İmralı tecrit sisteminin devam ettiğini ifade eden Kalkan, bu sistemin lağvedilmesi ve soykırım uygulayan güçlerin de siyasetlerinden vazgeçmeleri gerektiğini belirtti.
Medya Haber Televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan Duran Kalkan, İmralı heyet üyelerinin AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesini değerlendirerek, Erdoğan’ın bu sürece müdahil olmasının önemli olduğunu söyledi. Halihazırda pozitif, memnuniyet uyandıran sözler olduğunu ancak pratik adımların görülmediğini söyleyen Duran Kalkan, “Pratik görülmeden, sırf sözle yeterli olmaz. Söze dayanarak bir şey diyemeyiz. Bu bakımdan görüşme de açıklamalar da önemli. Umut ederiz pratik de gelir, sonuca gider, çözüm üretir. Ama kamuoyu, özellikle Kürt kamuoyu, demokratik kamuoyu, kadınlar, gençler şunu bilsinler; bunlar söz düzeyinde, temenni düzeyinde. Gerçekleşmiş gibi görmemek lazım. Yanlış bir algılama da olabilir. Özel savaş bile çıkabilir arkasından. Biz her yönden bakmak zorundayız. Kendimizi kandıramayız, yanıltamayız” dedi.
Türk devletinin hem İmralı sistemini uygulayıp hem de kendilerinden Önder Apo’nun çağrısının gereklerini yerine getirmesini beklemesinin söz konusu olamayacağına da işaret eden Kalkan, “Ama gerçekten böyle olur da Önder Apo kongre yapar, yürütür hale gelirse pratik yürür. Sorun yok. Bizden yana herhangi bir engelleyici sorun yoktur. Tam tersine hep kolaylaştırıcı yaklaşımlar var” şeklinde konuştu.
Önder Apo’nun sorunun çözümü için çalıştığını ve üzerinde düşen görev ve sorumlulukları yerine getirdiğini de ifade eden Kalkan, “Fakat Türkiye’de barışı yalnız başına Önder Apo sağlayamaz. Savaş ve barış tarafları gerektirir. Bir tarafça olmaz yani. Önder Apo, barış için 30 yılı aşkın süredir amansız bir çaba yürütüyor ama yalnız başına bir şey çözülmüyor. Özgürlükler ve demokrasiler, demokratikleşme, bir kişinin çabasıyla olmuyor; herkesin katılması gerekiyor buna. Herkesin üzerine görev ve sorumluluk düşüyor” dedi.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan’ın değerlendirmeleri şöyle:
Öncelikle tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Ne yazık ki İmralı’da tecrit devam ediyor. Bize yansıyan herhangi ciddi bir değişiklik bilgisi yoktur. Aradan bir buçuk aylık bir zaman dilimi geçti. Oysa Önder Apo, herkesin takdire şayan gördüğü tarihi bir çağrı yapmıştı. Bunun üzerinde pratik gelişmeler olur, değişiklikler yaşanır diye bekleniyordu. Ama ne var ki böyle bir durum söz konusu değildir. İmralı’da tecrit devam ediyor. İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemi devam ediyor.
Önder Apo özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmadı. Oysa bir hafta içinde kavuşacağı ifade edilmişti. Fakat herhangi bir değişiklik olmadı. Şu ana kadar yansıyan, gözlenen ciddi bir durum bu alanda söz konusu değil. Diğer yandan tartışmalar oluyor Önder Apo’nun çağrısı üzerine de, İmralı durumu üzerine de… Bizim bildiğimiz, anladığımız şu. Çağrı karşılığını pratikte bulmayınca, bu ciddi bir tartışmaya ve krize yol açtı. Biz de tutumumuzu parti yönetimi olarak çok net ifade ettik. Bu işin böyle olmayacağını, yürümeyeceğini belirttik. Önder Apo’nun tutumunun da böyle olduğunu düşünüyoruz. Bazıları “Newroz’da mesaj vermek istemedi” falan dediler ama öyle değildi esas olan.
Durumu normalleştirmemek üzere Önderliğin tutum koyduğu İmralı’da da bir kriz durumunun yaşandığını tahmin ediyoruz. Son bazı açıklamalar ve görüşmelerle işte bu kriz durumunun aşıldığı belirtiliyor. Gerçekten öyle oldu mu olmadı mı; tabii o konuda da çok somut bilgilerimiz yok. Ama olumlu bir hava kamuoyuna yansıtılmak istendi.
Şunu ifade edebilirim; Önder Apo’nun çağrısının içeriği tartışılmalı tabii. İmralı sistemine ilişkin de, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne ilişkin de, Kürt sorununun çözümüne ilişkin de herkes kendi görüşlerini söyleyebilir. Ama “birilerinden duydum” diyerek Önder Apo’nun şöyle söylemiş olduğu, böyle davrandığı biçimindeki şeyler söylenmemeli. Önder Apo adına konuşulmamalı. Dikkat etmek lazım buna. Yanlış bir algı yaratıyor bu durum. Birileri yönlendirmek de isteyebilir. Bu bakımdan dikkatli olmakta fayda var.
SOYKIRIM UYGULAYAN GÜÇLER SİYASETLERİNDEN VAZGEÇECEKLER!
Diğer yanıyla Önder Apo üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Gerçekten de herkes şaşkınlık yaşadı. Genelde “Beklenmeyeni yaptı, normalde kolaylıkla yapılamayacak şeyi yaptı” biçiminde açıklamalar oldu. Önder Apo herkesi aşan, kendine güvenli, çözüm üreten, ön açan bir açıklamada bulundu. Bu tabii ki çok anlamlıydı, önemliydi. Fakat sorunun tümünü Önder Apo çözecek, Önder Apo’nun açıklamasıyla her şey çözüldü dememek, öyle de beklememek lazım. Bu sorunu Önder Apo yaratmadı. Arkasında Kürt sorunu var. Bunu uluslararası kapitalist modernite sistemiyle Türkiye Cumhuriyeti devlet yapılanması yarattı. Kürt’ü inkâr ederek, imha saldırıları başlatarak, Kürtler üzerinde soykırımı uygulayarak yarattılar. Kürt düşmanlığı yapılarak, Kürt’ü yok etmek isteyen ve yok sayan zihniyet ve siyaset temelinde bu sorun yaratıldı. Sorunun esası budur. Ve bunu şiddet üzerine oturttular. Dolayısıyla sorunun çözümü buradan geçecek. Şiddeti uygulayanlar, 100 yıldır, 200 yıldır Kürtler üzerinde katliam ve soykırım uygulayanlar, bu zihniyet ve siyasetten vazgeçecekler. Kürtleri yok sayıp en küçük bir varlık hakkını bile tanımayan, yok etmek isteyenler bundan vazgeçecekler. Önder Apo ve PKK bu gerçeği açığa çıkardı ve herkesin önüne koydu.
HERKES ÇÖZÜME KATILMALI
Önder Apo, “Sorunu ben yaratmadım” dedi. “Başkaları yaratmıştı; önümde buldum ben. Ama herkes görüyordu, görmezden geliyordu. Ben herkes gibi davranamadım. Gördüğüm halde görmezden gelemedim; burada sorun var dedim. Bu kadar… Çözmek için de çalışıyorum” dedi. Önder Apo çalışıyor. Üzerine düşen görev ve sorumlulukların gereğini yerine getiriyor. Fakat Türkiye’de barışı yalnız başına Önder Apo sağlayamaz. Savaş ve barış tarafları gerektirir. Bir tarafça olmaz yani. Önder Apo barış için 30 yılı aşkın süredir amansız bir çaba yürütüyor ama yalnız başına bir şey çözülmüyor. Özgürlükler ve demokrasiler, demokratikleşme böyle bir kişinin çabasıyla olmuyor. Herkesin katılması gerekiyor buna. Herkesin üzerine görev ve sorumluluk düşüyor. Dolayısıyla “Önder Apo çözüyor, çözdü, dolayısıyla çözüm olacak, yeterlidir” dememek, böyle bir beklenti içinde olmamak, böyle bir beklentiyi topluma yaymamak da lazım. Yanlıştır bu algı oluşturma.
Özellikle Kürt toplumu, gençleri, kadınları bu realite üzerinde çok duyarlı olmalılar. Kim ne kadar sorumludur, nasıl çözülecek, herkese ne tür görev düşüyor; özellikle de kendileri açısından mücadele görevleri neler; bunları çok iyi bilip gereklerini yerine getirmeliler. Mevcut durum, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen küresel özgürlük hamlesini çok yönlü ve etkili geliştirmeyi, sürdürmeyi istiyor.
Bu temelde Roma’da bir konferans, toplantı, tartışma oldu. Önemliydi, gelişmeler de değerlendirildi. Daha da bundan sonra yapılacaklar tartışılıyor. Selamlıyoruz bütün o çabayı yürütenleri. Ama daha da büyütmek, yaymak, somutlaştırmak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen küresel özgürlük hamlesini her alanda, dört parça Kürdistan’da, dünyanın dört bir yanında çok etkili, yaygın, hiç zayıflatmadan ve ara vermeden sürdürmek gerekiyor.
ÇAĞRININ MUHATABI DÜNYADA YAŞAYAN HERKESTİR
Önder Apo’nun 27 Şubat günü yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” başlıklı açıklama, gerçekten de derin içeriğe sahip, tarihi bir çağrıydı. Oldukça anlamlıydı, etkiliydi, herkes üzerinde de etkide bulundu. Büyük çoğunluk üzerinde -en azından görünüşte, sözde olduğu kadarıyla- olumlu etkide bulundu. Bazıları da olumsuz etkilendiler. Karşı çıkanlar hatta ağır ithamlarda bulunanlar da oldu fakat genelde herkesi etkiledi. Olumlu etki de önde oldu. Niye? Çünkü herkesin yapamayacağı, göze alamayacağı bir çağrıydı, atamayacağı bir adımdı. Önder Apo attı bu adımı.
İkincisi; herkese görev ve sorumluluk yüklüyordu. Çağrı şu kişiye, bu kişiye, herhangi bir yere değil, bu dünyada yaşayan herkese sesleniyordu. Hiç kimse diyemez ki bu çağrı bana değildir. Dünyanın en ücra köşesinde en ezilen sömürgen bile öyle olmaktan dolayı çağrıya muhataptı. Çünkü bu kadar baskı, sömürü, ezme sistemi, Kürtleri yok sayan ve yok etmek isteyen zihniyet ve siyaset temelinde oluşturuldu. Dolayısıyla Kürt Özgürlük Mücadelesi bütün bunları içeriyor. Bu kadar etkili bir mücadele. Bu bakımdan herkes, aynı düzeyde olmasa da çağrının muhatabıdır diyebiliriz.
KONGRE KARARLARINI ANCAK ÖNDER APO ALDIRTABİLİR
Biz Hareket olarak, -geçen programda da ben açıkladım yaşananları- anında cevap verdik. Bir maddelik açıklama yaptık, tutum koyduk. Pratikleşmesinin önünü açmak, kolaylaştırmak için ateşkes ilanında bulunduk. En önemlisi de tutumumuzu belirttik. Uygun koşullar yaratılırsa bu çağrı uygulanabilir, dedik. Ve biz içerik olarak tümden katıldığımızı, uyacağımızı ve uygulayacağımızı belirttik. Uygun koşullar için de Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü ya da özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasını ifade ettik. Niye? Çünkü Kongre’yi ancak Önder Apo yapabilirdi. Kongre’de alınması öngörülen kararları sadece Önder Apo aldırtabilir ve sadece Önder Apo uygulatabilirdi. Bunun dışında ne Hareketimizin içinde herhangi bir güç, kişi ya da kurum ne de Hareketimizin dışında herhangi bir kurum yapamazdı. Çünkü Hareketimizin içinde yönetimimiz, diğer mekanizmaların hepsi savaş üzerine kurulmuştur. Savaş yürütebiliyorlar.
“Kongre PKK’yi feshetsin” deniliyor. PKK’yi yok etmek için dünya birleşti, her türlü silahı kullandılar, her türlü yol ve yönteme başvurdular. Ahlak ve hukuk kuralı hiç dinlemediler. Kırk yıldır saldırıyorlar. Sonuç alamadılar. On yıldır “çöktürme eylem planı” temelinde yapmadıkları saldırı kalmadı, sonuç alamadılar, başarılı olamadılar. Yok edemiyorlar; imha edemediler PKK’yi, Kürt inkârını sürdüremediler.
Bu bakımdan Önder Apo dışında o kararları kimse aldırtamazdı, uygulatamazdı. Şimdi biz bu görüşümüz, açıklamamız üzerinde duruyoruz; geçerlidir. Hâlâ da geçerlidir. Çok uzun zaman geçti. Zorlu bir şeydi de. Çeşitli değerlendirmeler de yaptık. Fakat yine de sorunun önemi, içeriği ve zorlukları nedeniyle acele etmeme, pratiğe biraz daha şans tanıma anlamında sürdürdük bu süreci. Mevcut açıklamalarımız bugün için de geçerlidir. Bu konuda Önder Apo’nun kongre yapma ve karar aldırtma yönünde çok somut olarak bu işi yapacak düzeyde bir şey bize henüz ulaşmış değil.
ÖNDER APO KONGRE YAPARSA PRATİK YÜRÜR
Önder Apo kararlı olduğunu ifade etti, biz onu gördük, önemsedik. Bu kararlılığı anlamlı ve değerli de bulduk. Gerçekleşmesine karşı da değiliz, tersine yanayız. Ama onu gerçekleştirecek bir durumun İmralı’da oluşmadığı ortada. Kırk beş günü aşan bir süre geçti, bir buçuk ayı aşan bir süre, tecrit devam ediyor. Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşmasında herhangi bir yeni gelişme, bir değişiklik olmadı. İmralı sistemi sürüyor; lağvedilmedi ya da o yönlü bir adım atılmadı. Önder Apo kimseyle görüşemiyor, Kongre’ye dair herhangi bir çalışma yapabilecek durumda değil. Eğer yaparsa fiilen, pratik olarak bunu gerçekleştirebilecek duruma gelirse süreci ilerletir.
Geçen sefer de söyledik biz; karar vermiş “ben bunu yaparım,” diyor. Eğer gerçekten iktidar ve devlet çevreleri de yapılmasını istiyorlarsa, o zaman yapacağını ifade eden güç var. Önünü açarlar, fırsat tanırlar, kararını uygular, -verdiği sözü zaten yerine getiriyor- sorun çözülür. Eğer gerçekten istenen “sorun çözmek”se -derler ya, “bağcıyı dövmek değil üzüm yemek”- bu biçimde çözülür.
Yok, hem İmralı sistemini uygulayacağız, tecridi, rehine düzenini sürdüreceğiz hem de o çağrının gereklerini birileri yerine getirecek denilirse, öyle olmaz tabii. O, pratikte gerçekleşmez. Gerçekleşmiyor da zaten. Şimdi işte deniliyor, “olumludur, pratik adımlar atılıyor”… İmralı heyeti dedi, “İmralı koşullarında değişiklik olacak, yasal çalışmalar yapılacak, umut hakkı işletilir hâle gelecek, bunlar yasal güvenceye kavuşturulacak.” Tam düzeyi nedir, içeriği nedir bilemiyoruz. Ama gerçekten böyle olur da, Önder Apo kongre yapar, yürütür hâle gelirse, pratik yürür. Sorun yok. Bizden yana herhangi bir engelleyici sorun yoktur, tam tersine hep kolaylaştırıcı yaklaşımlar var.
Gerisi iktidar ve devlet güçlerine kalıyor. Bu sorunu yaratmış olanlara, İmralı sistemini ortaya çıkartanlara ve bu insanlığın tanıdığı en ağır rehine sistemini sürdürenlere kalıyor. Onlar da şimdiye kadar uzattılar işte… Bilmem “yasal mevzuat yok” dediler. Halbuki Avrupa yasalarında vardı. Avrupa yasalarını uygulamak Türk yasaları açısından bağlayıcıdır. Fiilen uygulayabilirlerdi de. Üç günde yasal düzenlemeler yapabilirlerdi de. Biz biliyoruz. Öyle yapılamayacak bir durum değildi ama şimdiye kadar yapmadılar, oyaladılar, geciktirdiler. Böyle olursa, süreci onlar tıkatırlar, sorumlusu kendileri olur.
SÖZ DEĞİL PRATİK GEREK
Uzun bir süre; neredeyse iki hafta sonra görüşme oldu. Olur mu olmaz mı tartışması da gündeme gelmişti araya zaman çok girince. Fakat sonunda görüşme oldu. Elbette Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Cumhurbaşkanı’nın DEM Parti İmralı Heyeti ile görüşmesi önemli. Biz önemsedik, anlamlı bulduk. Meclis Başkanı ile görüşmüşlerdi, diğer parti başkanlarıyla görüştüler, farklı çevrelerle görüştüler. Ama muhatap olan iktidar ve devletin bir numaralı sorumlusu olarak Cumhurbaşkanı ile görüşmek, Cumhurbaşkanı’nın bu işe o düzeyde müdahil olması önemli. Anlamlı yani. Biz anlamlı görüyoruz yapılmış olmasını. Görüntü de öyle verildi, açıklamalar da oldukça pozitif oldu. O herkesi etkiledi. Fakat daha önce de ifade etmiştik ya; temenni çok, söz var; pratik yok. Pratik adım atılmıyor. Şimdi oldukça pozitif, memnuniyet uyandıran sözler, açıklamalar var. Pratik nasıl olacak, bilemiyoruz. Gerçekten içeriğine dair bir bilgimiz yok. Bir şeyler kararlaştırıldı mı, yoksa temennilerde mi bulunuldu, sonuçları nasıl pratikleşecek; bilemiyoruz. Umut ederiz olumlu yönde olur, süreci ilerletir. Bu sorun çözülür. Bilemiyoruz, açıklamalar olumlu yönde oluyor ama henüz söz düzeyinde. Pratik görülürse bir şey denebilir.
Pratik görülmeden, sırf sözle yeterli olmaz yani. Söze dayanarak bir şey diyemeyiz. Bu bakımdan görüşme de önemli, açıklamalar da önemli. Umut ederiz pratik de gelir, devamı gelir, pratikleşir, içini doldurur pratik olarak ve sonuca gider, çözüm üretir.
Ama kamuoyu, özellikle Kürt kamuoyu, demokratik kamuoyu, kadınlar, gençler şunu bilsinler: Bunlar söz düzeyinde, temenni düzeyindedir. Gerçekleşmiş gibi görmemek lazım. Yanlış bir algılama da olabilir. Özel savaş bile çıkabilir arkasından. Biz her yönden bakmak zorundayız. Kendimizi kandıramayız, yanıltamayız.
ASKERİ VE SİYASİ ALANDA SALDIRILAR DEVAM EDİYOR
Dikkatle yaklaşmalı, çok yönlü ele almalı, doğru değerlendirmeliyiz. Bu belirttiklerimizi haklı kılacak girişimler de var nitekim. “Görüşmeyi önemsiyorsunuz, açıklamalar pozitif olmuş, daha niye bu tersinden sözler ifade ediliyor” denebilir. O yönlü de gerekçelerimiz var. Başka ne gerekçelerimiz var?
Bir; savaş, saldırılar devam ediyor. Merkez Karargâh Komutanlığımız, HPG Basın İrtibat Merkezi, günlük gerillaya dönük saldırıların sonuçlarını açıklıyor. Zap’ta 5 şehit, Garê’de 2 şehit… Günde neredeyse 500-1000 bombardıman oluyor Yasaklı silahlar kullanılıyor. Uçaklar bombardıman yapıyor.
Ben gerillamızın direnişini bir kere daha selamlıyorum. Bu saldırılara karşısında verdiğimiz şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Bu koşullarda böyle sağlam durabilmek, saldırılar karşısında meşru savunma hakkını kullanabilmek önemli, anlamlı. Hiç kimse buna farklı bir şey diyemez. Ama mesela “Silahlı mücadele dursun, silah bırakılsın,” diyen bir kurum, bir taraftan da böyle askeri saldırı yapar, karşı tarafı askeri olarak durmaya ve savaş yapmaya zorlarsa nasıl olacak? O silah bırakılma talebinin istenmesi ne kadar inandırıcı olur; bu tartışılır bir durum.
Madem öyleyse, derler ya bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Bu saldırılar niye hâlâ sürüyor? Hiç de öyle barışa uygun bir görüntü vermiyor. Ateşkes halinde dururken saldıran bir güç, yarın silahı bırakırsa o silahlı insanlara ne yapmaz acaba? Biz cahil değiliz, çocuk da değiliz. Kimse bizi kandırmaya kalkmamalı. O yüzden bu realiteyi iyi görüp değerlendirmeliyiz.
ZİHNİYET VE SİYASET HALA KÜRT KARŞITLIĞI TEMELİNDE
Diğer yandan mevcut iktidar sadece askeri cephede değil topluma da, siyaset alanına da benzer biçimde saldırı yürütüyor. Demokratik siyaset alanında siyasi soykırım saldırıları diyorlar bunlara. Bu sürüyor. Değişik toplumsal kesimler, demokratik kurumlar habire tutuklanıyor. Zindanlar tıka basa dolduruldu. Muhalefete saldırıyor. İşte CHP üzerindeki baskılar, saldırılar, diğer partiler üzerindeki baskılar. Karasu arkadaş ifade etmişti; muhalefete tahammül edemeyen bir yaklaşımın, zihniyet ve siyasetin demokratik olmasından söz edilebilir mi? Böyle bir zihniyet ve siyaset devleti, toplumu demokratikleştirebilir mi? Sorunların demokratik çözümünü gerçekleştirebilir mi? Mümkün değil. Eğer gerçekten kendisi demokratik olamazsa, o zaman işte demokrasiyi inşa edemez. Sorunların demokratik çözümünü yaratamaz. Bu bakımdan gerçekten de bu süreci, onun yarattığı imkânları, mevcut AKP-MHP rejimi kendi iktidarını sağlamlaştırmak için kullanıyor. Hem de en pervasız biçimde kullanıyor. Her türlü saldırıyı yapıyor yani. Hukuk kurumlarından avukatlara kadar yargıyı tam bir silah gibi kullanıyor.
Bu yaklaşımla Türkiye’ye demokrasi gelmez. Türkiye’yi demokratikleştiremeyen bir zihniyet, Kürt sorununun çözümünü de yapamaz. Kürt sorununu çözemeyenin İmralı sisteminde değişiklik yapması, Önder Apo’nun öngördüğü sürecin içinde yer alması da mümkün değildir. Bu da gözle görülebilecek kadar somut bir durum.
Sadece bunlar da değil. Bir de dış temaslar var. Mesela Irak’la oluşturdukları ortak mekanizmada toplantı yapmışlar. Tek gündem, “PKK terörü”dür, PKK’ye karşı ortak mücadele nasıl olacak? Ya hani siz PKK ile anlaşma yapıyordunuz? PKK’nin kongre yapmasını, feshetmesini, silahı bırakmasını istiyordunuz? Peki bu gerçekse, dünyanın dört bir yanına koş, Suriye’ye, Irak’a, İran’a, bilmem Avrupa’ya git, herkesle “PKK terörüne karşı anlaşma” üzerine anlaşma yap… Bu niye böyle? Hiçbir zihniyet ve siyaset değişikliği yok. Kürt karşıtlığı, Kürt inkârı, Kürt düşmanlığı, zihniyet ve siyaset olarak mevcut iktidarın yaklaşımında olduğu gibi devam ediyor. Bunu her yerde sürdürüyorlar. Kürtlerin en küçük bir hak elde etmesini engellemeye çalıştıkları gibi, Kürtleri yok etmek de istiyorlar. Her türlü saldırıyı da yapıyorlar. İşte Rojava üzerindeki saldırılar, Suriye üzerindeki mücadele çok açık. O halde burada herhangi bir Kürt’ün varlığını, demokratik haklarını tanıma durumu görülmüyor.
Böyle olmayan birisi Önder Apo’nun çağrısını nasıl yürütebilir? Kısaca; evet görüşmeler var, politik bazı söylemler var ama zihniyet ve siyaset olarak çok değişiklik görülmüyor. Devlet Bahçeli başta çıkış yaptı, “Önder Apo gelip Ankara’da kalsın, mecliste konuşsun,” dedi. “Olabilir” dedi ama söz düzeyinde kaldı. Bunları pratikleştirecek? Buna göre Kürt-Türk kardeşliğinden, tarihsel şeylerden söz etti. Ama mevcut iktidar, Kürt’ün varlığını, halk olarak varlığını, demokratik haklarını kabul eden bir zihniyet ve siyaset değişikliği içine girmiyor. Kürt karşıtı, Kürt düşmanı, Kürt’ü yok etmek isteyen bir zihniyet ve siyasetle ne yapılabilir? Soykırım uygulanabilir. Bu süreç yürütülemez. Bu bakımdan da, evet önemsedik, iyimser açıklamalar var, temennide bulunuyorlar. “Adımlar atacağız,” deniliyor. Biraz sürece yayılarak, oyalanarak oluyor bu da. Hiçbir pratik adım yok. Ama bütün bunlara baktığımızda, “Ne adımı atacaklar, neyi pratikleştirecekler?” İnsan tam göremiyor, anlayamıyor. Net olmayan, muğlak bir durum var ve devam ediyor.
MUHALEFET ÖN AÇICI DEĞİL, PROJE SUNAMIYOR, POLİTİKA GELİŞTİREMİYOR
Muhalefet konusunda çok umutsuz olmamak ya da yine inkârcı davranmamak lazım. Bazı çevreler, demokratik çevreler, kadın-gençlik hareketleri, sol-sosyalist çevreler içerisinde, içte ve dışta gerçekten bazı önemli tartışmalar var. Önder Apo’nun durumunu, haklarını tartıştıkları gibi, 27 yıllık İmralı işkence, tecrit sistemiyle Kürt sorununun 100 yıllık, 200 yıllık bir sorun oluşunu, Kürt halkının varlığını ve demokratik haklarını kazanmasını tartışıyorlar. Bunlar önemli tartışmalar, doğru olan da bu.
Çözüm buradan gelir. Böyle bir şey olmazsa çözüm gelmez. Fakat bazı tartışmalar da var. Gerçekten insanı şaşırtıyor. İnsan bu kadar mı dar, şoven, milliyetçi olur? Bu kadar mı ırkçı olur? Bu kadar mı iktidarcı, çıkarcı olur? Hiç Türkiye gerçeğiyle bir alakası yok bazı tartışmaların. Kendi çıkarlarına gömülmüşler, dar iktidar çatışması içerisinde Türkiye’nin geleceğini boğuyorlar, sorunlarını daha da derinleştiriyorlar. Türkiye’nin demokratikleşmesini engelleyen, Kürt özgürlüğünü engelleyen aslında bunlar. Öyle ki karmakarışık kafaları var, ne istedikleri bile belli olmuyor.
Tek şu görülüyor; Önder Apo’ya düşmanlar, PKK’ye düşmanlar, ağızlarından kötülük akıyor. Açtılar mı başka hiçbir şey yok. Böyleleriyle bir yere gidilmez. Bunlara aslında Türkiye gerçeğini, dünya gerçeğini, bölge gerçeğini hatırlatmak lazım: “Siz ne konuşuyorsunuz ne ediyorsunuz?” İşin içinde değilsiniz derler ya; sırtınızda yumurta küfesi yok. Binmişsiniz devlet atına, “istediğimizi yaparız” diyorsunuz. “Nasıl olsa sırtımız sağlam”. Ama sizin bildiğiniz devlet “çatır çatır çatır” diyor. Yarını nasıl kurtaracak, onun arayışı içerisinde. O kadar tehlikeli bir duruma düşmüş, bundan haberleri yok. Aslında “devletin bekası” diye bir dertleri yok. Ülkenin geleceği diye bir sorunları yok. Toplumun özgür yaşamı, demokrasisi, insan hakları diye bir sorunları yok. Devletin tek sorunu, kendi dar çıkarları. Öyle bir bireyci, çıkarcı, maddiyatçı bir ortam var ki… Bu çok kötü bir durum. Bunları eleştirmek ve gerçekten de tecrit etmek lazım.
İktidar çevresinde de bu yönlü tartışmalar var. Muhalefet açısından da AKP gerçekten de kendi yöntemleriyle bastırdı. CHP’yi bir şey içine soktu, yönlendiriyor. Bir sürü şey uydurdu ama CHP de bunları aşamadı. Diğer muhalefet partileri olumlu temenniler belirttiler fakat adım atamıyorlar. Ön açıcı değiller, proje sunamıyorlar, politikayı geliştiremiyorlar. Örneğin meclisi işletemediler. Önder Apo da meclisi işaret ediyordu. Biz de önemli gördük. Bu işler yasal düzenlemelerle olacak. Birinci derecede çözüm üretecek kurum, meclis. Meclisi işletecek olan da bu partiler. Birçok partinin mecliste grubu var ya da milletvekilleri var. Mecliste iş yapabilir durumdalar.
SADECE ELEŞTİREREK İKTİDARI GERİLETEMEZLER AKSİNE DAHA ÇOK GÜÇLENDİRİRLER
CHP bir ara “Bir proje hazırlıyoruz” dedi. “Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin meclise sunacağız” dedi; herhangi bir şey gelmedi. Halbuki önemliydi. Benzer hiçbir adım atmadılar. Sadece iktidarın güvenilmezliğini söylüyorlar, kuşkularını ifade ediyorlar, iktidarı eleştiriyorlar. İyi, onlar olsun da; bu iktidara karşı gerçekten mücadele etmek istiyorlarsa onu aşacak projeler, çözüm yolları sunarlarsa ederler. Yoksa sadece eleştirerek iktidarı geriletemezler, daha çok güçlendirirler.
Bu anlamda mesela Meclis’i işletme yönünde, proje-plan geliştirme yönünde gerçekten de çok etkili adımlar atamadılar. Henüz göremedik. “Yapılamaz,” diyorlar. İktidarın olumlu söylemini bile reddediyorlar, giderek o duruma düşüyorlar. Öyle olmaz.
Sen eğer gerçekten de iktidarın baskısını, sömürüsünü, antidemokratik tutumlarını eleştiriyorsan, o halde demokrasiyi işlet, demokrasiyi geliştir, demokratikleşme yönünde adımlar at, projeler geliştir. Meclis’i demokratikleştirme yönünde çalıştır. Fakat bu boyutta pratikler gelişmedi. Bu da daraltma yaratıyor, tıkama yaratıyor. Öyle yapıyor ki, Kürt sorununun çözümü gibi, Türkiye’nin demokratikleşmesi gibi çok tarihi, çok önemli, çok acil sorunların çözümünün önünü tıkatıyor veya bu çözümü dar iktidar çatışmasına hapsediyor, böylece kendilerini “çözüm gücü” olmaktan çıkartıyor. İyi bir durum değildir bu. Bu tür çıkarcı, dar iktidarcı yaklaşımdan herkes uzak durmalı. Kürt sorunu gibi bir sorunun çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi gibi bir konu, dar iktidar hesaplarına alet edilemez. Dar çıkarlarla ele alınamaz. İktidar böyle ele alıyor, AKP böyle ele alıyor, bu temelde saldırılar yapıyor. Onun benzerini yapmak, onu aşamaz ki!
O halde onun benzerini yapan değil demokratik olanı geliştiren tutum geliştirmeli. Muhalefet gerçekten de bir “demokratik muhalefet” haline gelebilmeli ve işte adım adım, Türkiye’nin demokratikleşmesi için meclisi işleten, çözümler üreten bir pratiğin sahibi olabilmeli. Bizim çağrımız budur. Böyle olurlarsa etkili olurlar. Sözleri anlaşılır olur, iktidarın yanlışlarını mahkûm edebilirler, toplumda taban bulabilirler. Biz, bu tür sorunların gerçekten de demokratik bir zihniyetle, demokratik birlik-ittifak dahilinde, herkesi neredeyse işin içine bir biçimde katan bir yaklaşımla ve çabayla başarılacağına inanıyoruz. Herkese de çağrımız bu. Muhalefet bunu yaparsa başarılı olur. Başka türlü de olmaz.
KÜRT ÖZGÜRLÜĞÜNE DAYALI DEMOKRATİK GELİŞME TÜRKİYE’Yİ MODEL ÜLKE HALİNE GETİRİR
İktidarın bu kadar kendi çıkarı için her şeyi yapıyor olması, muhalefetin onu aşan bir zihniyet ve siyaset ortaya etkili bir biçimde koyamaması aslında Türkiye’yi tıkatan, çözümsüz kılan ve böyle kritik bir ortamda tehlikelerle yüz yüze getiren bir durumu ifade ediyor. Tehlikeli olan bu. Her şey göz önünde. Üçüncü Dünya Savaşı’nın geldiği noktaya bakın. İşte Trump iktidara geldi; “Ticaret savaşları” dedi, savaş başlattı. Çin’le bir şey sürdürüyor, Rusya’yla bir ilişki sistemi var, İran’la görüşmeler yapıyor, herkesle değişik düzeylerde görüşme halinde.
İsrail, 7 Ekim 2023 saldırısından geldi, işte Suriye temel çekişme ve çatışma alanı haline dönüştü. Suriye’ye bu durumun gelmiş olması, Türkiye’nin sınırına dayanmış olmasıdır. Biz dedik “Sıra Türkiye’ye geldi” diye. Kıbrıs’ın durumu ortada. Yeni enerji yolu Hindistan’dan Yunanistan’a uzanan, Doğu Akdeniz’den geçen enerji yolu etrafında Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması var.
Artık Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı sistem dağılıyor. Ulus-devlet statükoculuğu aşılıyor, ulus-devlet sistemleri aşılıyor. Arap sahasında yenildi, işte İran’la bir türlü mücadele var, görüşmeler de yapıyorlar. İran’da da kendine göre çözüm üretmeye çalışıyor bu sistem, bu saldırıları yürütenler. Türkiye’nin içinde yer aldığı sistemdir bu. Türkiye’den de İsrail hegemonyasında bir Ortadoğu’yu kabul etmesini, buna teslim olmasını istiyorlar.
Biz geçmişte dedik ya, bu sistemin içinde Türkiye için iki yol var; ya savaşacak ya da teslim olacak. Bunun dışında üçüncü yol, Önder Apo’nun önerdiği yol; Kürt özgürlüğüne dayalı Türkiye’nin demokratikleşmesi yoludur. Bu yol Türkiye’yi birleştirir, demokratik gücünü ortaya çıkartır. Bu yol, Türkiye’yi Ortadoğu’da öncü yapar, model ülke haline getirir. Ortadoğu halklarını, İslam alemini etrafında toplar. Dolayısıyla bu, Rus devlet statükoculuğunu aşarak demokratik modernite alternatifini geliştiren demokratik çözümü ortaya çıkarır.
Şimdi, işte güya Önder Apo’ya başvuruldu, çağrı yapıldı. Çözüm Önder Apo’nun öncülüğünde olsun istendi ama ciddi, tutarlı bir zihniyet ve siyaset olarak bütün bunları karşılayan bir yaklaşım yok. Dar pratik politik çıkarlar esas alınıyor. Bir tür hile yapılıyor gibi. İşte Önderliğin öngördüğü biçimde değil ama kendilerine göre ilişkileri geliştirerek başarılı olabileceklerini sanıyorlar. Olamazlar yani. Her tarafta görüşmeler yapıyorlar, fırsattır bu… Fırsattan yararlanıp PKK’yi tasfiye edebilir miyiz, olmazsa tehdit ederiz, İsrail’le, bununla anlaşabilir miyiz arayışı içindeler. Bunları biliyoruz.
Uzatmaya gerek yok. Mücadele Ortadoğu’da temel noktalara geldi, dedik. İran ve Türkiye’ye… Bunun da ortasında Kürdistan var, Kürtler var. Bölgenin yeniden yapılanması mücadelesi gelip buraya dayanmıştır. Bu durum herkesi etkiliyor. Kürtleri de etkiliyor, Türkiye’yi, İran’ı, içinde yaşayan halkların hepsini etkiliyor. Kürtler için eski düzen iyi değildi zaten. Bölünmüş, parçalanmış, soykırıma uğratılmışlardı yüz yıldır. Şimdi bu çatışmalı ortam en azından yeni çıkış imkânları, fırsatları yaratıyor. Tehlikeler var, tehditler var, katliam tehditleri var. Bunları görmüyor, anlamıyor değiliz.
Fakat Kürtlerin önü daha çok açık. Neden? Çünkü Kürtleri yok sayan ve yok etmek isteyen soykırımcı zihniyet ve sistem parçalanıyor, aşılıyor. Demokratik yönde aşılmasa bile bu sistemin parçalanması söz konusu. Birlik içinde daha akıllıca davranırlarsa, Kürtler iyi mücadele ederlerse daha etkili çıkış yapabilirler. Bu bakımdan önemli.
Türkiye böyle değildir. Türkiye gerçekten de Kürt sorununu çözmez, demokratikleştirmezse kendisini ya İsrail’le savaşacak, arkasındaki güçlerle çatışmaya girecek ya da teslim olacak onlara tümüyle. İkinci sınıf, üçüncü sınıf bir güç durumuna düşecek bölgede. Bunun başka yolu yok. Bu gelmiş dayatılmıştır. İşte Suriye üzerindeki kavga, bunun kavgasıdır. İsrail gitti Amerika’ya, “İstediğim yönde müdahale et yoksa çatışmak zorunda kalacağız” diyor.
Türkiye’yi gerçekten de yönetenler, sevenler, siyasetçileri, aydınları, kadınları, gençleri bu gerçeği iyi görmeli. Biz, bu niye görülmüyor ve bunun gereklerine göre niye davranılmıyor diye gerçekten hayıflanıyoruz, kendimize soruyoruz. Bu toplum kendi geleceğinin nerede olduğunu görmüyor mu, kendisine daha akılcı bir gelecek çizemiyor mu? İnsanın gerçekten hayıflandığı nokta burası. Durumun ne kadar önemli olduğu, tehlike arz ettiği ortada yani. Ama böyle bir gelişme toplumda yok.
Mevcut iktidar çevreleri de geçmişte bin bir türlü hile yaptılar. Gerçekten de önemli bir söz, hiç unutmamak lazım: Osmanlı’da oyun çok! TC’de oyun, Osmanlı’yı ikiye katlamış durumda. Kendi içinde neler yapıyorlar, artık onu siz söyleyin. Halklara karşı ne yapıyorlar? Kürtlere karşı neler yaptılar? 1918’de ne dediler, 1919’da ne dediler, 1920’de, 1922’de, 1924’ten sonra neler yaptılar? Ne vadilerde bulunup ne tür vahşi, soykırımcı saldırı ve katliamları Kürtler üzerinde denediler? Bunları biliyoruz. Geçmiş yüzyıl böyledir.
Bu bakımdan şunu söylemek istiyorum: “PKK zorlanmış, PKK yenildi, PKK bilmem zor durumda olduğu için bu adımları atıyor” filan demeye çalışanlar var. Bunlar yanılıyorlar, öyle bir şey yok. PKK bugün kendini feshederse, eğer demokratik yönden bir gelişme olmazsa, PKK’den daha sert savaşan örgütler de çıkar. Kürt toplumu bilinçlendi, örgütlendi, nasıl mücadele edeceğini gördü. Her türlü demokratik örgütlenmesini de geliştirir. Zorlanır zaten ama mevcut yaşadığından daha fazla da zorlanmaz. En azami derecede zorluk yaşadı.
Bu nedenle bazılarına bakıyoruz. Beylik laflar ediyorlar: “PKK yoktur, PKK yenilmiş, bilmem teslim olacaklar, mecbur kalmışlar.” Öyleyse daha niye dünyaya fır döndürüyorsunuz, PKK’yi şikayet ediyorsunuz, PKK’ye karşı ittifaklar oluşturmaya çalışıyorsunuz? Ağzınızı açıyorsunuz, PKK’ye küfür kusuyorsunuz. Olmayan bir şeyle; yani yel değirmenleriyle savaşır gibi yoklukla mı savaşıyorsunuz? Ciddi olmak lazım, tutarlı olmak gerekli. Öyle bir şey yok. Öyle sananlar yanılıyorlar. PKK öyle zor durumda falan değil. Kürtler de evet, büyük savaş verdiler, direndiler, bedel ödediler, zorlanmaları da var ama onları aşma güçleri de vardır. Zorluklar içerisinde mücadele edip kazanmayı öğrendiler. Yaparlar bunu. “Kürtleri yok ettik, Kürtler yenilir, biz kurtuluruz,” sanmasın Türkiye’de hiç kimse.
Onun için de bu oyalayıcı, durumu dar iktidar çatışmasına boğan” yaklaşımlara, dolayısıyla Kürt özgürlüğü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi temelindeki çözümü savsatan, engelleyen, sabote eden, provoke eden yaklaşımlara karşı aktif, etkili, birlikte mücadele etmek lazım. Yoksa Türkiye kendisi en büyük tehlikeyle yüz yüze gelecek. Türkiye’yi sevenler biraz sadede gelsinler, gerçeği görüp geleceklerine sahip çıksınlar, derim.
ÇOK YÖNLÜ MÜCADELE EDİLECEK, KAZANILACAK BİR DÖNEME GİRDİK
Sosyalist ve demokratik toplum güçlerine söyleyeceğimiz şey önemli. Önder Apo, “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” diye süreci tanımladı. Barış, iki tarafın uzlaşmasını ifade ediyor. Çatışmaların sonlandırılıp birbirlerini reddeden, yok etmek isteyen konumdan uzlaşan, anlaşmak isteyen konuma girmelerini içeriyor. Ama esas olan, demokratik toplumdur. Böyle olabilmesi için demokratik toplumun gelişmesi gerekiyor. Böyle olmasının ve bu temelde başarı kazanmanın garantisi ve yaratıcısı demokratik toplumdur. Dolayısıyla işin demokratik toplum ayağı çok önemli. Bu anlamda iktidar çatışmaları var, çeşitli güçler arasında iktidar blokları var.
Özgürlük ve demokrasi güçleri, genelde demokratik toplum güçleri, bu konuda kendilerini özgürce, bir irade olarak var etmeyi bilmeliler. Önder Apo’nun çağrısı herkese oldu. İktidara da oldu, muhalefete de oldu, dünyanın tüm güçlerine de oldu ama en çok Kürdistan’ın ve Türkiye’nin demokratik toplum güçlerine oldu. Kadınlarına, gençlerine, işçi ve emekçilerine, aydınlarına ve sanatçılarına, demokratik ve sosyalist güçlerine Kürt özgürlüğünü de, Türkiye’nin demokratikleşmesini de yaratacak olan güçler bunlar. Böyle bir özgürlüğün ve demokrasinin güvencesi olacak güçler bunlar. Dolayısıyla sürecin muhatabı, çağrının esas muhatabı bu güçler. Bunlar da dönüp “AKP ne yapıyor, CHP ne yapıyor, niye şöyle yapmıyorlar” diye başkalarını eleştirmekten vazgeçmeliler. Başkalarına bakmak, onlardan bir şey beklemek demektir.
İktidar güçlerinden mi bir şey bekliyorlar, yoksa demokratik toplum, sosyalist güçler kendilerinden mi bir şey bekliyorlar? Kendilerinden beklemeliler. O halde gerçekten de bu sosyalist, demokratik güçler, ekolojist, kadın özgürlükçü güçler bu süreci daha iyi anlamalı, daha çok sahiplenmeliler.
Kürt toplumu, kadınları, gençleri çok daha dikkatli, duyarlı olmalı. Bütün demokratik çevreler de… Bir; çeşitli özel savaş oyunları var. Böyle yumuşak algı da yaratıyorlar, süreci ters göstermeye çalışıyorlar. Uyanık olmak lazım, dikkatli olmak gerek. Öyle belirtildiği gibi kolay bir şey yok. Sert bir mücadele var, çok yoğun, karmaşık bir durum var. Öyle birileri bize bir şey vermeyecek. Uyanık olmak ve mücadeleyle kazanmak lazım. Daha çok mücadele edilecek, daha çok yönlü mücadele edilecek ve kazanılacak bir döneme girdik.
‘ÖRGÜTLEYİN, ÖRGÜTLENİN’ DEDİ ÖNDER APO
Kazanmak mümkün ama bunun için örgütlenmek ve mücadele etmek gerekiyor, kendi iradi gücü olarak yapmak lazım. Başkalarının kuyruğuna takılmakla olmaz, başkalarından beklemekle olmaz. O halde Kürt toplumu da, Türkiye’nin tüm demokratik güçleri de, antifaşist, demokratik, özgürlükçü güçleri de daha çok birleşmeli, daha çok bir araya gelmeliler. “Üçüncü yol, üçüncü çizgi” dendi. Üçüncü alternatif, demokratik toplum alternatifidir. Bunu geliştirmek için kendi aralarında bunun birliğini yaratmalılar. Düşüncesini, programını, örgütünü ve bu temelde alternatif güç olarak ortaya çıkmak lazım.
Yoğun bir örgütlenme ve eylem çalışması içinde olmak lazım. Bazen eylemler oluyor, kutlamalar oluyor; ondan sonra sınırlı kalıyor. Oysa “kişi kişi, ev ev, köy köy, mahalle mahalle dolaşmak gerekiyor” dedi Önder Apo. Önder Apo’nun çağrısı da bu. Gençliğe çağrısı ve eleştirisi de bu temelde oldu. “Örgütleyeceksiniz, örgütleneceksiniz” dedi. Bu, bütün demokratik güçler için geçerli. Bu çalışmalar, bir de böyle bir demokratik örgütlenme ve demokratik mücadeleyi geliştirmek için ön açma, zemin yaratma durumudur. Bunun gereklerini yerine getirmek lazım. Bu anlamda hâlâ dağınıklık var, darlık var, beklenti var; iktidar çevrelerinden beklenti var. Bu yanlış. Bu yanlışı aşmak gerekiyor. Bunun altını özellikle çiziyorum. Kimse kendilerine bir şey vermez; ne Kürtlere bir şey verirler ne de Türkiye’nin demokratik güçlerine. Tersine boğarlar. Herkes kendi çıkarına bakar; daha çok geriletir, daha çok baskı uygular, daha çok sömürür. İktidar ve devlet çevrelerinin yapacağı budur. Onlardan bir şey beklenemez. Gerçekten de Türkiye’nin bütün demokratik güçleri, Kürt toplumu, kadınları, gençleri, tüm demokratik toplum içinde yer alan yapılar, bu çağrının birinci derecede muhatabıdır. Çağrının gereklerini yerine getirmekten sorumludur. Bu anlamda çözüm üretecek birinci güç, bunlardır.
O hâlde kendilerini güç haline getirmek için örgütlenmeliler, örgütlenmeliler, örgütlenmeliler. Örgütlenmeyi demokratik eylem temelinde yapmalılar, daha fazla mücadele etmeliler, Kendi iradelerini ortaya koymalılar. Bu temelde bu çevreleri, süreci doğru anlamaya, daha çok iradi, demokratik birlikler, özgürlük ve demokrasi blokları geliştirmeye ve sürecin başarısını yaratanı ve garantisi olmaya çağırıyorum.
PKK BELGESELİ İZLENMELİ
PKK mücadelesini, tarihini ve Önder Apo’nun gerçeğini, hakikatini konu alan bir belgesel çalışmasının iki bölüm yayınlandı. İlgi de çekiyor. Önemli bir çalışma. Oldukça öğretici bir çalışma. Süreç açısından da önemli, çok kopuk değil. Herkes Önder Apo’yu ve PKK’yi tartışıyor.
PKK’nin ne olduğunu, Önder Apo gerçeğinin neyi oluşturduğunu açıklamada, ifadelendirmede belgeselin de önemli bir konumu, çabası, içeriği var. Dolayısıyla ezbere, kulaktan dolma yaklaşımlarla, olumlu ya da olumsuz şeyler söylemek yerine hakikati kendi gerçeğinde görüp anlamak, ona göre karşı çıkmak ya da destek vermek daha doğrudur. Belgesel bu anlamda böyle bir konuyu ifade ediyor.
Önemli, kapsamlı, tarihi bir çalışma. Zamanlama olarak da sürece katkı sunacak bir çalışma. Büyük emek harcanmış. PKK mücadelesinin belgelerinin büyük kısmı, esas belgesel olanların yayınlanacağı ifade edildi. Bu da çok ilgi uyandırıyor. Süreç açısından anlamlı bulduk.
Emek harcayanları başarılarından dolayı kutluyoruz, selamlıyoruz. Benzer çalışmaları daha başarılı yapacaklarına dair inancımızı ifade ediyoruz. Tüm halkımızı, özellikle gençleri, dostlarımızı, PKK’ye ilgi duyan herkesi de Önder Apo’nun çözümlemeleri ve savunmaları temelinde PKK ve Önder Apo gerçeğini anlamaya çalışırken, bu belgeselden de önemli ölçüde yararlanacaklarını belirtiyor, ilgiyle izlemeye davet ediyorum.