KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, AKP-MHP iktidarının son dönemde yaptığı çıkışlar, Kürt halkının siyasi kazanımlarına yönelik irade gaspı, 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Mücadele Günü ve PKK’nin kuruluş yıl dönümü konularında açıklamalarda bulundu.
AKP-MHP iktidarının, Ortadoğu’daki süreç içerisinde zorlandığını ve bu zorlanma sürecinde Kürtlere karşı yürütülen soykırım savaşını sonuca götürmeyi amaçladığını belirten Karasu, “Kürt sorununda zihniyet değiştirdiler diye bir şey yok. Demokratik zihniyete kavuştular, Kürt sorunu çözecekler diye bir şey de yok” dedi.
Faşist Türk devletinin Kürt halkına Kürtlüğünden vazgeçmesi ve Kürt davasını bırakması yönünde mesajlar verdiğini belirten Karasu, buna karşı mücadelenin yükseltilmesi gerektiğini vurguladı.
Karasu’nun değerlendirmeleri şu şekilde: “Dört yıl sonra Önder Apo’yla bir görüşme oldu. Önder Apo herkese selamlarını iletti. Biz de özlemle, sevgiyle ve saygıyla selamlarımızı iletiyoruz. Önder Apo’dan selam almak bizler açısından da tüm halkımız açısından da moral oldu. Bu yönüyle dört yıl haber alamamak gerçekten zordu. Bu açıdan bizim için önemli bir haber oldu.
1 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin DEM Parti vekillerine selam vermesi, “dışarıda barışıyorken içeride de barışmak gerekir” biçiminde söylemlerde bulunduğu bir dönemde, bu görüşmenin yapılması çok farklı biçimde değerlendirildi, yorumlandı. Kuşkusuz Devlet Bahçeli’nin Önderliğe çağrı yapması ve Erdoğan’ın da bu çağrıyı desteklemesi ortamında, böyle değerlendirme ve yorumlar tabii ki akla gelebilir. Gerçeği bilmeyenler açısından, görmeyenler açısından böyle değerlendirmeler anlaşılır bir durumdur. Ancak bu görüşmenin doğrudan Devlet Bahçeli’nin söylemleri ve sonraki tartışmalarla ilgili değildir.
Yıllardır Önder Apo’nun üzerindeki tecridin kaldırılması, özgürlüğü için büyük mücadele veriliyor. 4 yıldır görüşme olmuyor. Bu bakımdan halkımızın verdiği mücadele var, Avrupa’da halkımızın verdiği mücadele var, dostların verdiği mücadele var. Bunlar Türk Devleti’ni gerçekten zorluyordu. Bu konuda tabii ki AİHM üzerinde baskı vardı, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu üzerinde baskı vardı. Tüm bunlar tabii ki aynı zamanda Türkiye üzerinde de bir baskı yaratıyordu. Türkiye gerçekten bu tecridi sürdürmeme de, görüştürme yaptırmama da zorlanıyordu. Bu yönüyle 4 yıl sonrasında Türkiye’de bu tartışmalar olunca Devlet Bahçeli’nin yaptığı konuşmalar çerçevesinde zaten zorlanan, görüşme yaptırmama konusu üzerinde baskı haline gelen Türk Devleti, görüşme yaptırarak bu baskıdan kurtulmak istedi. Hem de böyle bir süreçte kafalar karıştırmak istedi.
GÖRÜŞME MÜCADELE SONUCU GERÇEKLEŞTİ
Bu görüşmeyi asıl yaptıran, yapılmasına yol açan, uzun yıllardır süren tecride karşı mücadele, Önderliğinin özgürlük mücadelesidir. Bu böyle bir görüşmeyi yaptırdı. Ama devlet çok zorlandığından, TC çok zorlandığından bu tartışmalar olduğu dönemde bunu yaptırarak hem üzerindeki baskıdan kurtulmak istedi, hem de belirttiğim gibi bu süreçte biraz kafa karıştırma, sanki bir yumuşama oluyormuş, sanki Kürt sorununda farklı bir yaklaşım olabilirmiş gibi bir algı yaratmak için böyle bir görüşme yaptırdı.
Dışımızdaki birçok insan bunu böyle düşünmeye başladı; düşündü, tartıştı. Ama şunu belirtelim, kesinlikle bu görüşmenin bu son zamanlardaki tartışmalarla doğrudan bağı yok. Belirttiğim gibi dolaylı 4 yıllık mücadelenin sonucu ortaya çıkan bir görüşmedir.
Önderlik tecrit kalktı demedi. Herhalde Kürt sorununda farklı bir yaklaşım ortaya çıksa tecrit devam etmez. Tecridin ortadan kalkması lazım ama tecrit devam ediyor. Görüşmeden kısa bir süre sonra Önderliğe disiplin cezası verildi. Ve bu yönüyle bu görüşmenin olması farklı yorumlanmamalı, farklı nedenlerden ortaya çıktığı düşünmemeli, tamamen yıllardır üretilen mücadelelerin sonucu olduğu görülmeli ve hala tecridin devam ettiği de bilinerek mücadelenin sürdürülmesi gerekiyor. Kesinlikle gevşetilmemesi gerekiyor. Çünkü Önderliğin görüşmesi, halka moral olduğu gibi birkaç cümlelik düşüncesinin dışarı yansıması da tabii ki birçok bakımdan, yani doğrultu verme, anlayış kazandırma, olay ve olgulara nasıl yaklaşıldığı konusundan, mesaj verme açısından önemli oldu. Bu yönüyle tecride karşı mücadele devam etmeli.
TECRİT DEVAM EDİYOR, MÜCADELE DEVAM ETMELİ
Arkadaşlar da zaten bunu kapsamlı biçimde değerlendirdiler, ortaya koydular. Bizzat Önderlik, “tecrit devam ediyor” diyor. Bu ne demektir, mücadeleye devam edeceğiz demektir. Bu görüşme mücadeleyle olduysa o zaman mücadeleyi sürdürmek lazım. Herhangi bir gevşemeye yol açmaması gerektiğini Önderlik vurgulamıştır. Çünkü toplumda, bireylerde özel savaşın yarattığı algılar var. Özel savaş güçlerinin yürüttüğü kampanyalar sonucu yanlış anlamalar ortaya çıkıyor. Hele günümüzde onlarca televizyonun olduğu, özel savaş aracının olduğu günümüzde bunlar saptırılabiliyor. Bunlara düşmemek gerekiyor. Zaten şu anda da halkımız da tecridin devam ettiğini söylüyor her yerde. Avrupa’da da söyleniyor. Bakur’da da her yerde tecridin devam ettiği ve mücadele sürdürüleceği söyleniyor. Bu olumludur.
Yine yakında Köln’de 16 Kasım’da büyük yürüyüş yapacak. Orada tecride karşı mücadele ortaya konulacak. Önderliğe özgürlük kampanyasının, dostlar tarafından başlatılan kampanyanın ikinci yılında da yeni bir çıkış yapılacak. Oraya da tabii çok güçlü katılımın ortaya konulması gerekiyor.
Şunun görülmesi gerekiyor. Mücadeleyle sonuç alınıyor. Hiçbir mücadele boşa gitmez. Bunun bilinmesi gerekiyor. Öte yandan Kürtler soykırım altında bir halk. Soykırım altında olan Kürt halkının önderi de bir soykırım baskısı altında. Soykırım altında tutuluyor. Önderliğe uygulanan politika soykırım politikasıdır. Bir halkın önderini yok etmek, bilincini yok etmek, doğrultusunu yok etmek, aynı zamanda o halkın tüm değerlerini yok etmektir. Çünkü her halk için, her toplum için önderler değerlerin bileşkesidir. Değerlerin toplamıdır. Değerlerin en önemli temsilidir. Onun yok edilmesi, tüm değerlerin yok edilmesi, tüm değerlere saldırma anlamına geliyor. Bu yönüyle halkımız bu bilinçle Önderliğe sahiplenmelidir. Biz mücadeleyle Önderliğin özgürlüğe kavuşturulacağına inanıyoruz.
Evet, mücadele zordur. Çok zorluk içinde yürütülüyor. Her alanda mücadele zor koşullarda yürüyor. Ama zor koşullarda yürütülen bu mücadele mutlaka başarıya ulaşacaktır. Zaten zorluklar zaten mücadelenin önemini, düşman gerçeğinin nasıl katı olduğunu gösteriyor. Böyle bir gerçekliğe karşı güçlü mücadele etmeden, koşullar ne olursa olsun mücadele etmeden sonuç anlamaz. Kolayca başarı beklemek, kolayca sonuç anlayacağını beklemek, soykırımcı sömürgeci gerçeği tanımamak, Kürt gerçeğini, Kürdistan gerçeğini, Ortadoğu’daki konumunu anlamamak olur. Bu bakımdan herkes zorluklar ne olursa olsun mücadele edip başaracağız demeli. Zorlukları bir engel olarak görmemeli. Zorluklar Kürt gerçeğinde, Kürt halkının özgürlük mücadelesi gerçeğinde mücadele etme gerekçesidir. Başka bir etken değildir. Bu yönüyle mücadele yükselterek başarılı olarak başlayacağımıza inanıyoruz.
NEDEN DURUP DURURKEN BU ÇIKIŞ YAPILDI?
Şu gerçeğin bilinmesi gerekiyor. Kürt sorunu konusunu ya da Kürtlere karşı yürütülen mücadele, yani Kürtlere karşı yürütülen savaş, sorumluluk savaşı ve buna karşı yürüttüğümüz büyük mücadeleyi en iyi biz biliyoruz. 50 yıldır bu mücadeleyi sürdürüyoruz. Soykırımcı sömürgeciliği tanıyoruz. Bu 50 yılın nasıl bir mücadele süreci olduğunu biliyoruz. Bu yönüyle işte Devlet Bahçeli’nin konuşmasını, Erdoğan’ın konuşmasını değerlendirirken, bu mücadelenin bütünlüğü içinde ele almak gerekiyor. Bize karşı yürütülen, Kürt halkına karşı yürütülen savaşın bütünlüğü içinde el almak gerekiyor.
Bu yönüyle tabi ki bizim herkesten daha fazla bu tür söylemleri anlama, ne olduğunu bilme konusunda avantajlarımız var. Çünkü sürekli savaşıyoruz, savaş içindeyiz. Neredeyse onların günlük düşüncelerini, günlük hamlelerinin ne olacağını düşünüyoruz, hesaplıyoruz. Hangi siyasal ortamda, hangi koşulda mücadele ettiğimizi, Soykırımcı sömürgeci cephenin ne durumda olduğunu, Ortadoğu’nun ne durumda olduğunu, bizim mücadelemizin ne durumda olduğunu, bütün koşulları bildiğimizden Devlet Bahçeli’nin ya da Erdoğan’ın neden böyle bir söyleme başvurduğunu da anlayacak durumdayız.
Ne oldu yani? Düne kadar her türlü soykırımcı dili kullanan, zehirli dili kullanan, Kürt varlığını tümüyle yok sayan sadece DEM Parti’ye değil, bütün Kürtlere, Kürt halkının mücadelesini yürüten herkese, her türlü saldırıyı, küfrü yapan Devlet Bahçeli barışalım diyor? Mutlaka bunun bir nedeni olmalı. Bu yönüyle tabii ki çeşitli nedenler tartışılıyor.
AKP-MHP iktidarı dışarıda zorlanıyor, içeride de zorlanıyor. Bu gerçektir. Ama buradan şöyle bir sonuç çıkarmak yanlıştır. Dışarıda zorlanıyor, içeride zorlanıyor. Bu nedenle işte Kürt sorununu çözerek bu zorluktan çıkmak istiyorlar. Böyle düşünmek yanlıştır. Evet, dışarıda zorlanıyorlar, içeride zorlanıyorlar. Ama Kürtlere karşı yürüttükleri bir soykırım savaşı var.
Zorlanma sürecinde, Kürtlere karşı yürüttükleri savaşı sonuca götürmek istiyorlar. Bunu böyle görmek gerekiyor. Kürt sorununda zihniyet değiştirdiler diye bir şey yok. Demokratik zihniyete kavuştular, Kürt sorunu çözecekler diye bir şey de yok.
Evet, Kürt sorununu çözmek için demokratik zihniyete kavuşmak gerekiyor. Kürt’ün varlığını kabul eden, kimliğini, kültürünü kabul eden bir zihniyete kavuşmak gerekiyor. Böyle bir şey yok. Hele MHP’de hiç yok, Devlet Bahçeli’de hiç yok. Bu yönüyle bu adım niye atıldı? Gerçekten iyi düşünmemiz gerekiyor.
Bölgedeki zorluklar, İsrail savaşı, dediler İsrail bize saldıracak dediler. Ortadoğu’da tabii ki bir savaş sürüyor. Ortadoğu dengelerini sarsan etkide bir savaş yürütülüyor. Öte yandan Türkiye’nin jeopolitik gücü, etkisi giderek azalıyor. 150 yıldır kullandığı, pazarladığı ya da en önemli siyasi gücü olan jeopolitik konumu artık eski gücünde değil, eski etkisinde değil. Tümden yok olduğunu söyleyemeyiz. Ama artık eskisi gibi tümüyle kendisini güç yapacak, herkese şantaj olarak kullanacak, pazarlık konusu yapacak bir konumda değil. İşte İsrail ile Araplar arasındaki ilişkilerin gelişmesi, farklı enerji yollarının aranması bunu ortaya koyuyor. Bu açık.
Bunlar tabii Türkiye’yi kaygılandırıyor, doğru. O bakımdan AKP MHP iktidarı kendi politikasının sonucu Türkiye’yi bu noktaya getirdi. Şimdi bütün muhalif güçleri arkasına alıp kendi konumunu sürdürmek istiyor. Bu zorlu coğrafyada kendisini güç yapmak istiyor. Ama bu duruma getiren onun politikaları. Hem bölgesel politikalarda sıkıntı yaşaması, hem içeride sıkıntı yaşamasını yaratan AKP MHP iktidarıdır.
Şimdi bu Devlet Bahçeli’nin konuşması, sonra bunu Erdoğan da destekledi. Öyle Erdoğan ile Devlet Bahçeli arasında bir sorun var denemez. Bu kadar çok önemli konuda böyle basit taktikler, ilişkiler içinde olduğunu ya da birbirinden habersiz bu tür şeylere gireceğini düşünmek doğru değil. Önceden konuştular, Devlet Bahçeli böyle bir adım attı. Bunun böyle bilinmesi gerekiyor. Yoksa Devlet Bahçeli Kürt sorununda AKP’yi geçti, daha makul bir noktaya geldi diye düşünmek bile MHP gerçeğini bilmemek, Türk Devleti gerçeğini bilmemektir.
Şimdi bu konuda şunu söyleyebiliriz. Artık yavaş yavaş bu kabul edilmeye de başladı. Ahmet Türk de konuşmasında, “böyle şeyler söyleniyor. Bunlar kabul edilmeyince, çünkü ortada bir şey yok, ondan sonra daha fazla şiddetle üzerimize gelecekler. Böyle bir oyun var” diyordu. Evet böyle bir oyun var. Bu oyun esas olarak DEM Parti üzerinde oynanan bir oyundur. “Biz size siyaset yapma alanını tanıdık. Yumuşak yaklaştık. Siz buna cevap vermediniz diyecekler ve üzerine şiddetle gidecekler. Bunu değerlendirmemize de gerek yok. Devlet Bahçeli de böyle dedi. Mehmet Uçum da böyle dedi. Erdoğan da bunu söyledi. Bu açık. Bunu bu kadar böyle karmaşıklaştırmaya, nedir ne değildir biçimde değerlendirmeye bile gerek yok. Mehmet Uçum’un cümlelerini tek tek yorumlasın herkes. Ne demek istiyor? Devlet Bahçeli dedi, ya kabul edersiniz ya da yumruğu yersiniz dedi. Neyi kabul edersiniz? “Kürtlüğünüzden vazgeçeceksiniz. Kürt davasından vazgeçeceksiniz. Kürtlükten, özgürlükten, demokrasiden bahsetmeyeceksiniz. Siyaset yapın, milletvekili olun, belediye başkanı olun ama bu tür şeylerle uğraşmayın. Kürt halkının özgürlük mücadelesinden, demokrasisinden söz etmeyin.
Özgürlük demek, demokrasi demek, bu devlete karşı, bu iktidara karşı mücadele etmek demektir. Bu iktidarın politikalarına karşı tutum koymak demektir. Bundan uzak durun.
Durursanız belediye başkanlığı da yaparsınız, milletvekili de olursunuz. Siyaset yaparsınız” diyorlar. Söylenen bu.
Bunda bir şey aramak ancak arzusunu ortaya koymaktır. Keşke iyi bir şey olsa. Evet herkes iyi bir şey olmasını istiyor. Kürt sorununda adım atılmasını, çözülmesini istiyor. Bunu bizden fazla isteyen de yoktur. Bunu da vurgulayalım. Herhalde bizden fazla isteyen yoktur. Şimdi Devlet Bahçeli’nin çağrısına anlam biçmek bile anlaşılır değil.
KANDİL’LE TELEFON GÖRÜŞMESİ UYDURMA
Evet ilk gün tokalaştı. Dışarıda barış içeride barış, dedi. Hadi o bir sözdü. Belki bu söz insanlara bir şeyler düşündürtebilir. Sonra Devlet Bahçeli Önderliği meclise çağırmış. Ne demiş? Gel örgütünü dağıt. Ne demek örgütünü dağıt? Bir halkın siyasi iradesi, düşünce gücü. 50 yıldır mücadele veriyor bunun için. 10 binlerce şehidi var. Diyor gel dağıt. Teslim ol bir nevi. O anlama geliyor.
Bunun ne anlamı var? Tek şu var, evet. Devlet Bahçeli, Önderliği muhatap aldı. Anlaşıldı ki, herkes anladı ki bu sorunun muhatabı Önder Apo’dur. Bu nedenle oraya çağrı yapıyor. Çözecekse o sorunu çözecek. Muhatap olduğu netleşti. Öte yandan tecrit var dedi. Tecrit olduğunu da kabul ettiler.
Bir de şunu belirtelim, tartışılıyor. Bilmem Kandil’le telefon görüşmesi olmuş. Bunlar uydurma şeyler. Şimdiye kadar Kandil’le herhangi bir ilişki olmamıştır. Bir temas olmamıştır. Böyle bir şey yok. Biz de herkes gibi televizyonundan takip ediyoruz. Basından takip ediyoruz. Bunu da böyle bilelim. Önderlikle de öyle bir görüşme yok, süreç yok.
Önderlikle her zaman görüşebilirler. MİT gider görüşebilir her zaman Önderlikle. Eskiden de Önderlikle birçok görüşme olmuştur İmralı’da. Ama Ömer Öcalan’ın anlattıklarından, yine daha sonra Tuncer Bakırhan’ın söylemlerinden, Önderliğin de bir çözüm süreci yok dediğini anlıyoruz. Bu açıdan o görüşmeden farklı bir anlam çıkarılmamalı. O görüşmenin yıllardır verilen mücadele sonucu olduğunun görülmesi gerekiyor.
Doğru yaklaşılması gerekiyor bu sürece. Dikkatli yaklaşılması gerekiyor. Bu bir tuzak, bir oyun. Zaten AKP-MHP iktidarı bir özel savaş iktidarıdır. Oyun içinde oyundur. Her gün oyun içinde oyun düşünüyorlar.
Zaten Erdoğan bir demogogtur. Devlet Bahçeli de öyledir. Zaten faşizm demek demogoji demektir. Gerçekleri çarpıtmak demektir. Bu konuda zaten eskiden beri MHP’nin söylemleri biliniyor. Erdoğan da zaten tam bir demogoji ustası.
Kürt kardeşim diyorlar. Türk-Kürt kardeşliği. Türk halkıyla Kürt halkı zaten kardeş. Türk halkıyla Kürt halkını karşı karşıya getiren devlet politikası bu iktidardır. Bu iktidarın politikalarıdır. Şimdi tartışılıyor. Kardeşlik değil eşitlik olsun deniyor. Kardeşlik demogojisi yapılıyor.
Bu bakımdan bu tartışmaları doğru ele almak lazım. Buradan bir şey çıkacağını düşünmemek gerekiyor.
Şu ayrı tabii ki bir çözüm istenir. Halk da ister, biz de isteriz, demokratik siyasal hareket de ister, dostlar da ister. Türkiye halkı da istiyor. Çünkü Türkiye’nin krizlerden kurtulması, sorunlardan çıkması için bu sorunu çözülmesi gerekiyor. Ama ortada böyle bir çözüm niyeti yok, isteği yok. Aksine yıllardır sürdürülen politika sürdürülmek istemiyor.
Bu gerçeğin bilinmesi gerekiyor. Özellikle DEM partililer ve halkın üzerlerinde nasıl bir oynandığını görmesi gerekiyor. Bu bakımdan sağlam durmalı ve bu politikaya karşı mücadele etmelidir. Bu politikaya karşı mücadele etmekten başka bir yol yok. Teslim olunamayacağına göre, yani Kürtlüğünden vazgeçilmeyeceğine göre, Kürt halkının özgürlüğünden, demokratik halklarından vazgeçilmeyeceğine göre bu politikayı görmek, doğru görmek ve buna karşı mücadele içinde olmak gerekiyor.