PKK Yürütme Komite Üyesi Duran Kalkan, “Önder Apo’ya, İmralı tecridine yaklaşım demokratlığın turnusol kağıdıdır” dedi. Kalkan, mücadelenin radikal yürütülmesi gerektiğini söylerken, “Gaflete düşülmemeli. Faşizm ancak etkili, aktif direnişlerle kırılabilir” mesajını verdi.
PKK Yürütme Komite Üyesi Duran Kalkan, İmralı tecridi, 15 Ağustos Atılımı ve 3. Dünya Savaşı’nın seyrine ilişkin Medya Haber TV’nin sorularını yanıtladı.
Duran Kalkan, “Türkiye’de demokratlığın turnusol kağıdı, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı Önder Apo’nun özgürlüğüne karşı tutumla belli oluyor. Başka herhangi bir şeyle belli olmaz” dedi.
“Daha fazla Önder Apo ile bütünleşmeliyiz” diyen Kalkan, “Önder Apo’nun özgürlüğünde kendi özgürlüğümüzü görmeliyiz” vurgusunda bulundu.
Mücadeleyle ilgili gaflete düşenlerin olduğunu, direnişin daha radikal yürütülmesi gerektiğini söyleyen Kalkan, “Faşizm ancak etkili, aktif direnişlerle kırılabilir” dedi.
Gerilla direnişi ile işgal ve ihaneti değerlendiren Kalkan, “Tam bir kahramanlık savaşı var. Gerçekten de faşist soykırımcı işgale, ilhaka geçit vermiyor gerilla” derken, şunları ekledi: “PKK ile KDP savaşı yok, TC’nin işgal ve ilhak saldırıları var, buna ortak olan bir KDP var, işbirlikçilik var, ihanet var. Maddi çıkarlar karşılığında Kurdistan pazarlanmış, satılmış. Buna karşı direniyor Kurdistan’ın özgürlük gerillası.”
‘TECRİDE YAKLAŞIM BELİRLEYİCİDİR’
Tecrit ve tecride karşı mücadele sürüyor. Öncelikle burada tarafların konumunu, durumunu sormak istiyorum. Yani tecridi sürdüren sistem güçlerinin durumu, diğer tarafta buna karşı mücadele eden demokrasi güçlerinin konumu şu anda nedir?
Öncelikle tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum bir kez daha. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen küresel özgürlük hamlesi, dört parça Kurdistan’da ve dünyanın dört bir yanındaki eylemlerle devam ediyor. Yeni gelişmeler de var, önemli eylemler de var. Normal eylem seyri de sürüyor. Örneğin kitle eylemleri, kadınlar ve gençler öncülüğünde Kurdistan’da, dünyanın dört bir yanında, her yerde var. Bazı dönemler daha çok yoğunlaşıyor. Genelde bir yükseliş var. Daha önemli yeni olan tabii uluslararası alandaki ilgi ve yayılmadır bu mücadeleye dönük. Önder Apo’nun konumu, durumu, paradigması daha çok yayılıyor. Bu yayıldıkça İmralı işkence tecrit sistemi, dolayısıyla Kurdistan üzerinde uygulanan sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve sistem daha çok anlaşılır oluyor birçok kesim tarafından. Hayretle karşılayanlar var. Çok net tutum alanlar var, bu tecrit, soykırım sistemine karşı. Çağırılar yapıyorlar. Girişimde bulunanlar var. Bu hemen her kesimden insanı içine alıyor. İşçi sendikalarıyla başladı, sanatçılar katıldı, hukukçular katıldı, akademisyenler katıldı. Şimdi Nobel ödülü almış şahsiyetler en son önemli bir girişimde bulundular. Bunların hepsi çok çok önemli, değerli. Yine aynı zamanda hukuki girişimler de daha çok gelişme gösterdi bu süreçte. Yani geçmiş programlarda biz buna dikkat çekmeye çalıştık bildiğimiz ölçüde. Mesela yine disiplin cezası veriyoruz, dediler. Bunların hepsi uydurmadır. Hukuka kılıf uydurma deniliyor buna. Avrupa hukuku usül hukukudur. Esastan görüşülmez davalar. O bakımdan bize göre çok böyle uydurma şeyler bile olsa yani usule uygun oluyorsa kabul görür yani. Bunu hukukçular bizden daha iyi biliyorlar. Nitekim AİHM, 10 yıl önce verdiği kararı uygulatamamış. Mesela onun içeriği önemli değil ama bu çok ciddi bir usül durumudur yani. Buradan her türlü girişim yapılabilir. Bu çerçevede hukuki girişimler etkili oldu. Geç kalındığını belirttik ama yani geç de olsa bazı noktalarda somut veriler, dosyalar öne sürülerek geliştirilen girişimler etkili oldular. BM’ye kadar gitti. Her yerde tartışılıyor. Bu durum fazlasıyla sıkıştırır oldu İmralı’daki işkence, tecrit ve soykırım sistemini, bunu yürüten güçleri.
Bu bakımdan gelişen mücadeleyi, mücadeleye katılan herkesi selamlıyorum bir kere daha. Gerçekten önemli bir mücadele yürütüyorlar. Oldukça anlamlı ve etkili de oluyor. Dikkat edilirse ses çıkmıyor hiçbir sorumlu olan Avrupa kurumundan. AKP yönetimi en fazla burada zorlandı, sıkıştı BM’deki tartışmalarda. AKP artık teşhir oldu, deşifre oldu. Burası da çok önemli. Bunun da iyi görülmesi lazım. Demek ki mücadele sonuç alıyor. Mücadele İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemini, oradaki hukuksuzluğu ve ahlaksızlığı teşhir ediyor, zorluyor. Bunun sahiplerini gerçekten de zor duruma sokuyor. Bu açık bir gerçek. Bu bakımdan mücadeleyi sürdürmek lazım, geliştirmek gerekli. Daha çok büyütmek lazım. Bazı çevrelerin dışarıdan daha fazla yani ses çıkartması gerekirdi. Acaba bu durum nereden kaynaklanıyor? Bizi düşündürüyor tabii. Aklımıza Barzanciler geliyor, KDP yönetimi geliyor. Acaba bu durumun arkasında da onlar mı var? Bir yandan AKP, MHP ile birlikte bu tecrit, işkence ve soykırım sistemini 26. yılında, 41. ayında en son olarak da böyle sürdürüyorlar ama diğer taraftan da dünyanın bu kadar sessiz kalmasında onların etkisi olabilir.
Niye bunu ifade ediyorum? Çünkü Önder Apo Roma’dayken Mesut Barzani Roma savcılığına dosya sundu. Önder Apo’nun tutuklanması ve yargılanması için. Bırakılmamasını istedi, serbest olmamasını istedi. Tutuklayın ve yargılayın diye sözde Önder Apo’ya suç isnat eden belgeler sundu. Bunlar elimizde. O zaman bunu yapmış olan bir kişi, bir sözde siyaset şimdi ne yapmaz ki? Bu kadar birçok çevredeki suskunluğun arkasında onlar olabilir. Bunu iyi görmek, anlamak, araştırmak lazım. Gerçekten ne tür girişimler yapıyorlar, ne tür belgeler sunuyorlar… Çünkü dünya şöyle diyor, işte bunlar da Kürt. Dolayısıyla sözlerini dinlemeye çalışıyorlar. Bu bakımdan ihanetin aslında bu yüzünü de görmek, burada da maskesini düşürmek lazım. Bunun da ciddi biçimde araştırılması gerekli.
Kürt siyaseti siyaset olacaksa İmralı işkence tecrit ve soykırım sistemine karşı çıktığı, Önder Apo’nun özgürlüğünü istediği oranda olabilir. Sözde kendini sol sayan partiler de var, şahsiyetler de var. 26 yıldır eşi benzeri bulunmayan bir tecrit ve işkence sistemi sürdürülüyor, ses çıkarmıyor. Hiç konuşmuyor. Türkiye’de de birçok çevre bunu yapmıyor. Ondan sonra da kendilerinin solcu, sosyalist, demokrat olduğunu söylüyorlar. Oysa ki Önder Apo niçin İmralı’da? Kürt halkının özgürlük davasını yürüttüğü için, Türkiye’nin demokrasi mücadelesini verdiği için, Türkiye demokratik devrimini Kurdistan özgürlük mücadelesiyle sürdürdüğü için. Yoksa başka herhangi bir şey var mıdır? Peki bu nasıl Kürtlük, nasıl özgürlükçülük, nasıl demokratlık? Bu kadar açık faşist, sömürgeci, soykırımcı saldırı var, ses çıkarmıyor, bu kadar büyük bir özgürlük ve demokrasi direnişi var. Ses çıkarmıyor. Ne destek veriyor direnişe ne de soykırıma karşı çıkıyor, soykırımı teşhir ediyor. Yapmıyor böyle. Böyle olmaz. Bu bakımdan işin bu yönünü de daha fazla netleştirmek gerekiyor. Daha çok üzerinde durmak lazım. Her zaman belirtildi. Kurdistan’da özgürlükçülüğün, Türkiye’de demokratlığın turnusol kağıdı, İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı Önder Apo’nun özgürlüğüne karşı tutumla belli oluyor. Başka herhangi bir şeyle belli olmaz.
‘ÖNDER APO’NUN ÖZGÜRLÜĞÜ KENDİ ÖZGÜRLÜĞÜMÜZDÜR’
Herkes daha iyi tanınıyor ama safını daha net ortaya çıkarmalı. Biz biliyoruz ki ihanet bu tecridin, soykırımın, işkencenin arkasında. 26 yıldır Önder Apo onlara dayanarak hem Türkiye yönetimi hem de Avrupa sistemi tarafından böyle bir sistem içinde, böyle bir işkence altında tutuluyor. Dolayısıyla hiç kimse demesin, durumlar anlaşılmıyor, bilinmiyor. Bunların hepsini daha çok açığa çıkarmalıyız, daha çok teşhir etmeliyiz. Daha fazla da Önder Apo ile bütünleşmeliyiz. Önder Apo’nun özgürlüğünde kendi özgürlüğümüzü görmeliyiz. Önder Apo’nun özgürlüğünü Türkiye’nin, Orta Doğu’nun, dünyanın demokratikleşmesi olarak görmeliyiz. Dolayısıyla özgürlük ve demokrasi adına yürüttüğümüz bütün mücadeleleri Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için yürütülen küresel özgürlük hamlesiyle birleştirmeliyiz.
ÊZİDÎ SOYKIRIMI
Dikkat çektiğiniz ihanet 10 yıl önce Şengal’de de kendisini göstermişti. Êzidî Kürt toplumuna dönük katliamın 10. yıl dönümü yaşanıyor. Kürt toplumunda tabii bu tartışılıyor. Siz de bu sürecin aktif bir tarafıydınız. Bu konuya dair neler söylenebilir?
10.yıl dönümünde faşist, soykırımcı DAİŞ çetelerinin Şengal’e, Êzidî Kürt halkımıza yönelttiği soykırımcı fermanı nefretle kınıyorum. Buna karşı yürütülen kahramanca mücadeleyi ki bu 10 yıldır sürüyor, selamlıyorum, başarılarını kutluyorum. Bu mücadelenin kahraman şehitlerini, Êzidî Kürt halkımızın Mam Zeki’si Zeki Şengali yoldaş şahsında saygı ve minnetle anıyorum. Şunu söyleyebilirim. Aslında soykırımcı saldırılar da ferman da devam ediyor. Şengal varlık ve özgürlük direnişi, Êzidî Kürtlüğün varlık ve özgürlük direnişi de devam ediyor. Yani bunlar bitmemiştir. 10 yıl böyle geçti ama soykırım hâlâ devam ediyor. AKP-MHP eliyle devam ediyor, KDP eliyle devam ediyor. Bu güçler Irak’ı, birçok başka gücü de bu işin içine katmaya çalışıyorlar. Mesut Barzani fır dönüyor ortalıkta! Herkesi nasıl Şengal’e saldırtabilirim diye çaba harcıyor. Bunu herkes biliyor, herkes görüyor. Şimdi bu bakımdan yanlış anlamamak gerekli. Durumu iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Gerçekten de bu geçen 10 yıl Şengal’de olup bitenler şahsında büyük bir aydınlanma yaşandı. Kim kimdir? Ne yapıyor? Yapılan şeyler ne anlama geliyor? Her şey görüldü. Alçakça soykırımcı saldırılar da görüldü. Onun suç ortakları da açıkça ortaya çıktı. Buna karşı yiğitçe, kahramanca direnenler de görüldüler. Sonunda en azından bu 10 yılda dileniş, fermana, soykırımcı saldırıya galebe çaldı. 10 yıldır Şengal özgür yaşıyor. Demokratik özerklik temelinde yaşıyor. Şengal halkı Êzidî Kürtlük, kadınıyla, genciyle kendini örgütledi, kurumlaştırdı, öz savunmasını geliştirdi, irade kazandı, özgürce yaşar hale geldi. Herhalde dünyanın her tarafına dağılmış tüm Êzidî Kürt topluluklarının bu geçen 10 yılda en özgürü Şengal’deydi. Êzidî Kürtlüğü en özgür, güzel dönemini bu direniş içerisinde geçen 10 yılda yaşadı. Bunun değerini Êzidî Kürt kadınları, gençleri, halkı bilecek. Biliyor zaten. İnanıyoruz. Buna dört elle sahip çıkacak. Kurbanlık koyun gibi fermanların kendilerinin biçmesine izin vermeyecek. Kendini bilinçlendiriyor, örgütlüyor, irade sahibi kılıyor, mücadeleci kılıyor. Bir de mücadeleci bir topluluk bu topluluk.
Şimdi Önder Apo’nun düşünceleri HPG, YJA-Star gerilalarının, Rojava özgürlük güçlerinin desteği bu bilinci yeniden yarattı. Kendine getirdi toplumu. Bu bakımdan özgürlük güçleri, toplumsal güçler daha fazla bilinç, daha çok örgütlülük, daha fazla irade geliştirirler inancındayız. Şunu da söyleyelim. 10 yıl geçti mesela DAİŞ’e dönük herhangi bir yargılama yapılmadı. Bir ortak tutum da yok. İnsan şaşıyor ne kadar çok suç ortağı varmış bu DAİŞ’in ki kimse dokunamıyor. Çünkü dokunursan yanarsın diyor. Altından kimler çıkacak? Hangi eller vardı? Dolayısıyla kimler buraya suç ortağı oldu? Onlar görülmesin diye herhangi bir şekilde DAİŞ’in üzerine gitme yok, yargılama yok. Neredeyse DAİŞ’e karşı mücadele yargılanacak. Örneğin o zaman DAİŞ’e karşı mücadele yürüten PKK’yi selamlayan, Irak’ın onurunu kurtardı diyen Bağdat yönetimi şimdi PKK’yi yasaklı örgüt ilan ettim diyor. Bilmem PKK bütün kötülüklerin altında diye yani açıklamalar yapıyor. Hayret edilecek bir durum. Yani bu kadar gerçeklerden uzaklaşma, sapma olur mu? Yani basit çıkarlar için gerçekler bu kadar ayak altına alınabilir mi? Ama biz bunları yaşıyoruz. Bu durumları görüyoruz şimdi. Şengal aydınlatıcılığı gerçekten de bu temeldedir.
Bazı güçler mesela soykırım dediler, hiçbir şey yapmıyorlar. Örneğin Almanya. Herhalde Êzidî toplumuna biraz şirin görünmek, onları biraz kendi şeyine çekebilmek için muhtemel bazı çıkarlar sağlıyor. Soykırım dedi ama yani DAİŞ’e dönük hiçbir eylemini görmedik. Neredeyse her hafta bir PKK davası açıyor. PKK davası açmakla bu kadar istekli ünlü olan Alman hukuku, savcılıkları, adliyesi yani Şengal’deki DAİŞ saldırısını soykırım olarak değerlendiriyor ama saldırganları yargılama yönünde bir tane dava açmış değil. Onu devam ettirmeye çalışan KDP’ye, AKP-MHP saldırılarına ses çıkarmıyor. Tam tersine saldırıya uğrayanları eleştiriyorlar. Neymiş? PKK varmış. PKK kaç yıl önce çekiliyoruz dedi. Bizim rolümüz bitti, çekildi. Orada özgürlük bilinci var, demokrasi bilinci var. Toplum irade kazanmış. Nerede bir toplum irade kazanıyorsa, kadınlar irade kazanıyorsa, emekçiler irade kazanıyorsa, bilinç ve örgütlük ediniyorsa bu PKK’dir diyorlar. Yani tabii PKK… Yani bu yolda çalışıyor. Bu kadar etkili oluyorsa ne mutlu PKK’ye. Onun başarısı olarak görülür. Ama sadece PKK değil. Herkes bunun için çalışıyor, bu yönde çaba harcıyor.
Kısaca Şengal gerçeği, soykırımcı ferman ve ona karşı direniş her şeyi aydınlattı. Aslında son şunu da belirteyim, o durum iyi değerlendirilse, anlaşılsaydı DAİŞ’le anlaşıp daha sonra anlaşma bozulup DAİŞ saldırınca Êzidî Kürtlüğünü DAİŞ katliamına bırakıp kaçan KDP’nin durumu, Barzaniler’in durumu iyi anlaşılsaydı mesela, şimdi de o zaman Başûrê Kurdistan’ın batı hattında bu saldırılar oldu, şimdi de doğu hattında AKP-MHP eliyle işgal ve ilhak saldırıları oluyor. KDP’nin bunları yapacağı o zamandan daha iyi görülebilirdi. Daha iyi tanınırdı. İşbirlikçilik ve ihanet sınır tanımıyor. O halde yapamayacağı bir şey yoktur. Dolayısıyla dikkatle yaklaşalım, tedbirlerimizi alalım, denilebilirdi. Eğer böyle olunamadı, bunda eksiklik görüldüyse bu şu anlama geliyor: Demek ki 10 yıldan bu yana Şengal’da yaşananlar yeterli anlaşılmamış. Dersleri tam çıkarılamamış. Hiç olmazsa bu 10. yıl dönümü vesilesiyle bu dersler daha iyi çıkartılmalı. Biz 10. yıl dönümünü böyle değerlendirdik. Daha iyi ders çıkartmamız gereken bir süreç olarak gördük. 10 yıl önemliydi de. Herkese de böyle yaklaşmasını tavsiye ediyorum ben. Doğru yaklaşım o olur. Katliamı nefretle kınıyor, o kahramanca süren Şengal Özgürlük Direnişi’ni selamlıyorum.
15 AĞUSTOS ATILIMI
Evet, tarihi 15 Ağustos Atılımı’nın 40. yıl dönümü. Daha önce 14 Temmuz’u değerlendirdiğinizde sorunun 14 Temmuz olmasaydı ne olurdu şeklinde sorulması gerektiğini söylemiştiniz. Aynı soruyu 15 Ağustos Atılımı için sorarsak neler söylenebilir?
15 Ağustos gerilla atılımı olmasaydı 1984’te, 40 yıldır ısrarla ve inatla bu özgürlük savaşı yürütülmeseydi acaba Kurdistan’da Kürtlük adına ne kalırdı? Kurdistan ne duruma gelirdi? Dolayısıyla Türkiye’nin durumu ne olurdu, Orta Doğu’nun durumu ne olurdu? Bunu 15 Ağustos Atılımı için de sormak lazım. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi için de. Çünkü bunlar birbirleriyle etle tırnak gibi bağlı.
Özgürlük için direnme kararı zindanda verildi. Mazlumlar, Ferhatler, Hayriler, Kemaller verdiler. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi ile verildi. Bu kararı hayata geçiren, örgüte ve eyleme dönüştüren 15 Ağustos Atılımı temelinde gerilla oldu. Parti gerilla olarak örgütlendi. Gençlik öncülüğü gerilla olarak somutlaştı. Özgür kadın hareketi, kadın özgürlük mücadelesi bu gerilla içinde ortaya çıktı. Önder Apo’nun özgürlükçü düşünceleri teorisi ve çizgisi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi ile 15 Ağustos Atılımı’nda hayat buldu. Her ikisi Apocu çizginin birbirini tamamlayan parlak, başarılı uygulamaları oldular. İçlerinde eksiklikler, hatalar onların kendi iç sorunlarıdır. Ama ortaya çıkan sonuç başarı durumu. Bunu öncelikle böyle vurgulamamız lazım. Bu büyük atılımın şimdi kırkıncı yıl dönümü yaşanıyor. Kırk yıldır Kürt halkı, kadınları, gençleri Apocu çizgide ve gerilla öncülüğünde özgürlük için savaş yürütüyor. Kesintisiz bir savaştır bu. 1970’lerde Vietnam Özgürlük Savaşı çok dillerdeydi. Mücadele çok yoğunlaşmıştı ’70’lerin ortasında, ’73’te, ’74’te. 15 yılı buluyor, 20 yıla yaklaşıyordu Vietnam Özgürlük Savaşı, herkes diyordu ki ne kadar uzun savaştı bu halk, nasıl dayandı… Kurdistan’da o zaman ulusal sorun, özgürlük mücadelesi konuları, savaş durumu tartışılır değerlendirilirken bu dile geliyordu. Acaba Kurdistan’da da böyle uzun bir savaş olabilir mi… Şimdi kesintisiz bir biçimde 40. yılını doldurdu bu savaş. Kuşkusuz ondan önce 10 yılı aşan bir hazırlık dönemi var ki Önder Apo daha önemli olanın öncesi olduğunu söyledi hep. Çünkü bütün temeller orada atıldı. Birikim orada sağlandı. 15 Ağustos Atılımı onun pratikleştirilmesi oldu. O pratiği yaratan ruh, duygu, düşünce, ilke, örgüt, tarz anlayış nedir? Bunların hepsi önceki 10 yılı aşan süreçte somutlaştı. Kürtler ilk PKK ile de direnmediler. En azından son 200 yıldır 19. ve 20. yüzyıl boylarınca hep direniş halinde oldular. Parça parça değişik yerlerde direndiler. İlk defa PKK Kurdistan’da direniş başlattı diyemeyiz. Ama bu kadar bilinçli, planlı, örgütlü ve kesintisiz olarak 40 yıllık özgürlük savaşı ilk defa bu geçen 40 yılda veriliyor. Bu bir ilktir. Yani Kurdistan tarihinde ilktir. Dünya halklarının özgürlük mücadeleleri tarihinde de hepsini aşmıştır yani. İşte Vietnam’ı ikiye katladı en azından. Zaman bakımından.
Ben bu noktada 40 yıllık bu savaşı yürüten Kürt halkını, gençlerini ve kadınlarını, Kürt gerillasını selamlıyorum. Ulusal diriliş ve gerilla bayramımızı başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşlara, gerilla güçlerimize, HPG ve YJA-Star komuta ve savaşçılarına, halkımıza ve dostlarımıza kutluyorum.
Atılımın ölümsüz komutanı Agit yoldaş şahsında ki buna Zilan yoldaş da katıldı. Yani kadın gerillalaşmasının öncülüğünü yaptı. Agit ve Zilan yoldaşlar şahsında bu kahramanlık atılımının tüm kahraman şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. 40 yıl böyle bir mücadele sürdürülebilir miydi? Elbette hedef oydu. Bu konuda büyük bir coşku, heyecan, bilinç, inanç, inat vardı yani. Önder Apo dedi, bir inancın, bir inadın, bir ısrarın atılımı. 15 Ağustos’u tanımlarken öyle dedi. İnsan olmak, insan olarak kalmada ısrarın atılımı, dedi. 15 Ağustos Atılımı’nı en temel insani atılım olarak gördü. Dolayısıyla bu vardı. Fakat tabii bir düşünce olarak, bir istek ve hayal olarak vardı. Ama şunu 14 Temmuz Direnişi değerlendirilirken de söyledim ben; bugünü göremeyenler o direnişi yapamazlardı. 15 Ağustos için de geçerlidir. 15 Ağustos’a öncülük eden, onu gerçekleştiren o büyük öncü devrimciler, komutanlar, özgürlük savaşçıları için de Agitleri Zilanlar, Erdallar için de geçerli bu. Bugünü göremeseler, böyle büyük bir bilinç ve inanç oluşturamasalardı o adımları atamazlardı tabii. Bütün bunlar Önder Apo’nun düşüncelerinin eseridir. Kesinlikle Önder Apo’nun dehasının ve yaratıcı emeğinin ürünleri olarak ortaya çıkar. Ama Kürt gençlerinin, kadınlarının büyük cesaret ve fedakârlığı da bunu yarattı. Dolayısıyla bu cesaret ve fedakârlığı, bu bilinci ve inancı iyi görmek lazım. Yaşayan gerçekler, şehitler gerçeğidir. Bütün bu 40 yılın yaratıcısı, kahraman şehitlerdir, öncülerdir. Bu yaşayan gerçekler de kesinlikle onlar. Bu gerçeği de böyle net olarak görmeliyiz.
Şimdi soruya gelirsek, bugün yaşananlara baktığımızda AKP-MHP faşizminin değişik güçlerin çeşitli uygulamalarına, yaklaşımlarına baktığımızda hâlâ PKK’yi imha etmek, gerillayı ezmek, Kürt soykırımını tamamlamak için bazı çevrelerin ittifak yaparak vahşice saldırı geliştirmelerine baktığımızda, hâlâ PKK’yi imha ve tasfiye edeceklerini hayal etmelerine baktığımızda gerçeği görüyoruz. Bu kadar mücadeleye rağmen, o mücadelenin yarattığı bu kadar değere rağmen ki şunu söyledik biz; 42 yıldır Kurdistan’daki özgürlük adına bütün gelişmelerin altında büyük zindan direnişinin, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eylemi’nin imzası vardır. 40 yıldır bunu yaratan güçle 15 Ağustos Atılımı ve bu temelde süren gerilla savaşıdır.
Buna rağmen hâlâ böyle hayaller kuranlar var. Bu temelde saldırılar yürütenler var. Demek ki acaba böyle kahramanca bir mücadele olmasa, her gün şehitler vererek bu savaş yürütülmeseydi, Kürtlük adına, özgürlük adına, insanlık adına Kurdistan’da da Türkiye’de de Orta Doğu’da da hiçbir şey kalmayacaktı. Dünyada da kalmayacaktı. Şimdi özgür ve demokratik bir dünya hayal edilebiliyorsa ve yaşanır bir dünya, alternatif bir dünya olarak görülüyorsa dikkat edelim, Kurdistan’daki özgürlük mücadelesinden esinleniyor. O mücadelenin ortaya çıkardığı değerlerden, kadın özgürlük devriminden, gerilla mücadelesinden, esas olarak da Önder Apo’nun geliştirdiği ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü paradigmadan etkilenerek öngörülüyor. Bunlar olmasa özgürlük ve demokrasi adına, alternatif yaşam adına çok fazla heyecan verici, elle tutulur, somut bir şey yok kalmadı.
Kapitalist modernite sistemi, iktidar ve devlet güçleri, azgın saldırılarıyla her şeyi katlettiler. Soykırım yapıyorlar. Bunun adını Önder Apo toplumkırım koydu. Toplumkırım var. Toplumkırımla neredeyse insanlık öldürülecek, yok edilecekti. Buna karşı direnen, dolayısıyla toplumsal yaşamı var eden, özgür yaşamın kadın özgürlüğü temelinde gerçekleşebileceğini herkese gösteren bu 40 yıllık özgürlük savaşı oluyor.
Ağustos ayımızın büyük mücadelesi de var. Ağustos ayı, 15 Ağustos Atılımı ayı olunca ki bu Kürt miladı. Kürt özgürlük tarihi 15 Ağustos ile başladı. Mücadeleyle de sürüyor. Dolayısıyla her yıl dönümü büyük direnişlere sahne oldu. Ağustos ayımızın da büyük şehitleri var. Erdallar var. Her iki Erdal da Ağustos yoldaştı. Ağustos’ta şehit düştüler. Zeki Şengali yoldaş da Ağustos’ta şehit düştü. Atakan Mahir yoldaş, İbrahim yoldaş, Hüseyin Mahir yoldaş, Azime yoldaş. Yüzlerce şehidi var Ağustos ayının. Tüm bu şehitleri de bu vesileyle saygı ve minnetle anıyorum.
Kırkıncı yıl dönümü önemli. 40 yıl özgürlük savaşı yürüten bir halkın bilinçlenme ve örgütlenme düzeyini, kazandığı cesaret ve fedakarlığı göz önüne getirelim. Kimse artık Kürt toplumunu bunun gerisine düşüremez. Kürt halkını, kadınlarını, gençlerini yenilgiye uğratamaz; iradelerini kıramaz. Özgürlükten alıkoyamaz. İstediği kadar saldırsın, ne yaparsa yapsın, sonunda kaybedecek kesinlikle kendisi olur. Derler ya, döktüğü kanda boğulmak. Döktüğü kanda boğulur. Bu bakımdan bizim açımızdan şunu değerlendirmemiz lazım. Böyle bir atılım olurken, hazırlanırken buna karşı çıkanlar çok oldu. Bir defa onları iyi görmeliyiz. Kürtçülük adına bunu yapanlar da oldu. Solculuk adına yapanlar da oldu. Hatta şunu söyleyebilirim: Türkiye ve Kurdistan’ın çeşitli örgütlerinin en kalabalık birliğini 15 Ağustos Atılımı’na karşı saldırıda yarattılar. Avrupa’da yaptılar onu. Kenan Evren cuntasına “bize izin verin, PKK’yi yok etmede size öncülük yapalım” çağrısı yapanlar oldu. Bunları unutmayacağız. İşbirlikçiliği ve ihaneti hiçbir zaman unutamayız. 15 Ağustos Atılımı’na karşı da işbirlikçilik ve ihanet oldu. Ağustos 1985’ten bu yana Barzaniler bu atılıma karşı savaşıyorlar. Şimdi savaşmıyorlar sadece. O zaman başladılar bu savaşa. Zaten öncesinden de engellemeye çalışıyorlardı. Engelleyemeyince atılım gerçekleşince bu sefer TC ile birlik olup gerillayı etkisiz kılmak için saldırıya başladılar. Bugün de saldırıyorlar. Onları izleyenler de vardı. Bunu da hiçbir zaman unutmamalıyız. Dahası mücadelenin öğreticiliği çoktur. 40 yıllık tecrübe birikimi Kürt halkının en büyük hazinesi. Bu 40 yıllık yaşananların dersleri çıkartılırsa, bu 40 yıllık mücadeleyi insan anlar, bilince çıkarır, özümserse, o en güçlü özgürlükçü olur, yurtsever olur, devrimci olur, insanlaşır, toplumsallaşır, her şeyin doğrusunu bilir ve güzelini yapar. 15 Ağustos Atılımı ve bu temelde süren 40 yıllık özgürlük savaşının dersleri bir insanı, herkesi bu düzeye getirmek için yeterlidir. Bu bakımdan daha çok ders çıkarmalıyız.
Geçen 40 yıl nasıl geçti? Bu savaş nasıl verildi? Her anı birbirinden zorluklar içinde geçti. Önder Apo dedi, nefes nefese kazanılan bir süreç, diye. Gerçekten de Önder Apo’nun değerlendirmelerini anlamak, özümsemek lazım. Bu savaşın her anını iyi bilince çıkartmak, derslerini açığa çıkartıp özümsemek gerekli. Bizi bilinçlendirir, örgütler, inancımızı güçlendirir, yenilmez kılar. En güçlü hale bizi bu getirir yani.
- yıl dönümü vesilesiyle herkesi 40 yıllık özgürlük savaşını doğru anlamaya, derslerini doğru çıkarmaya, Parti öncülüğünün, gerilla öncülüğünün, halk direnişinin anlam ve öneminin bilincine yeterince varmaya çağırıyorum. 14 Temmuz direnişini başlatırken Hayri yoldaş buna özellikle dikkat çekti. Kurdistan’ın özgürlüğü ve kurtuluşu için mücadele ediyorum diyen tutarlıysa silahlı mücadeleye esas almalı, dedi. Bir talimattı, emirdi, vasiyetti. Hareketimiz, Kürt halkı, gençliği ve kadınları bu talimatın gereğini yerine getirdi. O görüş de ortada kalmamış oldu. Sahiplenildi ve gerekleri yerine getirildi. Rahat uyusunlar şehitlerimiz. Bugün gerilla, parti, halk, gençlik, kadın hareketleri hepsinden daha güçlü, daha bilinçli, daha örgütlü, daha cesur ve fedakar. Hepsi Apocu fedai çizgisinin neferi haline gelmiş. Devrimcilik ve yurtseverlik Kurdistan’da Apocu fedailik olarak somutlaşmış durumda. Dolayısıyla hiçbir zaman geri düşmeyecekler, daha çok ileri gidecekler. Şehitlerimizin amaçlarını, anılarını yaşatmak için özgürlük mücadelesini her zaman çok daha fazla geliştirecekler. 15 Ağustos Atılımı’nı selamlıyor, şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, gerilla bayramımızı kutluyorum.
GÜNCEL SAVAŞ DURUMU: GERÇEĞİ GİZLİYORLAR, KAHRAMAN GERİLLA İŞGALE GEÇİT VERMİYOR
Bu atılımın şu anda yürüyen savaşına gelirsek, 40 yıl sonra bugün şu anda savaşın durumu nedir?
Temmuz ayı bilançosunu da açıkladı HPG BİM. Herkes o bilançoya bakabilir. Çünkü AKP-MHP faşizmi, Türk Savunma Bakanlığı, Genelkurmayı savaşın sonuçlarını gizliyor. Her şeyi gizliyor aslında. Alçakça bir işgal ve ilhak saldırısı yürütüyor, bir kelime yok, Türk basınında, AKP-MHP basınında. Herkesten gizlemeye çalışıyor yaptıklarını. Buna karşı HPG günlük olarak kamuoyunu bilgilendiriyor. Aylık bilgilendiriyor. Aylık bilanço ortada işte. İki Skorsky düşürülmüş. Keşif uçakları düşürülmüş. Onlarca saldırgan işgalci cezalandırılmış. Yaralıları var. Bir sürü şey imha edilmiş, 200’den fazla geriye eylem yapmış. Düşman da durmamış tabii. Daha fazla, yüzlerce saldırı yapmış, bombardımanda bulunmuş, kimyasal silah kullanmış, taktik nükleer bomba, termobarik bomba kullanmış, fosfor bombaları kullanmış. Bunlar hep var, HPG-BİM’in açıklamalarında. Tabii savaş Medya Savunma Alanlarında odaklanmış durumda. Şu an çok yoğun olarak Zap ve Metina’da sürüyor. Ama Kuzey Kurdistan’da, Medya Savunma alanlarında, her yerde var. Dağda olduğu gibi şehirde de var HBDH milisleri, YPS güçleri savaş yürütüyorlar. Kendileri düzeyinde eylemler yapıyorlar. Bu anlamda büyük bir direniş var. 15 Ağustos Atılımı’nın 40. yıl dönümünü, Kurdistan Özgürlük Gerillası, öz savunma güçlerimizin hepsi savaşı daha da geliştirerek kutluyor, yaşıyor. O çizgiye bağlı kalıyor. Atılım ruhunu, çizgisini, amaçlarını hayata geçirmek için fedaice her yerde savaşıyor. Tam bir kahramanlık savaşı var. Gerçekten de faşist soykırımcı işgale, ilhaka geçit vermiyor gerilla. Zap’ta vermiyor, Bahar Tepesi’nde, Metina’nın sırtlarında vermiyor, yamaçlarında vermiyor. Her gün eylem üzerine eylem yapıyor. Bu kadar saldırı içerisinde faşist AKP-MHP sürüleri etkili olamıyorlar, sonuç alamıyorlar. Bu açık bir gerçek. HPG ve YJA-Star gelillasının geliştirdiği bu kahramanca direnişi selamlıyorum parti yönetimimiz adına. Başarılarını kutluyorum. Helikopterleri, keşifleri vuran, ona emeği geçen herkesi özel olarak kutluyorum. Yani kahraman şehitlerini saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. 40 yıllık tarihe en güçlü bir biçimde sahip çıkıyorlar. Hiçbir zorlu engeli tanımıyorlar. Faşist, sömürgeci, soykırımcı düşmanın üzerine büyük bir cesaretle, iradeyle, coşkuyla gidiyorlar ve hesap soruyorlar. Kürt halkına, kadınlara, halklara yaptıkları zulmün intikâmını alıyorlar. Gerilla bir intikâm gücü, hesap sorma gücü ve günlük olarak soruyor. Dolayısıyla hiçbir zalimin yaptığı yanına kâr kalmıyor. 41. yılda da bu mücadele bu biçimde sürecek.
‘KİMSE DUYMADIK DEMESİN; HANGİ GÜÇ GİRERSE GİRSİN SAVAŞ AÇARIZ’
Bu vesileyle şu hususları belirteyim; Medya Savunma Alanlarına deniliyor, işte işgal edilen yerlere çeteler getiriliyor, şuradan buradan korucular getiriliyor. Çeşitli güçler yerleştirilecek. Biz Eylül 2002’de bir ilanda bulunduk. Buraların özgür, kurtarılmış alanlar olduğu yönünde. Kim saldırırsa ona karşı savaşılacağını. Şimdi herkes bilmeli. Sonra kimse duymadık demesin. Kim olursa olsun, hangi güç girerse girsin Eylül 2002’de yaptığımız açıklama bugün de yarın da geçerliliğini koruyandır. Kim buraları işgal etmeye kalkar, buralara gerilladan izinsiz girerse savaşılır. Onlara karşı direniriz, savaşırız, hesap sorarız. Herkes hesabını doğru yapmalı.
‘GÖZ YUMMA DEĞİL, BİRLİKTE OPERASYON VAR!’
Diğer yandan, bazı şeyleri anlattık ama sanki tam anlaşılmadı. 3 Temmuz’dan itibaren bir değişiklik var. Bu değişiklik nasıl oldu? Daha önce tepelere indirme yapıyordu AKP-MHP sürüleri, Türkiye sınırından yollar açıyorlar, tepelere bağlıyorlar, böylece işgal etmeye çalışıyorlardı. O kadar çaba harcadılar, bazı yerleri tuttular ama hedefledikleri yerleri işgal edemediler. 3 Temmuz’dan itibaren olan bundan farklıdır. Yine o sistemi yürütüyorlar ama başarılı olamadılar. Başarılı olabilmek için KDP ve Irak yönetimiyle birlikte Batufa, Bamerni, Enişke, Kadişe, Amediye, Derelok ve Şeladize yol hattında yani zırhlı birlikler, tanklarla yeni bir sınır kuruyorlar. Güneyden de kuşatıyorlar. Bir yandan kuzeyden indirmeler, yollarla saldırı yaparken, bir yandan da buralardan saldırı yapıyorlar. Bu alanı tümden kuşatmaya almış oluyorlar. Bunun önemi nerede? Bütün bu saydığım kasaba ve şehirlerde Irak ve KDP yönetimi var. Onların izniyle geçiyorlar. Onlarla birlikte geçiyorlar. On binlerce Türk ordusu, yüzlerce tank zırhlı birlikleri, KDP ve Irak güçleriyle birlikte. Bu anlamda TC sınırı artık bu hatta kaymış durumda. Bu kadar yeri işgal ve ilhak ettiğini hesap ediyor TC devleti, AKP-MHP faşizmi. Şimdi bazıları diyorlar ki KDP destek veriyor, bilmem Irak devleti göz yumuyor… Destek, göz yumma yok, ortak operasyon odası var, bu üç güç birlikte bu operasyonu yapıyorlar. TC buraları işgal ediyor tampon bölge adıyla, Irak yönetimiyle KDP yönetimi, Barzaniler de bu alanı TC’ye satmış bulunuyorlar. Sadece satmamışlar. Bir de işgal ve ilhak etmesi için onunla birlikte bu işgal ve ilhaka karşı direnen özgürlük gerillasına karşı savaş yapıyorlar. Bu kadar açık yani. Kimse bu satmayı hiç gündeme getirmedi. Peki neyin karşılığında satıyorlar? Örneğin Irak yönetimi ne karşılığında 3 Temmuz’dan itibaren bu izni verdi. Ortak operasyon odasında benim topraklarım dediği bir yığın alanı TC işgaline bırakıyor? Elektrik alıyor biraz. Su alıyor. Elektrik ve su karşılığında vatanı pazarlar hale geldiler. KDP ne yapıyor? Para kazanıyor. Yani işte gizli petrol satıyor, ticaret yapıyor. Barzaniler, dünyanın sayılı zenginleri arasına girdiler. Bu TC ile, AKP-MHP ile geliştirdikleri gizli ortaklık temelinde. Bunlar için yapıyorlar yani.
Şimdi KDP diyormuş, bilmem Irak’ın ne bakanı diyormuş, PKK her tarafa yayıldı, bilmem her yerde yangın çıkarıyor. Bunların hepsi yalan. İspat etsinler, yoksa yalancı olarak damgalanırlar. Niye bunları söylüyorlar? Çünkü yaptıkları şeyi Güney Kurdistan halkı, Irak halkları anlarlarsa bir kaşık suda boğarlar KDP ve Irak yönetimini. Açıktan suç işliyorlar yani. Yapılacak bir iş mi? Hangi toplum bunu kabul eder? Bu bakımdan Güney halkımızı, Irak halklarını gerçeği daha iyi görmeye çağırıyoruz biz. Arkadaşlarımız çağrı yaptılar, katılıyoruz buna. Demagojilere kimse inanmasın. Bunların hepsi yalandır. Bu ihanetin, işbirlikçiliğin, Irak ve Güney Kurdistan topraklarını TC’ye satmanın üstünü kapatmak, gizlemek, onun tartışılmasını engellemek için PKK şunu bunu yapıyor diye yalan uyduruyorlar. Gündemi saptırmaya çalışıyorlar. Zaten o KDP basını, AKP-MHP basını gibi, her gün özel savaş, psikolojik savaş yapıyor. Her gün bir yalan uyduruyor. Kimse inanmasın ona. Dolayısıyla gerçeği görsünler. Mevcut durum daha iyi anlaşılsın. PKK ile KDP savaşı yok, TC’nin işgal ve ilhak saldırıları var, buna ortak olan bir KDP var, işbirlikçilik var, ihanet var. Maddi çıkarlar karşılığında Kurdistan pazarlanmış, satılmış. Buna karşı direniyor Kurdistan’ın özgürlük gerillası, PKK gerillası. Peki direnmeyip de ne yapacaktı? İşbirlikçi mi olacak, hain mi olacak? Onlar özgürlüğü kazanmak ve korumak, savunmak için ant içmişler, yemin etmişler. Yeminlerinin gereğini her zaman yerine getirirler. Ölümden korkmazlar. Korkmuyorlar da ve gerçekten de bunu böyle sürdürüyorlar.
PKK işbirlikçiliğe ve ihanete karşı savaşıyor. İşbirlikçilik ve ihanetin maskesi en fazla bugün düşürülmüştür. Kendine yurtsever diyen herkesi de bu gerçeği görerek bir yandan bu işgalci, ilhakçı, soykırımcı saldırıya, diğer yandan ise onun suç ortağı olan işbirlikçiliği ve ihaneti doğru tanımaya ve onlara karşı yürütülen mücadeleye katılmaya, omuz vermeye, destek vermeye çağırıyoruz. Çağrımız hep bu temelde oldu. Niye çağırıyoruz? Çünkü yurtsever olmak bunu gerektiriyor. Bir görev yerine getirmek istiyoruz. Bunun gereğini yerine getiren olur olmaz. Onu kendisi bilir. Biz hareket olarak savaştık şimdiye kadar. Bundan sonra da son ana kadar bu savaşı sürdüreceğiz.
‘GAFLETE DÜŞÜLÜYOR, FAŞİZM ETKİLİ, RADİKAL DİRENİŞLE YIKILIR’
Faşizm tabii topluma da saldırıyor hiç durmadan. Böyle bir gündem var. AKP-MHP faşizminin dile, doğaya dönük saldırıları, kültüre dönük saldırıları konuşuluyor bu son dönemlerde. Tartışmalar var. Bu tartışmalar ne kadar doğru? Alınan tutumlar ne kadar doğru? Doğru yaklaşım nasıl olmalı sizce?
Bu konuda geçen hafta Cuma arkadaş kapsamlı açıklamalar yaptı. Hem yapılan uygulamaları sıraladı hem de onlara karşı halkın, kadınların, özellikle de Kürt gençliğinin tutumu, durumu nasıl olmalı, nasıl mücadele edilmeli; net bir biçimde bu soruların cevabını ortaya koydu, ifade etti. Yani hepsine katılıyoruz. Bizim bunlara diyecek, ekleyecek bir şeyimiz olamaz. AKP-MHP Kürt diline saldırıyor, kültürüne saldırıyor. Yani işte tutukluyor gençleri, işkence yapıyor. Şimdi bunu yapıyorlar. Buna şaşırmış gibi görünüyor bazıları. Doğrusu biz de onlara şaşırıyoruz. Şimdi yapmıyor ki TC devleti, AKP-MHP faşizmi. Bu devlet 100 yıldır bunu yapıyor. AKP-MHP 20 yıldır bunu yapıyor. Yani şimdiye kadar peki bu görülmüyor muydu, bilinmiyor muydu? Yani peki görülüyor, biliniyorduysa ne yapıldı? Demek ki bir gaflet var, yanılgı var. O kötü, ben oraya dikkat çekmek isterim. Gaflet tehlikeli bir durumdur, ötesini söylemek istemiyorum. Bu gaflet aşılmalı yani. MHP iktidarda, bugün TC devletini yöneten, ideolojik olarak, anlayış olarak, çizgi olarak da MHP’dir, politik, pratik olarak da MHP’dir. Tayyip Erdoğan yönetimi neye dayanarak ayakta kalıyor yıllardır? MHP’ye dayanarak ayakta kalıyor. Peki, MHP’den daha faşist bir güç var mı Türkiye’de? Daha çok Kürt düşmanı, kadın düşmanı, insanlık düşmanı, halk düşmanı bir güç var mı? Yoktur. Bu güç iktidarda, peki şimdi bu iktidardan ne anlıyor bazı çevreler? Ben şaşıyorum yani. Böyle demek ki, yani MHP ile de yaşanabilir görülüyor. MHP’ye faşist demiyor herhalde bazı çevreler. Yani MHP’yi değişmiş, ılımanlaşmış sananlar mı oluyor? Böyle olmamalı yani. Gerçekten de böyle olmamalı, böyle olunmamalı. Hep dedik ya, faşizme karşı direniş topyekûn olmalı. Çünkü faşizm topyekûn saldırıdır. Ne diyorlar? Susma, sustukça sıra sana gelecek. Geliyor şimdi. Önce Önder Apo’ya saldırıyor, sonra gerillaya saldırıyor, PKK’ye saldırıyor. Bunlarla birleşmezsen tabii dile de saldırır, kültüre de saldırır, toprağa da saldırır, ormana da saldırır, yer altında, yer üstünde bütün zenginlik kaynaklarına da saldırır. Bu şimdi olmuyor. Önce de vardı yani. Herkes bunu görmeli. Kendimizi kandırmamalıyız. Böyle dar veya yanılgılı düşüncelerle gerçeklerden uzak düşünmeyelim. Öyle bir hava görünüyor. Herkes kendine gelsin. Gerçekleri doğru görsün. Gafletten kurtulalım. Gözümüzü, yüreğimizi, bilincimizi açalım. Nasıl bir imha saldırısıyla karşı karşıya olduğunu Kürtlüğün, görelim. Önder Apo defalarca uyardı bizleri. Yarın dilinizi konuşamazsınız, köyünüzde kalamazsınız, ekmek bulamazsınız, isminizi söyleyemezsiniz, dedi. Mezar yeri bile vermezler size, dedi. Her şeyi önderlik çizgisinde yürüttüğümüzü söylüyoruz ama yani unutuyoruz Önder Apo’nun söylediklerini. Unutmamak lazım. Gaflete düşmemek gerekli. Topluma ve doğaya, Kürdün, Kurdistan’ın her şeyine en azgın bir saldırı var. İnsanlık katlediliyor. Gençler, kadınlar, çocuklar en ağır tecavüzlere uğratılıyor. Her türlü saldırı var. Diriye saldırı var. Ölüye saldırı var. Zindanlar tıka basa doldurulmuş. Doğaya saldırı var. Kurdistan’ın yeraltı ve yerüstü zenginlikleri yıllardır yağma ve talan ediliyor. Ormanlar talan ediliyor. Suyu Irak’la pazarlık ediliyor, Kürt soykırımının gerçekleştirilmesi için. Kürdün suyu, enerjisi. Bütün zenginlik kaynakları bir avuç para babasının kendisini yaşatması için kullanılıyor. Bunlar açık gerçekler.
Sanki Türkiye’de demokratik bir yönetim varmış, yaşanılabilir bir şey varmış da bir iki saldırı yapıyor. Ona karşı çıkalım, biraz onu teşhir edelim. Halayımıza karşı çıktılar, halay tutalım dememek lazım. Bunlar bu kadar basit değil yani. Topyekûn bir faşist, sömürgeci, soykırımcı imha saldırısı var. DAİŞ’in 3 Ağustos 2014’te Şengal’e yönelttiği fermanın daha katısı, benzeri yıllardır, 10 yıllardır Kuzey Kurdistan’da Kürt halkı üzerinde uygulanıyor. Bu gerçekleri iyi görmek, daha ciddi, aktif, yetkin mücadele etmek lazım. Ben şöyle yapalım, böyle yapalım demiyorum. Cuma arkadaşı belirtti, katılıyorum. Daha radikal olmalı, daha etkili olmalıyız, daha topyekûn olmalı. Onlar senin diline öyle saldırıyorsa, demek ki dilde zaafiyetin var. Onun diline muhtaç oluyorsun. O zaman Türkçe konuşmayı boykot edebiliyor muyuz? Türkçe okullara gitmeyi boykot edebiliyor muyuz? Kürt toplumu böyle bir irade gösterebiliyor mu? Bunları hesaplamalıyız. Bunları düşünmeliyiz. Faşizm ancak böyle etkili, aktif direnişlerle kırılabilir. Türkiye toplumuna, halklarına, kadın ve gençlerine, emekçilerine Kurdistan’daki uygulamaları daha iyi gösterebilmeliyiz. Daha çok gelsin görsünler. Gerçekten kendi adlarına yapılıyor bu. Kabul ediyorlar mı bunu? Yoksa karşı çıkacaklar mı?
‘GÜÇLÜ DİRENİLSEYDİ BU KADAR SALDIRAMAZLARDI, SİSTEMDEN TAMAMEN KOPULMALI’
Bu bakımdan özellikle gençlik daha uyanık, tutarlı, örgütlü olmalı. Daha mücadeleci, aktif olmalı. Radikal mücadeleden söz ettim ben. Radikalleşmek gerektiğinden. Çünkü faşizme karşı pasifizm buna yol açtı yani. Pasif, liberal, böyle sınırlı, zayıf tutumlar AKP-MHP faşizmini bu kadar saldırgan hale getirdi. Daha güçlü direnilseydi bunları yapamazdı. Görüyorlar ki işte saldırdıkça örgütsüzler, eziliyor, daha fazla ezip, korkutup, ürkütüp asimile etmek istiyorlar. Soykırım uygulanıyor, Türkleştirmek istiyorlar. O zaman Kürtler, yani Türklükten kopup Kürtlüğe dönüşü güçlü, etkili bir biçimde yapabilmeliler. Kürt olarak var olabilmeliler, yaşayabilmeliler. Bir de bunu kendi örgütleyerek yapacaksın tabii. Yani TC’nin bu okullarından diploma alıp da ne yapacaksınız? Kendi dilini okuyup yazmayı öğrenirsen ne mutlu sana. Onunla öğrendiğin her şeydir. Diğeri sana hiçbir şey kazandırmaz. Önder Apo ne dedi? Daha 40 sene öncesinde. En iyi okullarına gittim, bildiğimi de unuttum, dedi. Peki, Kürt gençleri o okullarda ne arıyorlar? Neyi bulmaya çalışıyorlar? Bir şey bulabilirler mi? Önder Apo’nun bulamadığını onlar mı bulacaklar? Bulamazlar yani. Her şeyden çok gençlik bu işten sorumlu. Gençlik gerçekten de doğru düşünmeli, bütünlüklü bakmalı, gafletten kurtulmalı. Bu sistemiçileşmek deniliyor, bu devam ediliyor. En büyük suç sistemiçileşmektir. O halde sistemden kopacağız. Hem de en radikal biçimde kopacağız. Bu erkek egemenlikçi zihniyetten, siyasetten, Kürt düşmanı, kadın düşmanı, halk düşmanı zihniyet ve sistemden kopacağız. Kendi yaşamımızı kuracağız. Bunları göze almalıyız. Böyle bir toplum olmayı öngörmeliyiz. Bu sadece Kürtler için de geçerli değil. Bütün emekçiler, işçiler, kadınlar, her yerdeki ezilenlerin kurtuluş yolu bundan geçiyor. Yoksa bu sistem için de kurtuluş yoktur. Ancak bu sistemden kurtulduğun zaman, koptuğun zaman kendini kurtarabilirsin. Herkesi daha doğru anlamaya, örgütlü ve mücadeleci olmaya davet ediyorum.
‘TÜRK DEVLETİ İRAN-İSRAİL SAVAŞI ÇIKARMAK İSTİYOR’
Orta Doğu’daki çelişkili, çatışmalı duruma gelirsek Tahran’da Hamas’ın siyasi büro sorumlusu İsmail Haniye vuruldu. En azından böyle söyleniyor. Öncelikle böyle bir saldırıyı hangi güç veya güçler gerçekleştirdi ve tabii neden Tahran’da bu yapıldı?
Bu konuları aslında değerlendiriyoruz. Fakat bu son olayı yönetimimiz değerlendirmedi. Herhangi bir açıklaması olmadı. Değerlendirir ihtiyaç duyarsa, gerek görürse açıklamalar yapar. Bu açıdan ben kısa kişisel görüş belirtebilirim. Gazze’deki savaş neydi ki, Tahran’daki olay ne oldu? Bunlar birbirinden kopuk şeyler değil. Çok farklı bir durum da değil. Gazze’de o tarzdaki bir savaşın sonucu bu olacaktı. Bundan farklısı olamazdı tabii. Gazze’de gerçekten de çıkar için, basit maddi çıkarlar için milyonlarca halk soykırıma uğratıldı. Herkesin gözü önünde. Çatışma bunun için yapıldı. Bunu isteyenler oldu. İsrail yönetimi niye öyle saldırdı hemen? Demek ki hazırdı önceden. Amerika, diğer güçler nasıl destek verdiler? Hazırdılar. Peki böyle bir hazırlığın üzerine balıklama dalan, provokasyon yapan kim oldu? Tayyip Erdoğan oldu. Bunu herkes biliyor. DAİŞ’i de Kobanê’ye Tayyip Erdoğan saldırttı. Hamas’ı da durduk yerde öyle bir savaşa Tayyip Erdoğan yönlendirdi. Umut ediyordu, İsrail’in enerji yolunu boşa çıkartırım, kendi yolumu kabul ettiririm sisteme. Fakat İsrail ve ABD’nin kararlılığını görünce ondan sonra başladı, yalvar yakar etmeye. 9 aydır ateşkes olsun, ateşkes olsun diye yakarıyor. Peki ateşkes istiyordun niye saldırı yaptın, savaş başlattın? Ateşkes istemiyordu aslında. Savaşın istediği gibi gitmeyeceğini, oyuna getirildiğini, bazı güçler tarafından kandırıldığını, provokatör olarak kullanıldığını görünce yani ondan kurtulmaya çalıştı ama kurtulamadı.
İkincisi, savaş başladıktan sonra birçok gücün el birliği etmiş halde bu savaşı başlatanın İran olduğunu, İran-İsrail savaşının başladığını, bugün savaşacaklar, yarın savaşacaklar diye yaygara kopardıklarını, sanal savaşlar yarattıklarını gördük. Yani şaşkına döndük. Ne kadar İsrail-İran savaşı isteyen varmış bu dünyada. Kendilerinin çıkarlarını, varlıklarını İsrail ile İran’ın savaşına bağlayan ne kadar çok güç varmış. Bunları gördük. Peki bunların başında kim geldi? Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimi. Yani 9 aydır basınını, açıklamalarını, toplantılarını izleyin, bakın. Tüm güçleriyle İran-İsrail savaşı nasıl çıkartırız, onun arayışı ve çabası içerisindeler. Gazze üzerinden yapmak istediler. Olmadı. Yunan üzerinden yapmak istiyorlar. Yani Hizbullah’la bu sefer İsrail kavgasını geliştirmek istiyorlar. İsrail içinde bazı güçler de bunu istiyor. Hepsi için bir şey diyemem. Ama AKP, MHP yönetimi kesinlikle bunu herkesten çok istiyor. İsmail Haniye niye Tahran’da vuruldu da başka yerde vurulmadı? En az Tahran’da kalıyordu. Mesela en çok Türkiye’de kalıyordu. Türk pasaportu taşıyor. Türkiye’den oraya gittiğini biliyoruz. MİT tarafından korunuyordu. Katar’da kalıyordu. Bunu herkes de biliyordu. Söyleniyor, yazılıyordu yani. Niye oralarda değil de Tahran’da yapıldı bu? İşte belirttiğim şey için, bir İsrail-İran savaşı çıkartmak için. Şimdi de hemen olay duyulur duyulmaz, o AKP basınının yaptığı programları takip edin, yeniden bakın, göreceksiniz. Başladı savaş diyor artık. Zaten Hizbullah’la olmuştu. Şimdi bu artık son şey oldu. İran’la İsrail savaşacak diye adeta tef çalıp oynuyorlar. Kendi çıkarlarını bu savaşa bağlamışlar. İsrail ile İran savaşırsa ikisi de Türkiye’ye muhtaç kalacak, bölgedeki bütün şeyler değişecek, kendisi kurtulacak. Böyle olmazsa yani kapitalist modernite sistemiyle mevcut AKP-MHP politikaları çelişki içine giriyor, çatışma kendisine gelecek. Lübnan’da Hizbullah’la, İran’la İsrail’i savaştırmazsa Kıbrıs’ta kendisi İsrail’le savaşır hale gelecek. Sıra Kıbrıs’a ve kendisine gelecek. Korkusu onun içindir. Bir felakete sürükledi Türkiye’yi, AKP-MHP faşizmi. Bunu Önder Apo defalarca ifade etti, uyardı herkesi. Kürt özgürlüğü temelinde bir demokratik Orta Doğu herkes için iyidir, dedi. Demokratik Orta Doğu konfederalizmini önerdi. Yoksa felaket olur, dedi. En büyük felaket de Türkiye’nin başına gelir. Şimdi Tayyip Erdoğan yönetimi felaketin içine soktu Türkiye’yi, İran’ı savaşın içine çekerek bundan kurtulmaya çalışıyor. Felaketin daha da derinleşmesini engellemeye çalışıyor. Bütün bunlardan hangi sonucu çıkarıyorum? Kim yaptı? İsrail’e işaret ediyorlar. Olabilir. Bazı güçler yapmış olabilir. Niye İran’da yapıldı? Kesinlikle İran-İsrail savaşı çıkartmak için. En çok kim istiyor İran-İsrail savaşı çıkartmayı? AKP-MHP yönetimi. İsrail için de bazı güçler de onlarla ortaklar. O halde ben şaşırdım, niye hiç kimse bu olayın arkasında, örneğin Hakan Fidan’ı, MİT’i, Tayyip Erdoğan yönetimini aramıyor? Türkiye’de kalıyor, oturumu Türkiye’dedir, Türk pasaportuyla hareket ediyormuş bu kişi. Güvenliğini sağlamaktan Türkiye sorumlu değil miydi? Niye sahip çıkmadılar? Niye güvenliğini sağlamadılar İsmail Haniye’nin? Acaba Hamas bitti, artık İsmail Haniye ile yapılacak işimiz kalmadı mı dediler… Böyle bir şeye ortak mı oldular? Bu olayı araştıranlar olayı içerisinde Tayyip Erdoğan’ın parmağını araştırmalılar. Onsuz hiçbir sonuç kesinlikle çıkaramazlar. Bu kadar açık. Çünkü deniliyor ya, bir olaydan en fazla kimin yararına olursa arkasında onu aramak lazım. Şimdi bu olay, bir İsrail-İran savaşına yol açacak deniliyor, öyle olursa en fazla AKP MHP’nin yararına olacak. Çünkü onlar istiyorlar. İsmail Haniye’yi böyle yaptılar, bu sefer Mahmut Abbas’ı çağırıp onunla kendi şeylerini kurtarmaya çalışıyorlar. Bu bile bu olayın içinde Türkiye izini aramak için çok yeterli bir neden aslında.
Biz böyle savaşlara karşıyız hareket olarak. Kesinlikle bunlarda halklar ezilir. Nasıl Gazze halkı ezildiyse bu tür savaşlar yeni yeni halkların ezilmesini getirecekler. Bunlar özgürlük savaşı değil, demokrasi savaşı değil, antifaşist savaşı falan değil. Sömürgeci savaştırlar. Çıkar savaşıdırlar. Emperyalist savaştırlar. Sömürü savaşıdırlar. Sömürü savaşına karşı olmalıyız. İran yönetimi açısından da şunu söyleyebilirim. Gazze üzerindeki tahrikler karşısında gerçekten basiretli davrandı İran yönetimi. Tahriklere gelmedi. Şimdi bu daha ağır bir tahriktir. Yeni bir yönetimi de oldu İran’ın. Cumhurbaşkanı ve yönetimi değişti. Yeni yönetimin bu gerçekleri daha iyi anlayıp değerlendirmesini bekliyoruz. Dolayısıyla da bu tahriklere gelmeyecek basireti göstereceğini düşünüyoruz. Göstermesinin kendisinin de çıkarına olduğunu düşünüyoruz İran. Dolayısıyla yine de İran kesinlikle Türkiye’nin diğer güçlerin tahrikine gelmemeli. Böyle bir savaşa taraf olmamalı.
İRAN’DAKİ İDAM KARARLARI
İran’da idam cezaları var iki kadın aktiviste. Ciddi tepkiler var. Yeni yönetimden de bahsettiniz. Bu bağlamda neler söylenebilir?
Bu kadın hareketleri daha duyarlı. Açıklamalar yaptı çok sayıda kadın örgütü. Çağrılar yaptılar, eleştirdiler. Engel olmak istediler. Bunlar önemli, anlamlı. Biz bu tutumu da çağrıları da önemsiyoruz. Kadın hareketinin böyle bir duyarlılık ve etkinlik göstermiş olması da oldukça önemli.
Jin Jiyan Azadi Azadi sloganıyla gelişen kitle hareketi gerçekten İran’da bir ideolojik ve kültürel devrim oldu. Eylül ortasında ikinci yılını dolduracak. Çok önemli bir hareketti yani. Büyük bir kültür devrimi gibiydi. Bunun kadın gücünden gelmesi, kadın öncülüğüyle olması, kadınların böyle bir şeyi geliştirmesi olaya ayrı bir önem verdi. Kadın bu kadar etkiliyse, bu kadar bilinçli ve örgütlüyse, demek ki orada bir şeyler var.
Geçmişte de söyledik, yani İran yönetimi niye bu kadar karşı çıktı buna… Bu kadar saldırı yaptı, idamları dayattı, hapisleri, anlaşılır değildir. Halbuki İran’ın onuruydu, şerefiydi. Rojhilat ve İran kadınlarının bu tutumu dünya kadınlarına öncülük etti. Dünyada İran’ın şerefini kurtardı, onuru oldu. Gerçekten de saygı, minnet duyulacak bir tutum göstermek gerekirken, bu kadar saldırı yapmak, erkek egemen zihniyetle de iktidar ve devletle de çok anlaşılır değildir. Çok politik olmadı. Özellikle bugünün dünyasında. Halbuki ona dayanarak mevcut İran yönetimi dünyadaki birçok saldırıyı, kendine dönük saldırıyı kırabilirdi. Ne dediler? Arkasında dış güçler var. Ya Rojhilat’taki, İran’daki kadın özgürlük istiyor. Hem de anlık, üzerindeki giysiyi değiştirerek rahatlamak istiyor. Bunun dış güçle ne alakası var? Kim onu örgütledi? Hemen o kadın nerede, hangi dış güçle ilişki kurdu da onun işte bir uzantısı olduğu, ajanlığını yapıyor? Akıl alacak gibi değil. Bunlar gerçekten de çok aşırı ön yargı. Diğeri ise şimdi yeni bir yönetim seçildi. Mevcut cumhurbaşkanı o zaman da bu hareketlerin üzerine şiddetle gidişi kınadı. Tersine, sorunun çözülmesi, kadınların taleplerine kulak kabartılması gerektiğini söyledi. Kendisinin bunu yapacağını taahhüt de etti. Yani Jin Jiyan Azadi devriminin yarattığı ortam bu cumhurbaşkanının seçilmesini sağladı. Bunu da bilmeli Cumhurbaşkanı. Bir, söz verdi. İkincisi, bu harekete dayanarak aslında seçimi kazandı. Şimdi yönetime geliyor, herkes tabii sözünün gereğini yerine getirmesini, seçildiği ortamın doğru değerlendirip onlara uygun yaklaşmasını bekliyor. Bu idam, baskı, tutuklamalar özellikle kadınlara son bulmalı. Onu bırakalım. Yeni bir değerlendirmeyle gerçekten de bir değişim, özgürlükçü adımlar gelmeli. Bu İran’ı her bakımdan güçlendirir. Biz Kürt Özgürlük Hareketi olarak bu kanaatteyiz. Zayıflatmaz, kesinlikle her bakımdan öyle bir adım İran’ı güçlendirir. O halde beklentimiz kesinlikle, hele hele bu idam benzeri şeyleri hemen durdurmak gerekli. Çağrımız onadır. Onun da ötesinde kadınları dinlemek lazım, gençleri dinlemek, anlamak lazım. Onlar bu toplumun temel direkleridirler. Ayakta tutucu, yürütücü güçleridirler. Nasıl istiyorlarsa ona göre bir değişim, dönüşüm, düzen kesinlikle geliştirmek gerekli. Bu İran’ı zayıflatmaz, güçlendirir, geliştirir. Topluma dayalı bir güç haline getirir, İran’ı tarihiyle de birleştirir. Bütün özgürlük akımları, özgürlük hareketleri, kadın özgürlük hareketleri tarihte hep İran’da olmuş. Bugün de eğer İran kadınları iki yıldır ayaklandılar, Jin Jiyan Azadi ile özgürlük istedilerse, dünyayı bu kadar etkiledilerse, o tarihe dayandıkları içindir. Dolayısıyla İran’ı tarihleriyle de birleştirir. Biz umut ediyoruz, bekliyoruz ki yeni yönetim bu konularda hızla kesinlikle bir değişim ve düzeltme geliştirecektir.