25 Ekim 2010 Pazartesi Saat 05:31
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, 13 Ağustos’ta eylemsizlik ilanının çift taraflı bir mutabakat sonucu gerçekleştiğini belirtti. Tarafların uymak ve uygulamak üzere birbirine taahhüt ettikleri hususlar olduğunu kaydeden Kalkan, ‘’Altı konuda AKP tarafından taahhüt edilen, BDP’yle görüşmelerde adeta taahhüt edilen, izlenim olarak verilen şeyler yerine getirilmemiştir. Tarafların uymak ve uygulamak üzere birbirine taahhüt ettikleri hususlar vardır. Bizim de hareket olarak taahhüt ettiğimiz hususlar var, devlet yönetiminin de taahhüt ettiği hususlar vardır. Açığa çıktı ki AKP sözünü tutmuyor’’ dedi.
Devletin Hakkari ve Şırnak’ta yeni özel savaş politikalarını uygulamaya soktuğunu belirten Duran Kalkan ANF’nin sorularını yanıtladı:
* Hareketinizin 13 Ağustos tarihinde ilan ettiği eylemsizlik sürecinin tek taraflı olmadığı, devletin bu konuda bazı sözler verdiği söyleniyor. Verilen sözler nelerdi?
– 2010 yazında gelişen mücadelemizin etkisiyle, bizi Kürt sorununun çözümüne ve Türkiye’nin demokratikleşmesine doğru götürecek bazı görüşmelerin yapıldığı ve bu temelde politik gelişmelerin yaşandığı biliniyor. Bu görüşmelerinde Türk devlet yönetimini temsil eden heyetlerle Önder Apo arasında İmralı’da olduğu basına yansımış ve kamuoyu tarafından bilinir hale gelmiş durumdadır. Bu çerçevede tarafların, yani devlet yönetimi tarafıyla Kürt tarafının çeşitli görüşmeler yaptığı, diyalog içerisinde olduğu ortada. Bunun artık gizlenecek, sağa-sola eğilip bükülecek, reddedilecek bir yanı kalmamıştır. 13 Ağustos tarihli eylemsizlik ilanının da bu tartışma ve görüşmeler sonucunda geliştirildiği, dolayısıyla tek yanlı olmaktan çok, çift taraflı bir mutabakatın sonucu olduğu netçe ortadadır.
Artık hiç kimse 13 Ağustos’tan itibaren geliştirilmiş eylemsizlik durumunun tek taraflı olduğunu düşünmemelidir. Evet, taraflar yazılı anlaşma imzalamış değiller, birlikte oturup ortak ateşkes ilan etmiyorlar ama görüşmüşler, konuşmuşlar, bazı konularda mutabakat oluşmuş, karşılıklı yapılması gereken görevler belirlenmiş ve taraflar buna göre hareket ediyorlar. İşte özgürlük hareketimizin geliştirdiği siyasi adımları, 13 Ağustos eylemsizlik sürecini böyle anlamak ve değerlendirmek gerekli.
Daha sonra bu eylemsizlik durumu 16 Eylül tarihli görüşmeyle daha kapsamlı bir plana da kavuşturulmuş bulunuyor. Bu da basına yansımış, kamuoyu tarafından bilinir hale gelmiştir. Çeşitli biçimlerde basına yapılan açıklamalar bunu gösterdi. Önder Apo ile görüşmeden sonra avukatları yaptığı açılamalar oldu. Yönetimimizin yaptığı bazı açıklamalar bunu ortaya koydu. Böylece bir sözlü mutabakatın var olduğu ortaya çıktı. Eğer 30 Eylül’de eylemsizlik durumu bir ay daha uzatıldıysa bu temelde uzatıldı. Bu tek yanlı bir uzatma değildir. Karşılıklı görüşme sonucunda ulaşılan mutabakata dayalı bir uzatmadır.
Tarafların uymak ve uygulamak üzere birbirine taahhüt ettikleri hususlar vardır. Bizim de hareket olarak taahhüt ettiğimiz hususlar var, devlet yönetiminin de taahhüt ettiği hususlar vardır. Yine ortak olan yönler vardır.
‘ORDU OPERASYON YAPMAYACAKTI, AMA YAPIYOR’
* Nedir bu ortak olan yönler?
– Bir, çatışmasızlığı taraflar dikkatle uygulayacaklar. Öncesinden daha duyarlı bir biçimde uygulayacaklar. Önder Apo’nun avukatları aracılığıyla geliştirdiği açıklamalarda bu vardı ve biz bu temelde daha titiz bir biçimde eylemsizlik kararını uygulamak üzere bütün gerilla güçleriyle tartışma yürüttük. Onları bilgilendirdik, bilinçlendirdik, daha dikkatli ve duyarlı olmalarını istedik. Yönetimimiz bütün birliklere talimat verdi. Şu kurallara uyulacak, şu esaslar temelinde bu sürece yaklaşım gösterilecek diye kurallar koydu. Bütün gerilla birliklerimiz de, özellikle 30 Eylül uzatmasından sonra, çok daha büyük bir duyarlılık, dikkat ve titizlikle bu eylemsizlik sürecine uyuyor ve uyguluyor.
Tabi bu eylemsizliğe karşılık olarak devlet de çatışmasızlığa uygun ve bunu uygulayacaktı. Devletin çatışmasızlığı uygulaması ne anlama geliyordu? Operasyonların yapılmaması, durdurulması anlamına geliyordu. Türk ordu güçleri olduğu yerden çıkmayacak, gerilla üzerine gitmeyecek, gerilla üs alanlarına, gerillanın bulunacağı yerlere operasyon yapmayacaktı. Oysa yapıyor. Belki gerillaya dönük büyük bir operasyon olmadı -ki onu yapacak gücü de yok-, fakat dikkat edilirse parça parça her alanda Zagros’ta, Botan’da, Amed’de, Serhat’ta, Amanos’ta, Dersim’de askeri operasyonlar var. En son bu durum Dersim’de çatışmaya dönüştü. Bu çok nettir. Zaten kendileri de söylüyorlar. “Operasyon yapan askeri güçlerle teröristler arasında çıkan çatışma diyorlar.
Bu durum basında böyle verilirken dahi, kendilerine basıncı, gazeteci sıfatını yakıştıran bazıları, “hani çatışmasızlık vardı diye hareketimizi hedef gösteriyorlar. Şimdi o basın adı altında bunu söyleyenlere insan ne diyeceğini şaşırıyor. Peki, senin o operasyon yapıyor dediğin güç gerillanın üzerine sohbet etmek için mi gidiyor? Gerilla kendini savunmasa kurşun yemeyecek mi? Hiç orayı görmüyor. Neymiş, gerillalar operasyona çıkan ve üzerine gelen askere ateş açmış! Peki, ne yapacaklardı? Ateş etmeseler miydi? Oraya giden asker onları öldürmeye gitmiyor mu? Bu çevreler “asker ne geziyor, niye operasyon yapıyor diyecekleri yerde, çatışmasızlığa harfiyen uyan gerillanın üzerine giden askere, asker onu vuracak yerde, o erken davranıp kendisini korumuş ve askere ateş açıp vurmuş diye, niye gerilla ateş ediyor diyorlar. Peki, gerilla ne yapmalıymış? Kuzu kuzu vurulmayı beklemeliymiş! Yani böyle de olmaz. İnsan taraf olur, ama böyle de olmaz. Bunlar artık çok çiğ görüşler. Bu tür şeyler basıncılık adı altında yapılamaz, yapılmamalı. Böyle yapıldı mı, aslında savaş kışkırtılıyor, tahrik ediliyor demektir. Bunu yapanlar en büyük savaş tahrikçisi durumuna düşüyorlar. Nitekim böyle bir durum yaşandı.
Dersim’de yaşanan çatışmada kesinlikle gerillanın bir kural ihlali yaşanmamıştır. Gerilla kesinlikle kendi üs sahasındaydı. Herhangi bir askeri eylemliliği yoktu. Üzerine saldırılmış, buna karşı da gerilla güçlerimiz kutsal bir hak olan meşru savunma hakkını kullanmış ve kendilerini savunmuşlardır. Bütün teknik gücünü kullanarak saldıran ve çatışmaya yol açan karşı taraftır. Dolayısıyla karşı taraf çatışmasızlık kararına uymamıştır.
YENİ ANAYASA SÖZÜ
İkincisi, 12 Eylül akşamı yaptığı açılamada Tayyip Erdoğan, yeni bir anayasa hazırlığını başlatıyoruz dedi. Anayasa komisyonu başkanına görev verdi. Diğer yandan, meclis başkanı parti temsilcilerinde oluşan bir anayasa çalışma komisyonu oluşturma çabası içine girmişti. AKP-BDP heyetleri arasında bu temelde görüşmeler oldu. Yani yeni bir anayasa hazırlama çalışması büyük bir hızla başlamıştı. Bir diğer önemli konu da buydu. Bu çalışmalar sürecek, herkes kendi anayasa taslağını hazırlayacak, anayasa konferansları düzenlenecek, bunlar tartışılacak, komisyonlar oluşturulacak, bu tartışmalardan çıkan sonuçlar bir metin haline getirilecek ve 2011’de gerçekleşecek seçimin ortaya çıkartacağı meclisin onayına sunulacaktı. Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarından, meclis başkanının yöneliminden biz bunu anladık. Bu da Önder Apo ile yapılan görüşmelerde dile gelen bir husustu.
Fakat dikkat edilirse bu reddedildi. Böyle bir şey gündemden kaldırılmıştır. Tayyip Erdoğan açıkça “seçime kadar bizim gündemimizde yeni bir anayasa hazırlama çalışması yok dedi. Seçimden sonra da cumhurbaşkanlığı seçimi olacak, dolayısıyla bu seçimden sonra da böyle bir çalışma yok demektir. Yani 2011 ve 2012 yılında da böyle bir durum yoktur. Ancak cumhurbaşkanı seçiminden sonra belki AKP’nin gündemine gelir. O zamana kadar AKP kalır mı, kalmaz mı, durumu ne olur belli bile değil. Böylece aslında AKP yeni demokratik anayasa çalışmasını gündemden kaldırmış oluyor. Açık ki AKP tümüyle zikzak çizdi. Topluma verdiği sözleri de reddediyor. Bize verdiği sözler değil, görüşmelerle verilen sözler değil, toplum önünde yapılan taahhütten vazgeçilmiş oluyor. Demokratik çevreler, aydınlar, basın bunu niye görmüyor, niye bu çerçevede AKP’nin, Tayyip Erdoğan’ın üzerine gitmiyorlar insan şaşıyor. Çünkü AKP’nin bu yaklaşımlarını topluma yansıtan, olumlu karşılayan kendileriydi. Şimdi AKP bundan vazgeçiliyorsa, o zaman bu çevreler AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın üzerine gitmeliler.
GÜVENLİK GÖRÜŞMESİ
Üçüncü husus, avukat açıklamalarından öğrendiğimiz kadarıyla, bir güvenlik protokolü üzerinde çalışacak. PKK’yle, KCK’yle bu anlamda istişareler olacak, Kürt sorununun barışçıl-siyasi çözümü nasıl gerçekleşecek, güvenlik konusu nasıl halledilecek hususları üzerinde çalışılacak. Fakat dikkat edilirse öyle bir şey de yoktur. Biz hiçbir adım, hiçbir yaklaşım görmüyoruz tersine, terör örgütüdür, yok edilecek yaklaşımını görüyoruz. Burada bir güvenlik görüşmesi, arayışı, çözümü kesinlikle yok. Bundan da vazgeçilmiş oluyor.
HAKİKATİ ARAŞTIRMA KOMİSYONU
Dördüncü husus, hakikati araştırma komisyonu olacaktı. Geçmişte yapılanları irdeleyecek ve çözüme kavuşturacaktı. Meclisin bu yönlü açılıştan itibaren sorumluluk üstlenecekti, çalışma başlatacaktı. Hani, bu yönlü herhangi bir çalışma var mı? Hayır, gündemde bile yoktur. Adeta gündem saptırılmıştır. Türban gündemi diye siyasetin önüne sahte bir konu getirildi, diğerlerinin hepsi kapatıldı. Bu da ortadan kaldırıldı. Bu anlamda da verilen sözler yoktur.
ÖCALAN’IN KOŞULLARI
Beşinci husus, bütün bunların sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için Önder Apo’nun daha aktif çaba harcayabilme koşullarına, imkanlarına sahip olması lazımdı. Bırakalım böyle bir şeye sahip olmayı, tersine geçen iki hafta sudan bahanelerle avukat görüşleri bile engellendi. Bu da verilen bir sözün yerine getirilmemesi oluyor.
KCK OPERASYONLARI
Altıncı husus, siyasi soykırım operasyonu temelinde KCK operasyonu adı altında Kürt demokratik siyaset güçlerine, aydınlarına dönük operasyonlar durdurulacak, tutuklular serbest bırakılacaktı. Fakat biz yönetim olarak 30 Eylül’de eylemsizliğin bir ay uzatıldığını açıladık, 1 Ekim’de Urfa’dan başlamak üzere, sadece siyaset yapmaktan başka işleri olmayan insanlara dönük onlarca polis operasyonları geliştirildi ve BDP’nin Urfa il başkanı da içinde olmak üzere bunlardan onlarcası tutuklanıp cezaevlerine kondu.
Yine büyük bir gösteri halinde 18 Ekim’de KCK davası başlatılmış bulunuyor. Birinci ana dava başladı diye gazeteler manşet ediyor. Tıpkı 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra gelişen operasyonlar ve onun ardındaki davalar gibi. Yani biz şimdi darbe döneminde miyiz? 12 Eylül darbesi gibi yeni bir AKP darbesi mi oldu? Bunu anlamak gerekiyor. Nerden çıktı bu ana dava? Tabi bunun ardından yavru davalar birinci dava, ikinci dava, üçüncü davalar gelecek! Burada bir kitlesel yargılama var. Bunun hukuki bir suç olduğunu kim söyleyebilir? Böyle davalar hukuki dava olma özelliği taşır mı? Mümkün değil. Şimdi bu konularda verilen sözler de yerine getirilmedi.
ALTI KONUDA TAAHHÜT VERİLDİ
Dikkat edilirse söz konusu ettiğimiz altı konuda bize değil, AKP tarafından topluma taahhüt edilen, BDP’yle görüşmelerde adeta taahhüt edilen, izlenim olarak verilen şeyler yerine getirilmemiştir. Açığa çıktı ki AKP sözünü tutmuyor. Sözünü tutmayıp tutum ve politika değiştirince de, insanlar anlamasın, eleştiriye uğramasın diye saldırı yapıyor.
Son dönemde Kızılcahamam’da Tayyip Erdoğan’ın gözünü kapatıp ağzını açarak, BDP’ye ve Kürtlere ağzından ne çıkıyorsa söylemesi buradan ileri geliyor. İfade ettik, yavuz hırsız ev sahibini suçlu çıkartmaya çalışıyor. Aslında kendi suçlarını örtmek için BDP’yi, Kürtleri suçlamaya çalışıyor. Bu çok açıktır. Bunu herkes görmeli, bunun üzerine gidilmeli, deşifre edilmeli. Tayyip Erdoğan’a sorulmalı: Kürtler barışçıl-siyasi çözüm için ne istedin de yapmadılar? Neye uymadılar? Somut söylesin. BDP’nin kitabında barış yokmuş diyor Tayyip Erdoğan. Bunu nerden çıkardın? Sen niyet okuyucu musun? Diyordun niyet okuyucular var. Bakıyoruz, baş niyet okuyucu Tayyip Erdoğan’ın kendisi olmuş. BDP’nin dilinde barış varmış da, programlarında yokmuş! Bu bir yalandır. Nerden çıkarıyor bunu? BDP’liler öyle olduğunu söylemiyorlar. Barıştan başka bir tutum da geliştirmiyorlar. Oysa barışa yaklaşmayan Tayyip Erdoğan’ın kendisidir. Tayyip Erdoğan barıştan anladığı nedir? PKK silahları bıraksın, gelsin teslim olsun!
KÜRTLERE TESLİMİYET DAYATILIYOR
Aslında çözüm arayışı bir teslimiyet dayatmasıymış. Siyah Ergenekon bunu “teslim olun çağrısıyla yapıyordu yeşil Ergenekon, yani Tayyip Erdoğan da bunu biraz daha nazikçe, “silahları bırakarak gelin diyerek yapıyorlar. Aradaki fark sadece budur. Kürtler açısından özünde hiçbir şey değişmiyor. Mevcut hükümet Kürtlere teslim olmaktan ve yok olmaktan başka hiçbir şey dayatmıyor. AKP aldatarak Kürtleri yok etmenin zeminini hazırlamaya çalışıyor. Bunu herkes görüyor, anlıyor. Hiçbir yalan bu gerçeği örtemez. Bu bakımdan da takke düşmüş kel görünmüştür. AKP’nin maskesi düşüyor, gerçek yüzü daha iyi açığa çıkıyor. Bunu gizleyemez. Biz AKP bu durumlara düşmesin istiyorduk. Halen de bu isteğimiz vardır. Fakat mevcut gelişmeler bunu gösteriyor. Açıkça teslim olun dayatılıyor.
‘ERDOĞAN DÜŞÜNEREK KONUŞSUN’
* Bir de Başbakan Erdoğan BDP’nin oyları şaibeli dedi…
– Peki, Tayyip Erdoğan’a, Türk ordusu her tepeye bir karakol kurmuş, AKP onun için Hakkari’de, Şırnak’ta, Amed’de varlık sürdürüyor denilse, bu da haklı olmaz mı o zaman? AKP neye dayanarak Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Hakkari’de varlık gösteriyor? Çekilsin bakalım Türk ordusu o alanlardan, AKP diye bir cisim bu alanlarda varlık gösterebilecek mi? Bir tane AKP’li var olabilecek mi? Şimdi bunlar söylenecek sözler değil. Dikkat edilirse hep karşı taraf için bir şeyler söylüyor. Zannediyor ki başka kimsede düşünce yok, farklı düşünce söylenemez, kendi için bir şey ortaya konamaz. Oysaki gerçekler ortada. Kimin oylarının şaibeli olduğu, kim baskı, terör, şiddete, katliama dayanarak örgütleniyor, varlık gösteriyor, oy alıyor, egemenlik sürdürüyor ortadadır.
İş bu tartışmalara gelirse, bu konuda en az söz söyleyecek olan Tayyip Erdoğan ve temsil ettiği güç olur. En suçlu durumda olanlar onlardır. O bakımdan bu tür konuları çok fazla deşmeden, derinleştirmeden, aslında bir siyasi çözüm aramak AKP için işin içinden daha kolay çıkmayı getirebilir. Yoksa öyle yapmazsa, eğer bu konular tartışmaya giderse, burada Kürtlerin, BDP’nin suçlu olması değil de, herhalde tarihin en ağır suçlusu olarak AKP ve temsil etmeye çalıştığı, egemenliğini sürdürmeye çalıştığı güç suçlu ve sorumlu çıkar. Bu gözler önündedir. Bizce başbakan Tayyip Erdoğan neyle uğraştığını, söylediği sözün ne anlama geldiğini, kendisi için ne anlam ifade ettiğini düşünerek konuşursa daha doğru yapar.
HAKKARİ VE ŞIRNAK’A DÖNÜK YENİ ÖZEL SAVAŞ POLİTİKALARI
* Hükümetin Hakkari ve Şırnak’a yönelik özel bir politikası mı var? Kürt Özgürlük Hareketi Hakkari’ye mi sıkıştırılmak isteniyor?
– Hiç kuşkusuz başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve polis bakanı Beşir Atalay’ın Hakkari ve Şırnak’a ilişkin açılamaları oldukça dikkatli bir biçimde değerlendirmeyi gerektiriyor. Bu açıklamalar kesinlikle yeni şeyler içeriyor. Aynı zamanda polis bakanı Beşir Atalay’ın Hakkari ve Şırnak gezileri bu anlamda dikkat çekici. Dikkat edilirse referandum öncesinde Amed’den başlamak üzere Kürdistan’ın birçok alanını dolaştı. Referandumdan sonra da özellikle 12 Eylül referandumunda en çok boykot eden iki il olan Hakkari ve Şırnak’ı, yine bu iki ilin birçok ilçesini dolaştı. Çeşitli açıklamalar, görüşmeler yaptı. Bazı çevrelere umut, güven vermeye çalıştı. Tabi Kürt halkını ve Özgürlük Hareketimizi de açıktan tehdit etme çabası içinde oldu. Biz bunları büyük bir dikkatle izledik, ne anlama geldiğini, ne yapılmak istendiğini anlamaya çalıştık. Halen de bu çabalarımızı sürdürüyoruz. Buna göre de kendi tutumumuzu geliştiriyoruz.
Bu çabaların bir yönü Kürt Özgürlük Hareketini Botan ve Zagros’ta tutma politikasının parçası olabilir. Fakat Şırnak ve Hakkari’ye yapılan gezilerin ve burada söylenen sözlerin sınırlandırma politikasının bir gereği olduğunu düşünmek hatalı olur. Sınırlandırma politikası Serhat’ta, Malatya, Adıyaman, Maraş’ta, yine Dersim-Elazığ-Bingöl hattında uygulanıyor. Oralara dönük özel politikalar geliştiriliyor, özel çabalar harcanıyor ki, Kürt Özgürlük Hareketi buralarda taban bulamasın, gelişme sağlayamasın, dolayısıyla Kürdistan’ın iç kesimlerinde Botan, Amed, Zagros hattında sınırlansın, kuşatılsın, sıkıştırılsın. Türkiye’nin elbette böyle bir politikası var. Ama Hakkari ve Şırnak için söylenenlerin ve polis bakanının ziyaretinin, hareketi burada sınırlandırma, sıkıştırmak değil de, buralara dönük yeni özel savaş politikaları geliştirme çabasıyla bağlantısı vardır. Bu sözleri ve Beşir Atalay’ın çabalarını böyle anlamak gerekiyor.
Referandumda Şırnak yüzde yetmişyedibuçuk boykot etti. Hakkari ise yüzde doksanüç boykot etti. Türk basını günlerce, burada devlet yok mu, devlet nerede kaldı diye manşet attı, duyarlılık yarattı. Bir yönüyle bu alanları hedef gösterdi. Şimdi hükümet de, devlet de, öyle anlaşılıyor ki Milli Güvenlik Kurulu düzeyinde bu alanlara dönük özel savaş politikaları geliştiriyorlar. Son toplantılarda bunları kararlaştırdılar.
‘KATLİAM TEHDİDİ VAR’
* Bu politikaların içinde neler var?
– İşte bunu anlamak lazım. Dikkate edilirse AKP hükümeti son politik yaklaşımlarını Hakkari ve Şırnak’ta olan olaylara dayandırıyor. Tayyip Erdoğan basın önünde bunları açıkça söylüyor. Beşir Atalay da birçok kez ifade etti. Demek ki buraya özel bir yaklaşım var. Yani buradaki özgürlükçü gelişme ezilmek ve imha edilmek isteniyor. Kürt Özgürlük Hareketini imha ve tasfiye planının en önemli bir parçası bu iki şehre dönük uygulanmak isteniliyor. Bu planın içerisinde tehdit var, baskı ve şiddet var, çeşitli çevreleri satın alma çabası vardır. Gençlere, kadınlara, toplumun değişik kesimlerine, koruculara dönük yeni vaatler vererek satın alma faaliyetleri geliştirilecek. Bununla birlikte, yurtseverlikte ısrar edenlere karşı da katliam ve baskı, terör geliştirilecek. Zaten polis bakanı Beşir Atalay bu doğrultuda açıkça toplumu tehdit de etti. Bunu net olarak gördük. Bu anlamda bir katliam tehdidi var.
Dikkat edilirse bu geziler olduğu zaman tampon bölge tartışmaları da gündeme geldi. Hem Güneyden, Irak’ın kuzey hattında, hem de Kuzeyden, Şırnak-Hakkari hattında tampon bölge oluşturulacağı söylendi. Bu ne demektir? En azından birçok ilçenin ortadan kaldırılması demektir. Belki de Şırnak ve Hakkari’nin kendisi bile yok edilme hedefi doğrultusunda planlamalara kavuşturuluyordur. Bunu bilemiyoruz. Bu anlamda aslında bu gezilerin ciddi bir katliam ve sürgün tehdidini içerdiğini görmek lazım.
HALK SÜRGÜN EDİLEBİLİR
AKP hükümetinin bu alanlara, Şırnak ve Hakkari’ye dönük yaklaşımlarının yakından takip edilmesinde büyük önem vardır. Dikkat edilirse, büyük olasılıkla çeşitli vaatlerle insanlar satın alınmaya çalışılacak. Belki de güney Kürdistan yönetimiyle yapılan görüşmelerin bir parçası da budur. Onlar tarafından bu alanların denetlenmesi sağlanmak istenecek. Aslında onlardan istenen desteğin önemli bir boyutunun bu olduğunu da düşünmek lazım. Böylece baskıyla ve satın alma yöntemiyle Şırnak ve Hakkari halkı PKK’yi desteklemekten uzaklaştırılacak, bu temelde de Kürt Özgürlük Hareketinin tasfiyesi sağlanacak. Bu gerçekleşmese de, herhalde tampon bölge planı doğrultusunda buradaki halk sürgün edilecek, tasfiye edilecek, burada bir soykırım uygulanacak.
Bir bölümü zorla Türkiye’ye taşınacağı gibi, diğerleri de İran’a ve Irak’a sürülmeye çalışılacak. Böyle planlar var. Böyle bir planın 2008 yılında, İlker Başbuğ Genelkurmay Başkanı olduğu zaman yapılan Milli Güvenlik Kurulu ve teröre karşı mücadele kurulu toplantılarında hazırlandığını biliyoruz. O zaman MHP de böyle bir uygulamanın geliştirilmesini istemişti. Nitekim böyle bir plan olduğunu Tayyip Erdoğan da yansıtmıştı. Hatırlanacağı gibi, Hakkari’de “Beğenmeyen çekip gider demişti. Fakat daha sonraki gelişmeler sürecinde bunu uygulamaya koyamadılar. Şimdi aslında yeniden halkı bununla tehdit ediyorlar. Beşir Atalay, böyle bir planın uygulanma zemini, imkanları ne kadar vardır diye araştırıyordu. Bir kontra şefi olarak aslında askeri teftişte bulundu. Bu gerçekleri çok iyi görmek gerekli.
‘TÜRKİYE POLİS DEVLETİ OLMA YÖNÜNDE İLERLİYOR’
Dikkat edilirse Tayyip Erdoğan hükümeti, Abdülhamit döneminin istibdat uygulamasına benzer bir sistem geliştirme yönünde ilerliyor. Gerçektende Türkiye “Devri İstibdat a yeniden dönüyor. Bir polis devleti olma yönünde ilerliyor. Zaten 12 Eylül darbesi ardından bir askeri kuşatma vardı. Bu askeri kuşatmayı bir sınırda tutarak, toplum üzerindeki baskıyı daha çok da polis gücüyle yürütmek istiyorlar. Çünkü askeri baskıya karşı direniş toplumda duyarlılık yarattı. Polis bu işi daha iyi yapar. Dolayısıyla AKP Türkiye’yi bir resmi-sivil polis cumhuriyetine doğru ilerletiyor. Değişim bu yönde oluyor. Bu anlamda da Türkiye’de bir istibdat döneminin giderek gelişeceğe benziyor. Bunun da özgürlük ve demokraside ısrarlı olan Kürt toplumuna, Kürt illerine katliam ve sürgün dayatacağını görmemiz, bilmemiz, anlamamız gerekli. Bu bakımdan bu yaklaşımlar ve bu sözler tehlikelidir, katliam içeriklidir. Dolayısıyla herkesin duyarlı olması ve bu gelişmeleri dikkatle izlemesi gerektiğini düşünüyoruz.-ANF
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com – www.lekolin.org – www.lekolin.net – www.lekolin.info