanatçılar, zenginler,
krallar, yoksullar, kötüler, iyiler diye ayrımların insan düşünce ve hayatında
tarihsel başlangıç yaptıkları bilinir. Giderek sistem kendisine hizmette bir
ulema ordusunu kurarak bu alanların olanaklarını değerlendirdi. Sanat, bilim
insanları diye bir kavramın, ayrımın ortaya çıkışı bu zamanlardadır. Ya sanat
ve bilimle uğraşanlar toplum içinde kalacak. Ya da sistemin sunduğuyla
beslenerek hizmetinde olacaktı. Zaten böylesi bir ikilemin ortaya çıkışından
sonra artık darağaçları, sürgünler, derisi yüzülmeler, yakılmalar tarihi de
başlamış olmaktaydı. Şairlik, sanatçılık bıçak sırtında olmak ya da saray
kenarında durmak arasında tercihlerle karşılaşacaktı. Ardından şiirler
satılacak. Şairler ödüllendirilecek. Şair ve şiir piyasanın bir metası
olacaktı. Özgürlükten meta oluşa dönüşün tarihçesi başlamıştı. Giderek
sahnelerin, loş köşelerin garip şiir okuyanları peydahlanacaktı. O da yetmezmiş
gibi bir müzik aleti eşliğinde şiirle ilgisiz bir müzikle şiir okuma
alışkanlığı hastalık haline gelecekti. Şarkı, türkü okumak ayrı, şiiri bir
aletle okumaya çalışmak ayrıdır. Her şiir ya da beste zaten kendi müziğini
içinde barındırır. Sanatçılık bunu açığa çıkarmayı becerendir. Bir başka sözün,
duygunun müziğiyle bir başka söz ve duyguyu içermiş olan şiiri birlikte okumaya
kalkma herhalde modernliğin şiir okumaya dair getirdiği köksüz, anlamsız bir
yeniliği olsa gerek. Her şiir kendi seslenişini içinde, özünde barındırır. Ve
her şiir kendi ağzıyla, duygusuyla, tınısıyla, seslendirilir. Zaten şiiri
seslendiren insanın kendisi aynı zamanda şiirin dile gelimi için bir araç olmaktadır.
Bir yandan birbiriyle ilgisiz müzikler eşliğinde şiirler okuma diğer yandan her
şiiri aynı ses, aynı ton, aynı makamla okuma tarzı adeta yanlışların birbiriyle
yarışması gibi sürmektedir. Kimsenin bunu kurcalamasına, üzerinde tartışmasına
ne fırsat verilmekte, nede bu yönlü çabaları anlama, dinleme erdemliği
gösterilmektedir. Karma karışık bir yaşamın karmakarışıklığından şiirde böylece
nasibini alarak bunalımlı hayatların mezesi veya neye yarar para etmedikten
sonra deyişlerin ilgisizlik mağduruna dönüştü.
Her şey kendi orijinliğin de güzeldir. Sahte sözler, sahte ilişkilere
aittir. Hakiki sözler hakikat ilişkilerine aittir. Egemen sözler egemenlere
aittir. İşin en kötüsü ve garibi en zavallı duruma düşürülmüşün kendisini
egemen sözcüklerle hayatta tutunma gayretidir. Ne egemen sözler, nede
zavallılık nağmeleri her ikisi de uçtur. Her iki sözün akışında özgürlük
çıkmaz. Sahtelik ve yalan sözlere sızmışsa hayat çekilmez halde, egemenlikler
yarışta demektir. İlişkiler ve sözler birbirlerini tamamlar veyahut
birbirlerini anlatırlar. Şiirsel bir yaşam özgürlüğe tekabül eder. Baştanbaşa
toplum sanatla doludur. Şiir ruhuyla konuşmaktadır. İlişkileri de şiir
makamındadır. Özgürlükler, özgünlük ve farklılıklar bütünlük içinde uyumlu
dizeler gibi olmaktadır.
Şiirin dili kendi olmanın, kendini ifade etmenin, kendini
gerçekleştirmenin dilidir. Şiir yalan söylemez. Yalan konuşulur. Yalana
bulaşmış dizeler şiire ait olmayıp düz yazının satırlarıdırlar. Ya özgür
yaşamda yaşanılacak, ya da özgürlük arayışında olunacak hallerde şiirler anlam
arayışında ve anlam yaratımında seyrederler. Olur, mu olmaz mı demelerin
dünyasında elbette olacak, olmalı demenin yolunda olmak önemlidir. Belki
yanlışlar olur. Tam anlamıyla doğrular yakalanmamış ve yaşanmamış olabilir. Önemli
olan hangi yolda yüründüğüdür. Yol doğru olduktan sonra düşüşler kalkışlar
ciddi sorun değildir. Yol yanlışsa doğrular neye kime yarar ki, o ilişkiler
kimi güçlendirir, kimi zayıflatır bilinmez ki.
Özgür sözler, özgür ilişkilerle güzeldir. İlişkiler özgür değilse ve
özgürlük amacında akmıyorsa güzel sözler boşuna. Ve sözler ilişki kurmak
içindir. Söz ile ilişki arasındaki denge, mihenk insandır. Anlam dünyası ya
davranışla, ya çizimle ya da sözle dile gelir. Yaşam ilişkiler bütünüdür.
Hakikat doğa insan ilişkisindeki bütünlüğün uyumundan geçer. Uyumlu yaşam uyumlu sözlerdir. Uyumlu sözler
şiirin özgürlük havasıdır. Uyumlu sözler uyumlu ilişkilerle hakikati bulur. Yol
uyumun kendisinden başlamaktır. Doğa toplum dengesindeki uyum şiirin kuramıdır.
Gerçek insan doğa toplum dengesindeki uyumu yakalayıp yaşamaya başlayarak
toplumlaştı. Ya da bunun kavgasında olandır. Şiir uyumun, uyumlu ilişkinin
kendisi, arayışı, seslenişi, dile gelişidir.
Özgürlük şiire yaklaşan dile sahip olmakla yaşanmış sayılır. İnsana
layık ilişki özgür ilişkilerdir. Özgür sözler yani bir başka deyişle
şiirlerdir. Ne yapalım bu dünyada özgür ilişkiler yok. Zahmet bir şey diyenler
varsa o da iyidir. Demek ki en azından bu dünyada özgür ilişki olmadığını kabul
ediyor. Kötü olan özgür olmadığı halde kendisini özgür sanmaktır. Hayat
özgürlükle insanlığı yarattı. İlk ilişki özgür ilişkiydi. Şiir ilişkisiydi.
İşte yol orda hala yerinde duruyor.
Timur Fidan
Kürdistan
Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.com
– www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com
0
21
TR
HE
:” ”
:””
” “,” ”
:” ”
Timur FidanKürdistan
Stratejik Araştırmalar Merkeziwww.lekolin.com
– www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info – www.navendalekolin.com