9 Ocak 2013 tarihinde Türk devletinin insanlık düşmanı yüzünü tüm herkese gösteren Önderliğimizin “İkinci Dersim Katliamı” olarak tanımladığı Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez arkadaşlar katledildi. Bu katliam sadece her 9 Ocak tarihinde anılmıyor, Kürt halkının her an kendini hissettiren bir yarası olarak sürekli hatırlanıyor. Fransa’nın başkenti Paris’te 3 Kürt kadın devrimci doğrudan Türk devletinin bir tetikçisi tarafından hedef alındı. Yakalanan katil önce psikolojik bozukluğu varmış gibi davrandı, ardından ise cezaevinde karanlık bir şekilde ölü bulundu. “Hukuk devleti” kavramına verdiği önemle övünen Fransa’nın mahkemeleri ise katilin ölümünü dosyayı kapatma gerekçesi yaparak ulus devletlerin hukuktan, adaletten ne anladığını gözler önüne serdi. Oysa Fransa’nın kendi yasaları katilin azmettiricilerinin bulunması gerektiğini ve katliamın siyasi sorumlularının da yargılanmasını öngörüyordu.
Politik sorumlular daha ilk günden belliyken süreçle beraber TC’nin suçunu somutlaştıran gelişmeleri anımsamak gerekir. Katilin Türk devletinin kirli savaş merkezi MİT ile ilişkileri yakalandığı andan itibaren birer birer açığa çıktı. Ankara’ya yaptığı ziyaretlerden, ona yapılan ödemelere kadar somut deliller bulundu. Bir süre sonra bu kişinin resmi MİT kadroları ile yaptığı görüşmelerin kayıtları da kamuoyuna yansıdı. “Şehit Sakine Cansız İntikam Operasyonu” ile özgürlük hareketinin tutukladığı MİT yöneticileri de katliama dair önemli itiraflarda bulundular ve katliamın içyüzünü açıkladılar. Bu açıklamalar da yayınlandı. Öte yandan tek başına katilin yaşam hikâyesi de Türk devletinin bu kişiyi kontra olarak nasıl yetiştirdiğini kanıtlıyordu. Aslında bu ayrıntılar olmaksızın da Kürt soykırımını varlık gerekçesi gören faşist Türk devletinin bu vahşetin faili olduğunu herkes tespit edebilirdi. Fakat detaylar özel savaş çetesi MİT ve faşist şef Erdoğan’ın doğrudan sorumluluğunu açıklıkla ortaya koyuyordu.
Tüm bunlara karşın Fransa’nın katliamın Türk devleti ile ilişkisini görmezden gelmesi kuşkusuz hukuki değil, siyasi bir karardır ve hukuki mecradaki süreçte görmezden gelinmeden bu çerçevede ele alınması, sorgulanması ve bu düzlemde hareket edilmesi gerekmektedir. Fransa’nın bu katliama yaklaşımına karşı mücadele edilirken talep “Katliam aydınlatılsın, sorumlular açığa çıkarılsın” olmamalıdır. Çünkü bu katliamın failleri bellidir. Türk faşistlerinin olası Fransız işbirlikçileri üzerine bir araştırma gereklidir, bu nokta dışında bulanık bir yan yoktur. Karanlıkta kalmış, soru işaretlerinin olduğu bir cinayet değildir, söz konusu olan. Sorumlular isim isim ortaya çıkmıştır. Katliamı nasıl planladıkları bellidir. Talimatı kimin verdiği nettir. O zaman Fransa’dan istenmesi gereken sorumluları yargılaması ve cezalandırmasıdır. Öncellikle bu katliam onun başkentinde işlenmiştir. Dahası kendi hukuk kuralları ile bu tür bir saldırıyı cezalandıracağını taahhüt eden de Fransa devletidir. Evrensel hukuk kuralları da bunu gerektirmektedir.
Fransa’nın tüm bu somut bulgulara karşı katliamı örtbas etmeye çalışmasının çıkarlar dışında bir açıklaması yoktur. Uluslararası hukuka dayandığını iddia etse de Doğu Akdeniz’de, Kuzey Afrika’da faşist AKP-MHP hükümetinin Osmanlı rüyasını kendi nüfuz alanlarına müdahale olarak görmekte ve bu nedenle karşı hamleler yapmaya çalışmaktadır. Son birkaç yıldır Macron yönetiminin TC’nin işgalci ve soykırımcı operasyonlarına sözel düzeyde tepki göstermesi Paris katliamına karşı tavrıyla kıyaslandığında sorgulanır bir konumdadır. Fransız devletinin açıklamalarına Türk devleti ile maddi menfaat ilişkisini korumaya dayalı davranması samimiyetsiz bir yaklaşımdır. Açıklamalarında faşist Erdoğan yönetimini hedef alan Fransa bu faşist diktatörün göz göre göre kendi topraklarında işlediği bu insanlık suçuna karşı hareketsiz kalması ise temel bir çelişkidir. Sadece bir örnek bile bize çok şey anlatır. Doğu Akdeniz’de faşist hükümetin Fransa’nın şiddetli tepkiler gösterdiği adımlarda kullandığı askeri gemi vb. araçların neredeyse tümü Fransız yapımıdır. Bu durum yapılanların ikiyüzlü bir taviz koparma arayışından öte bir anlam taşımadığını gösterir.
Halbuki, uluslararası hukuk esas alındığında tespitli birçok insanlık suçu olan Faşist Erdoğan yönetiminin sadece Paris katliamındaki rolüyle bile yargılanması ve cezalandırılması gerekmektedir. Bu durum Avrupalı güçlerin özelde Fransa’nın Kürt halkına bakışını ve TC rejiminin yüzyıldır gerçekleştirmek istediği Kürt soykırımındaki ortaklığını da göstermektedir. Bu güçlerin gözünde Kürtler her yerde katledilebilir, kültürel varlığı ortadan kaldırılabilir.
Öte yandan kadın katliamlarına karşı kadın direnişinin simgelerinden olan Mirabel kardeşlerin vahşice öldürülmesinin benzeri olan Paris katliamı kadın hakları kavramını dilinden düşürmeyen Fransa’nın bu konuda da samimi olmadığını göstermektedir. Bu açıdan sadece Fransa’nın tutumu değil uluslararası alanda kadın mücadelesine duyarlı olduğunu iddia eden kesimlerin de yaklaşımları yetersizdir. Erdoğan tıpkı Dominik Cumhuriyeti’nin diktatörü gibi 3 kadına vahşice saldırmıştır. 25 Kasım nasıl dünyada kadın katliamlarına karşı evrensel mücadele günü olarak ele alınıyorsa 9 Ocak’ın da bu şekilde ele alınması ve bu noktanın vurgulanması gerekmektedir. Ayrıca Rafael Trujillo nasıl tarihin çöplüğüne kadın öncülüğünde yürütülen direnişle yollandıysa aynı akıbeti faşist Erdoğan’ın da paylaşacağı açıktır.
Kendal BAGOK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi