26 Temmuz 2014 Cumartesi Saat 07:49
Bölgemizde son bir aydır yaşanan gelişmeler önemli bir kırılmaya işaret ediyor. Sözü edilen Sünniler ile Şiiler arasında özellikle Musul’un düşüşüyle daha da derinleşen fay hattıdır. Aslında bu fay, tarihidir ve Mezopotamya coğrafyasında İslamiyet’ten bu yana büyük siyasi sorunların ve savaşların ya gerekçesi ya da üzerinde oynanan zemini durumundadır. Kürtler de aradaki güç olarak bu çatışmalardan çoğu zaman etkilenmişlerdir. 16. Yüzyılın başındaki Sünni Osmanlı ve Şii Safevi savaşı, 1639 Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla Kürdistan’ın iki güç arasında bölünmesi, 20. Yüzyılın son çeyreğindeki İran-Irak savaşı ve daha pek çok lokal çatışma ve çelişkilerde arada kalan hep Kürtler olmuştur. Siyasi aktörler, hesaplar ve koşullar farklı olsa da şimdi de benzeri bir durum vardır. An itibarıyla saldırı altında olan Kobanê ve Kerkûk, Kürtlerin bu durumunu simgelemektedir. Elbette burada mesele Sünnilik ya da Şiilik değildir. Sorun bu mezheplerin iktidar odaklarınca birer ideolojik ve siyasi “meşruluk zırhı yapılmalarının yanı sıra kitleler üzerinde bir taassup ve baskı aracı olarak da kullanılmalarıdır. Mevcut durumda sahnede görünen El Kaide, DAİŞ, El Nusra, Hizbullah, Hamas ve daha nice örgüt de bu siyasetlerin araçları durumundadırlar.
Bugüne Nasıl Gelindi?
Ortadoğu’daki gelişmeler bilinen siyasi mantık kurallarıyla ele alınırsa rahatlıkla yanılgıya düşülebilir. Çünkü uluslararası ve bölgesel güçler siyasi taktik ve oyunlarını her zamankinden daha fazla çetrefilli labirentlerde kurmaktadırlar. Çoğu zaman da hesap hatalarına düşerek siyasi faturalar ödemekte ya da hesaplarını yeni baştan gözden geçirmek durumunda kalmaktadırlar. ABD ve diğer güçler, Irak’ı yeniden dizayn ederken herhalde yanı başındaki Suriye’yi ve bir gün bu ülkede olabileceklerin etkisini öngöremediler. Veyahut şimdiki bölgesel gelişmeleri kestiremediler. “Mağdur Şiileri başa, “mağlup Sünnileri tali plana, “makul Kürtleri de ortaya yani denge unsuru olarak oturttular. 2003’ten 2011-2012 yıllarına kadar durumu böyle idare eden ve nispeten stabil bir durum yaratan bu güçler, kendi sermaye odaklarına hammadde akışını sağladılar. Fakat 2011’de başlayan bölgesel deprem Irak’ı da sarsmaya başladı. İran ile ABD alttan alta Irak’ta bir hegemonya mücadelesi yürüttüler. Mağlup Sünniler ise bu sefer mağdur olma duygularıyla git gide daha fazla örgütlenip hareketlendiler. İran’ın Maliki ve Şiiler üzerinden baskıyı günden güne artırması ve dolaylı tahrikleri de buna zemin oldu. Neticede Sünnilerin önemli siyasi figürlerinden Tarık Haşimi ülkeden kaçtı ya da kaçırtıldı. Aradan fazla zaman geçmeden ülkenin cumhurbaşkanı ve “denge unsuru Celal Talabani de, Şii-Sünni gerilimine dayanamayarak felç geçirdi. Zaten son yıllar, iki mezhep ve siyasi taraf arasında kendilerini karşılıklı olarak birbirlerinde patlatmayla geçti. Son Irak seçimlerinde Maliki’nin tekrardan kazanması ve siyasetlerinde direteceği mesajlarını vermesi, var olan hassas bağları da kopardı. Böylece ülkenin güneyinde Ambar eyaleti ve Felluce’deki isyan büyüdü. Ama onun çok öncesinde El Kaide’den kopan ya da koparılan ve kendine “Irak İslam Devleti adını veren örgüt Suriye’de, bu ülkeyi de planlamalarına katarak “Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) (Arapça kısaltması DAİŞ) olarak dönüştürüldü. Suriye’ye kaçan Saddam artıklarının hakim renk olduğu bu oluşumun içine İran ve Suriye rejimleri de kendi renklerini kattılar. Serêkaniyê’deki çete saldırıları başlayınca Türkiye de, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı bu oluşuma olan desteğini daha da artırdı. Amerika ve Avrupa ülkeleri zaten öteden beri dolaylı stratejilerle bu örgütlerde yer edindiler ve bunu daha çok başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri ve Ürdün üzerinden gerçekleştirdiler. Birçok gücün elini karıştırması sonucu başta DAİŞ olmak üzere diğer tüm sözde cihatçı gruplar neredeyse günlük olarak bölünüp parçalandılar ve her gün yeni ittifak ve oluşumlara gittiler. Örneğin Cebhet el Nusra ile DAİŞ başlangıçta neredeyse tümüyle aynı cephedeyken İran ile Türkiye ve Batılı güçler arasındaki mücadeleden sonra ayrıştılar ve birbirleriyle savaşmaya başladılar. İran ve Suriye rejimi diğer çete gruplarına karşı dolaylı stratejiyle DAİŞ’in belli kesimlerini yönlendirirken, Türkiye de Rojava Kürdistanı’nda Özgürlük Hareketinin etkisini kırmak için direk destekledi. İran ve Suriye de DAİŞ çete grubunu sadece diğer çete gruplarına karşı yönlendirmedi. Aynı zamanda Rojava’da Kürt halkına karşı da kullandı, kullanıyor. Böylece birbirlerine zıt amaçları olan Türkiye ile Suriye-İran ittifakı, mesele Kürtler olunca zımnen buluştular. KDP de bu tablonun temel bileşenlerinden biri durumundadır. Genelde tüm Rojava’da ama bugün Kobanê’de yaşanan yoğun saldırıların bir ifadesi de budur.
Irak’ta Sünni-DAİŞ Buluş(turul)ması
Suriye’deki gruplardan en fanatik ve en saldırgan olanı DAİŞ, Irak’taki büyük Sünni rahatsızlığını ve isyan potansiyelini görmekte ve kullanmakta gecikmedi. Zaten buna hazır olan Sünni kesimler de (buna Sünni vali, yönetici, komutan ve askerler de dahil) DAİŞ ile buluşmakta gecikmeyince Felluce’den başlayan deprem Musul’un düşüşüyle zirveye vurdu.
İran Stratejileri
Başka bir bakış açısıyla yaklaşırsak üzerindeki boğucu ambargo ve yönelimleri, hep ön cepheleri kullanarak boşa çıkarmak gibi ustalıklı bir strateji izleyen İran, son yıllardaki ambargoya karşılık olarak Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin sahalarını kullanarak boşa çıkarmaya çalıştı. Irak’ta Şii Maliki yönetimini yönlendirip onun aracılığıyla Sünnileri sıkıştırıp tahrik etti ve DAİŞ’in kucağına attı (yeri gelmişken İran DAİŞ’i direk değil dolaylı stratejiyle yönlendirmektedir). Suriye’de rejimi ayakta tutarak Batılı ülkelerin planlarını boşa çıkardı ve çete gruplarının da arasına sızarak kaosu derinleştirdi. Lübnan’dan Hizbullah’ı getirterek Suriye’de savaştırdı. Son olarak da Hamas aracılığıyla İsrail’i tahrik ederek Filistin’e sürdü. Böylece çıkarları doğrultusunda gündemi ve çatışmaların yönünü de kaydırabildiği görülmüş oldu. İran başlıca üç nedenden dolayı İsrail’i tahrik etti: Birincisi, dikkatleri Sünni Gazze halkı üzerindeki İsrail katliamlarına yönelterek Şii Irak yönetimi üzerindeki Sünni basıncı azaltmak ve gündemi oraya kaydırmak. İkincisi, İsrail’in Suriye’deki durumdan (ve Hizbullah’ın kayıplarından) daha fazla keyif almasına son vermek ve üçüncüsü İsrail’in Mesut Barzani’nin bağımsızlık açıklamalarına olan desteğini cezalandırmak…
İran Stratejileri karşısındaki ABD
Ön bahçeleri ya da cepheleri ustalıklı kullanarak siyasetlerini önemli ölçüde boşa çıkaran İran karşısında geri adım atmak durumunda kalan ABD ve diğer Batılı ülkeler onunla ilişkilenmeyi daha doğru bir yaklaşım olarak değerlendirdiler. Hatta son gelişmelerden sonra ABD Irak’ta, İran ile işbirliği dahi yapabileceğinin işaretlerini verdi. İngiltere de Tahran’da tekrardan büyükelçiliğini açma hazırlıklarına başladı. Böylece İran’ın istese “Ortadoğu’yu ve Irak’ı derin bir krize sürükleyerek onların tüm ekonomik ve siyasi hesaplarını alt üst edebileceği mesajını iyi algılayan ABD ve diğer Batılı ülkeler, onunla işbirliğine yanaştılar. Hatta gelinen durum Irak’ın parçalanma riskini en üst düzeye kadar çıkardı ve ABD ile müttefikleri buna hazır değiller. Çünkü Irak’tan başlayacak bir kriz ve parçalanmanın nerede biteceği hiç belli olmaz. Hele yanı başında iç savaş yaşayan Suriye, bitişiğinde Lübnan ve yine bitişiğinde barut fıçısı İsrail ile Filistin ve en genel anlamıyla da kaynayan Ortadoğu dururken… Dolayısıyla ABD tekrardan Irak’ı toparlayarak İran’ın etkisini sınırlamayı amaçlıyor. Bu yüzden boyuna Irak’ın bütünlüğünü ve siyasi istikrarını vurguluyor. Ama tüm işaretler köprünün altından fazlasıyla su aktığını gösteriyor.
Ve Kürdistan
Tüm bu uluslararası ve bölgesel gelişmeler birebir Kürdistan’ı da etkilemektedir. Elbette Kürdistan derken farklı devletlerin işgalleri altında farklı siyasi ve kültürel süreçler dayatılmış ve birçok siyasal eğilimin boy verdiği bir ülke gerçekliğini görmemiz gerekir. Ama bölgeye dayatılmış en az yüzyıllık bir sistem çözülürken Kürdistan halkı açısından da tarihi imkanlar oluşmaktadır. Bu geniş coğrafya ve oluşan yeni koşullar içerisinde başlıca üç güç ya da aktör öne çıkmaktadır. PKK, KDP ve YNK (YNK’den türeme Goran da belirtilebilir). PKK, demin sözü edilen yüzyıllık tahribatı ve işgali sona erdirerek bir toplumsal özgürlük ve bütünleştirme stratejisini dört parçada pratikleştirirken KDP ise tam aksi bir tutumla ve tümüyle elit bir çevrenin dar siyasi ve ekonomik hesaplarıyla parçalamayı derinleştirme içerisindedir. YNK ise oluşan geniş imkanlara rağmen çok başlılığı nedeniyle farklı siyasi güçler arasında bocalama ve siyasi tercih sorunları yaşamaktadır.
KDP – DAİŞ İşbirliği
Son gelişmelerden azami bir biçimde, dar çıkarcı ve hiçbir ilke gözetmeden yararlanmak isteyen güç de KDP’dir. KDP üç cephede DAİŞ ile işbirliği içindedir:
Birincisi, KDP son gelişmelerle birlikte YNK’nin Güney Kürdistan’ın özellikle Kerkük ve Germiyan alanlarındaki yükselişini hazmedememektedir. Bunun için DAİŞ’in YNK’ye dönük saldırılarında gizli pay sahibidir. Zaten bu durum Xaneqin saldırılarında görüldü. DAİŞ’in YNK’ye yoğun saldırırken KDP’ye yaklaşmaması da net bir durumdur. Musul’u kendi elleriyle DAİŞ’e ve Baasçılara veren Musul valisi Nuceyfi’nin, ardından yüz milyonlarca dolar ile Hewlêr’in yolunu tutması, aynı gün KDP’nin de Musul’u boşaltması ve on binlerce Kürdün de göç etmesine sebebiyet vermesi açık bilinen durumlardır. Yine Musul’un kırsalındaki Êzîdî ve Şebek Kürtleri de KDP’nin bu eğreti duruşundan oldukça kaygılıdırlar.
İkincisi KDP, Kürdistan Özgürlük Hareketi karşısında Batı Kürdistan’da artık neredeyse açıktan DAİŞ destekçiliği yapmaktadır. Rojava’da DAİŞ çete saflarında savaştırılan Güneyli gençlerin oranı her geçen gün daha da artmaktadır. Savaş sahasından yayılan bilgiler, Hewlêr camilerinden bazılarının DAİŞ’e katılım merkezlerine dönüştürüldüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Yine KDP, Rojava’ya dönük en sıkı ambargoyu uygulayarak savaşta DAİŞ’den taraf olduğunu açıkça göstermiştir. Yanı sıra Rojava’nın başta Amûdê ve Tirbespiyê kentlerinde olmak üzere birçok merkezde gizli örgütlenmelerle hem DAİŞ’e zemin hazırlamakta, hem bazı vurucu eylemleri organize etmekte, hem de özel savaş uygulamalarıyla provokatif girişimlerde bulunmaktadır. Yine kendi basın yayın organları aracılığıyla günlük olarak karşıt psikolojik harekat geliştirmektedir. Örneğin Kobanê yoğun saldırı altındayken KDP’ye bağlı Rudaw’ın Avrupa Kurmanci baskısı, “DAİŞ Kobanê kapısına dayandı gibi bir manşetle temennisini açıkça ortaya koymaktadır.
Üçüncüsü de Maliki ile yaşadığı iktidar ve maddiyat kavgaları nedeniyle açıktan DAİŞ ve eski Baasçıları desteklemektedir. Bu Musul’da bariz görüldü. Bu yönüyle KDP kendi dar ailesel çıkarları için, Sünnilerin safında yer alarak kontrolü altındaki alanlarda yaşayan halkı mezhep çatışmalarının kanlı ortamına sürüklemektedir.
“Bağımsız Kürdistan Söylemleri Üzerine
Öte yandan KDP, yaşadığı siyasi ve ekonomik krizi, gözlerden uzak tutmaya çalışmaktadır. Her şeyden önce Sünnilerin ve DAİŞ’in cephesinde yer alarak stratejik bir hata yapmıştır. İkincisi, geleceğini Türk devleti ve İsrail’in ipoteğine vermiştir. İzlediği petrol politikası baştan iflas etmiştir. İçte ekonomik bir kriz yaşamaktadır ve bu her gün ekranlara da yansımaktadır. Denetimindeki alanlarda tam bir kültürel ve sosyal tahribat geliştirmiştir. Tüm bu kriz durumuna rağmen KDP deyim yerindeyse imaja oynamakta ve “Bağımsız Kürdistan söylemini gündemleştirmektedir. Elbette bu konuda Kürt halkına dönük bir duygu sömürüsünü amaçlamaktadır. Her şeyden önce KDP bu konuda içten bir tutum sahibi değildir. Bir taraftan YNK’nin, diğer taraftan PKK ve Rojava’nın ve diğer Kürdistani güçlerin ardından kuyular kazarak, Ulusal Kongreyi sabote ederek ve Kürt halkının düşmanlarıyla işbirliği geliştirerek Bağımsız Kürdistan nasıl kurulabilir? İkincisi, içi Türkiye ve İsrail, dışı Kürdistan görünümlü olan bir yapıya kim inanır? Üçüncüsü, bu konuda bel bağladığı ABD dahi bu söyleme sıcak bakmamaktadır. Elbette, Özgür ve Bağımsız bir Kürdistan her yurtsever Kürdün dileğidir. Ama bunu gerçekten yaşamsallaştırmak var bir de bunu sömürerek siyasi amaçlara alet etmek… Esasta ise özgürlük ve bağımsızlığın temel ölçütü ve samimi tutumu bugün Rojava ve an itibarıyla Kobanê’dir. Bunun karşısındaki tutum her şeyi belirler. Ötesinin özlü bir yaklaşımla hiçbir alakası yoktur.
İstisna Olursa…
Tüm bu durumlara rağmen istisnai koşullar ve durumlar olup da KDP’ye küçük bir ulus devletçik kurdurulursa bundan şu anlam çıkar: Büyük Kürdistan’ın KDP denetimindeki küçük bir ulus devletçiğe hapsedilmesi amaçlanmaktadır. Yanı sıra KDP’nin önüne Kürdistan Özgürlük Hareketi ve projesinin tasfiyesi konmuştur. Yine oluşturulacak ulus devletçik ilgili güçlerce bölgesel çıkarlar için kullanılacaktır.
Kobanê’ye Saldırı Kürdistan Özgürlük Hareketine Saldırıdır
Zaten mevcut durumda Rojava’da bu durum günlük olarak görülmektedir. Rojava dört bir taraftan ve her cepheden bir saldırı altındadır. Bunlar askeri, ekonomik, siyasi, diplomatik ve psikolojik saldırılardır. Karşı cephede ise geniş bir güç yelpazesi vardır. Bunun en yoğun yaşandığı yer de an itibarıyla Kobanê’dir. Burada amaç salt Kobanê değildir elbette. Kobanê bir ilk halka olarak düşünülmekte peşinden de diğer kantonlar ve buradan sağlanacak psikolojik üstünlükle savaşın Kuzey Kürdistan’a taşırılması ve nihayetinde Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin zayıflatılması hedeflenmektedir. Dolayısıyla Kürdistani tüm yurtsever güçlerin tarihin şu önemli kesitindeki hassasiyeti fark ederek acilen bir ulusal platforma gitmeleri, Ulusal Kongreyi gerçekleştirmeleri ve ulusal bir strateji çizmeleri tarihi bir görev durumundadır.
Akif Roj
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.lekolin.org – www.navendalekolin.com – www.lekolin.net – www.lekolin.info