20 Mart 2003’te Irak’a yapılan müdahale sonucunda, ABD, İngiltere ve koalisyon güçlerinin öncülüğünde Baas rejimi devrildi. Saddam Hüseyin, 5 Kasım 2006’da savaş suçlarından yargılandı, suçlu bulundu ve idam edildi.
Anlaşmalı güçlerin müdahalesinden sonra Baas rejimi çöktü ve Irak yeniden yapılandırıldı. Irak, merkezi bir devletten, Kürt ve Arap uluslarının birlikte yaşadığı ve temel haklarının yeni anayasada korunduğu federal bir devlete dönüştü. Uluslararası devletler, “demokrasi ve özgürlük” getirme adına koalisyon güçlerinin öncülüğünde anayasa hazırladı ve Ortadoğu’da merkezi olmayan federal bir devlet kurdu.
IRAK’TAKİ KARMAŞAYI EN ÇOK HANGİ GÜÇLER DERİNLEŞTİRİYOR?
Bu müdahale ve Irak’ta yeni devletin kurulması, Sykes-Picot Anlaşması’nı yıkmanın ilk adımıydı. Uluslararası güçler, Birinci Dünya Savaşı’nda oluşturdukları ulus-devletleri kendi elleriyle bozdu. Bu olay, Ortadoğu’daki katı ulus-devlet sisteminin ömrünü tamamladığını gösteriyordu. Diğer devletler ya yeni paradigmalara göre kendilerini dönüştürüp yeni duruma uyum sağlayacak ya da statükoyu koruma ısrarında bulunup çökecekti. Irak’taki Baas rejiminin yıkılması ve şimdi de Suriye’deki rejimin çöküşü bu mesajı çok açık ve net bir şekilde veriyor. İran ve Türkiye, bu olaylardan ders çıkarması gereken iki devlet.
Kuşkusuz Baas rejimi diktatör ve katliamcı bir rejimdi! Ancak unutulmamalı ki bu katliamcı ve diktatör rejim, ABD ve Avrupa’nın gölgesinde büyümüştü. Irak devletinin üzerine inşa edildiği sistem, kapitalist modernitenin teorik ve politik argümanlarını kullanıyordu. Yani Saddam ve onun gibiler, Avrupa’da doğan ulus-devlet zihniyetinin çocuklarıydı.
Baas rejiminin insanlığa karşı işlediği suçlar, örneğin Halepçe’deki kimyasal saldırı, Enfal katliamı ve Şiilere yönelik soykırım, uluslararası güçlerin onayı ve meşrulaştırmasıyla gerçekleşiyordu. Baas rejiminin büyümesi ve Saddam Hüseyin’in diktatörlüğü, Avrupa güçlerinin eliyle oldu. İran-Irak Savaşı’nda (1980-1988) ABD ve Avrupa, Baas rejimini ve Saddam’ı destekledi. Kürt halkına ve Şii Araplara karşı Enfal, Halepçe’de kimyasal saldırı ve toplu katliamlar gibi suçlar işlenirken bu güçlerden ses çıkmıyordu. Ancak Saddam, petrol bölgelerini ele geçirmek amacıyla Kuveyt’i işgal etmek istediğinde, Avrupa ve ABD devreye girip “dur” dedi!
ÖNCE DİKTATÖRLERİ YARATIYORLAR, SONRA KENDİ ÇIKARLARINA GÖRE YIKIYORLAR
Saddam ve Baas Hükümeti, ABD ve Avrupa’nın çıkarları önünde engel haline geldiğinde, özel savaş propagandalarıyla Saddam Hüseyin ve Baas Hükümeti diktatör ve savaş suçlusu ilan ettiler ve iktidardan indirdiler.
Emperyalist güçlerin bir özelliği, önce diktatörleri büyütmeleri, sonra müdahalelerini meşrulaştırmak için bu diktatörleri sistemin kurbanı yapmalarıdır. Sanki hasta rejimler ve diktatörler onların zihniyetlerinin bir sonucu değilmiş gibi davranıyorlar.
Askeri ve siyasi müdahalelerin meşruiyeti için egemen güçlerin diktatörleri silahlandırmaya ihtiyacı var. Çünkü uluslararası güçler, kaos yaratarak ayakta kalıyor. Eğer karmaşa ve kaos yoksa, bu kaosun yaratılması gerekiyor. Propaganda teknikleri ve araçlarıyla kahramanlar ve diktatörler yaratmak, emperyal güçler için zor bir iş değil. İşlerine gelmediğinde özgürlük isteyen halkları ve onların devrimci örgütlerini terörist listesine alıp terörist ilan edebiliyorlar. Ama işlerine geldiğinde IŞİD kalıntılarını, Taliban gibi grupları, HTŞ gibi aşırılık yanlıları ve Colani gibi katliamcıları bile devrimci yapabiliyorlar!
Bu güçler için istikrar, kaosun varlığında ve kaosu körüklemekte yatıyor. Onlar için kaos, istikrardır! Kaosun varlığı üzerine yaşayabiliyor ve işgal siyasetini yürütebiliyorlar. Baas rejiminin müdahale edilip yıkılmasından bu yana 22 yıl geçti, ancak Irak hâlâ “iç huzur ve barışa” ulaşamadı. Savaş ve çatışmalar, mezhepsel ve etnik anlaşmazlıklar hâlâ devam ediyor.
Devletteki değişim sadece iktidar seviyesinde gerçekleşti. Ali gitti, Veli geldi! Zihniyet ve yönetim anlayışında bir değişim olmadı. Önder Apo, zihniyet devriminden bahseder ve “zihniyette devrim gerçekleşmedikçe, kültürel devrim olmaz, ahlaki ve politik bir toplum inşa edilmezse, iktidarın sorunları ve beraberinde getirdiği hastalıklar devam eder” der. Zihniyet sorunları çözülmedikçe, siyasi ve toplumsal sorunlar kendini tekrar eder.
Baas rejimi altında ezilen Şiiler, rejimin çöküşünden sonra iktidar sahibi oldular. Kürt halkı, on yıllarca süren mücadele ve ağır bedellerle özgürlüğünü kazandı ve siyasi bir statü elde etti. Ancak ne yazık ki iktidarın özü değişmedi. “İktidar, en iyi insanın eline bile geçse, 24 saat içinde onu en kötüye dönüştürür” sözü bir kez daha doğrulandı. Eğer demokratik bir zihniyet, yönetim ve toplumları iktidarın hastalıklarından koruyacak kurumlar yoksa, iktidar sistemi yeni despotlar yaratır.
Irak devletinin niteliğinde (merkezi devletten federale geçiş) bir değişim olsa da, yönetim zihniyeti ve pratiğinde Baas dönemi refleksleri devam ediyor. Irkçılık ve mezhepçilik hâlâ güçlü bir şekilde kendini gösteriyor.
Irak devletinin anayasal yapısı, tek bir tarafın gücü ele alıp herkese hükmetmesine izin vermiyor. Devletin yönetimi için toplumsal ve siyasi bir konsensüs gerekiyor. Ancak, farklı kesimler arasında demokratik müzakereler ve uzlaşmalar yerine, “iktidar benim olsun” hırsıyla hareket ediliyor. Bu da siyasi grupların ve tarafların Irak dışındaki güçlere bel bağlamasına neden oluyor. Dış güçlere yaslanmak, mevcut sorunları derinleştiriyor ve yeni çatışmalara yol açıyor.
Baas rejiminin değişimi, söylendiği gibi Irak’a barış ve huzur getirmedi. Tam tersine, siyasi taraflar arasında iktidar savaşı daha da alevlendi. Demokratik bir zihniyetin olmaması, birbirini kabul etmeme, mezhepçilik ve ırkçılığın körüklenmesi, dış güçlerin Irak’ın toplum ve siyasetine müdahale etmesine olanak sağladı. Hem Irak içindeki güç olmak isteyen gruplar hem de Türkiye ve İran gibi Irak’ın komşu devletleri, bölgenin istikrarsızlaştırılmasında birleşti.
Şii gruplar, İran devletine yakınlaştı. İran, bu gruplar üzerinden Irak siyasetine müdahale ediyor ve Irak’ta etkili oluyor. 2003’ten sonra İran, Irak siyasetine çok aktif bir şekilde dahil oldu. Siyasi, askeri ve ekonomik olarak İran, Irak devletinde çok güçlü ve etkili bir konuma geldi. Irak hükümetlerinin kurulmasında ve yıkılmasında İran belirleyici bir rol oynadı. Irak’ta 2003’ten bu yana kaç hükümet kurulmuş olursa olsun, bunların kurulmasında İran devletinin rolü belirleyici olmuştur. Bu nedenle İran ve Irak üzerinde söz sahibi olduğunu düşünen diğer güçler sık sık karşı karşıya geliyor. Bu yüzden İsrail ve ABD, Suriye ve Lübnan’dan sonra Irak’tan da İran’ın güçlerini çıkarmaya ve İran’ın Irak üzerindeki etkisini azaltmaya çalışıyor.
Güçsüz düşmüş, hastalıklara ve dış müdahalelere açık bir Irak’tan faydalanmak isteyen Türk devleti de hareket halinde. Irak’ı kontrol altına almak için çabalıyor. Irak şehirlerinde, özellikle Kerkük ve Musul’da, kendisine bağlı siyasi ve askeri örgütler kurmuş. Güney Kürdistan’da zaten KDP’nin yardımıyla birçok bölgeye yerleşti. Güney Kürdistan’ın dağlık bölgelerinde KDP’nin desteğiyle, PKK’ye karşı savaş bahanesiyle kendine yer ediniyor. Türk devleti, Irak ve Güney Kürdistan’daki varlığını PKK’ye karşı mücadeleyle gerekçelendirse de, asıl amacı tüm Kürdistan’ı işgal etmek ve Misak-ı Milli hayalini gerçekleştirmektir.
Osmanlıların devamı bir devlet olarak Türkiye, Irak’ı kaybettiği mülkünün bir parçası olarak görüyor. Bu nedenle Misak-ı Milli politikası her zaman gündemlerinde. Bölgeyi kontrol etme stratejisinde, amacına ulaşmak için çeşitli yol ve yöntemler kullanıyor. Kürt düşmanlığı temelinde, DAIŞ, İhvan, Sünni Araplar gibi radikal örgütleri etrafında topluyor, Irak’taki Türkmenleri kendi hedefleri için kullanıyor ve işgal için harekete geçiyor.
Hîwa AZAD